Eyl
24
2009
0

Bana Ecevit’i Bağla… (Ayhan Bozkurt)

(…)
Söz Can Yücel’den açılınca yurtdışı anıları başlıyor Ece Baba’nın. Ben, Can Yücel ve Bülent Ecevit beyaz paçalı donlarla tenis oynardık. Herkes bize şaşkınlıkla bakardı. Gülüyor…
Evet, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit… Aklımıza geliyor. Bana, Ecevit’i aramamı söylüyor.
Uzun uğraşlar sonunda ulaşıyorum Başbakanın danışmanlarına ve not bırakıyorum.
Aradan üç gün geçmiş… Hastane personeli çok rahatsız artık “bu huysuz ihtiyardan.” Sürekli bize kızıyorlar. Hastanenin parasını ödeyebilsek, hemen başka bir yere gideceğiz biz de zaten.
Ertesi gün…
Koridordan “Ece Ayhan Çağlar, telefon…” diye bağıran bir sesle irkildik ikimiz de. Görevli kadın telaşla odaya girdi, şaşkın. Kekeleyerek, “Başbakanlıktan” diyebildi ancak. Anlamıştım, Bülent Ecevit arıyordu. Koşarak çıktım odadan. Karşıdaki ses, “Sayın Başbakanımız Ece Ayhan Çağlar ile görüşecek” diyor.
Bu sırada Ece Ayhan tekerlekli sandalyeye oturtulmuş bana doğru geliyor. “Aloo, sesiyle heyecanlanıyorum. Efendim, Ece Bey şimdi geliyor, ben Ayhan” diyorum. “Tamam, evladım” diyor Bülent Ecevit.
Koridordaki herkesin şaşkın bakışları içinde Ece Ayhan telefonu alıyor. Başlıyor konuşmaya…
Düzeleceğini ve Çanakkale’ye döneceğini söylüyor. Ağrılarının olduğunu, ameliyatla işin çözüleceğini söylüyor. Sonra bir ara “pek sağlam yerim kalmadı” diyor.
Artık pek rahattık… Özel odaya geçtik. Her şey çok temiz, bize acayip bir ilgi ve alaka var.
Tavuklu pilavın biri gidiyor, öteki geliyor. Erkenden kalkıyoruz, anlatıyor, sürekli not tutuyorum…
Şiirin soru sorma, şiirin karşı duruş, şiirin illaki sesli okunan bir şey olmadığını öğreniyorum.
Ece Ayhan, sözcükleri bir duvar gibi örüyor dizelere…
Hastaneden yaklaşık 10–15 gün sonra ayrılıyoruz.
Ayrılacağımız gün bütün masrafların Bülent Ecevit tarafından ödendiğini öğreniyoruz.

Ayhan Bozkurt
11 Aralık 2008

Yazının tam metnine şu adresten ulaşabilirsiniz: https://www.odatv.com/K%C3%BClt%C3%BCr-Sanat/ece_ayhan_bana_bulent_eceviti_bagla-14223.html

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Eyl
06
2009
0

Bunun böyle olmasından özür dilerim.

Yeditepe Arşivi’nden bir Ece Ayhan mektubu…

Hamiş: Mektupta sözü geçen şiir “Bel Kanto” adlı Ece Ayhan şiiridir. “Kitap-lık” dergisinin 1998 tarihli 33. sayısında bu konuyla ilgili geniş bir dosya bulunmaktadır. (Daha birçok Ece Ayhan şiirinin geçirdiği değişimler de söz konusu sayıda mevcuttur.)

2. Hamiş: Ece Ayhan için hazırlanan “Bakışsız Bir Kedi Kara” adlı web sitesine https://zaferyalcinpinar.com/bakissiz.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Eyl
02
2009
2

BİLDİRİ NO.3 (F Ü G)

Bildiri No:3
(2 Eylül 2009)

F Ü G

1.Ada fügdür.
__1.1.Adalar yeryüzünün ve yaşamın notalarıdır.
_____1.1.1.Bulutlar ve kuşlar gökyüzünün notalarıdır.
_____1.1.2.Tekneler ve balıklar  denizin notalarıdır.
__1.2.Adalar yeryüzünün ve yaşamın “kalb”leridir.
_____1.2.1.Adalar yeryüzünün çocuklarıdır.
_____1.2.2.Adalar yeryüzünün vicdanlarıdır.
_______1.2.2.1.Ece Ayhan bir adadır. (İlhan Berk)
_________1.2.2.1.1.Ece Ayhan bir adabeyidir.
_________1.2.2.1.2.Kuzgun Acar bir adabeyidir.
_________1.2.2.1.3.Kerim Çaplı bir adabeyidir.
__1.3.Her türlü endüstriyel çaba yaşamın “sus”masıdır.
____1.3.1.Ne olursa olsun yaşam susmaz.
______1.3.1.1.Adalar rüzgârlıdır.
_________1.3.1.1.1.Sürüyle düşünce verir ağaca rüzgâr. (İlhan Berk)
_________1.3.1.1.2.Sürüyle düşünce verir denize rüzgâr.
_________1.3.1.1.3.Sürüyle düşünce verir gökyüzüne rüzgâr.
2.Ada addır.
__2.1.Ad evdir. (Kim söylemişti bunu?)
____2.1.1.Ev kaderdir.
3.Şiir bir adadır.
__3.1.Her tarafı kıyılarla çevrilidir.
__3.2.İskeleleri vardır.
__3.3.Ağaçları, bulutları, kuşları, tekneleri ve balıkları vardır.
4.Şiirin varlığı yaşamın varlığının kanıtıdır.

Zafer Yalçınpınar

Diğer poetik bildiriler için;

Bildiri No.2 (Masanın Ayakları): https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=93

Bildiri No.1: (Vatoz’un Salınımı): https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=81

Tem
30
2009
0

Video: “Ben Etikçiyim!” (Ece Ayhan)

Ece Ayhan’ın -kendini anlattığı- bir video görüntüsüdür.

Videoyu https://zaferyalcinpinar.com/benetikciyim.avi adresinden indirebilirsiniz.

Hamiş: Daha önce Ece Ayhan’ın “Fayton” ve “Mor Külhani” adlı şiirlerini okuduğu başka videolar da gün ışığına çıkmıştı. Tüm bu videolar 1998 yılında yayımlanan “Yaşayan Türk Şiiri” adlı belgesel çalışmadan alıntılanmıştır. (Diğer videolara https://zaferyalcinpinar.com/fayton.avi ve https://zaferyalcinpinar.com/morkulhani.avi adreslerinden ulaşabilirsiniz.)

2. Hamiş: “Bakışsız Bir Kedi Kara” adlı Ece Ayhan web sitesine https://zaferyalcinpinar.com/bakissiz.html adresinden ulaşabilirsiniz.
Sahicilikle / Zafer Yalçınpınar

Tem
14
2009
0

Ece Ayhan, Çanakkale’de…

11-12 Temmuz 2009 tarihlerinde, Çanakkale’de, Ece Ayhan’ın anısına gerçekleştirilen etkinliğe ilişkin birtakım haberlere https://www.canakkaleicinde.com/ece-ayhan-canakkalede-anildi.html ve  https://www.canakkaleolay.com/haber_detay.asp?id=50850 adreslerinden ulaşabilirsiniz.

Şair Ece Ayhan’ın 7. ölüm yıldönümü anma etkinlikleri Saat Kulesi arkasında
bulunan Ece Ayhan Sokakta yapılan yürüyüş ile başlarken, Ece Ayhan
portresinin açılışı Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan tarafından
yapıldı. Ayhan, aramızdan ayrılışından sonra ilk kez böylesi büyük bir
etkinlikle anıldı.
Ece Ayhan buluşmaları 2009, 11-12 Temmuz tarihlerinde çeşitli etkinliklerle
gerçekleştirildi. Ece Ayhan dün de kabri başında anıldı. Şair Ece Ayhan’ın
7. ölüm yıldönümü anma etkinlikleri Saat Kulesi arkasında bulunan Ece Ayhan
Sokakta yapılan yürüyüş ile başlarken , Ece Ayhan portresinin açılışı
Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan tarafından yapıldı. Ece Ayhan’ı
ölümünün yedinci yılında unutmadıklarını  ifade eden Ece Ayhan Sivil
İnisiyatifi Sözcüsü Ulaş Önder, “Bu yıl daha geniş kapsamlı etkinliklerle
Ece Ayhan’ı anıyoruz. İlerleyen yıllarda bu etkinliklerimiz artarak daha
nitelikli devam edecektir” dedi. Sonrasında ise Ece Ayhan Yürüyüşü yapıldı.
Morabbin Park’ta ise ilk olarak sokak tiyatrosu ile şiir dinletisi yapıldı.
Ardından ise düzenlenen Bandista konseri ile katılımcılar büyük coşku ile
eğlendiler. Dün ise Ece Ayhan’ın Eceabat Yalova Köyü’nde bulunan mezarı
ziyaret edilerek yeni mezarının açılışı yapıldı.

 

Tem
10
2009
1

Ece Ayhan’ın Mezarı Yenilendi…

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu olan ve asıl adı Ece Ayhan Çağlar olan şairin mezarındaki yenileme çalışmaları, Mülkiyeliler Birliği İzmir Şubesi’nin organizasyonu, Yalova köyü muhtarlığı ve oğlu Ege Çağlar‘ın destekleriyle gerçekleştirildi.

İzmir’de, 12 Temmuz 2002’de 71 yaşında vefat eden ve annesi Ayşe Deniz‘in yanına defnedilen şairin mezarının yeni tasarımını heykeltraş Fergül Yücel yaptı ve heykeltraş Mustafa Toygar tarafından bu tasarım hayata geçirildi.

Şair ve annesinin mezarları birlikte yenilenirken, mezarın yan bölümleri traverten taş, alın ve üst bölümü granit taştan yapılırken, bu taş üzerine şaire ait ”Meçhul Öğrenci Anıtı” şiirinin ilk ve son kıtaları yazıldı. Şiirin son mısrasında yer alan ”Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek” mısrasından yola çıkılarak mezarın üst bölümüne soyut bronz güvercin figürü konuldu.

(…)
Ayrıntılar için Bkz: https://www.cumhuriyet.com.tr/?im=yhs&kid=12&hn=67874

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Tem
06
2009
0

Buluntu: Bir Resim Olarak Orhan… (Ece Ayhan)

***
***

Papirüs Dergisi’nin Ocak 1967 tarihli 8. sayısında (Orhan Veli Özel Sayısı’nda) bulunan “Bir Resim Olarak Orhan” adlı Ece Ayhan yazısına https://zaferyalcinpinar.com/birresimolarakorhan.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Hamiş: Ece Ayhan için hazırlanan “Bakışsız Bir Kedi Kara” adlı web sitesine https://zaferyalcinpinar.com/bakissiz.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Sahicilikle/ Zafer Yalçınpınar

Tem
03
2009
0

İstanbul Günlükleri-1985- Ece Ayhan

10 Ocak Perşembe 1985

Dün Bilsak’a gittim. Mustafa kemal Ağaoğlu, Nejat Yardımcı, Cazcı Emin Fındıkoğlu. Heybeli. Ali evdeydi. Sınavı pek iyi geçmemiş. Ben çok ıslanmışım, hep yağmur yağmıştı.

11 Ocak Cuma 1985

Bostancı yoluyla Kızıltoprak. Ahmet Necdet’le buluşma. Aydın Ülken ve Emin Fındıkoğlu’yla telefon. Vagon’a gittik. Dük dö Cebeci-Ercüment Gençer de vardı.(Şişmatra ölmüş, dün cenazesi varmış.) Necdet Bey gitti, Cemal Süreya geldi, Vecihi Timuroğlu gelmiş Ankara’dan. Vecihi’yi, Fügen’i ve o tapucuyu gördüm Hatay’da.

19.50 vapuruyla ada. kadıköy’de kar vardı. Adada yok. Bir ekmekle arkadaşlık ediyorum bu akşam.

Ece Ayhan

Öküz Dergisi, Sayı: 43, 1997

Tem
02
2009
0

KRAVATSIZ

27 Aralık 1984

Yarın 10.20 vapuruyla Bostancı’ya geçiyorum. Nilgün Marmara’ya nikâh tanıklığı edeceğim, kravatsız.

Ece Ayhan

(Öküz Dergisi, Sayı: 43, 1997)

Haz
25
2009
0

İstanbul Günlükleri -1984- ECE AYHAN

23 Aralık Pazar 1984

Nilgün Marmara taksiye kadar bana yardım etti. Bostancı-Kızıltoprak 750 lira tuttu, (ama iskeleye yürümek zorunda kaldım) Filancadan 10, falancadan 15 almıştım. Nilgün bana masa örtüsü de verdi. Ali de çaydanlık getirirse, çay yaparız. Ali bana dün telefon ettiğinde akşam o kahvede 19.45’te buluşalım demişti. Vapur, Sirkeci’den 18.35’te kalkıyormuş. Ali şezlongu ve yorganı dün akşam getirecekti. Bakalım getirmiş mi?
Ne eksik; çay, şeker, ekmek, tencere, tava, yağ, tuz, süzgeç, diş macunu, sünger.

***

25 Aralık Salı 1984

Sabah baktım Ali kalkıp gitmiş okuluna. Çalarsaat çocuk. sena uğradı bir tava ve sahan bıraktı. Bütün gün (dün de öyleydi) çalıştı durdu bir çırak banyoda.Koyulhisarlı’ymış. soba aldım, kurdurdum, yakmak için iki kasa aldım, muz kasası dedi manav. Park Restaurant’ın yanındaki berbere gittim, saç traşı için 300 lira aldı benden. Denizatı Kahvesi’ne baktım şöyle bir, beğenmedim. Masaları yeşil örtülü bir kahve.
“Otoriteye sığınmak alışkanlığı”
Nilgün Marmara üst kattaki ev sahibine telefon etti, iki mektup gelmiş bana. Postaya verecekler.
“Bu coğrafyada halk tümüyle birlikte ayaklanmaz. Bu coğrafyada halkın boynu merkezi otoriteye sürgit eğiktir.”
Bunları yazarken kapı çalındı, bir kız Cihat’ı sordu, “vallahi görmedim” dedim. Cihat’ı soran komşu sarışın genç.
Sena dün akşam onunla konuşmuştu.Ali’nin parasını bu akşam verecekmiş. Sokaktan sesler geliyor. Eksikler; orta boy kapaklı çöp kutusu, faraş, süpürge, peynirlik, naylon kapaklı kutu, alüminyum tencere, çukur tabak.
Pan “bütün”
“Herşeyi yapabilir bir tanrı.”

***

26 Aralık Çarşamba 1984

Denizatı kahvesi, çuha, örtü, sıcak, tül perdeler. Bize göre değil. Pazara gittim, Heybeli. Adada su olmadığı için (tankerlerle geliyor) su pahalıydı. Bu yüzden ıspanak almadım.
(…)

 

ECE AYHAN

(Öküz Dergisi, Sayı 42, Kasım 1997)

 

Haz
19
2009
0

“Saat Kulesine ve iskeleye çok yakın…”

***

***

Ece Ayhan’ın Nahit Hanım’a (Nahit Fıratlı Damar’a)
yazdığı mektuplardan…
(Öküz Dergisi, Sayı:40, 1997)

Haz
15
2009
0

Şiir şiirde kalmaz efendiler! Kalmamıştır da!

Cogito Dergisi’nin 2004’te yayımlanan “Şiir” konulu 38. sayısında yer alan “Kötülük Toplumu ve Biçimin Muhalefeti: Ece Ayhan’ın Şiirini Okumak İçin Kavramsal Bir Arkaplan Taslağı” başlıklı makaleye aşağıdaki adreslerden ulaşabilirsiniz:

https://zaferyalcinpinar.com/bbkara/kotuluktoplumuvebiciminmuhalefeti.pdf
https://www.ykykultur.com.tr/dergi/?makale=164&id=27

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler: ,
May
07
2009
0

İSTANBUL GÜNLÜKLERİ 1985 – Ece Ayhan

14 Mart Perşembe 1985

Bugün 16.20 vapuruyla Kadıköy’e gidiyorum. ‘Mektup Nadajlıdır Dom” şiirini “Düşün” dergisine vereceğim. Belki Olcay Anıker de gelecek Vagon Kafe’ye.
1951’de ölmüş Wittgenstein. “Nesneleri dile gelirken görürüz” diyor.
(DÜŞÜNCE YAZARKEN OLUŞUR) gibi.
Tractatus Logico-Philosophicus
‘Dilde ortak bir iz yoktur’ der sonra da.

Enis Batur, Yusuf Atılgan, Sabahattin Kudret Aksal da geldi Vagon Kafe’ye.
Olcay’ı bekledim, gelmedi. (O saatlerde Kızıltoprak’a telefon etmiş.) İlker de vardı.
Yandaki Hatay’a geçtim. 23.05 vapuruyla Heybeli’ye döndüm. Beni en son Bebek’te görmüş.
S.K. Aksal’la biçi ve kalıp sorununu konuşmaya çalıştım. Şunu anlattım ona, şiiri şiir kılmak başka birşey.

Ece Ayhan

May
01
2009
1

SAİT FAİK’İN AÇIK YA DA GİZLİ KIŞ MEKÂNLARI-2

Evet, gerçekten ve sahiden de Sait Faik bir ‘cins şair’dir! Gerçeği, maalesef, daha irdelenmeden ve kurcalanmadan yazılamamış ya da yazdırılmamış Türkiye edebiyat tarihinde, ‘cins şair’ Sait Faik’in, çok uzaktan bile olsa, bir benzeri ya da bir benzeyeni yoktur!
Adeta Sait Faik’in hemen hiç akrabası yok gibidir!
Ve, temmuz 1992’de, önceki I. incelememde belirttiğim gibi, bir ardıl’ı da gözükmemiştir hikâye ya da anlatı ufkunda.
Demek ki diyorum; böylesi bir açıklığı ve özdenliği kimse, hiçbir Türk göze alamamıştır!
Elbet bizim ‘cins şair’ Sait Faik’i, gerek sağ kolunda olsun, gerekse giyilmiş (üzerinde) olsun; kışları buruşuk ve kirli pardesülü olarak betimlemeye çalışıyorum.
((Gariptir, Orhan Veli de öyleydi. Ama onunki parasızlıktan ve olanaksızlıktandı.)) İşte burada, zaten Sait Faik, içinde doğmak ve de yaşamak zorunda bırakıldığı ya da bulunduğu bu topluluk’ta ((…))gibi davranır ve düşünür hep.
Sait Faik’in, hemen hemen bütün hikâyelerinde, hele son yetkin ve güzel hikâyelerinde iyice belirir bu. Su yüzüne çıkmıştır!
Adını filan koymaya gerek duymamış olabilir, ama yazılarında, mektuplarında, röportajlarında, notlarında, hikâyelerinde, anlatılarında ve özellikle de şiirlerindeki verilere bakarsak; sözcüğün tam ve açık anlamıyla bir ‘kötülük toplumu’ ortamında ve de koşullarında devindiğini algılarız. Aşk’a bile izin yoktur! İzin vermezler Aşk’ın oluşmasına!
(…)
Bugün dahi ‘cins şair’ Sait Faik’in, yaşarken edebiyatçılarca, romancılarca ve eleştiricilerce nasıl düpedüz taramaya ve alaya alındığını, horlandığını, küçümsendiğini ve kendisine bıyık altından gülündüğünü ben biliyorum.
((Özellikle Beyoğlu’nda arada sırada uğradığı Nisuaz Pastanesi (şimdi Garanti Bankası’dır) ile Ankara Caddesi’nin Ebussuut Caddesi’yle kesiştiği yerdeki ünlü Meserret Kahvesinde.))
Bereket ki Sait Faik’in ailesinin mal mülk varlığı onu biraz koruyordu. Acımasız ve gaddar edebiyat çevresinden ya da arestasından aylarca uzak durabiliyordu.
Sonra, şu da ilginçtir ‘cins şair’ Sait Faik’, edebiyat ve duyarlık dünyasında bir oğul, bir halife yani bir ardıl bırakmamıştır nedense. Öncülü ve ardılı olmayan bir yazar!
Hele yeni kuşaklarda, gençlerde, ((Attila İlhan’ın sıkı deyimiyle “sabun köpüğü çocuklarıdır bunlar!”)) ‘cins şair’e Sait Faik’in düşünce ve ‘idrak’ dünyasında da bu ‘sabun köpüğü kuşağa’ en ufak bir yer yoktur. Bizim meramımız başka, onların meramları çok başkadır! Zaten Sait Faik yaşarken, onların, babaları kendisini ‘kavun acısı yalnızlığı’yla yapayalnız bırakabilmişlerdir. Hem de göz göre bırakabilmişlerdir. Sait Faik’in meramı da, insanları ve insan ilişkilerini ele alışı da gerçekten şimdiki gençlerden çok başkaydı. Şimdi, 1992’de, sözde ona sahip çıkar gibi gözüküyorlar ama ne gezer! İçten ve özden değiller. Bir sahtekârlık taşıyorlar. Sait Faik, belki moda olduğu için böyle bir kurnazlığı seçmiş olabilirler. Gerçekte kendi yaşadıkları hayatta hiç ve hiçbir zaman bir Sait Faik yoktur! Uzaktan Sait Faik’in benzerlerine bile yüz vermiyorlar.
Sait Faik’in, gizli ya da açık kış mekânlarını yazmayı sürdürüyorum:
Tabii öncelikle ünlü LAMBO meyhanesi. Nevizade Sokağı’nda bir köşede. Şimdi biraz büyültülmüş ve içki satılıyor yalnızca.
Orhan Veli’yle Nihat Hanım’ın (Fıratlı) zaman zaman buluştukları bir koltuk meyhanesi. Yalnız pencerenin yanında iki kişinin şöyle biraz oturacak iki yeri var, o kadar. Herkes ayakta. Oraya Sait Faik, Peyami Safa, Mina Urgan, Oktay Rifat, Melih Cevdet, Cahit Irgat, Naim Tiralı, Mücap Ofluoğlu, Cavit Yamaç., geliyor. Sonraları, Edip Cansever, Muzaffer Buyrukçu filan da gelmiş.
Mösyö Lambo, tezgâhın arkasında, vakit buldukça; Gogol, Dostoyevski, Puşkin, Tolstoy okuyor Ruscasından. Ama borçları deftere yazmayı da savsaklamıyor.
Bana yıllar sonra, naiv ve gerçekten ilginç ressam Fahir Aksoy; Sait Faik’in orada Lambo’da bir büyük kavgasını anlatmıştı. O zamanlar hemen hemen bütün tartışmalar soyut ve olmayacak şeyler olurdu genellikle.
İşte Sait Faik’in aslan gibi kükreyerek bağırması ve susmaması orada geçmiştir. Bir gece Peyami Safa da vardır. Yine soyut bir konu tartışması sürdürülüyor içkiler içilirken. Sözgelimi, Paris’te Louvre Müzesi (ya da Sarayı) yanıyor. “Ünlü resim Mona Lisa’yı mı kurtarırsınız: yoksa orada bulunan küçük bir çocuğu mu?”
(…) Peyami Safa, “ben olsam bu durumda Mona Lisa’yı kurtarırdım!” diyor.
Sait Faik ise Peyami Safa’nın bu sözüne karşılık olarak, aslanlar gibi kükreyerek ve bas bas, yüksek sesle, bağırarak ve hatta biraz da Peyami Safa’nın üzerine yürüyerek: “Hayır, ben o çocuğu kurtarırdım!” diyormuş. Büyük bir ağız dalaşı! Sait Faik ayağa kalkmıştır. Mösyö Lambo tezgâhından çıkarak onları ayırıyor, yani daha doğrusu araya giriyor: “Yapmayın, etmeyin çocuklar!” diyerek…
Yıllar sonra, nedense, Mösyö Lambo bu koltuk meyhanesinde bir ortakla birlikte bir kadın ayakkabısı dükkânı açtı. Ve iflas etti. Ve kendini tavana asarak intihar etti. Bunun şiirini Oktay Rifat yazmıştı, hangi kitabında var bu şiir şimdi bilmiyorum. Ve Lambo’nun karşısında Lefter’in Meyhanesi. Kambur Panayot laterna çalardı. 1964’de bando mızıkayla Yunanistan’a gönderilmişti Lefter. Bizim kuşağın çok gittiği bir meyhaneydi ve ucuzdu.
Büyük Ziba ile Küçük Ziba (…). Ucuz. İlk kez Cihat Burak’ı oraya Sait Faik götürmüştür 1946’da. Bir kapıya tekmeler filan atmış Sait Faik.
Bursa Sokağındaki İşkembeci. Şimdi Ahududu Sokağı oldu.
Diamandi meyhanesi. Hammalbaşı caddesinde. İngiliz Konsolosluğu karşısı.
Panayot meyhanesi. Şimdi yine çalışıyor. Ondan ucuzu yoktur. Müşterilerinin hemen hemen hepsi hep hapishaneye girip çıkmıştır.
Anadolu Geçidi. Kuyumcu Franguli ile Fuat Uzkınay Sokağı arasında. Sait Faik Fikret Ürgüp’le oradaki birahanede buluşurmuş.
Rumeli Hanı’nın içersinde bir kahve, gizli. Ama İstiklâl caddesine ve Alkazar, Saray, Şark, Ar, Melek, İpek, Yıldız, Lale, Atlas, Aynalı, Şık ve Elhamra sinemalarına yakın.
Ve Cumhuriyet meyhanesi. Sahne sokağı ile Kalyoncukulluğu Caddesi’nin kesiştiği köşededir. 1933’den beri Cihat Burak’ın, Sait Faik’in, Orhan Veli’nin.. Edip Cansever’in.. vs.nin mekânıdır. Şimdi biz de (…) Cihat Burak’la, Sezer Tansuğ’la, Gülsün Karamustafa’yla, Özay Erkılıç’la, Turgay Özen’le, Ufuk Üsterman’la, Mithat Şen’le, Mustafa Irgat’la, Feryal Çeviköz’le, Yaşar Çubuklu’yla zaman zaman akşamları Cumhuriyet meyhanesine gidiyoruz.
Sait Faik’in daha bir dolu kış mekânları vardı tabii: Eftalikos, Degüstasyon, Çiçek Pasajı, Maya Sanat Galerisi.. filan gibi. Ama şimdilik bu kadar yeter.

Ece Ayhan
Arkitekt Dergisi, 1992, Sayı:3, s. 94- 99

Nis
20
2009
0

“Ben şiirden değil müzikten geliyorum.” (Ece Ayhan)

(…)

Ece Ayhan: Yalnız ‘Sıkı Şiir’de değil, bütün tarihte “şiirin kâhyası” çoktur galiba?

Cemal Süreya: Evet, şiirde kâhya sayısı şair sayısından fazla. Herkes şiirden anladığını sanıyor. İşin ilginç yanı, bir noktaya kadar anlıyor da. Herkes ressama, müzisyene hayran; onların işine karışmıyor. Ama tutup şaire yol gösteriyor. Bunun iyi yanı da yok mu? Şiir ülkemizde herkesin işi olmuş. Şiir üzerine laf yürütenler sevimli değnekçilerdir. İşlerini açıktan açığa yaparlar. Bir de senin dediğin “gizliden gizliye kâhyalar” var. Onların sayısı çok az be!

(…)

Ece Ayhan: Caz?

Cemal Süreya: Şiirimi şöyle özetlemeye kalkıştım bir ara; “Güneşten yırtılmış caz, kavaldan dökülen gökyüzü” Tabii, bir yakıştırma bu, yaklaşık bir laf. “İkinci Yeni” kaç kez defnedilecek yahu!

(…)

Ece Ayhan: Müzik? Ben şiirden değil müzikten geliyorum.

Cemal Süreya: Güneyde küçük bir koy var. Biri oraya şavklı mahşer otobüsleriyle gitmişti. O koy, o otobüsler, o şavk hayatın özüdür. Müzik daha da özüdür.

(…)

Ece Ayhan: Türkiye’de şiirler sessiz çekilir. Ses sonradan (masada) eklenmiştir şiirlere.

(1990)

Ece Ayhan

Şiirin Bir Altın Çağı, YKY, 1993, s.165

 

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Nis
12
2009
1

MEYDANSIZ’CA BİR SÖYLEŞİ…

Meydansız‘ca Bir Söyleşi…

Utku Kaygusuz: Zafer Yalçınpınar’ın “meydansız”la son dönem bir Türkiye portresi çizdiği söylenebilir mi?

Zafer Yalçınpınar: Bu amaçla yola çıkmadığımı ve bu eşleşmenin tüm hatlarıyla doğru olmadığını göz önüne almakla birlikte böyle bir portreden söz edebiliriz. Daha doğrusu söz konusu portrenin çıkarımlarından, türevlerinden biridir “Meydansız”lık… Mesela ilginçtir, soruya “Zafer Yalçınpınar’ın…” diyerek başladın ya.. böyle bir ayrıcalık da yok aslında. Neyi yaşıyorsak, neyi yükleniyorsak, bugün hangi boşluk bize dikte edilmekteyse onu işaret etmeye çalıştım. Yani söz konusu meydansızlık bana özel değildir; herkesin meydansız kalışının bir sonucudur, yüklenimidir, üzüntüsüdür, al-aşağı edilmesidir. Çeşitli olaylara baktığımızda 2007 ve 2008’i iktidar baskısı ile dikte dolu, hatta konjonktür içindeki en baskılı, yüklü yıllar olarak görüyorum. Bunun sonucudur “meydansız”… Günümüzdeki “strateji hastalığı” filan da bu yükün, baskının hatta “dikte edilmiş bir boşluğun” sonucudur. Gelecekte bu yükün azalmasını umut ediyorum.

U.K.: Bilindiği üzere meydanlar, toplumların özellikle de halkların(!) içinde bulunduğu tarih ve düşünce yapısıyla beraber kimliksel tipolojisini yansıtması açısından önemlidir. Buradan baktığımızda ‘meydansız’, bir şiir kimliğinin altında meydansız kalanların kalplerini ellerine tutuşturmuştur, diyebilir miyiz?

Z.Y.: Sorunu yanlış anlamadıysam ve şiirsellikten bahsediyorsak eğer, “meydansız”daki şiirlerin birilerinin eline “yarım ekmekte köfte” veya “yevmiye” tutuşturarak, “Hadi bakalım yürüyün meydanlara!” demediği, demeyeceği açıktır. İmgesel olarak da tarihsel arka plan açısından da böyle bir kökeni yoktur o şiirlerin… Yani senin düşüncen doğru… Oradaki şiirler için “bağımsızlık, kalb ve vicdan” dışındaki her şeyden vazgeçmenin tipolojisidir, diyebiliriz. Her şeyden önce bu özü, sivilliği, sıkılığı belki de sahiciliği işaret eder, yüklenir meydansız… Ve tabii ki günümüzde, böyle bir sivilliğin kabul edilmeyeceği, hoş karşılanmayacağı da aşikârdır. Misal, Ece Ayhan’ın yaşamı araştırılabilir…

U.K.: “Ön” adlı şiirde sıkı bir ironiyi ve bütünüyle kitabın düşünce yapısının akorunu duyuyoruz. O halde şunu sormak istiyorum: Neden “atından inenler/ masaların ucuna/ binerler”?

Z.Y.: Aslında “Merdiven, Ağaç ve Meydansız” adlı şiirimi bahsettiğin bütünsellik için daha öncelikli buluyorum ben. Fakat madem merak ettin, söyleyeyim… “Ön” adlı şiirimde yönetsel süreçlere ve statükoya karşı duruş olarak başka türlü bir vurgu vardır; masalar, yönetimin ve durağanlığın simgesi, mecrası gibidir o şiirde… Devinimin ve bağımsızlığın güzelliğine, yüceliğine karşı masaların yönetsel durağanlığı, bağlılığı, çirkinliği… Masanın hangi tarafında durursanız durun, hangi ucunda olursanız olun aslında “masa” sizi yönetiyordur. Masaya bağlısınızdır. Ahmet Arif bir gün bir mülakat sırasında şöyle der: “Ben bu masalardan çok gördüm!” Statükoya karşıdır Ahmet Arif… Bu sözü söyleyerek karşısındaki adama “Bana hikâye anlatma, seninle uzlaşmayacağım!” der gibidir Ahmet Arif. Masadan kalkmıştır da…

U.K.: Şiir kimliğini ve “meydansız”ı göz önünde bulundurursak- boşluğun önemi nedir senin için?

Z.Y.: Bu konudan bahsetmek istemiyorum. Fakat sana ufak bir ipucu vereyim: Hubert Reeves’in “Boşluk Bakışımın Biçimini Alıyor” adında bir kitabı vardır. Kitabın adı Paul Éluard’a ait olan “Boşluk bakışlarımın biçimini taşıyor” şeklindeki bir dizenin serbest yorumudur. Kitap 2001 yılında dilimize çevrildi. Bu kitap okunabilir…

U.K.: Teşekkür ederim.

Z.Y.: Sağolasın, asıl ben teşekkür ederim.

Mar
27
2009
0

BİR GEMİ…

1978 yılında, “Yazı” Dergisi’nin 2. sayısında yayımlanmış “Ece Ayhan” başlıklı bir Ece Ayhan şiiridir.

 

Şub
26
2009
1

BEYAZ DERGİSİ, YENİDEN…

 

Dağlarca’nın Ahmet Soysal’a emanet ettiği 34 yeni şiir… Fazıl Hüsnü Dağlarca sevgisi buluşturdu onları ilk defa. Bundan tam 27 yıl önce… Ve o buluşmadan Beyaz dergisi çıktı. Yayını 13 yıl sürdü Beyaz’ın… Şimdi, Dağlarca yok artık O’nun yokluğu Turgay Özen ve Ahmet Soysal’ı yeniden bir araya getirdi. Beyaz’ı Hayykitap künyesiyle yeniden yayımlıyorlar. Dağlarca’ya sevgilerinin son sözü olarak, özel bir sayıyla… “Bütün bu şiirleri bana, Dağlarca, üç dört seferde, dergilerde yayımlamam için verdi. Kısmet Beyaz’da yayımlanmalarıymış meğer” diyor kitabın sunuşunda Ahmet Soysal. Beyaz’ın özel sayısında Dağlarca’nın bu son şiirleri dağılmadan, bir toplam durumunda yayımlanıyor ve böylece “şairin şiirde vardığı son nokta ve bir bakıma şiir vasiyeti ortaya çıkmış oluyor.

Hayykitap, okurlarına, önümüzdeki aylarda Ece Ayhan ve İlhan Berk için de birer Beyaz Özel kitabı hazırlayacağını müjdeliyor…

Tanıtım yazısından…

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “DAĞLARCA” ilgilerininin tümüne https://evvel.org/ilgi/daglarca adresinden ulaşabilirsiniz.

 

Şub
19
2009
0

Şiirin Kurgusu

ŞİİRİN KURGUSU 

Bilebildiğimce, 1954 yılından bu yana “şiir”ler, yazılar yayımlıyorum; hayır, bir ana niteliği belli bir toplumda şiirin de (bile) yeri olmayışı sırılsıklam gerçeğinden yola çıkmadım, çıkmıyorum (bu kez); yalnızca, şiir denilen şey hizmet ve meta üretildiği, üreti-lişi gibi “kurulmuyor” kesenkes diyorum. Yani, bir bakıma, iktisatta belirli bir sayfası yoktur şiirin; bu yüzden anlatmak epey zor olacaktır okura şiiri! Siz görünüşe bakmayın. Bir şiir “kurulurken” (doğallıkla başka arkadaşları bilemem) nasıl “yoğruluyor”u soruyorsunuz? Yazmanın, yazılmanın… bir öncesi var ilkin, üç yıllık, on yıllık, yirmi yıllık sorular oluyor kafada sözgelimi; başlangıç kurgusu daha zihin oralardayken örülüyor yapılıyor; kısacası “şiir zihni” sanırım biraz başka türlü işliyor genelgeçer akıl yürütmelerden; daha da özeti “külyutmazlık”tır (Bizim tarihimizden bir örnek, hoşa gitmeyecekse de; Hezarfen Ahmet Çelebi, bir cambazdır ve İstanbul’da Galata Kulesinden uçmak adına atlar, kulenin altındaki bir tümseğin üzerine düşer ve bacağını kırar!.. Yeryüzü tarihinde de Troyalı bir güzel Helen vardır, Homeros İlyada’sında böyle yazıyor, kitaplar, romanlar, filmler var… Oysa Paris Helen’i Yunanistan’dan kaçırdığında bir kocakarıdır!… Bunlar tarihin gidişine yürüyüşüne küçük bir çelme takmak bile sayılmaz tarihçe; “şiir”den söylemesi deyip geçiyorsunuz; bugünlerde çok büyük bir yanlışlık yapılıyor, iş-leniyor özel ve genel anlamda düşünmeklerim gibi…). Yine sözgelimi, bir şeyi, “verilmiş” her bir şeyi (olabildiğince) irdeliyorsundur, yakın ve uzak çevrendeki hiçbir şeyin gösterilmeye çalışıldığı gibi olmadığını biliyorsundur çünkü etinde kanında duyarak; her bir şey bütündür ya; işte bunları şiire taşıyorum… Nesneler, daha çekirdek olarak zihindeyken katlanmaya başlıyor, en yalın bir şiirde bile onun parçalarında yalınlık yoktur, yani ufacık bir şey bile binlerce boyutlu… Benim “kurduğum”, “kurabildiğim” şiirde, soruya, konuya geliyorum, okur denilen kişi karınca kararınca dahi olsa silinmiş olduğu için, bütün kavramlar nesnel gerçeklikler, vb. hızlı bir değişime, belirli bir şiir perspektifinde yerlerini alıncaya dek gelişmeye uğruyorlardır. Yaptıklarımı, ettiklerimi savunmuyorum burada; düşüncemin “iktidar”a geçmesini istemedim hiçbir zaman çünkü. Yalnızca, “şiir”in öyle kitaplarda, kitaplarınızda yazıldığı gibi olmadığı, doğrusu olamayacağıdır, benim de deneyimlerim olmuştur, bildiğimi biliyorum o kadar… “Son biçim”ini alıp almadığını anlamak sorununa gelince, şiirin, buna neden “son öz” denmemiş olduğunu da düşünüyorum, izin verin de bir kömürün bir elmasa dönüşmüş olduğunu artık anlayalım! Bir şiir kıpırdanıyorsa, deviniyorsa sonra ermiş demektir; sözgelimi herhangi bir şey eksikse kıpırdanmaz! Ustalar şunu çok iyi anlayacaklardır; şiir tam bir avadanlıktır, tarihsel bir avadanlıktır!… Devletle…

Ece Ayhan 

1982, Türk Dili Dergisi

 

Oca
18
2009
0

Video: ECE AYHAN, “FAYTON” ADLI ŞİİRİNİ OKUYOR…

Ece Ayhan’a ilişkin bir video kaydına daha ulaşmanın ve bu kaydı gün ışığına çıkarmanın mutluluğunu ya da heyecanını yaşıyorum. Kayıtta Ece Ayhan, “Fayton” adlı şiirini sesli okuyor… Videoyu https://zaferyalcinpinar.com/fayton.avi adresinden indirebilir ve arşivleyebilirsiniz.

Hamiş: Daha önce Ece Ayhan’ın “Mor Külhani” adlı şiirini sesli okuduğu bir video kaydını Ozan Demirci gün ışığına çıkarmıştı. O videoya da https://zaferyalcinpinar.com/morkulhani.avi adresinden ulaşabilirsiniz.

İçtenlikle

Zafer Yalçınpınar

 

Ara
30
2008
12

Ece Ayhan, ABD sokaklarında: “Blind Cat Black – Poetry Scores”

 

(Yukarıdaki kupür 30.12.2008 tarihli BirGün Gazetesi’nde yayımlanmıştır.)

Türk Edebiyatı’na duyurulur: “Ece Ayhan, ABD sokaklarında da dolaşıyor!”

St. Louis çevresinde takılan “Chris King” ve “Poetry Scores” adlı Amerikan şiir taifesi, Ece Ayhan’ın “Bakışsız Bir Kedi Kara” adlı kitabındaki şiirlerin İngilizce çevirilerini besteledi ve çeşitli şiir okumalarıyla da birleştirerek albümleştirdi. Albüm, “Blind Cat Black” adıyla ABD sokaklarında dolaşıyor… Ece Ayhan’ın “Bakışsız Bir Kedi Kara” ve “Ortodoksluklar” adlı kitapları daha önce Murat Nemet-Nejat tarafından İngilizce’ye çevrilmiş ve Amerika’da “Sun & Moon Press” adlı yayınevi tarafından tek bir kitap olarak yayımlanmıştı. Albümün oluşmasında ve kayıtlarda Murat Nemet-Nejat‘ın payı gene çok büyük… Albümün yapımcılarından Chris King, önümüzdeki iki ay içerisinde albümdeki şarkıları, şiir okumalarını ve çeşitli imgesel öğeleri birleştirip özel bir DVD’nin oluşturacağını da belirtti.

Ece Ayhan’ın dizelerinden ve şiirlerinden oluşan “Blind Cat Black” adlı albüm 28 parçalık “şarkı ve şiir okuması”ndan oluşuyor. Albümdeki kayıtlarda şu sanatçılar (ve gruplar) yer almış: Pops Farrar, Michael Cooney, Fred Friction, Three Fried Men, Les Murray, Middle Sleep, Heidi Dean, Tim McAvin. Albümün kapak çizimi ise “Julie Doucet” tarafından yapılmış.

Chris King’in, “Ece Ayhan – Bakışsız Bir Kedi Kara” hakkındaki makalesine, 28 parçalık albümün oluşum süreciyle ilgili çeşitli ayrıntılara ve albümde yer alan bazı şarkıların MP3’lerine şu adresten ulaşılabilir: https://poetryscores.blogspot.com/2008/12/blind-cat-black-as-my-invisible-dog.html

Ayrıca, 28 parçalık albümde yer alan 16 parçanın MP3’ünü aşağıdaki bağlantılardan da indirebilirsiniz…

BLIND CAT BLACK – Poetry Scores

—————-

2. “Epitafio”  (Fred Friction, Three Fried Men)

5. “The marching band of his friend and of death” (Kennebunkport Jazz Workshop)

7. “The secret Jew” (Pops Farrar, Flatrock)

8. “That guy”  (Stefene Russell, Tom Hall)

9. “In the sewers of my veins”  (Fred Friction, Three Fried Men)

10. “A flood of first summer”  (Murat Nemet-Nejat)

11. “Bats without wings; wet guns”  (Les Murray, Middle Sleep)

13. “Madness put on a porkpie hat” (Middle Sleep)

15. “The sea of late hours”  (Michael Cooney)

17. “This monster traveler in hashish”  (Latif Bolat, Gary Haggerty)

20. “My son is a queen”  (Three Fried Men)

21. “Why the sea rises”  (Tim McAvin)

22. “Mitsrayim”  (Murat Nemet-Nejat, Latif Bolat)

24. “The muddy music of the ink squid”  (Three Fried Men)

26. “Without wings”  (Murat Nemet-Nejat, Latif Bolat)

28. “Ipecacuanha, the emetic”  (Chris King, Latif Bolat, Heidi Dean)

Hamiş: Poetry Scores’un web sitesine https://poetryscores.blogspot.com/  adresinden ulaşabilirsiniz… Albümle ilgili birçok ilginç ayrıtı bu adreste yer alıyor.

2. Hamiş: Albümle ilgilenenler ve albümü temin etmek isteyenler Chris King’e brodog@hotmail.com  adresinden ulaşabilir…

Sahicilikle/ ZAFER YALÇINPINAR

Kas
08
2008
0

Video: ECE AYHAN, MOR KÜLHANİ ADLI ŞİİRİNİ OKUYOR…

Bugün, Ece Ayhan’a ilişkin bir video kaydına ulaşmanın mutluluğunu ve heyecanını yaşıyorum. Kayıtta Ece Ayhan, “Mor Külhani” adlı şiirini sesli okuyor… Video kaydını gün ışığına çıkaran Ozan Demirci’ye paylaşımı için çok teşekkür ederim. Videoyu https://zaferyalcinpinar.com/morkulhani.avi adresinden MP4 biçeminde indirebilir ve arşivleyebilirsiniz.

Hamiş: Codec sıkıntıları nedeniyle video dosyasını açamayanlar, https://www.okumasitesi.com/video/3036  adresini ziyaret ederek videoyu izleyebilirler.

Eki
22
2008
0

Sahi, Nilgün Marmara ile Tezer Özlü yaşadı mı patron?!

(…) Nilgün Marmara ve Tezer Özlü. Bence ikisi de erkekti! Hodri meydan anlamında. Adımlarını geri almazlardı. (…) Yabancı dili çok iyiydi Tezer’in. Ellias Canetti’nin kitabını “Körleşme” diye çevirdiler. Tezer, “Aslında Körleşme değil, Kamaşma” demişti. Nilgün Marmara’nın en belirgin özelliği; Mülkiyet Duygusu’nun olmamasıdır. Kızıltoprak’taki evinde oturuyorlardı. Evlenecek. Ev kocasının. Salonun parkeleri bir milim inceltildi, yeniden cila yaptılar. Haftasonları onlarda kalıyordum. “Bak ne güzel oldu” dedim. “Misafirler için artık salonu kullanmayın, benim kaldığım odayı kullanın.” Dedim. O da “İnsanlar kullanmayacaksa ne işe yarar!” demişti. Nilgün Marmara’nın nikâh şahidiydim. Kadıköy’deki nikâhta hiç süslenmedi, gelinlik giymedi. Şöyle bir mavi sürmüştü gözüne, herhalde rimel. Ben bazen Tezer Özlü ile Nilgün Marmara’yı birbirine karıştırırım. Sahi, Nilgün Marmara ile Tezer Özlü yaşadı mı patron?!

Ece Ayhan
Öküz Dergisi, Sayı: 2000/2, s.2

 

Ağu
20
2008
0

1966: Şair, şiir yazmak zorunda değil.

(…)

Ece (Ayhan Çağlar): Şair, şiir yazmak zorunda değil.

Önay Sözer: Nasıl olur? Sen şiir yazmaktan vazgeçebilir misin? Şiirini besleyen özyaşantıyı canlı tutmaya, yitirmemeğe çalışmıyor musun?

Ece (Ayhan Çağlar): Bak söyliyeyim. Şiir yazmaktan tümüyle vazgeçebilirim. O zaman onun yerine başka birşey yapardım:balıkçılığa başlayabilir, ya da kuzey kutbunu araştırmağa gidebilirdim. Şiir yazıyorsam, şimdilik vazgeçemediğim için yapıyorum bunu: ama şiir yoluyla varolmak şart değil. (…) Birgün istersem şiirden vazgeçebileceğimi düşünmeseydim, belki de şiir yazmayı sürdüremezdim.

(…)

Yeni Ufuklar, 1966

 

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com