Çevirmen Duygu Gündeş (1976-2019) için Zafer Yalçınpınar tarafından kaleme alınan Ölümcül Defter, insanlığı hakikate mıhlayan, modern bir ağıt olma özelliğini taşıyor… 26 Ocak 2019 tarihinde Kadıköy’de yaşamına son veren Duygu Gündeş’in bilinen tüm çevirileri ve yazıları duygugundes.info adresinde bulunmaktadır.
(…) Altında nişanlandığı, nişanın bozulduğu ve bu sırada kendisini yalnız annesinin teselli edebildiği büyük ıhlamur ağacı az ötedeydi. İhtiyar dadısını kucaklayıp ilk kemanını tutuşunu görür gibi oldu. Bütün bunları uzak fakat aydınlık hem tat veren hem de hüzünlendiren bir geçmişte, şu tarlalara görmeden bakan pencereler gibi duymadan görüyordu. İçinde bunları seyrederken kalbini dinleyen doktorun “Bitiyor!” demesinden beri ancak iki saniye geçmişti. (…)
20 Eylül 2022’de Kadıköy-Müze Gazhane‘deki Meçhul Sanatçı Anıtı‘nı ziyaret ederek mesajımızı İstanbul Bienali’ne ilettik! Bugüne dek sanat için emek vermiş, çabalamış ama hak ettikleri ilgiyi tam görememiş tüm gerçek sanatçılara selam olsun! Müze Gazhane’de Bienali gezen tüm sanatçı ve izleyicileri, eski baca bölümünde bizim gibi poz vermeye, isimleri ile #MechulSanatciAniti hashtagini kullanmaya ve yer bildiriminde bulunmaya çağırıyoruz!
Sanat aktivisti Fatih Balcı, 17. İstanbul Bienali mekânlarından Müze Gazhane’de (Kadıköy) görülür en yüksek yapı olan eski baca bölümünü kendi işi olarak ilan ediyor! Fatih Balcı ele aldığı yapıyı “bugüne dek sanat için emek vermiş, çabalamış ama hak ettikleri ilgiyi tam görememiş tüm sanatçılar adına bir anıt”a dönüştürüyor. Sanatçı, postmodern sanat stratejilerinden temellük yöntemini kullanırken hem bir duyguyu görünür hale getiriyor hem de bir kez daha Bienal’in çevresinde kurulmuş statüko sınırlarını ve yüksek duvarları geçiyor. Fatih Balcı, Bienali gezen tüm sanatçı ve izleyicileri, eski baca bölümünde kendisi gibi poz vermeye, isimleri ile #MechulSanatciAniti hashtagini kullanmaya ve yer bildiriminde bulunmaya çağırdı!
Serpil Çetinkaya eserlerinde “boşluklarla dolu özel hikâyeler” yazarak “eksiltili sanat” yaklaşımının en güzel ve olgun örneklerini izleyiciye sunuyor. Yeşil Rüzgârları Bekliyorum‘daki görüngüleri incelediğinizde hermetik dokuların ve ânların etkisini hissedeceksiniz. (Zafer Yalçınpınar)
Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
İlhami Tunç Gençer‘in “Noise Animasyon” girişimi buluşlu ve etkili bir hareket: Švankmajer’in, Jodorowsky’nin çığır açıcı deneyleri gibi düşünmek gerekiyor Noise Animasyon’u… Sadece insanın değil, tüm yaşamın sesten ibaret olduğunu görmek, duymak için Yeni Ses, Eski Can‘ın izleklerini takip etmenizi öneriyoruz. (Zafer Yalçınpınar)
Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
İşaret Ateşi‘yle bağlantı kurmak için: isaretatesi@gmail.com
Yirminci yüzyılın önde gelen kadın yazarlarından Gertrude Stein, 1914’te yayımladığı, düzyazı şiirlerden oluşan Tender Buttons (“Hassas Düğmeler”: Nesneler, Yemek, Odalar) adlı yapıtıyla, bir yandan Kübizmin yazısal örneklerini sunmuş, diğer yandan feminist bir başkaldırıyla edebiyat dilini yeni baştan konfigüre etme girişiminde bulunmuştu. Yayımlandığı dönemde Modernist çevrelerde dahi hak ettiği karşılığı bulamayan avangart yapıt, ilerleyen yıllarda Stein’ın öteki çalışmalarıyla beraber literatürde kendine bir yer edinse de hâlâ güncel ve dinamik bir edebiyat deneyi olarak karşımızda duruyor.
Tender Buttons’ın ilk bölümünün çevirisi olan Nesneler, Gertrude Stein’ın hayat arkadaşı ve sevgilisi olan Alice B. Toklas ile paylaştığı gündelik hayatın ve ev ortamının duyarlılıklarını yansıtırken okurlara kişisel bir fenomenolojiyi sunuyor. Biricik bir “karaf”, bir “kutu”, bir “şemsiye”, bir “sprey şişesi”, bir “parça kahve”, ya da söz gelimi “sırlı bir parıltı”, “yastıktaki bir cisim” ve “korkulu bir salıverilme” üzerinden bizi, anlaşılır olması veya tek bir okunuşa sahip olması gerekmeyen, hem basit hem karmaşık bir düzyazı şiir metniyle karşı karşıya bırakıyor.
Nesneler, devrimci bir yazarın yepyeni bir dille yarattığı “eşyaları” tüm sevimliliği, oyunbazlığı, tuhaflığı ve mistikliğiyle yazı mekânının baş köşesine yerleştiriyor. (Tanıtım Metni’nden…)
Avant-garde sanatçıların, yerleşik normları altüst eden heretik (sapkın) vizyonları muhataplarında esaslı şoklar yarattığı için, Batı dünyasında makineleşme ve kitleselleşmeyle beraber yitip giden yaratıcı heyecanı diriltmekte önemli rolleri olmuştur.
(…) Halkların kendi kaderini kendisinin tayin edebilmesi yönünde hem kapitalistlerden (Woodrow Wilson) hem sosyalistlerden (Vladimir Lenin) Prometheusçu bir enerji alan bu devrimci radikal moment, neredeyse eşzamanlı olarak sanat alanına da nüfuz etmiştir. Dada, konstrüktivizm ve sürrealizm bunlardan en bilindik ve belki de en radikal olanlarıdır. (…)
Fenerbahçe Spor Kulübü’nün efsanevi formasını hakkıyla taşımış futbolculara dair en ilginç tarihsel yazılar, efemeralar, buluntular ve araştırmalar Fenerbahçe Tarihi adlı web sitesinde yer alıyor…
Büyükamcam Yaşar Yalçınpınar‘ın (d. 1914- ö. 1998) forma giydiği maçları, skorları, attığı golleri, maçlara dair gazete kupürlerini, yorumları ve özellikle de Galatasaray’a karşı oynadığı maçlardaki başarılarını içeren kapsamlı bir inceleme yazısı yayımlandı. Futbol tarihimiz -ve aslında, FB-GS ezelî mücadelesi- için önem taşıyan 22 Mayıs 2020 tarihli bu incelemenin tam metnini aşağıdaki bağlantıdan okuyabilirsiniz:
(…) 6 Haziran 1937 tarihinde Fenerbahçe Spor Kulübü, Kadıköy’de 29. kuruluş yıldönümünü kutluyordu. Sporcuların resmî geçidinden sonra, ilk olarak Fenerbahçe-Güneş tekaütleri maçı oynandı, sonra da Fenerbahçe birinci takımı Rapid Wien ile karşılaştı… Aynı saatlerde İstanbul’un Avrupa yakasında Taksim Stadı’nda ise Ankaragücü, Galatasaray ile maç yapıyordu. Yaşar Yalçınpınar’ın hat-trick yaptığı bu müsabaka için mikrofonlarımız Akşam gazetesinde…
Bu hafta millî kümenin yegane maçı olan Galatasaray-Ankaragücü karşılaşması dün iki-üç bin seyirci önünde Taksim Stadı’nda oynandı.
Galatasaray takımı şöyle idi: Sacid, Reşat, Lütfi, Ekrem, Hayrullah, Suavi, Necdet, Eşfak, Süleyman, Haşim, Bülent
Ankaragücü de en kuvvetli şeklini muhafaza ediyordu.
Dördüncü dakikada Ankaragücü sol açığı Hamdi’nin şandellediği topu karşılamak üzere çıkan Sacid, Galatasaray kalesini boş bıraktı ve top Güc’ün en tehlikeli muhacimi Yaşar’a geçince Lütfi de boş kaleye geçti. Yaşar topu kaleye gönderdi ve Lütfi eliyle tutmak mecburiyetinde kaldı. Bu suretle penaltıdan Ankaragücü ilk dakikalarda birinci golünü (Şükrü) yaptı.
Bu devrede maç hemen hemen mütevazin oldu, fakat Galatasaray muhacimleri hayli beceriksizlikler yaparak mühim fırsatlar kaçırdılar. O kadar ki kırk dördüncü dakikada Ankaragücü aleyhine verilen penaltıyı bile gole çeviremediler. Devre 1-0 Ankaralılar lehine bitti.
İkinci devre başında Güçlüler, Galatasaray’ın üstünlüğünü bertaraf etmeye muvaffak oldular. Galatasaray kalesinin üst üste tehlikeli ziyaretlerine maruz kaldığı görülüyordu. Nitekim Yaşar 17. ve 18. dakikalarda birbiri arkasına iki gol çıkararak takımını 3-0 galip vaziyete çıkardı.
Galatasaraylıların artık muhakkak bir mağlubiyeti kabul edecekleri tahmin edilirken sarı kırmızılılar yeniden hücuma geçtiler ve 20. ve 21. dakikalarda iki gol çıkardılar.
Maç en heyecanlı safhasına girmişti. Galatasaraylılar bir gol daha çıkararak beraberliği kurtarmak için çabalıyorlardı. Muhakkak bir galibiyeti tehlikeye düşüren Güçlüler de yeniden bir sayı çıkarmak için uğraşıyorlardı. Güçlüler bu mücadeleden galip çıktılar. Yaşar, 31. dakikada bir gol daha atarak kati şeklini verdi ve Güçlüler sahadan 4-2 Galip çıktılar. (…)
(…) Altıncı dakikada Ali Rıza topu uzaktan Galatasaray kalesine doğru ortaladı. Lütfi kale önüne düşen topu güzel bir degajmanla uzaklaştırdı. Top santraya doğru ilerlemiş olan Yaşar’ın önüne düştü. Yaşar’ın da Galatasaray kalesine kadar inen uzun bir şandelini görüyoruz. Osman kaleden çıkarak bu şandeli yumrukla uzaklaştırdı. Akını gayet iyi bir şekilde takip eden Mehmet Reşat topu havadan kalenin önüne doğru vurdu. Santrfor Yaşar yakaladığı topu yerden Galatasaray kalesine gönderdi. Lütfi ile Osman aynı zamanda plonjon yaptılar. Lütfi’nin hareketi kaleciyi şaşırttığı için Osman topu tutamadı. Yaşar’ın ikinci bir sol şutu yerden ağları buldu. (…)
Büyük Saat‘in evrendeki tik-tak seslerini duyanlar için… Turgut Uyar‘a saygıyla… özel bir yeniden-yazım projesi gerçekleştirdik. Projenin tam metnini https://www.dumensiz.net/yeniden-yazm adresinden okuyabilirsiniz.
(Bu özel projede beni yalnız bırakmayan Cem Onur Seçkin‘e çok teşekkür ederim.)
“Şairlere ödüller verileceğini duyunca, şunları düşündüm: Demek
yasalar da yetmemiş, ölüm şairlerle toplu fotoğraf çektirmek istiyor.
Hoşgörünün törel ve yasal sınırlarını paramparça ederek aşmış bir
düşünceyi köşeli bir büyük ayraca, paranteze alacaklar. Alırlar! Daha
dün, yaşayan şiir denince elleri tabancalarına giden adamlar,
müessesenin küçük hisseli ortakları, şairlere iki paralık değer
vermeyenler, gözlerinde tek bir şiir yaşatmayan kalem efendisi kentliler
oturmuşlar, düşünmüşler, taşınmışlar, açık baskılar, gizli
engellemeler yanında, böylesi bir Chester taslağını sunmuşlardır.
Tarihten,
kendi tarihimizden biliriz ki, kardeşlerini az önce boğmuş bir
padişahın bile elinde uzak ve kokusuz bir gülle yaptırdığı
minyatürleri, çağdaş padişahların ise basına dağıtılmak üzre çocuklarla
çektirdikleri birçok fotoğraf vardır. Şimdi çocuklar ve güller dahi yüz
vermedikleri için olsa gerektir, ‘müesses ölüm şairlerle toplu fotoğraf çektirmek istiyor’. Bunun böyle olduğu aydındır. (Ece Ayhan)
(…) Başka ne olabilir ki! Beni kafakola alamıyorlar. Şu anda bile -ki 60 yaşındayım- kafakola alamıyorlar. Bir beklentim yok. Bir şey istemiyorum. Ev istemiyorum, rüşvet istemiyorum, para istemiyorum, ödül istemiyorum. Bu güne kadar ödül almayan tek adamım ben. (Ece Ayhan)
Ece Ayhan‘ın adını kullanarak kurulmaya çalışılan ödül düzeneklerine karşıyız! Önümüzdeki günlerde bize bağlı tüm platformlarda, İyi Parti’li Eceabat Belediyesi’nin iğreti girişimine yüksek sesle ve ayağa kalkarak cevap vereceğiz! (Bu iğreti girişimi planlayanları, bu kötücül düzeneğe ortak olmaya ve katılmaya çalışanları tek tek tespit ediyoruz, takip ediyoruz, araştırıyoruz!)
Çünkü;
1) Ece Ayhan yaşamı boyunca ödüllendirme mekanizmalarına karşı durmuştur, kendi dönemindeki şairler arasında ödül almayan tek kişidir ve Türk Şiiri’nin zirvesidir!
2) Tüm ödüllendirme mekanizmaları hakikat yolundaki kalb ve vicdan arayışından uzakta konumlanan “kötülük dayanışması” tarafından tasarlanmıştır, sonsuz kötücüldür, yozlaşmıştır ve kandırmacalıdır!
3) Türkiye’de “belediyecilik” dediğimiz şey -en büyüğünden en küçüğüne- aşırı siyasallaşmış bir rant kapısıdır ve yerel yönetim alanında konumlanmış klasik bir statüko bileşenidir.
Ece Ayhan’ın adının ve edebiyatının bu kötücül düzeneklere alet olmasına izin vermeyeceğiz!
(…) Aslı Barış: Size ‘kent ozanı’ ya da ‘şarkı şairi’ deniyor. Ne düşünüyorsunuz lakaplarınız hakkında? “Hangisi Hayat” şarkısında sorunuzun birini, “Ortaçgil der ki bu ne iş?” diye soruyorsunuz. Kendinizi bir ozan olarak görüyor musunuz?
Bülent Ortaçgil: “Şarkı Şairi” tanımını seviyorum. “Ortaçgil der ki bu ne iş” dizesini halk ozanlarına gönderme olsun diye, mahlas gibi kullandım. Kendimi şair olarak değil de şiiri şarkılarda kullanan biri olarak görüyorum. Şiir şarkı sözünden çok çok daha özgür…
A.B.: Pandemi döneminde birçok sanat dalı gibi müzik de bu dönemde yara aldı. Belki de bazı sektörlere göre daha fazla… Albümün akabinde bir konser serisiyle Türkiye’nin muhtelif yerlerinde izleyiciyle buluştunuz. Nasıl değerlendirirsiniz izleyicinin ruh halini?
B.O.: Pandemiyi herkes ilk defa yaşadı. Her sektör için zordu, bizler için daha da zor. Aslında pandemi bitmedi, şimdilik öldürücülüğünü kaybetti sadece. Ne var ki bizler öyle bıktık ki yeniden ciddiye almak istemiyoruz.
A.B.: Müzikteki dijitalleşme hakkında ne düşünüyorsunuz? Bugünlerde pek çok platformda müzisyenler kolaylıkla dinleyici ile buluşabiliyor. Ama algoritmaların yönettiği dinamiklerle bir türlü buluşamayanlar var. Nasıl değerlendirirsiniz bu durumu?
B.O.: Müzik yapmak, kayıt etmek ve yayınlamak kolaylaştı ve ekonomik olarak ucuzladı, bu iyi bir şey. Ama müzisyen becerisine de sekte vurdu. Biz bile kayıt yaparken bir iki hata için başa dönmeyip, “öteki kayıttan alıverirsin” diyoruz teknisyenlere. Ayrıca her ses birbirine benzer ve sentetik oldu. Bırakın ender kullanılan enstrümanları, davulu bile makinalara çaldırıyoruz… Müzikte dijitalleşme derin konu birkaç satırlık bir iş değil. Müzisyenlerin yanı sıra teknik adamların sosyologların daha çok tartışmaları gerek. (…)