28 Şubat 2003 tarihli Hürriyet Gazetesi Haberi…
Bkz: https://webarsiv.hurriyet.com.tr/2003/02/28/254896.asp
“Şair Ece Ayhan’ın ölmeden önce yazdığı bir yazıda, yazar Leyla Erbil’le ilgili söylediklerine, Erbil, ocak ayında yayın hayatına başlayan Geceyazısı dergisinde cevap verdi. İki edebiyatçının kavgası, böylece öbür dünyaya kadar uzanan ilk edebiyatçı hesaplaşması oldu.
Geçen yıl ölen ünlü şair Ece Ayhan ile yazar Leyla Erbil‘in arasındaki polemik, Ece Ayhan‘ın ölümünden sonra da devam ediyor. Ece Ayhan‘ın ölmeden önce Kitap-lık dergisinin Temmuz-Ağustos 2001 tarihli 48. sayısında yazdığı bir yazıda, isim vermeden, ‘‘Rusya’ya kaçakçılık yaparak zenginleşen bir taka sahibinin kızı olan bu tuhaf kadın’’ şeklinde tanımlamasına Leyla Erbil Ocak ayında yayın hayatına başlayan Geceyazısı dergisinde cevap verdi. Erbil, Bir Kötülük Denemesi adını verdiği yazısında Tanrıçay olarak andığı Ece Ayhan’ın çevresindekileri nasıl tehdit edip onlara nasıl kötülükler yaptığını anlattı.
ERBİL’İ KIZDIRAN YAZI
İki ünlü edebiyatçının kavgalarının başlangıcı; Ece Ayhan‘ın, ‘Nurullah Ataç ya da Ata Beylerden ve Talihsiz Bir Şiir Sahtekarı’ başlıklı yazısında isim vermeden Leyla Erbil‘den şu şekilde söz etmesiyle başlamıştı: ‘‘Yine aynı tarihlerde Fikret Ürgüp elindeki dergiyle, Levent’te, gençliğinde bir ara Midillili olmuş ve Sait Faik’ten iğrendiği halde, ölünce Sait Faik’in son sevgilisi olduğunu ileri süren bir kadına giderek ‘Ben bir şair keşfettim’ diyor. Rusya’ya kaçakçılık yaparak zenginleşen bir taka sahibinin kızı olan bu tuhaf kadın Yeni Dergi’yi görünce ‘Aaa bu eski şair yahu!’ diyor.’’
12 Temmuz 2002’de hayata veda eden Ece Ayhan‘la hesaplaşmasını Geceyazısı’nda sürdüren Leyla Erbil, ünlü şairin nasıl dengesiz davrandığını, çevresindekilerin yardımlarıyla yaşamasına rağmen onlara nasıl kötülük yapıp cezanlandırdığını Bir Kötülük Denemesi adını verdiği yazısında anlatıyor. Erbil, yazısında Tanrıçay olarak andığı Ece Ayhan’ın bir gün kendisini ziyarete geldiğini, belindeki silahı sehpanın üzerine koyarak konuşmaya başlaması üzerine, sakin edici bir çayla onu etkisiz hale getirdiğini de söylüyor.
LEYLA ERBİL’İN YAZISINDAN
Ajan, keçi sakallı iblis!
‘‘Üstelik Tanrıçay’ın öyle kişilik bozukluklarına, çirkinliklerine tanık olmuştum ki, şiiri de gözümden düşmüştü. Gene üstelik şiirlerine öyle pek bayılanlardan değildim. Son ziyaretinde, onu övemememin sıkıntısıyla ama şiirine de haksızlık etmemek için bir öykü uyduruverdim. Kendimin söylemediğini bir başkasına söylettim: artık yaşamayan bir şair arkadaşımıza. Güya arkadaşım, bir gün bir şiiriyle koşa koşa gelmiş, bak yeni bir şiiriyle koşa koşa gelmiş, bak yeni bir şair keşfettim, müthiş! demişti, Tanrıçay için. Çok sevindi Tanrıçay, açık açık sevindi. (…)
Hem Fikret de Levent’teki eve gelip, senin için, ‘Bak çok iyi bir şair keşfettim’ falan dememişti o gün; ben seni o zamanlar insan sanıyordum, biraz mutlu olabilmeni, yatışmanı sağlamak için uydurdum o hikayeyi hahahay! Sevsinler! Ayol Fikret’in kendinden haberi yoktu ki başkasını keşfetsin. O Benli Belkıs’ı keşfetmişti son son! (…) Devlet misin sen ulan, seyyar ceza sömürgesi gibi gezinip durdun aramızda, kimsin sen, mit misin? Ajan provakatör! Utanmadın mı onca adamı süründürmeye devletin mahkemelerinde? Anarşistmiş, devlete ve tüm kurumlarına karşıymış! Hahahay. Gülerler adama… Öyleyse kimi kime şikayet ediyordun, ne arıyordun devlet kapılarında, kimleri dava ediyordun devlete ha! Haksız olduğunu bile bile yaptın bunları keçi sakallı iblis! Ben, Osman’ın, Cavit’in, Can’ın, Günay’ın, İbrahim’in, Cem’in, sana yardım edenlerin yanındaydım hep, musibetsiz mendebur, inadına sana da başkalarına da yardıma devam edeceğiz, inadına haberin de yokmuş yardım edildiğinin!… Altı yerde mahkemeye verdin Osman’ı, bezdirdin, insanları, bıktırdın!’ “
28 Şubat 2003, Hürriyet Gazetesi
***
4 Haziran 2009, Radikal Gazetesi, Necmiye Alpay
Bkz: https://www.radikal.com.tr/yazarlar/necmiye_alpay/iki_buyuk_etikci-939065
İkisi de 1931 yılında doğdular. İkisinin de ilk öyküleri 1956 yılında yayımlandı.
İlk kitapları 1959’da çıktı ikisinin de.
1968’de birinin ikinci, diğerinin üçüncü kitabı yayımlandı.
Ondan sonra ayrı yıllarda kitap yayımladıkları olduysa da, 1977’de ve 1997’de aynı yıla denk geldi yeni kitapları.
İkisi de edebiyatta, Arif Damar’ın deyişiyle bir “külliyen ret” anlayışında oldular. “Gelenekten yararlanmak” şöyle dursun, her tür “gelenek”ten devrim niteliğinde bir kopuşla ayrılmayı önemsediler; “gelenek”ten ancak kopulacak bir köhnelik olması yönünden yararlandılar. Bu tavrı dünya edebiyatında “modernist” başlığı altına yerleştirebiliriz, ama başka hiç kimsenin Ece Ayhan olmadığını ve başka hiç kimsenin Leylâ Erbil olmadığını, olamayacağını bilerek.
İkisinin de dilde retçiliği, daha geniş bir etik anlayışın bileşenidir: Diğer alanlar gibi dilin de altını üstüne getirebilmek için.
İkisi de eksiltili yazmıştır. Ece Ayhan çok daha eksiltili bir dil kullanıyorsa, bunun nedeni onun projektörlerini tarihe çevirmiş olmasıdır. Burada tarihten kasıt, toplumsal tarih ve bireylerin tarihidir. Uzun anlatı olarak değil, noktasal veri olarak tarih. Ece Ayhan, kendi seçtiği bireylerin tarihlerine noktasal projektörler tutup o noktaları bir araya getirerek yazmıştır şiirini. Değneğini yalnızca her tür verili tarihin dışladığı bazı gerçek kişi ve olgulara, ‘dünyanın lanetlileri’ne, ‘hayatın arka bahçesi’ne değdirdiğini, bu değmeleri ise herkesin anlayıp rahata ereceği bir bütün içinde dile getirmeyi reddettiğini söyleyebiliriz. Ece Ayhan’ın şiirlerini biçimlendiren bakış açısı ve etik anlayış budur.
Leyla Erbil ise, bir kurmaca dolayımıyla, doğrudan insan ilişkilerindeki ikiyüzlülüğe odaklanır. Bunu yaparken hem ikili ve çoklu, hem de tekil insan ruhu içindeki çelişkili ve çatışmalı yaşantıları sorunsallaştırır. Bütün bunları ‘kadın bakış açısı’ndan görmeyi önemsemesi ile de Ece Ayhan’dan ayrılır. Ece Ayhan’da dolaysız ve dışsal bir biçimde tarihsel olan bakış açısı, Leylâ Erbil’de dolayımlı, içsel ve günceldir.
Bir belirleyici özelliği daha vardır Leylâ Erbil’i farklılaştıran: Dönüşlülüğü; zihnin kendine de bakması. Sinemada Nuri Bilge Ceylan’la, özellikle onun “Uzak” adlı filmiyle ortaklaşır bu yönden. Her ikisinde de, eleştirilen birincil hedef kadar, eleştiren anlatıcı da hedeftedir.
Leylâ Erbil’in ‘Bir Kötülük Denemesi’, Ocak 2003 tarihli geceyazısı dergisinde yayımlanmıştı, Ece Ayhan’ın ölümünden kısa bir süre sonra. Metin hızla okundu, heyecanlanıldı ve güncellikle arasındaki mesafeyi algılamakta güçlük çekildi. Metindeki şair Tanrıçay’ı Ece Ayhan olarak okumamak olanaksızdı. Metinde anlatılanlar da, Ece Ayhan’ı kişi olarak yakından bilen herkese fazlasıyla tanıdık ve gerçek gelmişti. Gelgelelim, yazarak tarihe geçirmek doğru muydu acaba bütün bunları? Ece Ayhan daha yeni ölmüştü, neden sağlığında söylenmeyenler arkasından yazılıyordu? Bunlar düşünüldü, konuşuldu, ama yazılmadı. Kimsenin heyecanı, metni iyi okuyacak ve üstüne yazacak kadar yatışmamıştı. Kişisel olarak, o ilk okumada ‘Bir Kötülük Denemesi’nin başlığını “Kötülük Üstüne Bir Deneme” gibi anlamış olmadığımdan bile emin değilim.
Sorulacak soru şuydu sanıyorum: Araçsallaştırmış mıydı Erbil, edebiyatın sunduğu olanakları? Kim olduğunu edebiyatla ilgilenen herkesin anlayacağı birini sanık sandalyesine oturtup mahkûm etmekle edebiyatı bir tür intikam aracına dönüştürmüş olmuyor muydu?
Şimdi araya zaman girdikten sonra, şunları söylemek gereğini duyuyorum: Onların ikisinin de edebiyatları, Erbil’in “Bir Kötülük Denemesi”nde giriştiği sorunsallaştırmayı vazgeçilmez ve kaçınılmaz kılıyordu. Leylâ Erbil bu denemede üç şeyi birden sorunsallaştırıyor: 1) Tanrıçay karakterinin tutum ve davranışlarını, çevresiyle olan ilişkilerini; 2) Anlatıcının tutum ve davranışlarını; bir okuru ve arkadaşı olarak Tanrıçay’la olan ilişkisini; 3) Gündelik yaşamda etik açıdan çelişkili ve aşağı düzeylerde gezen birinin yarattığı edebiyatın, değerinden kaybedip kaybetmeyeceğini; edebiyat yapıtının, yaratıcısından bu kadar kopuk düşünülüp düşünülemeyeceğini… Bu sorgulamalar, ilgili güncelliklerden haberdar olanlar kadar, olmayanlar için de temel önemdeydi.
Tanrıçay gerçekten de Ece Ayhan mıdır bu durumda? Sanıyorum, “Bir Kötülük Denemesi”ni bir Ece Ayhan eleştirisi gibi okumak, olabilecek en ilkel edebiyat okumalarından biridir. Her şey bir yana, metnin her uğrağında, gerçeklik ile anlatılanlar arasında ince bir pay, bir aralık bırakılmıştır. İkinci sayfada yer alan “ulusça seferber olmuş, tüm varlığımızı cömertçe aktarıyorduk Tanrıçay’a” cümlesindeki ve daha sonraki abartılar başta olmak üzere, dolayımı açıkça belli eden bir tekniğe başvurulmuştur. O pay, metni etik bir sorgulamaya dönüştürmüştür, çünkü aynı pay, Tanrıçay kadar, anlatıcı için de geçerlidir. Anlatıcının Tanrıçay’a yaptıklarının, çay içirme sahnesindeki söz ve davranışların, Erbil’e ait olmadığını biliyoruz. Böyle bir aidiyeti metnin iç mantığı reddetmektedir. Erbil, güncellikte yaşanması anlatıcının zihni dahil zihinlerden geçmiş olabilecek “kötülük”leri en küçük kırıntısına kadar, deyim yerindeyse bir etik aktivisti olarak sergilemenin, sergileyerek sorunsallaştırmanın bir yordamını arayıp bulmuştur: Metindeki Tanrıçay konusunda ne kadar acımasızsa, “‘ben’ anlatıcı” konusunda da o kadar acımasızdır. Bütün kötü okuma risklerini, “‘ben’ anlatımı” yoluyla üstlenmiştir.
Kötü okuma riskleri büyük ölçüde gerçek oldu. Kimse yazmadı dedim ama, sonradan öğreniyorum: Hürriyet gazetesi yazmış o zaman. Bulup okudum: Okuma sınavında sınıfta kalmaktan öte bir şey Hürriyet’inki; ibretlik bir paparazi olayı. Metnin bütün dolayımını sıfıra indirip edebiyatı hiçe sayan bir yazı. Görebildiğim kadarıyla, imzasız.
Evet, yazarının niyetinden bağımsız olarak, hem bir okuma sınavı, hem de edebiyatın sınırlarına yöneltilmiş bir meydan okumadır “Bir Kötülük Denemesi”. Erbil’in, metni sonradan, 2005’te yayımlanan “Üç Başlı Ejderha” adlı novellasına yerleştirmesi, ilk çeşitlemesinin bütün açılardan taşıdığı özgün önemi daha da artırmıştır. Boşuna “differance” demiyordu adam.
4 Haziran 2009, Radikal Gazetesi, Necmiye Alpay