1938’de Nâzım Hikmet’in cebindeki
İşBankası acendasından bazı sayfaların görüntüleri…
(Memet Fuat, Nâzım Hikmet: Portreler, YKY, 2001, s.112)
*
1938’de Nâzım Hikmet’in cebindeki
İşBankası acendasından bazı sayfaların görüntüleri…
(Memet Fuat, Nâzım Hikmet: Portreler, YKY, 2001, s.112)
*
(…)
(İlya) Ehrenburg, Nâzım’a sordu bu kez:
-Ya siz, Nâzım, neler yazıyorsunuz şu ara?
-Sadece şiir. Başka hiçbir şey istemiyor canım. Bir dönem geçirdim, birkaç yıl kadar süren, hemen hemen 1958’e kadar. Tek bir dize yazamaz olmuştum. Bitti bu iş diye düşünüyordum. Şimdi yitirdiğim bu zamanı telafi ediyorum.
-Evet, çok iyi anlıyorum sizi. Benim de birçok kez şiirle böyle bir şeyler geçti aramda. Kaprisli şeydir şiir.
(…)
Nâzım’la Söyleşi, Vera Tulyakova Hikmet
Çev: Ataol Behramoğlu, Cem Yayınevi, 1989
Bkz: https://urun.gittigidiyor.com/VERA-TULYAKOVA-HIKMET-IMZALI-NAZIM-039-LA-SOYLESI_W0QQidZZ17892622
“Çalıntı” Müzik Kültürü Dergisi’nin Mart 1993 tarihli ilk sayısında yayımlanan “Sessin Çekirdeği” adlı yazıya https://zaferyalcinpinar.com/sesincekirdegi.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. Sıkı kuramcı Roland Barthes’ın töze nüfuz eden bu yazısını Ogan Güner çevirmiş…
491‘e BEŞ!
“Kilosu kaça gelir?”
https://zaferyalcinpinar.com/491bes.pdf
*
Yokoluşlarının ağıtını yazan o kifayetsiz muhterislerle senin ilgilenmeyişinin 2010’daki yüzüdür 491…
DÖRTDOKUZBİR “Evvel Fanzin” cakasıdır ve Kadıköy tribidir.
491‘in tüm sayılarını https://zaferyalcinpinar.com/491.html adresinden indirebilirsiniz.
E-posta: dortdokuzbir@gmail.com
Gözde puslu bir çizgi:
bakışların yarı
yolda görebildikleri bir kaybedilmişlik.
Eğrile eğrile gerçekleştirilen bir “asla”,
dönmüş geri.
Yollar, onların yarısı -ve en uzunları.
(…)
dilsiz ve titreşen bir ünsüz olarak
daha yabancı bir “daima” için.
Paul Celan
Çev: Danyal Nacarlı, Cumhuriyet Kitap, Sayı: 1058, 2010
“Pancar” ya da “Endüstri Devrimi Bitti” by Zy
(Esat Başak‘ı içtenlik dolu bir saygıyla selamlayarak…)
Ayrıca Bkz:
https://zaferyalcinpinar.com/kendinianlatan/kendinianlatan.html
İlhan Berk‘in söyleşilerini birer “poetika belgesi” olarak çok önemli, sahici ve öğretici bulmuşumdur her zaman… Aşağıda, YKY tarafından yayımlanan “Kanatlı At” adlı kitabın tüm baskılarında (1. baskı 1994, 2. baskı 2005) yer almayan bazı önemli söyleşilerden çeşitli alıntılar bulunmaktadır. İlhan Berk’in kıyıda kalmış bu söyleşilerinden yaptığım bazı alıntıları (bazı sözlerini) birer buluntu olarak da değerlendirebilirsiniz. (Zy)
İlhan Berk: (…)Önce nedir gerçek şiir bunu bir yol düşünelim. Gerçek şiir, aslını ararsak, konuda değildir bir kere. Şairde şairin dünyaya bakışındadır, o kadar, beş altı yıl önce şiiri, şiir yapanın konu olduğunu ben de buz gibi söylerdim. Bugün iyi şiirin, gerçek şiirin konuyla ilgisi olmadığını söylüyorum. Şair için bütün mesele, eşyaya, dünyaya bakıştadır. Ben iyi şiiri, kötü şiirden, sadece, şairin eşyaya bakışıyla, metoduyla ayırırım. Ne demek şairin dünyaya, eşyaya, bakışı? Hayat ve dünya hakkında yanlış fikirler vermemek. (…) İyi, gerçek, ileri şiir konuda değildir hasılı. Sonra sanatçının sorumluluğu nedir? Dünyayı umutsuzluktan kurtarmak, yaşamayı güzel yapmak bence. Az şey mi bu?
(Yeditepe Dergisi, 7 Haziran 1953, Sayı:38)
İlhan Berk: (…)Beni şiirin kendisi ilgilendirir. Şiirin kendisi demek de yapısının gerektirdiği kuruluş nedenleridir. Bunlar da şiirin dışında değil içinde gelişirler. Uyumdan anladığım budur. Ya da uyum benim için şiirin yapısından başka bir şey değildir. (Ilgaz, 7 Ekim 1964)
İlhan Berk: (…)Söze dayanan şiire bağlıyız. Bizde şiir düzyazı ile birlikte düşünülür. Düzyazının bütün ilkelerini şiirden ister. Düzyazı gibi şiiri bağlamak ister. Biliyorsunuz, Sartre’ın dergisine, Les Temps Modernes’de, şiire yer vermemesini kimse anlayamamış, sonunda düzyazıyla, şiirin ilkelerinin ayrı ayrı şeyler olduğunu Sartre ortaya koymak gereğini duymuştur. Şiirin, düzyazı gibi bağlanamayacağını ilk o açık seçik yazmıştır. Şiir daha önce bir konuşmamda da söylediğim gibi, tek çizgilidir bizde. Bir iki ozanın koyduğu çizgi vardır. O çizgilere üşüşülmüştür. Bütün yeniliğin o iki çizgide olduğu sanılır. (…) Şenlikname şiirin kırk türlü yazılabileceğini gösteriyor. Kapalılığı, şiirin belli çizgilerine alışılmış, belli anlayışlar edinmiş kişiler için daha çok. Dünya şiirine açık olan biri için bir kapalılığı yoktur. Ben şiirin kırk türlü yazılabileceğine inandığım için, şiir yazmayı her gün yeni yeni öğreniyormuşum gibi bir tavır korum. Bu benim kendi yapım, kendi yöntemimdir. Buraya çok uzun yollardan geldim. Bir yığın çıkmaz sokaklardan döndüm, ama geriyi biliyorum. Geriye onun için bakmam.
(Yeditepe Dergisi, 9 Ocak 1973)
İlhan Berk’in söyleşilerinden…
Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan tüm İlhan Berk ilgilerine https://zaferyalcinpinar.com/blog/?tag=ilhan-berk adresinden ulaşabilirsiniz.
Fotoğraf: Kemal Cengizkan
*
Turgut Berkes ve Karakutu Konseri
ve “All The Young Dudes” Jam Session
02 Haziran 2010 Çarşamba, 22:00 // KEMANCI
KARAKUTU
Turgut Berkes – Vokal
Berkant Çelen – Gitar
Emre Kula – Gitar/ Vokal
Ayça Sarıgül – Bas/ Vokal
Onur Başkurt – Davul
Ayrıca bkz: https://www.myspace.com/turgutberkes
21.
Şöyle söylemekle sanıyorum, felsefeyle ilgili tutumumu özetlemiş oluyorum: Felsefenin aslında şiir olarak kurulması gerekir. Buradan da, bana öyle geliyor ki, düşüncemin ne denli şimdiye, geleceğe ya da geçmişe ait olduğu çıkar. Çünkü böylelikle, yapabilmek istediğini tam yapamayan biri olduğumu itiraf ediyorum.
Çevirenin Notu:
Şiir olarak kurmak: dichten. Birçok başka dilde olduğu gibi, Türkçe’de de tam karşılığı olmayan bir fiil: Şiirlemek(?!)
Ludwig Wittgenstein
Yan Değiniler, Çev: Oruç Aruoba, 6:45 Yay., 1999, s.23
Ümit Bayazoğlu -sağolsun, eksik olmasın ve zaten sıkı adamdır ki- kişisel arşivinde yer alan ve daha önce yayımlanmamış, görülmemiş bazı Ece Ayhan fotoğraflarını benimle paylaştı. Fotoğraflar aşağıdadır. (Zy)
Ece Ayhan, Yalıhan’da gençlerle birlikte…
*
Ece Ayhan ve Ümit Bayazoğlu… Oduncuda…
*
Ece Ayhan çalışıyor…
*
Hamiş: İşbu fotoğraflar Ece Ayhan Web Sitesi‘nde yer alan “Efemeralar” bölümüne eklenmiştir.
Bkz:
https://surrealisteylemturkiye.blogspot.com/2010/05/cagdas-sanat-manifestolar-bilgi.html
https://cagdassanatmanifest.blogspot.com/
F. Léger’in “Şehir” adlı eseri…
(…)Léger’in tabloları zaman dolu mekânlar hakkında daha derin bir şeyi düşündürür. Bu da her şeyden önce yığılmalardır. Colin Rowe ve Frederick Koetter tüm kentin bu şekilde, bir “kolaj kent” gibi yapılmasını düşündüler. Ama kolaj, öğelerin rastgele bir araya getirilip yapıştırılması değildir ve zaman dolu bir mekân da salt bir akıp gitme izleniminden, kullanıldıkça ortaya çıkan, kırılan, değişen ve berbat olan şeylerin kaydından daha öte bir şeydir. Baldwin’in, yazılarda bölünmüş zamana bir biçem vermesi gibi Léger de makine parçalarına birbirleriyle anlamlı bir ilişki kazandırdı. Sokakta biriken fiziksel öğelere de biçim vermek gereklidir. Sokağı, sokakta neler olup bittiğine, sokağın başından neler geçtiğine ilişkin kuru bir bilgiden daha heyecan verici bir deneyim olarak algılamamız, o mekânda zamana verilen biçimi algılamamızın sonucudur.(…)
Richard Sennett
Gözün Vicdanı (Kentin Tasarımı ve Toplumsal Yaşam)
Çev: Süha Sertabiboğlu- Can Kurultay, Ayrıntı Yay., 1999, s.202
David Pears
“Wittgenstein”, Çev: Arda Denkel, Afa Yay., 1985, s.38
“sürgün yeri burası” diyor
iki sokağın arasında
____________bir lamba
(…)
“sünger gibi çeker içine seni burada zaman” diyor
suların altında
_________bir masa
(…)
Çağrıştıran: Zy
Tamamlayan: Aylin Güven
(…)Uygar, zarif ve adaplı. Bıçkınlığı kafa vurma hamlığından boks inceliğine vardıracak kadar zarif. Öncelikle de “iyi” bir insandı. İyi olmaktan başka çaresi olmadığı için iyi olanlardan değil, zekâsının tüm yeterliğine ve kıvraklığına rağmen iyi olmayı seçtiği için özellikle vurguluyorum bu yanını. Kuzgun, çok sevdiği ve çok sık kullandığı iki deyimle, “mübalağa cenk” bir yaşamı “kına gibi un” halinde öğüttü. “Soyut heykeller yaptı” diye yazıyor ansiklopedilerde. Soyut heykeller midir Kuzgun’un yapıtları? (…)
Belki de Kuzgun, en coşkun sevgiyi, en içten saygıyı beslediği annesini yüceltmek adına (…) belki bir ağıt diye yonttu tahtaları, biçimlendirdi çivileri, demirleri.
Malzemelerini seçimindeki nedenler nedir? (…)
Belki kendisinin de ömür boyu cevabını aramadığı bir yığın soru bıraktı ardında. Ancak, sanatçı olarak kimsenin tartışamayacağı bir gerçeği vardı.
“Adam”lık sanatının büyük ustasıydı Kuzgun.
Seçkin Selvi (Cılızoğlu)
Gergedan Dergisi, Sayı:17, 1988
Kuzgun Acar’ın desen defteri’nden görüntüler…
(Fersa Acar Koleksiyonu)
İşbankası Kibele Sanat Galerisi Yay., 2004
(…)1961’de, Paris Bienali’nin bilmem kaçıncı günü, bir Montparnesse gecesinde, Türk olduğumu ve sanatla kıyısından köşesinden ilgilendiğimi bilen büyük sanatçı Giacometti, yanıma yaklaşarak, “Bienalle’nin yontu ödülünü size verdik” dedi. İlkin hiçbir şey anlamadım. Benim, Bienal’de bir eserim yoktu. Sonra büyük usta, Akar ya da Aşar adında bir yontucu tanıyıp tanımadığımı sordu bana. (Fransızca, Kuzgun’un Acar’ını böyle söylüyordu.) O zaman anladım. Ödülü “paslı çivilere” mi verdiklerini sordum. Evet, dedi.
Sonradan öğrendim ki, İtalyan asıllı Giacometti, onüç kişilik seçiciler kurulunun genel eğilimine (üyelerin büyük çoğunluğu, beş yapıtıyla Bienal’e katılan İtalyan Francesco Somaini adlı yontucuyu ödüllendirmek istiyorlarmış) karşı çıkmış ve büyük ödülün Kuzgun’a verilmesini sağlamış. Ertesi saah ilk işimi haberi Kuzgun’a telgrafla bildirmek oldu.(…)
Ferit Edgü
“Ölüm mü çaldı kapını Kuzgun, yoksa sen mi ölümün kapısını?”
Politika Gazetesi, 11 Şubat 1976
Hamiş: Evvel Fanzin’in tüm Kuzgun Acar ilgilerine https://zaferyalcinpinar.com/blog/?tag=kuzgun-acar adresinden ulaşabilirsiniz.
Alberto Giacometti, atölyesinde…
Fotoğraf: Cartier Bresson
(…)
Bir kişiye, bir canlı varlığa, ne de doğal bir olguya yaklaşır gibi yaklaşılmaz sanat yapıtına —bilmeyen yoktur bunu herhalde?— Şiir, resim, heykel, birtakım niteliklerle incelenmek ister. Ama, şimdilik resimden bahsediyoruz.
Canlı bir yüz bile kendini öyle kolay ele vermez; ne var ki bu yüzün anlamını çözebilmek için, fazladan çaba göstermeye gerek yoktur. Bence, —rastgele söylüyorum— bence, önemli olan, bu yüzü yalıtmaktır. Eğer bakışım, bu yüzü, bu yüzün çevresindeki bütün her şeyden kurtarabilirse, eğer bakışım, (dikkatim), bu yüzün, dünyanın kendi dışında kalan bölümüne karışarak gitgide belirsİzleşen anlamlarla, kendini kaybedip sonsuza kaçmasını önleyebilirse, ve eğer, aksine, aracılığıyla bakışımın dünyadan ayırdığı bu yalnızlık ele geçirilebilirse, ancak o zaman, bu yüze, —ya da bu kişiye, bu insan ya da görüngüye— bu yüzün tek kendi anlamı akacak, kendi anlamı birikecektir. Bir yüz bilgisinin, eğer estetik olmak istiyorsa tarihsel olmayı reddetmesi gerekir demeye getiriyorum.
Resmi incelemek, daha büyük bir çaba, daha karmaşık bir işlem gerektirir. Yukarıda anlattığımız işlemi, bizim için ressam ya da heykeltraş gerçekleştirmiştir. Öyleyse bize, bütün olarak geri dönen şey, temsil edilen kişi ya da nesnenin yalnızlığıdır; bu yalnızlığı algılayabilmeniz, ya da onun bize dokunabilmesi için, mekâna ilişkin belli bir deneyimimiz olması gerekir; ancak, kesintisiz bir mekân değil, kesintili.
Her nesne, kendi sonsuz mekânını yaratır.
(…)
Nesnelerin yalnızlığı hakkında.
O— Bir gün, odamda, iskemlenin üstünde duran havluya bakıyordum; o an, her nesnenin, sadece yalnız olmakla kalmayıp bir de ağırlığı olduğu —ya da daha doğrusu— bir başka nesnenin üstüne abanmasını engelleyen bir ağırlıksızlığı olduğu izlenimini edindim. Havlu yalnızdı, o kadar yalnız ki, sanki iskemleyi çeksem bile yerinden kıpırdamayacaktı. Havlunun, kendine Özgü bir yeri, bir ağırlığı, hatta bir suskunluğu vardı. Dünya ne kadar hafifti, ne kadar hafif…
(…)
Bu nesnelerden bir çeşit dostluk bakıldığını, bu nesnelerin bize dost bir düşünce sunduklarını yazdım… Bu benim yaptığıma, gelişigüzel laf etmek denir. Aynı şeyi De Vermeer için söyleyecek olsaydım, doğru olabilirdi belki. Giacometti başka şey: Giacometti’nin boyadığı nesne, “daha insani” olabildiği, —kullanılabildiği ve insan tarafından sürekli kullanıldığı için— ya da insanın, en iyi, en yumuşak, en değerli suretine bürünebildiği için değil, aksine, “şu nesne” olduğu için, “nesneliğin” el değmemiş olanca masumiyeti içinde, kendisi olduğu için heyecanlandırıp ferahlatıyor bizi. O nesne, yanında hiçbir şey olmaksızın. O, bütün yalnızlığı içinde.
Jean Genet
“Giacometti’nin Atölyesi”, Çev: Hür Yumer, Metis Yay., 1990
Hamiş: “Alberto Giacometti kimdir?” diyenler https://tr.wikipedia.org/wiki/Alberto_Giacometti adresine bakabilirler.
İki yüzyıldan beri, her özgünlük klasikliğe karşıt olarak ortaya çıktı. Ona karşı tepki göstermeyen hiçbir yeni biçim ya da söylem yoktur. Tüm kazanımları toz duman etmek, modern düşüncenin başlıca amacı olmuş gibi geliyor bana. Sanatın hangi alanında olursa olsun , her tarz tarza karşı kendini gösteriyor. Bizzat kendimizin bilincinde olmamız, akıl kavramını, düzen, uyum kavramını yıkarken olur.(…) “Yetkinlik” artık bizi rahatsız etmiyor: Hayatımızın ritmi bizi ona duyarsız hale getiriyor. “Kusursuz” bir yapıt meydana getirmek için beklemesini bilmek, evrenin yerini alıncaya kadar bu yapıtın içinde yaşamak gerekiyor. Bir gerilim ürünü olmaktan uzaklaşan bu yapıt dinginliğin, yıllar boyu birikmiş bir enerjinin sonucudur. Ama kendimizi harcıyoruz, hemen hemen hepimiz böyleyiz; yaratıcılıktan uzak kalmayı beceremeyen, her önemsiz yapıt için, tüm yarım başarılar için yaratmanın otomatizmine kapılmış insanlarız. (s.121)
(…)
Her şeyi doğrulayıp geçenler: Onların hayatı—bir evet dizisi… Gerçeğe ya da onlara öyle görünen şeye bütün gücüyle katılanlar, onlar her şeye razı olurlar ve bunu söylemekten hiçbir sıkıntı çekmezler. Açıklamadıkları ya da “olağan şeyler” arasına koymadıkları hiçbir anormallik yoktur. (…)
Başkaları adına, her zaman ki olumsuzlama, yani bir şeyi doğrulamak, sadece kafaları bulandırma iradesi değil, aynı zamanda kendi hakkında bir çaba, bir özveri de gerektirir: En küçük bir evet onlara neye mal olur! Ne yadsıma! Onlar bir evetin asla yalnız gelmeyeceğini, başka evetlerin de sırada olduğunu bilir: Nasıl düşüncesizce atılırlar buna? Yine de hayırın güvenli oluşu evete doğru kışkırtır onları. Herhangi bir şeyi doğrulama ihtiyacı ve merakı böyle doğmuş onlarda. (s.203)
(…)
Emil Michel Cioran,
Varolma Eğilimi, Çev: Kenan Sarıalioğlu, 2002, Gendaş Yay.
Ayrıca bkz:
https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=1156
https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=578
https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=437
https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=184
https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=9
“polikinik dilemma – resimli görüngü”
by Hakan Kamışoğlu
27 Mayıs- 18 Haziran 2010
Ak Galeri/ Altıpatlar Sok. No: 12 Çukurcuma-Beyoğlu
Açılış: 27 Mayıs 2010 / 18:00
*
Hamiş: Hakan Kamışoğlu’nun bazı çalışmalarının görüntülerine https://hakankamisoglu.blogspot.com ve https://polikinikdilemma-g34.blogspot.com adreslerinden ulaşabilirsiniz.
(…)
Rock ‘N’ Roll Children / Alone again
Rock ‘N’ Roll Children /Without a friend
But they got Rock ‘N’ Roll
It was starting to rain / On the night that they cried forever
it was blinding with snow/ On the night that they screamed goodbye
They were lost in the dark / And they never returned
Just like somebody slammed the door/ On Rock ‘N’ Roll Children / Alone again
Rock ‘N’ Roll Children
Without a friend
Ronnie James Dio
(1942-2010)
*
R.I.P.
Vüs’at O. Bener tarafından
Tarık (Dursun K.) ‘ya ithafen imzalı; “Dost?!“
*
Hamiş: Kitabı bana ulaştıran sıkı sahaf
Korhan Akman’a çok teşekkür ederim. (Zy)
Ayrıca bkz; https://zaferyalcinpinar.com/blog/?tag=imzali
Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com