Nâzım Hikmet’in tutukluluk sürecinde 8 Nisan 1950’de başladığı açlık grevini, avukatı Mehmet Ali Sebuk’a bir süreliğine durdurduğunu bildirdiği, hapishaneden göndermiş olduğu telgraf. ”Taleblerimizin kabul ve tetkik edildiğini bildirmeniz üzerine şimdilik açlık grevini durdurdum. Nâzım Hikmet”
Nâzım Hikmet’in tutukluluk sürecinde, Nâzım Hikmet’in oğlu Mehmet’in annesi Münevver Andaç tarafından, Nâzım Hikmet’in açlık grevi hususundaki kararını bildiren, avukat Mehmet Ali Sebuk’a gönderilmiş telgraf. ”Müracatımızın kabul edilerek tetkik edilmekte olduğunu sarih alarak, bildireceğimiz zamana kadar kararında ısrar ediyor. Münevver”
Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan Nâzım Hikmet başlıklı ilgilerin tümüne http://evvel.org/ilgi/tas-ucak adresinden ulaşabilirsiniz.
Orhan Kemal ve Nâzım Hikmet (Bursa Cezaevi yılları…)
Nâzım Hikmet’in Orhan Kemal’e (Raşit Öğütçü’ye) yazdığı mektuplardan;
(…) Muhakkak ki bir sıçrama devresindesin. Ve bu sıçramanın başarıyla gerçekleşmesi gelecek edebiyat faaliyetinin üzerinde çok tesirli olacaktır. Ben senin memleketimin en büyük muharrirlerinden biri olacağına eminim… İnsanların birçok taraflarını doğru olarak değerlendirmekte çok yanılmışımdır. Yanılmadığım bir şey varsa o da bir insandaki sanat kabiliyetidir. Beni yalnız bu hususta dolandırmadılar. Sende sanatkâr malzemesi, yapısı, soluğu mükemmeldir. Sana dolu dizgin güveniyorum. (“Nâzım Hikmet’in Orhan Kemal’e iki mektubu”, Sanat Emeği Dergisi, Sayı:4, 1978, s.39) (…) Ben şahsen, gün geçtikçe ve aramızda zaman uzadıkça seni bir kat daha seviyorum. Memleketime, Türk halkına, dünyaya ve insanlarıma faydalı ve onlara lâyık olacağından eminim. Sana güveniyorum. Sahici Türk edebiyatı senden dünya ölçüsünde eser beklemektedir. Göster kendini Raşit. (Nâzım Hikmet, ”Yayımlanmamış Eserler”, Cem Yay., 1977, s.350)
Orhan Kemal’in Gözünden Nâzım Hikmet
(…)“Hapishanede çehrelerini sık sık görmeye mecbur olduğumuz bir topluluk var, kravatlı, bey ıskartası, muhasip, kasadar –hakaret olsun diye veznedar demiyorum- kâtip, tahsildar, maliye memuru, ne bileyim ben, bu çeşit “Küçük burjuva”lar. Bunların karakterleri malum: Hem kel, hem fodul. Bütün hareketlerinden, sözlerinden kendini beğenmişlikleri akar. Mesela Nâzım Hikmet’e bunlardan birisi der ki:
-Bana bak Nâzım, sen insandan anlamıyorsun azizim, sen insanları ayırt etmekten yoksunsun!
Ben kudururken Nâzım Hikmet “Sen insan ayırt etmekten yoksunsun,” diyen “Serseriye” hiç kızmaz, özellikle gülümser ve ona bomboş gözlerle bakar. Biliyorum bu bakış o kadar anlamsız ve boştur ki, anlayana sivrisinek saz… O böyle bakarken kim bilir hangi konu üzerinde düşünüyor, çok iyi bildiği karşısındaki bu budalayı –kim bilir kaç milyonuncu misalini- tekrar önündeki bir aynaya bakar gibi okuyor.”
Orhan Kemal, Yazmak Doludizgin, Günlük, Tekin Yayınları, 2002,s.30-31
Birinci Mektup İmzacıları:(Ön Sayfa) Oktay Rifat, Dr. Hakkı Balamir, Muvaffak Şeref, Cahit Sıtkı Tarancı, Niyazi Ağırnaslı, Ferit Anlar, Ayhan Anlar, Melih Cevdet Anday, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Cevdet Kudret Esendal, Prof. Dr. Behçet Kamay, Ordinaryüs Profesör Vasfi Raşid Sevig, Doç. Dr. Hüseyin Cahit Özen, Adnan Saygun, Asım Ruacan, Dr. Kemâl Narin, Doç. Dr. Sadun Aren, Ahmet Cevat Emre (Arka Sayfa) Ahmet Evintan, Nazım Kâmil Bayur, Mümtaz Faik Fenik, Ulvi Uraz, Prof. Dr. Behçet Tahsin Ramay, Melek Gün
İkinci Mektup İmzacıları: Halide Edip Adıvar, Adnan Adıvar, Orhan Veli, Sabahattin Eyüboğlu, Fikret Adil, Mina Urgan, Ahmet Hamdi Tanpınar, Abidin Dino, Sait Faik
Nâzım Hikmet, 8 Nisan 1950’de açlık grevine başlamıştı. Avukatının isteği üzerine açlık grevini bir süre durduran şair, 1 Mayıs 1950’de tekrar greve başladı, 13 Mayıs’ta Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’ne kaldırıldı.Nâzım’ın annesi Celile Hanım, tek başına bir kampanya açmıştı. 9 Mayıs 1950 günü Celile Hanım üzerinde “Haksız yere mahkum edilen oğlum Nâzım Hikmet açlık grevindedir. Ben de ölmek istiyorum gece gündüz oruçluyum. Bizi kurtarmak isteyenler bu deftere adreslerini yazarak imzalasınlar” yazılı bir dövizle Galata Köprüsü’nün üzerine çıktı, kısa bir süre sonra “trafiği engellemek” suçlamasıyla gözaltına alındı. (…)
14 Mayıs 1950’de yapılan seçimleri DP kazanmıştı ve yeni hükümetin kurulması bekleniyordu. Seçimden üç gün sonra, Adnan Adıvar, Halide Edip, Sait Faik, Cahit Sıtkı Tarancı, Cevdet Kudret gibi aydınlar Nâzım’a bir mektup yazarak yeni hükümet kurulana kadar eyleme ara vermesini istediler.
Nâzım Hikmet, 19 Mayıs 1950’de açlık grevine son verdi. 14 Temmuz 1950’de çıkarılan hükümlülerin cezalarında indirim düzenleyen madde Meclis’te kabul edildi. Nâzım, 14 Temmuz 1950’de, tam 13 yıl sonra cezaevinden çıktı.
Kaynak: Nâzım Hikmet’in Açlık Grevi, Haz: Yeşim Bilge Bengü, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2011
(…) Pablo Neruda’nın kalıntılarından örnekler, analiz için dört farklı ülkeye gönderildi ve 2015’te Şili hükümeti, “ölümden yüksek ihtimalle üçüncü bir partinin sorumlu olduğunu” söyledi. Neruda’nın yeğeni Rodolfo Reyes, İspanyol haber ajansı Efe’ye yaptığı açıklamalarda şairin kalıntılarında botulinum toksini bulunduğunu, bunun da Neruda’nın zehirlendiği iddialarını doğruladığını belirtti. Reyes, “Neruda’yı öldüren kurşunu bulduk, vücudundaydı. Kim ateşledi? Yakında öğreneceğiz, ama Nerduda’nın üçüncü bir partinin müdahalesiyle öldürüldüğüne şüphe yok” dedi. (…)
“Orhan Selim (Nâzım Hikmet) 21 Aralık 1934 tarihli “Bize Buyrun” başlıklı yazısına ‘Bizim Erenköy’ diyerek başlar. Erenköy’ün yazın toz, kışın çamur derdinden yakınır. Bu çileyi görmesi için bir belediye yetkilisini Erenköy’e davet eder. İroni yaparak, yetkiliye bir köşk tutacaklarını söyler ve hatta yetkilinin bir dediğini iki etmeyeceklerinin de noter karşısında ant içerek garantisini vereceklerini ilave eder. Nâzım Hikmet yazının başında o yılların Erenköy’ünün güzelliklerini şöyle sıralar: “Bizim Erenköy, gerçek yaşanacak yerdir. Buram buram reçine kokan, yaz kış yemyeşil çamları vardır. Suyumuzun tadına doyulmaz. Ağaçlıklar arasında, irili ufaklı kuş yuvaları gibi köşklerimizi bir görseniz; bağlarımızın kabuğu ince, suyu ballı üzümlerini bir yeseniz Erenköyümüzden bir daha ayrılmak istemezsiniz.”
Bugüne kadar yayımlanmış en özel ve kapsamlı Nâzım Hikmet arşiv çalışması M. Melih Güneş tarafından Ocak 2021’de büyük şairin doğumunun 119. yıldönümüne ithafen gerçekleştirildi. “Nâzım Hikmet’in Ellerinin İzinde” başlıklı 700 sayfalık bu “şölen kitap”, yalnızca 1100 adet basıldı ve hors commerce (ticaret dışı) olarak dağıtımı sağlandı. Şaheserin 278 no’lu nüshasıZafer Yalçınpınar Koleksiyonu’nda yer almaktadır.
EVV3L kapsamında yayımlanan NÂZIM HİKMET İlgileri:
“Sessizliklerin Dokunuşu”, Ali Özgentürk Nâzım Hikmet Üzerine Konuşmalar Ayrıntı Yayınları, 2021, 223 sayfa
“1995 yılında Fransız bir film yapımcısı Nâzım Hikmet ile ilgili bir sinema filmi yapmamı önerdi. İspanyol roman yazarı Jorge Semprun ile senaryo çalışmalarına başladık. Bir ara Moskova’ya gidip, 2 ay kadar Nâzım Hikmet’in eşi Vera Tulyakova ile senaryo için konuşmalar yaptım. Nâzım Hikmet’in Moskova’daki Andrey Voznesenski ve diğer arkadaşlarının tanıklıklarını dinledim. Ayrıca Nâzım Hikmet’i çok yakından tanıyan Müzehher Vâ-nû, Avni Arbaş, Mehmet Ali Aybar ve Nail Çakırhan ile de görüştüm. Bazı nedenlerle bu filmi gerçekleştirmedik… Söylemedikleri, söylediklerinden fazla olan, konuşurken kullandıkları kelimelerin arasında hep sessizlik taşıyan bu 20. yüzyıl kahramanlarının düşünceleri tozlu kasetlerde kalsın istemedim.” (Ali Özgentürk)
TARIK AKAN – MÜZEHHER VÂ-NÛ KONUŞMASINDAN…
(…)
ALİ ÖZGENTÜRK – ANDREY VOZNESENSKİ KONUŞMASINDAN…
ALİ ÖZGENTÜRK – VERA T. HİKMET KONUŞMASINDAN…
Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “Nâzım Hikmet” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/tas-ucak adresinden ulaşabilirsiniz.
Özellikle Nâzım Hikmet çalışmalarıyla tanınan araştırmacı gazeteci Emin Karaca (Covid-19- nedeniyle) vefat etti. Çok titiz ve kıymetli bir araştırmacıydı. Geride bıraktığı eserlerin içeriksel/tarihsel kıymetinin bilinmesini/korunmasını diliyorum. (Zy)
Ne zaman ki bıksam _________yalancı gerçeklerden, kaypak ve utanmaz baskıdan, hatırlıyorum kızıl Nâzım’ı ve gırtlaktan gelen konuşmasını onun: __________“Selam, kardeşim! Neden asıyorsun suratını? __________Boşver! Şiirin mi tıkandı? __________Gel hadi, tamamlarız. Paran mı yok? __________Buluruz, canını sıkma. Kız mı yok? __________Onu da hallederiz!” Fakat asıl, onu yiyip bitiren bir şey vardı, ve hep dehşetle akardı bu ____________yüzündeki kırışıklıklardan “Her şey yolunda fakat, ____________yüreğim acıyor biraz. Bunda üzülecek ne var! ____________acıyorsa – yaşıyoruzdur!” Şiir bazıları için ____________oyundur, bazıları için ________bir tezgâh, _____________ya da paradır, Onun gibiler içinse şiir, ________________para değil _____________________yaradır. İşte budur Nâzım’ın yürek yarası. Bir keresinde, ________pek de inanmayarak, endişeli doktoru bana tembihlemişti: “Bakınız ________Acı konulardan kaçınınız ki Acımasın Nâzım’ın yüreği!” Ne naif doktor… ________O hastanız artık yok. Temkinleriniz işe yaramadı, Fakat yüreği, ________sağ kaldı ne var ki, ölümünden sonra bile devam ediyor acımaya. Acıyor yüreği, _______içimdeki acı için. Acıyor yüreği, _______Ruslar ve Türkler için, Nâzım gibi mahpuslarda _______özgür olanlar için, Özgür olsalar bile, _______mahpus olanlar için. Mahpuslara özgü olan o büyük incelikle, ____________ölümünden sonra bile, __________________dinlemiyor doktorları. Acıyor yüreği, ______korkaklık ettiğimizde, Acıyor yüreği, ______kayıtsız kalınca biz. Acıyor, bir ötekine ______“Selam kardeşim! Diyemediğimizde onun gibi içten ve __________________________yiğitçe..
Öyleyse onun gibi, yüreğimiz acıyla vursun ki, Nâzım’ın acıyan yüreği sonunda huzur bulsun.
Yevgeni YEVTUŞENKO Сердце Хикмета, 1967 Rusça’dan Çeviren: Mehmet Kerem Baysal
Ç.N.: “Birkaç hafta önce, internette bazı sayfalarda Yevtuşenko’ya atfedilen 1967 tarihli “Сердце Хикмета” (Nâzım’ın Yüreği) adlı bir şiire rastladım. İnternette yaptığım aramalar sonucunda kaynağını doğrulayamasam bile üslubunun Yevtuşenko’nun şiiriyle örtüşmesi sebebiyle şaire ait olduğunu düşündüğüm bu şiirden etkilenerek şiiri Rusça’dan dilimize çevirmek istedim. Yine şiirinin Türkçe çevirisinin Lel Starostov ismiyle bazı sayfalarda paylaşılmış olduğunu gördüm; ne var ki çevirinin tam anlamıyla dilimize aktarılamadığını fark ettim. Şiirin bir başka çevirisini de bulamadım. Sovyet şiirinin önemli isimlerinden olan ve Nâzım’la ahbaplık etmişliği de bilinen Yevtuşenko’nun, Nâzım’ın ölümünün ardından yazdığı bu şiirin Türkçe sesi olma sorumluluğunu, bir Rusça tercüman ve şiirsever olarak üzerimde hissettim. İyi okumalar dilerim.” (Mehmet Kerem Baysal)
Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “Nâzım Hikmet” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/tas-ucak adresinden ulaşabilirsiniz.
(…) Nâzım Hikmet’in şu ana kadar hiçbir yerde yayımlanmayan beş şiiri, Yapı Kredi Yayınları editörlerinin TÜSTAV Komintern Arşivi’nde yürüttüğü çalışmalarla ortaya çıkarıldı. Şiirler kitap-lık dergisinin son sayısında yayımlandı.(…)
“1 Mayıs İşçi ve Emekçi Günü’nde büyük şair Nazım Hikmet’in bir şiiri ilk kez gün yüzüne çıktı. Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı (TÜSTAV) Komintern Arşivi’nde yer alan Nâzım Hikmet’in “İstanbul’da 1 Mayıs” şiirini Banu İşlet bularak çevirisini yaptı.” (1 Mayıs 2020, Cumhuriyet Gazetesi)
Nâzım Hikmet’in “Benerci Kendini Niçin Öldürdü” (1932) adlı destanından…
“Nâzım Hikmet’in bu şiirinde, şiirsel bir anıştırma olarak, “sev” kelimesinin yerine “öl” kelimesi okunabilir/kullanılabilir. Özellikle destanın bütünselliği kapsamında, Benerci’nin sevgilisinin sonu düşünüldüğünde… “(…) benden izin sana, öl, ölebildiğin kadar.” (Zy)
Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “Nâzım Hikmet” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/tas-ucak adresinden ulaşabilirsiniz.