Mar
29
2008
0

TYS Halay Takımı, F.H. Dağlarca’yı ziyaret etmiş.

Bildiğiniz gibi, Enver Topaloğlu’nun yayıma hazırladığı” Cumartesi Şiir Dergisi” internette dağıtılan hoş ve nahif şiir dergilerinden biridir. Fakat, daha önceden dağıtıldığı halde 36. sayısıyla beraber “Puşt Ahali Edebiyat Platformu”na bu derginin dağıtılmaması, yollanmaması bana çok ilginç geldi. Ben de oturdum, dergiyi inceledim. Meğer işin içinde gene bizim Hz. Müptezel(Ali Enver Ercan) varmış: Cumartesi Şiir’in 36. sayısının giriş yazısında TYS’nin 21 Mart 2008 Dünya Şiir Günü’nde yaptığı aktivitelerden, TYS Halay Takımı’nın Şair F.H. Dağlarca’nın evini ziyaret etmesinden uzun uzun bahsediliyor… O günkü etkinlik tüm ayrıntılarıyla anlatılıyor.  Eh, işin içinde TYS ve Ali Enver Ercan olduğu için de Enver Topaloğlu’nun” Cumartesi Şiir Dergisi”ni “Puşt Ahali” üzerinden dağıtması, eskiden yaptığı gibi “Puşt Ahali”ye yollaması pek akıllıca olmazdı.

Şimdi, Tys’nin (Ali Enver Ercan ve halay takımı’nın) 21 Mart’taki “F.H. Dağlarca” ziyareti beni zerre kadar ilgilendirmiyor. Beni asıl ilgilendiren bundan uzun zaman önce Enver Ercan’ın Dağlarca’yı başka bir iş için ziyaret edişidir. Bu konuyla ilgili yaygın olarak bilinen hikâye şöyledir;

Birgün Dağlarca’nın evindeki kombi ya da termosifon bozuluyor. Dağlarca, hemen bizim Ali Enver Ercan’ı arıyor ve evine çağırıyor. Kaynakçılık, termosifon ya da kombi tamiri işlerinden iyi anlayan Ali Enver Ercan, Dağlarca’nın evindeki bu tesisat bozukluğunu tamir ediyor. Dağlarca, Enver Ercan’ın bu konudaki becerisini gördüğünde şöyle diyor:

– Yahu Ali Enver Ercan, sen şair değil de tesisatçı olmalıymışsın…

Mar
29
2008
0

1968 yılından bir “Yanılgı”…

(…)Bazı eleştiricilerin söylediği gibi ,“İkinci Yeniler” ekolü doğumundan bir iki yıl sonra ölmüştür. Ben bu konuda, bu derece insafsız değilim. Toplumumuz “İkinci yeniler”i sevmek, benimsemek için gerekli çabayı göstermemiştir. Bence “İkinci Yeniler”, kolay, rahat, lâti lokum bir sanat anlayışı içinde değildirler. Bugünkü şiir okuyucusu, çok gariptir, dünün şiir okuyucusuna bakıp, kafasını yormaktan, uzun uzun düşünmekten hoşlanmaz. Tıpkı hazır elbiselere, hazır fikirlere, harcına hiçbir emek katmadığı hazır apartmanlara sonu gelmez bir tembellik ve rahatlık içinde sahip çıkmak, yerleşmek ister gibidir.(…) “İkinci Yeniler”, üzüntü ile söylemek isterim ki, daha ileride anlaşılmak, sevilmek şansını da kaybetmiş gibi görünüyorlar. Toplumumuz, her gün biraz daha ileri, biraz daha olumlu bir sanat ve şiir anlayışına gideceği yerde aksine geri yürümekte, şiir pazarında âdilik, bayağılık rüzgârı esmekte, büyük bir kitle şarkı güftesi bile olmayacak şiirleri okuyup tutmaktadır.

 

Baki Süha Ediboğlu,

“Bizim Kuşak ve Ötekiler”, Varlık Yayınları, 1968, s.264-266

 

Mar
29
2008
1

Yaşama el kaldırır gibi (Hüsniye Sakar)

(…) 

Toprakta büyüyen otlar

                         Arsızca büyüyorlar

                                          Yaşama el kaldırır gibi

3/ 

Tutmak istedi gök

Kayan yıldızlarını

Gece için

(…)

Hüsniye Sakar

 

Mar
23
2008
0

Pazartesi

Bir Pazartesi günü idi. Günler, şu garip günler! Uykumuzun içinde saatleri başlayan günler! Uyandığımız zaman üçte birini arkada bırakmışızdır başlayan günün, kaldı mı üçte ikisi… Yap bakalım hesabını!.. Hey gidi pazartesi hey! Kaldı onaltı saatin. Bir saat kavgaya say, bir saat konuşmaya, iki saat yürümeye, yarım saat düşünmeye koy, yemeye içmeye de bir saat, yarım saat el yıkama, abdest bozmaya, yarım saat olduğun yerde kestirmeğe, çeyrek saat bilet almağa, tünele, tramvaya, vapura binmeye… Say sayabildiğin kadar. Koy bu on saatin içine boşlukları doldur bakalım. (…)

Ulan pazartesi! Sen bir tarafta Pazar, bir tarafta salısın; serseri herif! Ne diye İstanbul’da bize “pazartesiyim” diye kafa tutarsın.

Sait Faik, Kayıp Aranıyor, 1953, Varlık Yayınları, s.81-82

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Mar
16
2008
0

Yeditepe’nin ilk 24 sayısı

Birgün Gazetesi’nde yayımlanan ve Yeditepe Dergisi’nin ilk 24
sayısından bahseden yazıma

https://www.birgun.net/bolum-95-haber-60866.html#haber_basi
adresinden ulaşabilirsiniz.

Mar
14
2008
1

Soruşturma: “PUŞT AHALİ” denildiğinde…

P.A.T.’ın 7. sayısında yayımlamak üzere ufak bir soruşturma düşündük. Soru şöyle;

” PUŞT AHALİ ” denildiğinde ya da bu ifadeyle herhangi bir yerde karşılaştığınızda aklınıza neler/kimler geliyor?

Cevaplarınızı 7 Nisan 2008 tarihine kadar zaferyal@gmail.com e-posta adresine gönderebilirsiniz. Cevaplarda “sayfa” ya da “vuru” sınırlaması yoktur. Ayrıca soruşturmaya “herkes” katılabilir. Göndereceğiniz e-postaların konu satırına “Soruşturma için” ibaresini eklerseniz birçok karışıklığın önüne geçmiş olursunuz ve çok sevinirim.

Katılımınız ve desteğiniz için şimdiden çok teşekkür ederim.

 

Mar
13
2008
0

Editörcülük Oynamak

“gaSte” adlı derginin Mart 2008 tarihli 111. sayısında yayımlanan “Editörcülük Oynamak” başlıklı yazım aşağıdadır:

EDİTÖRCÜLÜK OYNAMAK

Edebiyatımızdaki tüm suçları araştırmak, çözmek sonra da belgelemek amacıyla yüzlerce “edebiyat polisi”ni ve “edebiyat noteri”ni tam zamanlı olarak eğitip tesis etsek bile, işbu meseleyi bütün hatlarıyla çözemeyeceğimiz, ortaya koyamayacağımız açıktır. Bu yazıda, doğal olarak, birkaç editöryal sakatlıktan ve artık neredeyse “sistematik hata” olarak görebileceğimiz birkaç temel sorundan bahsedeceğim.

Edebiyat dergiciliğinin süreçlerinde ya da faaliyet adımlarında yaşanan binlerce sıkıntı vardır ve bunları kabul etmek gerekir: Dağıtım, okur ilişkileri, bilgilendirme, düzeltme, yazı toplama, yazı değerlendirme, dosya konusu belirleme, dosya konusuna ilişkin çağrılar oluşturma, görsellik, ödüllendirme, duyurular, eserlerin niteliği, niceliği, yazarların ve okurların kaprisleri vs. Fakat tüm bunlardan önce, “kök neden” olarak yönetsel bir “karakter aşınması”nı özellikle vurgulamalıyız: Günümüz editöryal yaklaşımı, içerik ya da yetkinlik odaklı olmak yerine “ilişki/şebeke yönetimi”ne ve “retorik arsızlığı”na yönelmiştir. Bugünkü “dirsek temasları”, edebiyat dergiciliğinde birincil “denge” ya da “tutarlılık” unsuru olmuştur ve geleceği belirlemektedir, yani belirleyicidir. Kim, kime, nerede, ne şekilde, ne dedi, ne yazdı, neyi sundu, neyi yerdi veya neyi övdü, hangi isimler hangi isimleri destekledi ya da köstekledi, kim kimin himayesindedir, kim nerede ne kadar sattı? Bu çeşit ilkel ilişkileri takip etmek, tanışıklıklardan yararlanarak “yapay bir tutarlılık” oluşturmaya çalışmak edebiyat dergiciliğinde ve yayın kurullarının sohbetvari toplantılarında bir “editöryal el yordamı” olarak kendini göstermektedir. Ne yazık ki birçok yazarın ve şairin söz konusu ettiğimiz bu el yordamını, bu ilkelliği “verili, sabit bir değer” olarak kabul ettiği –buna gerdan kırdığı ya da boyun eğdiği- de açıktır. Düzenek bu kadar basit ve vahimken, editörlerin editörlükten çıkıp “ağalık” mizacına bürünmesinin önünde belirgin bir sistematik engel de yoktur. (Nasıl olsa bizim insanlarımız “ağalık” düzeneklerine alışıktır.) Zamanla, yayın kurulu üyeleri de -“karakter aşınması”na uğrayarak- editörü (ağayı) destekleyen birer “edebiyat kâhyası” ya da “edebiyat kabzımalı” olup çıkmışlardır artık…

Peki işbu düzeneğe kim karşı koyacaktır, koymaktadır;

Kahramanlar! (Eminim ki sizi güldürdüm, bu söylediğime güldünüz değil mi?)

Aslında “kahraman” diye nitelediğim kişilerin birer üstün/süper kimlik olmadığını, sadece, “bir halay takımının ayak dansları”nın ya da “ilişki biçimleri”nin içinde olmak istemeyen ve efeler gibi tek başına yazmayı yeğleyen “bireyler” olduğunu açıklamama gerek var mı? Kısacası tarih, işbu ağalık düzenekleri karşısında değişik yöntemlerle, araçlarla dura(bile)n birkaç yalınayak, cefakâr -fakat bir yandan da sıkı- “birey”ler yaratmıştır. Bu siviller (başıbozuklar) ne pahasına olursa olsun “karakter aşınması”na ya da politika(çokyüzlülük) salınımlarına itibar etmemişlerdir. Bu başıbozuk adamlar sıkı bir şeyler “yazmak/söylemek/yapmak” için destur, icazet ya da termin de beklemezler; böylesine apansız, bağımsız özgür çıkışlar edebiyat ağalarının ve kâhyalarının canını sonsuz sıkmaktadır.Haysiyetini düşünen ve birey olabilmiş insanın kullanacağı en etkin şey, ahbap çavuşluk ilişkilerini, çelişkilerini, çıkar hesaplarını göstermek ve uygulanan “editöryal el yordamı”nı ifşa etmektir. Günümüzdeki “dosya konularını, jüri tayinlerini, köşk sofralarını” filan biraz kazır biraz kurcalarsanız, görünenin ardından hangi editörlerin hangi uyduruk bağlamları (ve hangi uyduruk kavramları) “şebekelerinin canlılığı” adına araç olarak kullandığını ortaya çıkarabilirsiniz… Hatta aynı ağa-editörlerin, bahsettiğimiz “dirsek teması şebekesini” şiir yıllıkları, antolojiler veya etkinlik organizasyonları gibi statü araçlarında da kullandığını görürsünüz. Bugün, kalburüstü ya da saygın geçinen editörlerin yazdıklarına, yaptıklarına ve “ilişki şebekeleri”ndeki konumlarına baktığımızda ne yazık ki feodal düzenden çok farklı bir görüntüyle, dağılımla karşılaşmayız. Geçmişle bugünün arasındaki tek fark “iktidarın merkezileşme olmadan yoğunlaşması”dır.

Sonuçta, demem o ki, bugünün edebiyat dünyasında olup bitenler “bir halay takımının editörcülük oynaması”ndan başka bir şey değildir. İşte bu oyun -bu haysiyetsizlik gösterisi, yapay saygınlık- edebiyatımızda, çeşitli çevreler tarafından eşanlı olarak icra edilen en büyük suçtur. Büyük suçun türevleri ya da kısmi sonuçları ise “editörlerin kendisine gelen yazıları okumaması ya da okuyacak kişileri tesis etmemesi”, “zaman ve süreç yönetimine itibar etmemek”, “nedensellik ilkelerini umursamamak”, “nezaketsizlik”, “sığlık”, “sessizlik suikastı” ya da “adam harcama alışkanlığı” gibi şeylerdir. Bunlara karşın/rağmen kendi ikliminin, kurgusunun veya poetikasının peşinde olan, kendi yolunu alıp götürmeye çalışan sıkı yazar ve şairin, çeşitli halay takımlarının hizasına gelmeyeceği, tersine, onlardan uzaklaşarak kendini gerçekleştirebileceği açıktır. (Tarihe bakarsanız anlarsınız.)

Şimdi, bu yazıyı ufak bir söylenceyle bitirmek istiyorum. Günümüzdeki dirsek temaslarının veya topyekûn uygulanan sessizlik suikastlarının özünü hatırlamak istediğinizde aşağıdaki şu ufak hikâyeyi aklınıza getirin;

“Eskiden, restaurantlarda birlikte yiyip içen muharrirler, yemeğin bitişinin ardından masadan hep beraber kalkarlarmış… Fakat bunun nedeni birbirlerine sıkı sıkıya kenetlenmiş olmaları değilmiş; birbirlerinin ardından, arkasından konuşmasınlar diye böyle yaparlarmış.”

Mar
11
2008
0

Tamtam çalarak…

(…)Kalktı, aynada yüzüne baktı.. Bir şeyciği yoktu. Hatta yanakları şimdi kızarmıştı bile. “Demin nasıldım kimbilir?”dedi. Odanın eşyası yerlerinde yer etmiş gibiydiler. Korkunç, zalim yabancılıkları geçmişti. Deminki gibi tamtam çalarak üstüne üstüne yürümüyorlardı. Mantosunun cebinde bir gazete bulunduğunu hatırladı; alıp tekrar karyolaya uzandı. Gazeteyi okumaya başladı. Kelimelerin mânalarını elbet biliyordu ama bir türlü birbirleriyle birleşince bir anlam alamıyorlardı. Her kelime ayrı ayrı, resim gibi kafasında canlanıyor, ama ötekisiyle birleşmiyordu.(…)

Sait Faik, Kayıp Aranıyor, Varlık Yayınları,1953, s.46-47

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Mar
11
2008
0

Bir hizada… Korkunç…

(…) Zulmedecek, kendi üstünlük hastalığını şehvet gibi tatmin edecek bir biçare insan arardı. Yüzü ve dudakları al al, bıyıkları kıpkırmızı olduğu halde bir yeşil gülümseme ile dört yanına bakardı, üstü başı, omzu kıçı bir hizada korkunç bir mahlûktu.(…)

Sait Faik, Kayıp Aranıyor, Varlık Yayınları,1953, s.15

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Mar
04
2008
0

Renkli Sağlam Uzun Aksak

Kerim Çaplı için,

1. insanların kapısını çalıp çalıp kaçardı.
2. şakalaşıp durdu gökyüzüyle suyu saymayı denedi.
3. birilerinden saklanırken ağaç taklidi yapardı.
4. bir sürü  palavracı ve dalkavuk tanıdı çeşitli unvan sahibi.
5. sırtını duvarlara yaslardı, hiç korkmazdı.
6. çok uykusuz kaldı ve hiç pişman olmadı.
7. büyük amcasından miras kalan içkileri içti.
8. “tuzlu fıstıktan önemli bir şey yoktur!” diye bilirdi.
9. “yeraltı ırmakları”nın sesini dinledi.
10.  yaşamayı “beylerbeyi çakarı”ndan öğrendi.
11. çalardı davulunu renkli sağlam uzun aksak.

Zafer Yalçınpınar
LİVAR,Lotus Yayınları,2007, s.58

Ayrıca bkz: https://zaferyalcinpinar.com/kargamecmuakerimcapli.JPG

Mar
04
2008
0

Yazacak ne var?

(…)16. Lui, Fransız Devrimi’nden (1789) bir gün önce, günlüğüne “Yazacak değerde bir şey yok” diye not düşmüş, ertesi gün devrim oluyor ve kendisini paradaki resminden tanıyan muhafızlarca (Varennes’te) yakalanarak giyotine boynunu uzatmak zorunda kalıyor. III. Ahmet sanırım -o da çağdaşı sayılır Lui’nin- bir gün vakanivüse “ne yazdın bugün?” diyor, vakanivüs “yazacak değerde bir şey bulamadım” diyor, III. Ahmet yakındaki bir mızrağı vakanivüse fırlatarak yaralıyor ve “Bunu yaz!” diyor.(…)

Ulus Fatih’in Borges Defteri’ndeki bir yazısından alınmıştır.

Mar
03
2008
0

Ece Ayhan Şiirinde İki Dönem (Vedat Binatlı)

Sombahar Dergisi’nin 1993 yılında yayımlanan 17. sayısında, Ece Ayhan Şiiri hakkında  dilbilimsel yaklaşımlarla kotarılmış bir inceleme yazısı bulunmaktadır.
BKZ; https://groups.google.com/group/pustahali/browse_thread/thread/403ec720b1cf0b82

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Mar
03
2008
0

Sonradan…

“Kafkas Tebeşir Dairesi için 140 mask yaptım; 14 oyuncu değiştire değiştire 86’sını kullandı. Zor iştir maskı oyuncuya sevdirmek… Kolay mı, adama “yok ol, silin” diyorsun. Malzemeyi ön-plana çıkarıyorsun. Ancak, önce maskı istemeyen oyuncu, sonradan maskla korkunç bir şekilde bütünleşti. Öyle ki, açılış günü tiyatronun kapısına iki mask koymak istediğimizde, hiçbir oyuncunun elinden maskını alamadık.”

Kuzgun Acar

Mar
03
2008
0

GittiGidiyor: Yaşar Nabi Nayır İmzası

Yaşar Nabi imzalı “YILLAR BOYUNCA” adlı kitabı, “GittiGidiyor” üzerinden 1 YTL fiyatla satışa sunmuş bulunmaktayım. Kitap, Yaşar Nabi tarafından “Değerli Doktor Rauf Saygın’a Muhabbet ve Hürmetle…” şeklinde imzalanmıştır. İşbu kitabın satışı, öncelikle Yaşar Nabi’nin kızı olan Varlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Filiz Deniztekin’e teklif edilmiştir. Filiz Deniztekin’in kitabı satın almak istememesinin ardından “GittiGidiyor” adlı web sitesi üzerinden satışa sunulmuştur.

Bkz: https://urun.gittigidiyor.com/Yasar-Nabi-Yillar-Boyunca-Imzali_W0QQidZZ8581656

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com