Nis
28
2009
0

Düşünce de böyledir

Şu karşıki sandalı görüyor musunuz? Bakın sahile yaklaşıyor. Onu yürüten şey nedir? Kürekleri değil mi? Ya şu uçan martılar! Kanatları yolunsa artık uçabilirler mi? Düşünce de böyledir. Dört duvar arasında kapatılmak istenirse kanatsız kuş, küreksiz sandal oluverir ve bütün manasını kaybeder.

Sait Faik Abasıyanık

Akşam Gazetesi, 1949

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Nis
24
2009
0

EDEBİYATÇILARIMIZ KONUŞUYOR!

Edebiyatımızın gelişmesi için neleri gerekli görüyorsunuz?

Turgut Uyar: Edebiyatımız herhalde hiçbir devirde eşine rastlanmamış bir büyük, bir geniş, adeta tertipli diyebileceğim bir nankörlük ve alâkasızlıkla, bir hor görme ile karşı karşıyadır. Sanatçı da nihayet bir insandır, üstelik evliya değildir. Uzun çileler bahasına bir şeyler yazıyorsa okunsun diyedir. (…) Halkımızın, bilhassa halk üzerinde sözü geçecek okumuşlarımızın, çoğunun o kadar sakat, o kadar kısır,o kadar bayatlamış sanat zevk ve anlayışları var ki, şaşırıyorum. (…) Arasıra inebildiğim yakın bir şehrin çarşısında bulunan tek kitapçının vitrinlerindeki o güzelim eserlerden hiçbirinin, komşu tuhafiye mağazasının vitrinlerindeki kravat veya çoraplar kadar alâka çekmediğini, hatta seyirci bile bulamadığını hüzünle görüyorum. (1965)

(…)

Bir gün meşhur bir edebiyatçı olacağınızı çocukluğunuzda tahmin eder miydiniz?

Nurullah Ataç: Ün salmağı, sizin dediğiniz gibi “meşhur olmağı” ne çocukluğumda düşündüm, ne de şimdi düşünürüm. Daha doğrusu, çocukluğumda belki olmuştur öyle hulyalarım. Şimdi kurtuldum: Biliyorum, kendimi tanıtamayacağım, beğendiremeyeceğim. Üzüldüğüm de yok. Tanınanları, beğenilenleri görüyorum da onlar gibi olmadığıma seviniyorum. (…) Öyle sanıyorum ki yüz kadar okurum var, onlar da yeter bana. (…) Ben edebiyata hizmet etmeğe çalıştım, edebiyat bana hizmet etsin, beni tanıtsın demedim.

(…)

Edebiyatımızın gelişmesi için neleri gerekli görüyorsunuz?

Necati Cumalı: Ben gelişmesinden geçtim. Mevcut alâkasızlık karşısında bugünkü durumunu muhafaza etmesi için çareler düşünmek gerektiğine kaniim.

(…)

Armağan kazanmış bir yazar olarak, armağanlar için ne düşündüğünüzü söyler misiniz?

Tahsin Yücel: Armağanlar elbette pek yararlıdır. En azından bir eleştirme görevi görürler. Belirli kişilerin belirli bir yapıtı üstün bulduklarını ortaya koyarlar. Ama edebiyat armağanları bizde istenen ortamı bulamadı, iyi oldukları söylenemeyecek amaçlarla baltalandı, yarardan çok, zarar verdi. (15 Ağustos 1962)

Dünkü ve Bugünkü “Edebiyatçılarımız Konuşuyor”

Varlık Yayınları, Kasım 1976, 1. Baskı

Nis
20
2009
0

“Ben şiirden değil müzikten geliyorum.” (Ece Ayhan)

(…)

Ece Ayhan: Yalnız ‘Sıkı Şiir’de değil, bütün tarihte “şiirin kâhyası” çoktur galiba?

Cemal Süreya: Evet, şiirde kâhya sayısı şair sayısından fazla. Herkes şiirden anladığını sanıyor. İşin ilginç yanı, bir noktaya kadar anlıyor da. Herkes ressama, müzisyene hayran; onların işine karışmıyor. Ama tutup şaire yol gösteriyor. Bunun iyi yanı da yok mu? Şiir ülkemizde herkesin işi olmuş. Şiir üzerine laf yürütenler sevimli değnekçilerdir. İşlerini açıktan açığa yaparlar. Bir de senin dediğin “gizliden gizliye kâhyalar” var. Onların sayısı çok az be!

(…)

Ece Ayhan: Caz?

Cemal Süreya: Şiirimi şöyle özetlemeye kalkıştım bir ara; “Güneşten yırtılmış caz, kavaldan dökülen gökyüzü” Tabii, bir yakıştırma bu, yaklaşık bir laf. “İkinci Yeni” kaç kez defnedilecek yahu!

(…)

Ece Ayhan: Müzik? Ben şiirden değil müzikten geliyorum.

Cemal Süreya: Güneyde küçük bir koy var. Biri oraya şavklı mahşer otobüsleriyle gitmişti. O koy, o otobüsler, o şavk hayatın özüdür. Müzik daha da özüdür.

(…)

Ece Ayhan: Türkiye’de şiirler sessiz çekilir. Ses sonradan (masada) eklenmiştir şiirlere.

(1990)

Ece Ayhan

Şiirin Bir Altın Çağı, YKY, 1993, s.165

 

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Nis
18
2009
0

Aynalar İnsan Değil (Allen Ginsberg)

 

Aynalar insan değil
Aynalar insan
Hem de ikisi
Hem insan hem ayna
İster Manhattan’ın doğu yakasında
İster boğaz şehrinin Kumkapı’sında
Herkes yalanları söyler
Doğruları söyleyerek
Yeni rakı masasındaki sarhoş ağızlar bile

Allen Ginsberg
19.6.1990-Kumkapı

Hamiş: 1990’da Can Yücel ile Allen Ginsberg Kumkapı’da buluşmuşlar. Buluşmada birbirlerine birer şiir yazıp vermişler… Yukarıdaki şiir Allen Ginsberg’in Can Yücel’e yazıp verdiği şiirdir. Şiiri Can Yücel Türkçe’ye çevirmiş. İşbu şiir Öküz Dergisi’nin 1998 yılında yayımlanan 49. sayısında yer almıştır.

 

Nis
14
2009
0

Yarım santim…

Tutkusuz ve önyargısız tek eleştirmen, zamandır. İki ayaklı türüne gelince: Yarım santim bile esirgenmeli onlardan. Bir ele geçirmesinler o yarım santimi, tutar kocaman bir kitap icat ederler.

John Steinbeck

Nis
13
2009
0

Ağalı Dünya

 

 

Âşık İhsâni’nin “Ağalı Dünya” adlı kitabının kapağıdır. Kapak çizimi, Turhan  Selçuk’a aittir. 

 

Nis
13
2009
1

İktidarın kötü, çok kötü olduğuna inanıyorum.

(…) İktidarın kötü, çok kötü olduğuna inanıyorum. Onun varlığı karşısında mütevekkil ve kaderciyim, ama bir musibet olduğunu düşünüyorum. Bakın, iktidara ulaşmış kimseler tanıdım ve bu korkunç bir şey. Ünlü olmayı başaran bir yazar kadar korkunç bir şey. Üniformalı olmak gibi bir şey bu; üzerinizde bir üniforma varsa, artık aynı insan olamazsınız: İşte, iktidara ulaşmak da, daima aynı olan görünmez bir üniformayı giymektir. Kendime soruyorum: Normal olan, ya da normal gibi görünen bir insan, iktidarı neden kabul eder? Sabahtan akşama meşgul yaşamayı neden kabul eder? Muhtemelen hükmetmek bir zevk, bir zaaf olduğu içindir bu. Bunun içindir ki kendi isteğiyle iktidardan feragat eden hiçbir diktatör ya da mutlak şef örneği yoktur. (…) İktidar şeytanidir: Şeytan, iktidar hırsı olan bir melekti sadece. İktidarı arzulamak insanlığın uğradığı en büyük lanettir.

E. M. Cioran,

Ezeli Mağlup (söyleşiler), Çeviren: Haldun Bayrı, Metis Yayınları, 2007, s.22

Nis
12
2009
1

MEYDANSIZ’CA BİR SÖYLEŞİ…

Meydansız‘ca Bir Söyleşi…

Utku Kaygusuz: Zafer Yalçınpınar’ın “meydansız”la son dönem bir Türkiye portresi çizdiği söylenebilir mi?

Zafer Yalçınpınar: Bu amaçla yola çıkmadığımı ve bu eşleşmenin tüm hatlarıyla doğru olmadığını göz önüne almakla birlikte böyle bir portreden söz edebiliriz. Daha doğrusu söz konusu portrenin çıkarımlarından, türevlerinden biridir “Meydansız”lık… Mesela ilginçtir, soruya “Zafer Yalçınpınar’ın…” diyerek başladın ya.. böyle bir ayrıcalık da yok aslında. Neyi yaşıyorsak, neyi yükleniyorsak, bugün hangi boşluk bize dikte edilmekteyse onu işaret etmeye çalıştım. Yani söz konusu meydansızlık bana özel değildir; herkesin meydansız kalışının bir sonucudur, yüklenimidir, üzüntüsüdür, al-aşağı edilmesidir. Çeşitli olaylara baktığımızda 2007 ve 2008’i iktidar baskısı ile dikte dolu, hatta konjonktür içindeki en baskılı, yüklü yıllar olarak görüyorum. Bunun sonucudur “meydansız”… Günümüzdeki “strateji hastalığı” filan da bu yükün, baskının hatta “dikte edilmiş bir boşluğun” sonucudur. Gelecekte bu yükün azalmasını umut ediyorum.

U.K.: Bilindiği üzere meydanlar, toplumların özellikle de halkların(!) içinde bulunduğu tarih ve düşünce yapısıyla beraber kimliksel tipolojisini yansıtması açısından önemlidir. Buradan baktığımızda ‘meydansız’, bir şiir kimliğinin altında meydansız kalanların kalplerini ellerine tutuşturmuştur, diyebilir miyiz?

Z.Y.: Sorunu yanlış anlamadıysam ve şiirsellikten bahsediyorsak eğer, “meydansız”daki şiirlerin birilerinin eline “yarım ekmekte köfte” veya “yevmiye” tutuşturarak, “Hadi bakalım yürüyün meydanlara!” demediği, demeyeceği açıktır. İmgesel olarak da tarihsel arka plan açısından da böyle bir kökeni yoktur o şiirlerin… Yani senin düşüncen doğru… Oradaki şiirler için “bağımsızlık, kalb ve vicdan” dışındaki her şeyden vazgeçmenin tipolojisidir, diyebiliriz. Her şeyden önce bu özü, sivilliği, sıkılığı belki de sahiciliği işaret eder, yüklenir meydansız… Ve tabii ki günümüzde, böyle bir sivilliğin kabul edilmeyeceği, hoş karşılanmayacağı da aşikârdır. Misal, Ece Ayhan’ın yaşamı araştırılabilir…

U.K.: “Ön” adlı şiirde sıkı bir ironiyi ve bütünüyle kitabın düşünce yapısının akorunu duyuyoruz. O halde şunu sormak istiyorum: Neden “atından inenler/ masaların ucuna/ binerler”?

Z.Y.: Aslında “Merdiven, Ağaç ve Meydansız” adlı şiirimi bahsettiğin bütünsellik için daha öncelikli buluyorum ben. Fakat madem merak ettin, söyleyeyim… “Ön” adlı şiirimde yönetsel süreçlere ve statükoya karşı duruş olarak başka türlü bir vurgu vardır; masalar, yönetimin ve durağanlığın simgesi, mecrası gibidir o şiirde… Devinimin ve bağımsızlığın güzelliğine, yüceliğine karşı masaların yönetsel durağanlığı, bağlılığı, çirkinliği… Masanın hangi tarafında durursanız durun, hangi ucunda olursanız olun aslında “masa” sizi yönetiyordur. Masaya bağlısınızdır. Ahmet Arif bir gün bir mülakat sırasında şöyle der: “Ben bu masalardan çok gördüm!” Statükoya karşıdır Ahmet Arif… Bu sözü söyleyerek karşısındaki adama “Bana hikâye anlatma, seninle uzlaşmayacağım!” der gibidir Ahmet Arif. Masadan kalkmıştır da…

U.K.: Şiir kimliğini ve “meydansız”ı göz önünde bulundurursak- boşluğun önemi nedir senin için?

Z.Y.: Bu konudan bahsetmek istemiyorum. Fakat sana ufak bir ipucu vereyim: Hubert Reeves’in “Boşluk Bakışımın Biçimini Alıyor” adında bir kitabı vardır. Kitabın adı Paul Éluard’a ait olan “Boşluk bakışlarımın biçimini taşıyor” şeklindeki bir dizenin serbest yorumudur. Kitap 2001 yılında dilimize çevrildi. Bu kitap okunabilir…

U.K.: Teşekkür ederim.

Z.Y.: Sağolasın, asıl ben teşekkür ederim.

Nis
05
2009
0

Toprak Nedir?

(…)

“toprak nedir?” diye sordu tohumlardan biri;

toprak, içimizden gelen bir yerdi eskiden, güneşe başladığımız bir yerdi her sabah, geceler ağaçları, yağmurlar çiçekleri ağırladıktan sonra… ama harbe gitti toprak artık, ölüleri ağırlamaya…

(…)

Feyyaz Kayacan

“Sığınak Hikâyeleri” adlı kitabından…

 

Nis
03
2009
0

Şiir: GELMEYEN (Zafer Yalçınpınar)

(…)

2.

herhalde gelemedi
tek ders sınavından kalmıştır;

şiir!

ezberlenemez

(…) 

4. 

gelse
sonunda
şu meydansızlığa

kimsenin
olmadığını
görecek

Hamiş: Şiirin tamamına https://zaferyalcinpinar.com/s70.html adresinden ulaşabilirsiniz.

 

Nis
02
2009
0

Alıntı: “Yeni Adam Günleri”nden…

1936 yılı Temmuz’unda Yeni Adam’ın “Kısa tetkik ve tenkitler” sütununda Nâzım Hikmet’in oturduğu apartman dairesini konu alan şöyle bir yazı çıkmıştı:

“Bir gün Dr. Fuat Sabit, Kerim Sadi’ye: Nâzım Hikmet, Beyoğlu’nda bir apartman yaptırmış kapıları elektrikle açılıyor, dedi. Kerim Sadi bir an düşündükten sonra şu cevabı verdi: Nâzım’ın apartmanındaki kapılar bir şey mi, sen gel de benim Kuzguncuk’ta sekiz liraya tuttuğum yalıyı gör, kapılar rüzgârdan kendiliğinden açılıyor.”

Bu yazı her ne kadar mizahi bir öz taşısa da yine de Nâzım’ın alçakgönüllü bir yaşam yerine Beyoğlu’nda şaşalı bir apartman dairesinde farklı bir yaşam sürdürmekte olduğunu ima etmektedir. Öyle sanıyorum ki sözü edilen daire, Memet Fuat’ın “Gölgede Kalan Yıllar” adlı kitabında bahsettiği Cihangir’deki Nuri Demirağ’a ait olan dairedir. Nuri Demirağ bu daireyi iş için dışarıdan gelen mühendisleri oturtmak için boş tutarmış. Nâzım’a kiraya verirken de mühendisler geleceği zaman birkaç ay önceden haber verileceğini ve dairenin boşaltılması gerekeceğini koşul olarak öne sürmüş. Ben bu dairede bir gece kaldım. Bu dairede bir karyola bile yoktu, Nâzım ile Piraye bir yer yatağında yatıyorlardı. O yatak bugün gibi gözümün önündedir. Bazı şeylerin yarı espri görünümünde de olsa nasıl çarpıtıldığının bu olay güzel bir örneğidir.

Tuna Baltacıoğlu

Yeni Adam Günleri, YKY, 1998, s. 194

Nis
01
2009
0

öl de gel yanımıza…

öl de gel yanımıza 

(…) 

içimde bir kalb var 

uçurumun
kenarında
bekliyorum 

aşağıda
hastalık
var 

çocuklar uçamıyorlar artık 

sokaklar
boş 

kâğıtlar tıka basa dolu 

bir kelime geliyor
kaleme
kapımı vuruyor
kalbimin 

aç kapıları 

(…) 

 

Turgay Özen
Beyaz Dergisi, Şubat 2009, Sayı:21, s.82
 

 

 

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com