İ.T.Ü. Edebiyat Kulübü’nden tanıdığımız Yiğit Barut, Gilgameş (Gılgamış) Destanı’na şiirsel bir yaklaşım katarak, okuyucunun zihninde uyku, ölüm korkusu ve ölüm(süzlük) kavramlarıyla biçimlenen düşsel bir çerçeve/denklem oluşturuyor.
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
(…) Yaşamın, seni ulaşman gereken düzeyin altında tutmağa çalışan eğilimlerle (bu arada kendininkilerle de) savaşmakla geçecek. –Bu yüzden de, ulaşman gereken düzeye ulaşamayacaksın; yani, başarılı olacak o eğilimler, sonunda. Zaten, belki, istedikleri de budur:
Senin, onlarla savaşmak yüzünden, ulaşman gereken düzeyin altında kalman…
Ama savaşacaksın, gene de: sonuç her iki durumda da aynı olmayacak mı zaten – sen, zaten, ulaşman gereken düzeyin altında kalmayacak mısın ki? –Ama, savaşırsan, en azından (nereye gelebilirsen) geldiğin düzeye savaşarak gelmiş olacaksın –bu da boşuna olmayacak.
Oruç Aruoba “De Ki İşte”, Metis Yayınları, 2001, s.44
Yankı Odası‘nda Oruç Aruoba’ya Saygı Özel Yayınları (5. Bölüm, 2 Haziran 2024) (6. Bölüm, 9 Haziran 2024)
31 Mayıs 2020 tarihinde vefat eden ustamız Oruç Aruoba’yı saygıyla anıyoruz:Upas Yayın’ın dostlarından Emrah Sönmezışık, Alparslan Beyhan, Cem Onur Seçkin ve B. Emir Alisipahi geçtiğimiz ay 6:45 Yayın tarafından kitaplaştırılan Oruç Aruoba, Usta Defterihakkında Zafer Yalçınpınar’a çeşitli sorular yönelterek, usta ve ustalık olgularını irdeliyor…
ORUÇ ARUOBA, USTA, USTALIK VE USTA DEFTERİ‘NE DAİR…
Emrah Sönmezışık: Oruç Oruoba ile gerçekleştirdiğiniz görüşmelerin “ustalık ile yaşama onuru” kıymeti taşıdığını belirtiyorsun. Usta ve ustalık kavramları birbirini oluşturan ve birbirinden ayrılması güç kavramlar. Kitabın girişindeki söylemin usta-çırak ilişkisinin ötesinde bir anlam mı taşımakta?
Zafer Yalçınpınar: Oruç
Aruoba, 80’ler öncesi akademik yaşantısında da akademiden ayrıldıktan sonraki
dönemde de “anlama, anlatma, öğrenme, öğretme” gibi işlevleri usta-çırak
ilişkisi şeklinde biçimlendirmiştir. Evet, Aruoba akademiyi terk etmiştir,
fakat anlamayı, anlatmayı, öğrenmeyi ve öğretmeyi bırakmamıştır. 90’ların
sonunda ve 2000’lerin başında Gümüşlük Akademisi ile Açık Üniversite kapsamında
gerçekleştirdiği çalışmalar da bunu gösteriyor. Bu örneklerle birlikte bizim
tüm görüşmelerimizde de bize aynı şekilde yaklaşmıştır. Hatta edebiyat,
yayıncılık ve felsefe çevresinden yaşça büyük isimlere “Oruç Aruoba benim
ustamdır,” dediğimde karşı taraftan “Oruç Aruoba hepimizin ustasıdır!”
cevabını, tepkisini alıyorum. Burada önemli olan şey, Oruç Aruoba’nın hiçbir
zaman, hiçbir durum karşısında bir “üstat” gibi davranmamasıdır. Üstat, tek başınadır.
Üstatlar uğraştığı işleğin gizlerini ve özünü üçüncü kişilere aktarmazlar. Buna
karşın “usta” öyle değildir. Usta, işleğin gizini ve özünü “yaşayarak” en iyi
şekilde kavrar ve çeşitli yöntemlerle işleğin gizini-özünü yani zanaatını
çırağına (hatta, çırak bu aktarımın idrakine eşzamanlı olarak kavuşmasa bile)
aktarmaya çalışır. Usta iyiyse, çırak (çırağın kendisi farkına varmadan)
zamanla ustalaşır. Usta öldüğünde yaşamının anlamı ve özü, çırağına,
çıraklarına geçer. Aruoba’nın en önemli sözüdür çıraklarına: “Anlam, hep,
sonradan gelir.” Bu silsile, ahilikten günümüze uzanan bir şekilde, ustanın
hayatının anlamı ve sonucudur da. Fakat, üstat tek başınadır. Üstat öldüğünde
yaşamının anlamını da kendisiyle beraber götürür. Bu bağlamda kesin bir şekilde
söylüyorum: Oruç Aruoba ustaydı, ustamdı, ustamızdı. Günümüzün üstatları gibi
yapmazdı ustamız! Örneğin, yaşarken kendi heykelini diktirtmemiştir, örneğin
kendini yaşayan en büyük şair seçtirtmemiştir. Usta, diğer her şeyle birlikte
“zamanlama”nın ve “yaşamın anlamı”nın da ustasıdır. Ustalık; ustanın kendi
işleğiyle birlikte yaşamının anlamını önce yüklenmesi, sonra da çıraklarına
özgün yöntemlerle aktarmasıdır.
Alparslan Beyhan: “Bir
mühendis, ne kadar ahmaksa o kadar mühendistir. İyi bir mühendisse, yani,
ahmaktır zaten. Üzülme!” Bu sözü biraz açar mısın?
Zafer Yalçınpınar: Açıklayayım.
Mühendis tipolojisi, matematiksel modelleme (algoritma), mantık ve bilgi
teorisi açısından deterministik sınama, ölçme ya da deneyleme yöntemleriyle
çalışır. Fakat özellikle de kapitalist endüstri devrimi sonrasında matematiksel
modellemenin değiştiği, deterministik bileşenlerin yanına her zaman %3, %5, %10
oranında bir stokastik bileşen, “hata payı” eklendiği görülür. Yani,
matematiksel modeldeki deterministik bileşenlerinin açıklayamadığı her şey
kendini stokastik bileşende ifade eder. Bunun felsefedeki karşılığı “bulanık mantık”
veya “dilsel görelilik” olarak tanımlanabilir. Buna bilim dünyasında
“entropi”,“insan faktörü”, “metal yorgunluğu” veya başka isimler de koyuldu.
Mühendis tipolojisi ister ki modelinde “stokastik” bileşen olmasın. Her şey keskin,
pürüzsüz, hatasız, sıfır hatayla işlesin ve kurduğu model 6 Sigma teorisindeki
gibi mükemmelleşme yolunda çalışsın falan… Tamam, belki üretim, makineler,
robotlar ve yazılım dünyasında durum böyledir veya özellikle endüstri 4.0 tipi
büyük veri algoritmalarıyla teorik bir mükemmeliyete yaklaşılıyor. Ama hiçbir
zaman bu mükemmeliyet hayali pratikte gerçekleşmeyecek. Çünkü hesaplama dili
olan matematikte “sayılamaz sonsuz” diye bir kavram var. Ya da örneğin “pi
sayısı” diye deterministik açıdan tam olarak ne/kaç olduğu kesinleşmemiş bir
sayı var hâlâ… Şimdi bu tip bilinmezler varken tutup, “Ben pi sayısını tam
olarak biliyorum, ben her şeyi mükemmelleştirdim, mükemmel bir model yarattım.”
diyen bir mühendis -en hafif tabiriyle- ahmaktır. Fakat aynı mühendis söz
konusu “hatasız modelleme gayreti” yolunda ilerlediği, çabaladığı için de
deterministik gelişim açısından -yani hata payını azaltmak yolunda- iyi ve
başarılı bir mühendistir. Aruoba, “ahmak” ifadesiyle bu çelişkiyi ve
imkânsızlığı anlatmaya çalışıyor. Endüstri 4.0’ın ve dijitalleşmenin
konuşulduğu çeşitli mecralarda şu şiirsel soruyu dile getiriyorum hep:
“Robotlar düşünebiliyorlar, tutarlı hesaplarla öngörüler yapabiliyorlar ve
hatta şiir yazabiliyorlar. Fakat rüya görebilecekler mi?” Ya da Ece Ayhan’ın efsanevi
bir dizesiyle sorarsak; “düzayak çivit badanalı bir kent nasıl kurulur abiler?”
Bilmem, anlatabildim mi…
Alparslan Beyhan: Aruoba’nın
yazılarının toplanacağı iki ayrı çalışmanın bahsi geçiyor kitapta. “Yerli
Yersiz Felsefe” ve “Benzemezler“. “Yerli
Yersiz Felsefe” yazısını ve başka birtakım yazıları da ayrı ayrı
yayımladın. Fakat sanırım “Benzemezler“i henüz bir araya
getirmedin? Böyle bir niyetin veya çalışman var mı?
Zafer Yalçınpınar: Var… Yıllardır bu çalışmaları evvel.org kapsamında gerçekleştiriyor ve Aruoba’nın kitaplaşmamış metinlerini araştırıyoruz. Önümüzdeki yıllarda, acele etmeden, ustamızın istediği gibi “doğru bir işlekle” bu araştırmaları toparlayacağız, değerlendireceğiz ve başka birçok önemli yaklaşımla birlikte önce Türkçe’nin zihnine -sonrasında da insanlığın zihnine- sunacağız.
Alparslan Beyhan: Aruoba’nın
yazmaya niyetlenip de yazamadığı, başlayıp da bitiremediği bir metin var mıydı
son döneminde?
Zafer Yalçınpınar: Aruoba’nın
yayımlanan son yazısının gezi parkı direnişi zamanında Tayyip Erdoğan’a ithafen
kaleme aldığı açık mektup (Cumhuriyet Gazetesi, 17 Ağustos 2013) olduğunu
tahmin ediyorum. Fakat, Usta Defteri’nde aktardığım görüşme sırasında (Mayıs
2011’de) “Bülent Arınç, Şevket Kazan ve Kasaba Avukatlığı” başlıklı bir yazıyı
sürdürdüğünü ancak tamamlayamadığını ifade etmişti.
Alparslan Beyhan: Üst
dudağını dik tutmanın mânâsı… Alternatif bir okuma olarak, bunu, dişlerimizi
sıkarak mücadele ederken üst dudağımızın aldığı şekle yorabilir miyiz? Yani
Usta, burada “terzi“liği bırakmamanı salık veriyor olabilir mi
acaba? Eğer öyleyse, bu vasiyeti tutuyor musun?
Zafer Yalçınpınar:
“Bilemiyorum Altan.” Bu tip şeylere zaman karar verir. Dahası, sizler, gelecek
kuşaklar karar verecek. Ve şu kesin: “Anlam, hep, sonradan gelir.” Çeşitli
iniş-çıkış ve türbülanslarla birlikte, Aruoba’nın öğüdünü uygulamaya ve işaret
ettiği yolda ilerlemeye çalışıyorum…
B. Emir Alisipahi: “Yer görelidir; mutlak olan, yoldur —ya da, yürümek…” (Yürüme,
s.123) “Hiç umut etme kazanacağın
yolunda!” diyor sana Oruç Aruoba. Usta için yolu kazanmak -atımızdan
inmeden- salt yolda olmak anlamı mı taşıyordu? Bu tümce, senin yaşamında neleri
uyandırmıştır?
Zafer Yalçınpınar: Oruç Aruoba’nın “Yürüme” adlı kitabı -gerçekten de- en kuvvetli
ve yol gösterici eseridir. Bir telefon görüşmemizde Aruoba’ya kendi hayatımla
ilgili özel bir durumdan bahsetmiş ve anlatının sonuna da Yürüme’den şu tümceyi
eklemiştim: “Yeni yer yoktur.” Aruoba anlattığım olaya gülmüş ve şöyle demişti:
“Evet, yeni yer yoktur. Çünkü, yeni yol vardır.” Şimdi, sorduğun soruya
Aruoba’nın tümceleriyle cevap vermek çok daha iyi olacak, sanıyorum: “Yaşamın, seni ulaşman gereken düzeyin
altında tutmağa çalışan eğilimlerle (bu arada kendininkilerle de)savaşmakla
geçecek. –Bu yüzden de, ulaşman gereken düzeye ulaşamayacaksın; yani, başarılı
olacak o eğilimler, sonunda. Zaten, belki, istedikleri de budur: Senin, onlarla
savaşmak yüzünden, ulaşman gereken düzeyin altında kalman… Ama savaşacaksın,
gene de: sonuç her iki durumda da aynı olmayacak mı zaten – sen, zaten, ulaşman
gereken düzeyin altında kalmayacak mısın ki? –Ama, savaşırsan, en azından (nereye
gelebilirsen) geldiğin düzeye savaşarak gelmiş olacaksın –bu da boşuna
olmayacak.” (De Ki İşte, s.44)
B. Emir Alisipahi:“Kurtuluş yoktur
masalardan.” (İlhan Berk, Şeyler Kitabı, s.64) İlhan Berk, şeylerin
tabiatını kurcalarken masa hakkında “Etik,
masanın doğası gereğidir.” diyordu. Bu söylemin bir yansıması olarak usta,
sandalyenin, sandalyelerin, masaya, masalara göre biçimlenmesi gerektiğini mi
tembihliyordu bize?
Zafer Yalçınpınar: Güzel
bir analoji kurdun kafanda… Fakat, hayır, Aruoba Gümüşlük Akademisi’ndeki
masa-sandalye hikâyesini anlatırken benim “Ustamın tahtı…” söylemimle dalga
geçiyordu sanki… “Gözünde büyütüyorsun her şeyi…” der gibiydi. Gülüyordu bana,
masa-sandalye hikâyesini anlatırken…
Cem Onur Seçkin: “Şimdi, siz evlisiniz. Mutlu olmak için
-kimsenin haberi olmadan- gidin, boşanın. Kimseye haber vermeyin. Sadece siz
ikiniz bilin bunu. Daha mutlu olacağınızdan eminim. Ben bunu kendi eşime
önermiştim. Ama o kabul etmedi. Sonra, gerçekten boşandık.”
deyişiyle ilginç bir diyaloga giriyor Usta. Aruoba’nın burada bahsetmek
istediği şeyi biraz daha açabilir misin? Sence bir duygu-düşünce diyalektiği
savunucusu günümüzde bu “evlilik” denilen kamu sponsor şirketlerini tamamen mi
reddetmelidir?
Zafer Yalçınpınar: Bir
kere, senin de vurgulamaya çalıştığın gibi evlilik dediğimiz resmî birliktelik
türü (eğer boşanma ile sonuçlanırsa işbu boşanma süreçleri de dâhil olmak üzere)
düğün, kiralama, lojistik, ev sahibi olma, eşya satın alma, doğum, çocuğun eğitimi
falan gibi çekirdek aile konularını (özellikle de son 20 yılda) endüstrileştirdi.
Eskiden -yarı şakayla- “evlilik müessesesi” denirdi. Şimdilerde ekonomik işlem
hacmi olarak koskocaman bir “evlilik sektörü ve endüstrisi”nden bahsedebiliriz.
Fakat Oruç Aruoba, senin de aktardığın söylemle, mevcut düzeneğin kapitalist
bileşenlerine işaret etmiyordu. Aile ve evlilik kavramının toplumsal katman ve
halkalardaki sosyolojik etkileşimini, bu etkileşimin bireyler ve ilişki
üzerindeki olumsuzluğunu anlatmaya çalışıyordu. Evlilik, şu veya bu biçimde farklı
bir sosyal statü oluşturuyor ve bazı teamüllerle birlikte sosyolojik katmanları
ilişkiye dâhil ediyor. Bu da birbirini seven iki insan arasındaki ilişkinin saflığını,
özünü ve niteliğini -üstelik de resmî bir şekilde- değiştiriyor. Diğer sosyolojik
katmanların müdahalesiyle ilişkinin özü değişiyor; sosyolojik açıdan saflığını
ve sivilliğini kaybediyor. Basitçe söylersek; evlilik sonrasında -zamanla-
evlenen insanların “bağlılık biçimi” değişiyor, sosyal statü nedeniyle duygusal
aşınmalar, farklı öz-değerlendirmeler ve sosyal baskılar oluşuyor. Oruç Aruoba,
“İle” adlı eserinin bazı epizotlarında böylesi duygusal erozyonlardan bahseder
ve bu tip konuları detaylıca irdeler.
Alparslan Beyhan: Kitabın
takdiminde “Aruoba’nın yayıncılık,
yayınevleri ve editörlük ortamına dair anlattığı bazı olaylar ile dile
getirdiği bazı isimler -ustanın kendisinin de işbu olaylarla ve isimlerle
anılmak -istemediği” için kitaba alınmadı, diyorsun. İsim vermeden de
olsa, Aruoba, nelerden/kimlerden dertliydi o sıralar?
Zafer Yalçınpınar: Bu sorunun cevabını geleceğe bırakıyorum. Fakat bu soruna -zamanı gelince- en yüksek perdahtan cevap vereceğimden emin olabilirsin. Tüm taifeye, hepinize, bu güzel sorular ve yaklaşımlar için çok teşekkür ediyorum…
S.H. Dergisi: Sait Faik sağ olsaydı, kendi adına kurulan bu armağanı üç yıldan beri kazananlar için ne derdi?
Ece Ayhan: Sait Faik sağ olsaydı, herhalde; “Yahu teselli mükafatı mı bu?” derdi.
Mart-Nisan 1957 tarihli “Seçilmiş Hikâyeler” dergisinde yer alan “Sait Faik: Her Yıl Yeniden Ölen Adam” başlıklı dosyayı tekrardan yayımlıyoruz. Dosyanın tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/olenadamsaitfaik.pdf (18 Mb.) adresinden ulaşabilirsiniz.
Salim Şengil’in yönettiği “Seçilmiş Hikâyeler” adlı derginin Mart-Nisan 1957 tarihli 62. sayısı çok önemlidir. Önemlidir çünkü modern edebiyat tarihimizde ilk kez kayda değer şekilde -dimdik durarak, topluca ve ayağa kalkarak- bir edebiyat yarışmasının(armağanının) sonucuna ve dağıtımındaki haksızlığa karşı çıkılmıştır. Salim Şengil ve “Seçilmiş Hikâyeler” dergisi çevresinde yer alan yazarlar, 1957 yılının “Sait Faik Hikâye Armağanı”nın adil bir şekilde dağıtılmadığına işaret etmişlerdir; derginin 62. sayısı “Sait Faik: Her Yıl Yeniden Ölen Adam” adında oylumlu bir dosyaya ayrılmıştır. Salim Şengil ve arkadaşlarının iddiası; 1954-57 yılları arasında Sait Faik Hikâye Armağanı’nın Varlık Dergisi çevresindeki yazarlara haksız bir şekilde dağıtıldığı yönünde eleştirel bir bakış içeriyor. Dosyanın başında Salim Şengil’in açıklaması ve Seçilmiş Hikâyeler dergisi çevresinin “Sait Faik Hikâye Armağanı”ndan çekilişinin, ayrılışının öyküsü ile açık/sert bir mektup yer alıyor. Ardından konuya ilişkin olarak Attila İlhan‘ın “İş İştir”, Burhan Arpad‘ın “Sait Faik Adına Saygı Gerekir”, Tevfik Çavdar‘ın “Varlık Sanat Tekeli” ve Orhan Duru‘nun “Maskeli Balo” adlı ağır eleştiri yazıları yer almaktadır. Ciddi haksızlıklara karşı yayımlanan bu dosyada kısa bir soruşturma da gerçekleştirilmiş… Soruşturmaya Fikret Otyam, Ece Ayhan, Çetin Altan, Suat Taşer, Tarık Buğra, Mehmed Kemal, Sabahattin Batur, Vüs’at O. Bener, Baki Kurtuluş, Nezihe Meriç, Muzaffer Erdost, Güner Sümer, Tarık Dursun K., Orhan Duru, Tevfik Çavdar, Celâl Vardar, Sevgi Batur, Şükran Özkutlu, Can Yücel, M. S. Arısoy, Mahmut Makal ve Tektaş Ağaoğlu cevap vermiş. Soruşturma cevaplarının çoğu Sait Faik Hikâye Armağanı’nda yaşanan haksızlığı işaret ediyor…
Seçilmiş Hikâyeler dergisinin 1957’de sergilediği “karşı duruş ve haklı tepki” bize şunu göstermektedir: “Günümüzdeki hakkaniyetsiz edebiyat yarışmaları, edebiyat oligarşisi, edebiyat kâhyaları, üleştirmenler ve ödüllendirme sistematiği arasındaki habis birliktelik “yeni” bir şey değil… Yeni olan şey, söz konusu habis birlikteliğe tepkisiz kalışımız…”
Sonuçta, Evvel fanzin kapsamında (sözkonusu edebi ayaklanmadan tam 61 sene sonra, yani 2018 yılında) herkese ibret olsun diyedir, “Seçilmiş Hikâyeler” dergisinin “Sait Faik: Her Yıl Yeniden Ölen Adam” başlıklı dosyasını tekrardan yayımlıyoruz. Dosyanın tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/olenadamsaitfaik.pdf (18 Mb.) adresinden ulaşabilirsiniz.
Sahicilikle Zafer Yalçınpınar
Hamiş: 66 yıl sonra, günümüzde, hâlâ aynı yerde saydığımızı görmek beni üzüyor.
Hamiş: Yalçınpınar’ın tüm şiirlerini ve edebiyat çalışmalarını https://zaferyalcinpinar.info adresinden ücretsiz olarak okuyabilir ve arşivleyebilirsiniz.
Türk Edebiyatı’nın en etkileyici hikâyecisi Sait Faik‘in tek şiir kitabı olan Şimdi Sevişme Vakti’nin 1953 yılında (vefatından önce) yayımlanan ilk baskı orjinal replikasını okurlarımıza sunmaktan gurur duyuyoruz. Zafer Yalçınpınar tarafından 2017 yılında kaleme alınan ‘Sait Faik’in Şiirlerine Dair Önemli Bulgular‘ başlıklı inceleme çalışması da Sait Faik’in ilk ve tek şiir kitabının yayın süreci ile diğer baskılarına ışık tutarak replikaya eşlik ediyor…
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
Yankı Odası‘nın 21. Bölümü’nde Dipsiz Göl adlı şiir kitabımı anlattım. (22. Bölüm’de Dipsiz Göl’deki şiirleri, imgeleri irdelemeye devam edeceğiz…)
22. Bölüm’ün yayın tarihine/saatine ilişkin bilgiler/güncellemeler/değişiklikler için lütfen sosyal medya hesaplarımızı takip ediniz. (instagram: @evvelfanzin twitter: @calmayan)
Türk Edebiyatı’nın en etkileyici hikâyecisi Sait Faik‘in 1939 yılında kendi imkânlarıyla yayımladığı ikinci hikâye kitabı olan Sarnıç‘ı okurlarımıza sunmaktan gurur duyuyoruz.
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
13 Şubat 1976 tarihinde yayımlanan Milliyet Sanat Dergisi-Kuzgun Acar Özel Sayısı’nın tam metnini (pdf dosyası biçeminde) https://evvel.org/milliyetsanat76kuzgunacar.pdf adresinden okuyabilir ve arşivleyebilirsiniz. Özel sayıda Zühtü Müritoğlu, Haldun Taner, Onat Kutlar, Namık Denizhan, Mengü Ertel, Özdemir Nutku ve Ziya Metin’in yazıları bulunuyor…
Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan Kuzgun Acar başlıklı ilgilerin tümünü https://evvel.org/ilgi/kuzgun-acar adresinden inceleyebilirsiniz.
Kuzgun Acar‘ın da yayın kurulunda yer aldığı Tiyatro Dergisi’nin (vefatından 2 ay sonra yayımlanan ilk sayısı, 3 Mayıs 1976, No: 32) Kuzgun Acar için özel bir anma bölümü içeriyor. Dergide bulunan anma metinlerinin tamamını (pdf dosyası biçeminde) https://evvel.org/tiyatro76kuzgunacar.pdf adresinden okuyabilir ve arşivleyebilirsiniz.
(…) Dipsiz Göl’de yer alan şiirler 2017’den günümüze kaleme aldığım 21 pâreden oluşuyor. Bu şiirleri fragmante varoluşlarından çıkararak, şiirlerin taşıdığı kırık ve acılı yükleri bütünsel bir düzlemde nasıl konumlandırırım diye uzun zamandır düşünüyordum:- maalesef şairler bazı tarihsel döngü noktalarında birer düşünür gibi davranmak zorunda kalır. Neyse… Bahsettiğim ve ihtiyaç duyduğum konumlandırma noktasında yeni bir imgesel alan derinliği tasarımı oluşturmam gerekiyordu ki bu tasarımı oluşturabilmem için de 21 pâredeki benzerlikleri ve farklılıkları belirlemek çok önemliydi. Şiirlerin sınırlarını yoklamam, şiirsel dil açısından yakınsama ve ıraksama noktaları nasıl akışkanlaşıyor gibi sorulara cevap bulmam ve şiirlerin biçimsel öğelerini dönüştürmem gerekiyordu. İşte, senin ifade ettiğin ‘nefessiz imgesel düzlem’ veya ‘karanlık ormanlardan geçmek’ gibi benzetmeler böylesi bir ortak alanda anlam kazanıyor; Almancası ‘weltschmerz’… Bu ifadeyi ‘dünya ağrısı’ veya ‘varoluş sancısı’ olarak çevirebiliriz. Bugün içerisinde hayatta kalmaya çalıştığımız neoliberal düzenin kentsel gündemini ve tüm bileşenleriyle birlikte kurulu rant ekosistemini -gerçekten de- kötücül bir ‘karanlık orman’ olarak görebiliriz. Ve evet, bu palyatif ve tıknefes süreç bir yaşayıştan çok ‘hayatta kalma’ uğraşısı olabilir ancak… Ölümle kalım arasında… Uğur’un Taksim’deki düşüş ânı zihnimdeki imgesel haritada böylesi bir orijin oluşturdu. ‘Dipsiz Göl nerde, neresidir?’ diye sorsan bana, ‘Taksim’de, Uğur’un atladığı ânda ya da düştüğü yerde açılan bir paralel evrende!’ diye cevaplarım. Uğur’un ‘kazayla intihar’ olarak tanımladığım düşüşü ve vefatı zihnime bir şimşeğin görüntüsü gibi mıhlandı… (…)
Tunç Üvendire’nin Küba notları günlük yaşamın sosyokültürel görünümleri olarak okunmayı hak ediyor. Her karenin biçimsel bir analizini yapabildiğimiz gibi içerik okumasını da yapabiliyoruz. Bu özellik fotoğrafçının ürettiği doğrudan görünümlerin anlatımcı yapısına işaret ediyor. (Özcan Yurdalan)
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
(…) Dipsiz Göl’de yer alan şiirler 2017’den günümüze kaleme aldığım 21 pâreden oluşuyor. Bu şiirleri fragmante varoluşlarından çıkararak, şiirlerin taşıdığı kırık ve acılı yükleri bütünsel bir düzlemde nasıl konumlandırırım diye uzun zamandır düşünüyordum:- maalesef şairler bazı tarihsel döngü noktalarında birer düşünür gibi davranmak zorunda kalır. Neyse… Bahsettiğim ve ihtiyaç duyduğum konumlandırma noktasında yeni bir imgesel alan derinliği tasarımı oluşturmam gerekiyordu ki bu tasarımı oluşturabilmem için de 21 pâredeki benzerlikleri ve farklılıkları belirlemek çok önemliydi. Şiirlerin sınırlarını yoklamam, şiirsel dil açısından yakınsama ve ıraksama noktaları nasıl akışkanlaşıyor gibi sorulara cevap bulmam ve şiirlerin biçimsel öğelerini dönüştürmem gerekiyordu. İşte, senin ifade ettiğin ‘nefessiz imgesel düzlem’ veya ‘karanlık ormanlardan geçmek’ gibi benzetmeler böylesi bir ortak alanda anlam kazanıyor; Almancası ‘weltschmerz’… Bu ifadeyi ‘dünya ağrısı’ veya ‘varoluş sancısı’ olarak çevirebiliriz. Bugün içerisinde hayatta kalmaya çalıştığımız neoliberal düzenin kentsel gündemini ve tüm bileşenleriyle birlikte kurulu rant ekosistemini -gerçekten de- kötücül bir ‘karanlık orman’ olarak görebiliriz. Ve evet, bu palyatif ve tıknefes süreç bir yaşayıştan çok ‘hayatta kalma’ uğraşısı olabilir ancak… Ölümle kalım arasında… Uğur’un Taksim’deki düşüş ânı zihnimdeki imgesel haritada böylesi bir orijin oluşturdu. ‘Dipsiz Göl nerde, neresidir?’ diye sorsan bana, ‘Taksim’de, Uğur’un atladığı ânda ya da düştüğü yerde açılan bir paralel evrende!’ diye cevaplarım. Uğur’un ‘kazayla intihar’ olarak tanımladığım düşüşü ve vefatı zihnime bir şimşeğin görüntüsü gibi mıhlandı… (…)
Uğur Yanıkel kısa yaşamında edebiyat hakkında çok şeyler yaptı ve bunun için bugün onun adını anıyoruz. Uğur’la 2015 yılında bir dergi fuarında tanışmıştık. 20 yaşında pırıl pırıl bir insandı. O yaşlarda edebiyat hakkında keskin çizgileri olan ve bir amaç uğruna bu denli çabalayan çok az insana rastlanır. O dönemlerde, fanzinlerin ve dergilerin birbiriyle yarıştığı dönemde her köşede insanlarla bağ kuran şiirin bu kafes içinde gerçeklerle uğraşmasını gerektiğini düşünen birisiydi. Bu noktada kendine Ece Ayhan’ı rehber edinmişti ve onun arşivlerini didik didik etmekle meşguldü. Ece Ayhan’ın aksi ve kendine has tavrının bir değişiği de Uğur’da yer alıyordu. Kendi sınırlarını çok net çizer yaşamına çok az insan alırdı. Yaşamına aldığı insanlarla muhteşem bir diyaloğu vardı. Bunun yanında enerjisi hiç tükenmezdi. Kendine has söylemleri, her gün yeni bulduğu hitap biçimleriyle yaptığı laf cambazlıkları hiçbir zaman unutulmayacaktır. Uğur’un kişisel tanımını böyle sayfalarca yapabilirim. Ama bugün daha çok yaptığı işlere değinmek istiyorum.
1/ŞAİRLİK YANI
Şiirleri ve yazıları, Aydınlık Kitap, Diri Ozanlar Derneği, Karanfil, Karazin, Panoptikon, Parende, Peyniraltı Edebiyatı, Dünyadan Çıkış Yolları, Gard, Sipsi Majör gibi dergi ve fanzinlerde yayımlanmıştır. Uğur Yanıkel’in şiiri, bir nehirde suyun kırıldığı küçük şelalelere benzer. Şiirinde, Ece Ayhan’dan fazlasıyla beslenen bir tarihsel derinlik, kapalılık ve kelime oyunları hakimdir. Hatta bazen şiirine o denli bürünür ki, bazı şiir çevrelerinde “Paşa dedesi” olduğu yönünde söylemler duyulmuştur. Silahlar, Bandolar, Hanlar ve Pasajlar gibi şiirlerinde bu temalar sıkça yer alır. Kendisini, Ece Ayhan’ın “Ortodoks”u olarak görür zaman zaman, karşısına kilise papazları çıkar. Dünyada sürekli yerini arayan Uğur, kendisini Meçhul Öğrenci Anıtı’nın kaderini yaşayan biri olarak hisseder. 2018’den sonra şiire ara vermiş ve 23 yaşından sonra bir daha şiir yazmamaya karar vermiştir; çünkü şiir, onu karanlıktan öteye götürememiştir.
Görsel Şiir Çalışmaları:
Görsel şiir üzerine birçok çalışma yapmış olan Uğur Yanıkel, bu çalışmalarının büyük bir kısmını Glitchnâme adlı kitabında toplamıştır. Kitap, yalnızca yayin.pasaj69.org sitesi üzerinden yayımlanmış ve bir süre sonra yayından kaldırılmıştır. Şu an kitaba ulaşılamamakta olup basılı bir nüshası bulunmamaktadır. Ayrıca, Sipsi Majör fanzininde ve bazı sosyal medya platformlarında görsel şiirlerine yer verilmiştir. Bunun dışında resimle de ilgilenmiş olup, resim ve kolaj çalışmalarına imza atmıştır.
2/ DERGİCİLİK YANI
Karazin isimli bir dergiyi iki sayı çıkarabilmiş ekonomik koşullardan dolayı devam edememiştir. Parende Dergisi‘nin son sayılarında yayın kurulunda yer almıştır.
3/ YAYINCILIK YANI
Matbu yayıncılığın artık çağın koşullarına uymadığını ve ekonomik düzeyde sürdürebilir olmayacağını her fırsatta savunan Uğur Yanıkel, Pasaj69 adında otonom bir yayıncılık sitesi kurmuştur. Sitesi hâlâ aktif konumdadır. Burada 13 kitap yayınlamıştır. Kitaplar;
Uğur Yanıkel, her şeyden önce bir edebiyat arşivcisiydi. Arşiv odalarında sürekli olarak gezip, bulduğu en küçük ipucunun peşinden giderdi. Bu arşiv çalışmalarının bir kısmını, Zafer Yalçınpınar’ın öncülük ettiği evvel.org‘da ve daha sonra kurduğu Pasaj69 üzerinden yayımlamayı sürdürmüştür. Ece Ayhan’ın öykülerini ilk defa gün yüzüne çıkarmış, Özgür Gündem’de yer alan cesur eleştiri yazılarını da dosya çalışması olarak yayınlamıştır. Ayrıca Haluk Cengiz’in eleştiri yazılarını ve Ümit Bayazoğlu’nun Ece Ayhan ile yaptığı görüşmeleri bir araya getirip kitaplaştırmıştır.
5/ EDİTÖRLÜK VE TASARIMCILIK YANI
Pasaj69’da yayımladığı kitaplarının yanı sıra, çeşitli fanzin ve dergilere de editörlük yapmış ve tasarımlarını üstlenmiştir. Horplak, Sipsi Majör, Karazin gibi dergilere tasarım desteği sağlamıştır. Son dönemlerde ise kitap kapakları üzerine çalışmalar yaparak bir portföy oluşturmuştur.
6/ ELEŞTİREL YANI
Uğur Yanıkel, şiir emlakçılığına, edebiyat yarışmalarına, edebiyat kanonlarına, emek hırsızlarına, yazar isimlerinin parsellenmesine karşıydı. Telif hakları yüzünden edebiyat dünyasında yaşanan sorunlara karşı büyük bir mücadele içindeydi. Özellikle, telif hakları nedeniyle eserlere çöken yayınevlerine ve yine aynı sebeple toplumun ortak malı haline gelen yazarların eserlerini parayla satan piyasa düzenine karşı duruyordu. Edebiyat yarışmalarında, hep aynı jürilerin yer aldığı, objektiflikten uzak, yazarı sadece bir yarış atına dönüştüren sisteme de şiddetle karşı çıkıyordu. Ayrıca, yalnızca telif hakkı yüzünden emeği sömürülen yazarların haklarını savunarak, mahkemelerle karşılaştığı tehditlere rağmen dimdik durmayı başarmıştır. Örneğin, Ece Ayhan’ın öykülerini ilk kez bulan ve yayımlayan kişi olarak, telif hakları yüzünden tehdit edilmiştir. Ancak emeği üzerine çökülerek, bir yayınevi tarafından ismi dahi anılmadan Uğur’un bulduğu eserler kitaplaştırılmıştır. Yanıkel, yazarların isimlerini kullanarak ödüller ve paralar dağıtan yarışmalar düzenleyen çevrelere karşı da gazetelerde yazılar yazmış, bu tür düzenlerin yazarların emeğinden nasıl nemalandığını, haklarını nasıl gasp ettiğini ortaya koymuştur.
Sizlere kısaca bir Uğur Yanıkel perspektifi çizmeye çalıştım. O kısa zamanda uzun şeyler söyleyerek direnmiş, kendini Beyoğlu – Kurtuluş arasından çıkararak bize bu çürük toplum içinde bir hakikati söylemeye çalışmıştır. Uğur’u biz dostları olarak tarih içinde yaşatmaya ve bu ahlaki savaşını sürdürmeye devam edeceğiz. Işıklar içinde uyusun.
(Azimet Avcu)
Uğur Yanıkel’i düşünüyorum iki üç gündür. Ne esaslı şairdi, ne keçi başlı bir oğlandı. Kurtuluş’tan Taksim’e doğru dalgın dalgın yürüyen bu adamı nerde görsem tanırdım. Gencecik yaşında kişiliği olan şiirler yazdı, yazılara, araştırmalara imza attı. Uğur Yanıkel’leri kim korur?
İlk şiir denemelerinden bazılarını “abi bir baksana nasıl bunlar?” diye bana atmıştı. Okumuş, pek beğenmemiştim ama açıkcası dili ve tavrı da hoşuma gitmişti. Daha sonra o bana öğretti. Oya gibi işledi kendini kendi yazın diline. Oradan şahsına münhasır bir ses çıkarttı.
Yazdıkları günden güne kişilik ve eda kazandı. Sonra sevdim. Uzun uzun münazaralar ettiğimiz de oldu. Çok derin bir şairdi. Kasıntı şiirden ve sanatın laf salatası beylik laflar kısmından hiç hoşlanmazdı. Öyle sıradan bir hikâye anlatır gibi anlatmak istiyordu kendini.
Şimdi bakıyorum da Uğur Yanıkel gibi bir şairi ve araştırmacıyı geçtim, -insan ne kadar az! Uğur’un bir kişilik anıtı olarak ortaya koyduğu yaşamını ve eserlerini saygıyla anmaya ve Uğur gibi değerlere her yerde sahip çıkmaya devam etmeliyiz. Pek çok değerli genç yazar var.
Uğur’u bir akşam Ses Tiyatrosu’na, Ferhan Şensoy’u seyretmeye davet etmiştim. Kırmamış, gelmişti. En öndeki localardan birinden hayranlıkla seyretmiştik Ferhan Usta’yı!
Şimdi ikisi de gökyüzündeki o neşeli meyhanede! İnsan, insanı hatırlamalı!
Böyle varırız biz bize!
Uğur’um, çiçeğim, güzel kardeşim, esaslı şairim, aklı beş karış havada âşık oğlanım!
Ben senden razıyım, umarım sen de benden razısındır. Umarım gittiğin o yerlerde rahatsındır.
Öperim çok!
(Tekin Deniz)
(Toprak Şems Tezcan)
“Sürekli içimizden birilerini yitiriyoruz ve iki sene önce Yaşamımızdaki Uğur, ölümdeki Uğur’suzluğa terk edildi. Nasıl söylesek nasıl teselli etsek kendimizi bilemiyorum. Sonsuzlukta devinen şiirleriyle yaşayacaktır kardeşimiz. Yıldızlar yoldaşı olsun Uğur’un.” (Cem Onur Seçkin)
“Uğur kardeşimizi bugün ölümün ötesinde düşlüyoruz gene. gerçekleştirdiği özverili çalışmaları ve şiirleriyle hatırlıyoruz. Dünyada olan her şey ölümden haberdardır diye not almıştım deftere geçen. İşte bunu düşünerek yaşadı Uğur ve yapmaktan hiç geri durmadı. Tüm bu çaban için sonsuz teşekkürler kardeşim. (Emir Alisipahi)
Emre Siyahoğlu: Tümülüs’ün oluşum süreci nasıl gelişti? Tümülüs’ü kendince nasıl ve hangi yönlerden tanımlarsın?
Ahmet Ali Uzun:Tümülüs benim için aslında çok yabancı sayılmaz, yer verdiğim mitolojik karakterler ve ögeler gereği ilk kitabım Mitologya’da ele almadığım bir panteonu, başka bir dünyanın inanışından dile getirdim diyebilirim. Aradaki en önemli fark; Tümülüs’te Türk Mitologyası’nın Promete’si sayılan Ülgen’in etrafında dönen yörüngeler, gezegenler, peşi sıra gelen sayıklamalar ve histerilerin onun ağzından ve benim aklımdan dile gelişi söz konusu iken; Mitologya’da ise birden fazla karakterin birbirleriyle farklı diyalogları ve bu diyalogların hepsinin kendi içerisinde pişmesi ve son noktayı, sahne biterken bir perde olarak indirmesi söz konusu.
İşlediğim temanın bana zuhur edişi başta o dönemde yaptığım araştırmalara, okumalara ve gözlemlediğim bağdaşımlarla gerçekleşiyor. Altyapıda her zaman bir neden-sonuç ilişkisi var, boşluklar bilinçli ve eksik. Tam burada Kam devreye giriyor. Kam ve Şamanlık geleneği bizim köklerimizi anlatan doğa ile aramızdaki köprü niteliğini taşıyan kültürel, spiritüelve mistik bir miras. Tümülüs’te aslında yapmak istediğim bunların kafamdaki çarklarda nasıl bir kıvama geleceğini görmekti. Bu şiir dosyası için gökte kümülüs, yerde ise “Tümülüs” arasına sıkışan bir zihnin kurtuluşunu hatırlama çabası diyebilirim. Nordik ve Yunan Mitolojilerine kıyasla daha arka planda kalmış olan Türk Mitologyası bu konuda halen bakir alanlara sahip. Olasılıklar sonsuz.
2/
küçük bir çınar
geleceği gözlüyor
iki sokağın kesişiminde
3/
yer
imde
adada
4/
açıp kapaman
_______gözlerini
akrebin ateş çemberinden
___________kurtulması gibi
(…)
6/
kırılmaz bir camla
ördüm kalbimi
________acıya
sınırsız mutsuzluk
________acıyla
(…)
8/
karıncalanan sol kalbim!
seninle alevlenir bu dünya
içten içe
____anlam bulur
ve kendine uzanışının
sonu yoktur
(…)
11/
kötüler kötülüklerini tazeledi
havalandı tüm yanlışlar
bulutlar kaçtı deniz mavi vermez oldu
______________________ gökyüzüne
12/
sayaçlarıyla gelen mühendislerin tersine doğru
hangi yanlış daha yanlış hesapladım
en büyük yanlışı nerde yaptıysak
_________________evimizi oraya kuralım
(…)
14/
neresi kapanmak üzereyse oraya
___________________taşıdım
tahta sobayı
______yaktım
bu şiiri
____bir tığ ile yazdım
Tümülüs; göğün on altıncı katında yaşadığına inanılan ve iyiliklerin tanrısı olduğu düşünülen Ülgen’in insanlara ateş yakmayı öğretmesini kendi ağzından ele alırken, Ahmet Ali Uzun aynı zamanda hem kendinin hem de Ülgen’in varoluş sorgulamaları ve sayıklamalarıyla beraber şiirini işleyerek aynı sancıları okura da yansıtmayı amaçlıyor. Gökte kümülüs yerde ise “Tümülüs” arasına sıkışan bir zihnin kurtuluşunu hatırlama çabası…
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
‘Panorama’nın atası olan ‘Myriorama’ tekniği, yeniden düzenlenip farklı resimler oluşturulabilen, uyumlu arka planlar üzerinde insan, bina ve diğer görsellerin bulunduğu bir dizi resimli kartı tanımlıyor; söz konusu kartlar herhangi bir sırayla düzenlenebilir ve böylelikle tahayyül edilen manzaraların çeşitli şekillerde zihnimizde bütünlemesine olanak sağlar. İki perdeden oluşan bu şiir kitabında Myriorama tekniği, benzeşen alan derinlikleri uygulanarak şiir tiyatrosunu andıran bir ‘Şey’e evrilmiş, bu sayede Toprak Şems Tezcan ve Nurefşan Büyükmelli, zihinlerimizde yaratabileceğimiz tekinsiz sahnelerdeki görüngülerle tekrar ve tekrar oynayabilme fırsatı sunuyor bize… Myriorama artık ne bir kart ne bir tiyatro, ne de bir şiir! Sadece ve sadece okurun zihninde farklı şekillerde yaratılabilecek bir “Şey”.
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
evvel.org‘da yayımlanan 20 yıllık İlhan Berk arşiv çalışmalarımızın ve efemeraların tamamına https://evvel.org/ilgi/ilhan-berk adresinden ulaşabilirsiniz.
İlhan Berk odağında gerçekleştirmeyi planladığımız özel yayınlarımız kısımlar halinde devam edecek…
17. Bölüm’ün yayın tarihine/saatine ilişkin bilgiler/güncellemeler/değişiklikler için lütfen sosyal medya hesaplarımızı takip ediniz. (instagram: @evvelfanzin twitter: @calmayan)
Sıddık Akbayır, hazırladığı biyografi ve portre çalışmalarıyla yakın dönem edebiyat tarihine çözümleme-karşılaştırma açısından en çok katkıyı sağlayan araştırmacılardan biridir. Akbayır’ın 2008 yılında İlhan Berk’e dair kaleme alarak çeşitli şiir mecralarında yayımladığı sıra dışı portre çalışmasını -bir kez daha- okurun ilgisine sunmaktan mutluluk duyuyoruz.
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz. EVV3L kapsamındaki İlhan Berk Arşivi’ne ise https://evvel.org/ilgi/ilhan-berk adresinden ulaşabilirsiniz.
Sıddık Akbayır, hazırladığı biyografi ve portre çalışmalarıyla yakın dönem edebiyat tarihine çözümleme-karşılaştırma açısından en çok katkıyı sağlayan araştırmacılardan biridir. Akbayır’ın 2008 yılında Ece Ayhan’a dair kaleme aldığı ve çeşitli şiir mecralarında yayımlanan sıra dışı portre çalışmasını -gözden geçirilmiş olarak, bir kez daha- okurun ilgisine sunmaktan mutluluk duyuyoruz.
Hamiş: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
Yankı Odası‘nın 15. Bölümü’nde Yalçınpınar, 2009 yılında yayımlanan ikinci şiir kitabı Meydansız‘ı (ve Meydansız’ın yayımlanışıyla eşanlı olarak Beyoğlu-Odakule Sanat Galerisi’nde gerçekleşen Taş Uçak Şiir Sergisi‘ni) anlatıyor…
16. Bölüm, 17 Kasım 2024 Pazar günü 22.00‘da İlhan Berk Özel Yayını olarak youtube kanalında canlı gerçekleşecek…
Yayın saatine ilişkin güncellemeler/değişiklikler için lütfen sosyal medya hesaplarımızı takip ediniz. (instagram: @evvelfanzin twitter: @calmayan)
12 Kasım 2024 salı günü saat 19.30’da kadim dost Tayfun Polat‘la yeni şiir kitabı ‘Bahçeden Haikular‘ üzerine söyleşecek, Upas Yayın ve dostlarıyla birlikte KARGART‘ta (https://maps.app.goo.gl/FA6gPPKwhrkz8f479) özel bir poetika çalışması gerçekleştireceğiz.
UPAS YAYIN MI? O DA NEDİR Kİ! (Söyleşi, EKİM 2019)
Zeynep Meriç: Upas Yayın’ı kurmaya ne zaman karar verdiniz? Bu oluşumda sizi tetikleyen en önemli olay veya olgu nedir?
Zafer Yalçınpınar: Tahakkümlerden ve ezberlerden uzak bir özgür yayıncılık projesi oluşturmayı yıllardır düşünüyordum. 15 yıldır evvel.org kapsamında çeşitli edebiyat çalışmaları gerçekleştiriyorum. Çevremdeki dostlar, özellikle şiir ve poetika kapsamında evvel.org’un çok değerli bir arşiv ihtiva ettiğini, bununla birlikte fazlasıyla kişisel olduğunu sürekli dile getiriyorlardı. Haklılardı. En başından beri evvel.org’u kişisel not defterim, edebiyat ve şiir kapsamında tutulmuş bir not defteri olarak tasarlamıştım. Tuhaftır, okuyucunun ilgisini çekti falan… Neyse… 2018 yılında, evvel.org’un sub-domain’i olarak “upas” başlığını kullanmaya ve burada özgür bir şekilde dijital kitaplar yayımlamaya karar verdim. Balzac’ın bir kitabında ‘Upas’ ismiyle ve ‘Upas Ağacı’nın hikâyesiyle karşılaşmam, çok belirleyici ve tetikleyici oldu. Şu an Türkiye’de, Upas’ın dışında, şiiri, poetikayı ve imgelemin özgürleşmesi gibi kavramları yayın politikasının orjinine yerleştiren, şiiri öncelikli gören, bu kapsamda elini taşın altına koyan sadece bir-iki yayınevi var. Çünkü şiir -özellikle de sıkı şiir- iktisadi bir varoluş sergileyemiyor, satmıyor, okuru ve takipçisi az… Anlayanı ve ilgileneni de az… Bu duruma, böylesi bir çaresizliğe ve imkânsızlığa -kendimce- bir son vermek istedim.
Zeynep Meriç: Upas’ın poetikaya öncelik veren özgür bir yayın girişimi olduğunu belirtiyorsunuz. Peki, Upas’ta sadece şiir mi yer alıyor, diğer edebi türlere yer veriyor musunuz? Okurların arzuları mı size ışık tutuyor?
Zafer Yalçınpınar: Upas Yayın’da yer alan eserlerin özünü şiir ve poetika oluşturuyor. Bizim mihenk taşımız da turnusol kâğıdımız da şiirdir. Şibolet gibi… -Araştırın bakalım ‘Şibolet’ ne demekmiş- Sonuçta, öyküler, roman parçaları, roman karakterleri, polisiye, mizah, popüler kültür falan bizim dışımızda. Bizim önceliğimiz şiir… Sıkı şiir… Deneysellik, avangard, dada, gerçeküstü, letterizm, görsel şiir gibi kavramları kapsam-içi görüyoruz. Bu konuda azıcık katıyız. Sıkı şiiri ve imgelemin özgürleşmesini dert edindik. Yaşamdaki şiirselliğin arttırılması, şiir birikiminin arttırılması, şiir dilinin geliştirilmesi, sezgisel ve bilişsel bir auranın yaratılması, şiirin dilimizdeki sürdürülebilirliği, şiirsel yükün ihtiva ettiği kalp, vicdan ve hakikat duygusu bize yol gösteriyor. Tabiî ki okurumuzu da önemsiyoruz: Sıkı, olgun, güçlü ve geleceği belirleyen bir şiir dilini ve poetikayı okura sunarak, böyle yaparak okurlarımızı önemsiyoruz.
Zeynep Meriç: Upas’ın varoluşunda İlhan Berk ve Ece Ayhan’ın önemi nedir? Bu doğrultuda şiirsel çizginizden ödün verdiniz mi hiç? ‘Dilin imkânlarının genişletilmesi’ gerekliliğinden mi yanasınız sürekli?
Zafer Yalçınpınar: Şiirsel çizgimizden ve şiirsel maksadımızdan ödün vermeyiz. İlhan Berk ve Ece Ayhan da taviz vermemiştir. Sıkı şairlerin en büyük özelliği budur. Tarihsel varoluş, yazgı veya lanetimiz böyledir maalesef… Ece Ayhan ve İlhan Berk’in önemi, Dünya’daki 1950 şiir hareketinden yola çıkarak 2020’lere uzanmayı başaran dilsel uzgörü çizgilerini Türkçe’de oluşturabilmelerinde gizlidir. Felsefi bir boyut, yaşama alan derinliği katan dilsel bir sınırsızlık… Türkçe’deki şiir dilinin günümüze uzanan en başarılı motiflerini bu iki şairin zihnindeki bilişsel harita belirlemiştir. Dikkat ederseniz ‘İkinci Yeni’ akımı demiyorum. 1950 şiir hareketi diyorum. Ve bu durumu derinlemesine araştırmayı sizlere bırakıyorum.
Zeynep Meriç: Basılı nüshalarınızın olmadığını söylemiştiniz. Peki, ilerleyen süreçte bu mümkün mü? Basılı nüshaya geçiş için Upas’ta büyük değişiklikler olabilir mi?
Zafer Yalçınpınar: Olabilir. Fakat şu an böyle iyiyiz. Gidebildiğimiz yere kadar gideceğiz. Ne kendimizi ne de şiir okurunu ekonomik bir külfet altına sokmak istemiyoruz. Şiiri neo-liberal sisteme sokmak istemiyoruz. Dijital yayıncılığın, yeni nesil yayıncılığın güzelliği de budur zaten… Şiire neo-liberal girişimci bir tavır yüklemek isteyen muhteris tipolojiden de yıllardır -açıkça söylüyorum- nefret ediyoruz.
Zeynep Meriç: Okurlarınız yayınlarınıza nasıl ulaşabilir? Sitedeki etkinlikleri nasıl takip edebilir?
Zafer Yalçınpınar: Cevap sorunuzda bulunuyor zaten… Cep telefonunuzdan, tabletinizden veya bilgisayarınızdan upas.evvel.org adresini ziyaret etmeniz yeterli… Tek tıklamayla kitaplarımızı, tüm paylaşımlarımızı ücretsiz olarak indirip pdf biçeminde okuyabiliyorsunuz, arşivleyebiliyorsunuz. Sosyal medyada da çok aktifiz. Duyurularımız da etkinliklerimiz de… Kısacası, her şey bir tık uzağınızda… Daha ne olsun. Büyük hizmet!
Zeynep Meriç: Bilginin bu denli karmaşık ve kirli olduğu dönemde basılı yayının azalmasını ve dijital yayınların çoğalmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu durum yayımlanan eserlerin değerini arttırıyor mu, azaltıyor mu?
Zafer Yalçınpınar: Vallahi, bizim yayınladığımız eserler Mars gezegeninin dilinde yazılmıyor. Türkçe yazıyoruz… (Gülüyor) Aynı harfler, aynı dil… Kâğıdın üzerinde veya kitabın içinde olsun ya da ekranda dijital kitap biçeminde olsun son derece özenli ve titiz çalışıyoruz. Şiir dili, redaksiyon, mizanpaj ve diğer tasarımsal öğeler konusunda basılı yayınların çoğundan özenliyiz. Belki, koleksiyonerler için bazı basılı deneylerimiz de olacak gelecekte… Bakacağız.
Zeynep Meriç: Upas’ı bundan sonra nerede göreceğiz?
Zafer Yalçınpınar: Upas Yayın’ın poetikası bir fısıltı gibi yayılır. Hiç ummadığınız bir anda bizim yayınlarımızla veya bizatihi bizimle karşılaşabilirsiniz. Fakat şunu söyleyebilirim; kitap fuarlarında, mikrofon arkalarında ya da ışıltılı podyumlarda birer dünya güzeli veya doksozof gibi kırıtmayacağımız kesin!
Zeynep Meriç: Devam eden veya başlayacağınız yeni bir proje var mı? Son olarak neler söyleyeceksiniz?
Zafer Yalçınpınar: Birçok gayretimiz var. Şiir aurasına, şiirsel alan derinliğine görsel ve işitsel eklemler sağlamak istiyoruz yakın gelecekte… Sıkı şiiri desteklemeye ve şiire öncelik vermeye devam edeceğiz. Son olarak, ne diyeyim, gözünüz, kulağınız upas.evvel.org’da olsun. Ve tabiî ki bu çevik söyleşi için de sana çok teşekkür ederim.
Zeynep Meriç:Ben teşekkür ederim… Samimi yanıtlarınız için asıl….