Nâzım Hikmet Kültür Merkezi Bahariye Caddesi Ali Suavi Sokak No: 7 34714 Kadıköy / İstanbul, https://www.nhkm.org.tr/ Telefon: 0216 414 22 39
Bu sergi, Nâzım Hikmet’in etrafında kurulan, sadece onun düşünsel etkisiyle değil; doğrudan dostluk, yoldaşlık, tartışma ve üretim ilişkileriyle şekillenen kültürel evrenin izini sürüyor. Onun çevresinde yer alan ressamlar, karikatüristler, yazarlar, şairler, akademisyenler, oyuncular ve eleştirmenler; yani Türkiye’nin 20. yüzyıl sanat hayatında iz bırakmış onlarca ismin kesişim kümesi toplumsal açıdan geri olandan kopmayı arzulayan bu “ortak hayal”dir.
(Serginin çağrı metnini büyüterek okumak için üzerine tıklayınız…)
31 Mayıs 2020 tarihinde vefat eden ustamız Oruç Aruoba’yı saygıyla anıyoruz:Upas Yayın’ın dostlarından Emrah Sönmezışık, Alparslan Beyhan, Cem Onur Seçkin ve B. Emir Alisipahi geçtiğimiz ay 6:45 Yayın tarafından kitaplaştırılan Oruç Aruoba, Usta Defterihakkında Zafer Yalçınpınar’a çeşitli sorular yönelterek, usta ve ustalık olgularını irdeliyor…
ORUÇ ARUOBA, USTA, USTALIK VE USTA DEFTERİ‘NE DAİR…
Emrah Sönmezışık: Oruç Oruoba ile gerçekleştirdiğiniz görüşmelerin “ustalık ile yaşama onuru” kıymeti taşıdığını belirtiyorsun. Usta ve ustalık kavramları birbirini oluşturan ve birbirinden ayrılması güç kavramlar. Kitabın girişindeki söylemin usta-çırak ilişkisinin ötesinde bir anlam mı taşımakta?
Zafer Yalçınpınar: Oruç
Aruoba, 80’ler öncesi akademik yaşantısında da akademiden ayrıldıktan sonraki
dönemde de “anlama, anlatma, öğrenme, öğretme” gibi işlevleri usta-çırak
ilişkisi şeklinde biçimlendirmiştir. Evet, Aruoba akademiyi terk etmiştir,
fakat anlamayı, anlatmayı, öğrenmeyi ve öğretmeyi bırakmamıştır. 90’ların
sonunda ve 2000’lerin başında Gümüşlük Akademisi ile Açık Üniversite kapsamında
gerçekleştirdiği çalışmalar da bunu gösteriyor. Bu örneklerle birlikte bizim
tüm görüşmelerimizde de bize aynı şekilde yaklaşmıştır. Hatta edebiyat,
yayıncılık ve felsefe çevresinden yaşça büyük isimlere “Oruç Aruoba benim
ustamdır,” dediğimde karşı taraftan “Oruç Aruoba hepimizin ustasıdır!”
cevabını, tepkisini alıyorum. Burada önemli olan şey, Oruç Aruoba’nın hiçbir
zaman, hiçbir durum karşısında bir “üstat” gibi davranmamasıdır. Üstat, tek başınadır.
Üstatlar uğraştığı işleğin gizlerini ve özünü üçüncü kişilere aktarmazlar. Buna
karşın “usta” öyle değildir. Usta, işleğin gizini ve özünü “yaşayarak” en iyi
şekilde kavrar ve çeşitli yöntemlerle işleğin gizini-özünü yani zanaatını
çırağına (hatta, çırak bu aktarımın idrakine eşzamanlı olarak kavuşmasa bile)
aktarmaya çalışır. Usta iyiyse, çırak (çırağın kendisi farkına varmadan)
zamanla ustalaşır. Usta öldüğünde yaşamının anlamı ve özü, çırağına,
çıraklarına geçer. Aruoba’nın en önemli sözüdür çıraklarına: “Anlam, hep,
sonradan gelir.” Bu silsile, ahilikten günümüze uzanan bir şekilde, ustanın
hayatının anlamı ve sonucudur da. Fakat, üstat tek başınadır. Üstat öldüğünde
yaşamının anlamını da kendisiyle beraber götürür. Bu bağlamda kesin bir şekilde
söylüyorum: Oruç Aruoba ustaydı, ustamdı, ustamızdı. Günümüzün üstatları gibi
yapmazdı ustamız! Örneğin, yaşarken kendi heykelini diktirtmemiştir, örneğin
kendini yaşayan en büyük şair seçtirtmemiştir. Usta, diğer her şeyle birlikte
“zamanlama”nın ve “yaşamın anlamı”nın da ustasıdır. Ustalık; ustanın kendi
işleğiyle birlikte yaşamının anlamını önce yüklenmesi, sonra da çıraklarına
özgün yöntemlerle aktarmasıdır.
Alparslan Beyhan: “Bir
mühendis, ne kadar ahmaksa o kadar mühendistir. İyi bir mühendisse, yani,
ahmaktır zaten. Üzülme!” Bu sözü biraz açar mısın?
Zafer Yalçınpınar: Açıklayayım.
Mühendis tipolojisi, matematiksel modelleme (algoritma), mantık ve bilgi
teorisi açısından deterministik sınama, ölçme ya da deneyleme yöntemleriyle
çalışır. Fakat özellikle de kapitalist endüstri devrimi sonrasında matematiksel
modellemenin değiştiği, deterministik bileşenlerin yanına her zaman %3, %5, %10
oranında bir stokastik bileşen, “hata payı” eklendiği görülür. Yani,
matematiksel modeldeki deterministik bileşenlerinin açıklayamadığı her şey
kendini stokastik bileşende ifade eder. Bunun felsefedeki karşılığı “bulanık mantık”
veya “dilsel görelilik” olarak tanımlanabilir. Buna bilim dünyasında
“entropi”,“insan faktörü”, “metal yorgunluğu” veya başka isimler de koyuldu.
Mühendis tipolojisi ister ki modelinde “stokastik” bileşen olmasın. Her şey keskin,
pürüzsüz, hatasız, sıfır hatayla işlesin ve kurduğu model 6 Sigma teorisindeki
gibi mükemmelleşme yolunda çalışsın falan… Tamam, belki üretim, makineler,
robotlar ve yazılım dünyasında durum böyledir veya özellikle endüstri 4.0 tipi
büyük veri algoritmalarıyla teorik bir mükemmeliyete yaklaşılıyor. Ama hiçbir
zaman bu mükemmeliyet hayali pratikte gerçekleşmeyecek. Çünkü hesaplama dili
olan matematikte “sayılamaz sonsuz” diye bir kavram var. Ya da örneğin “pi
sayısı” diye deterministik açıdan tam olarak ne/kaç olduğu kesinleşmemiş bir
sayı var hâlâ… Şimdi bu tip bilinmezler varken tutup, “Ben pi sayısını tam
olarak biliyorum, ben her şeyi mükemmelleştirdim, mükemmel bir model yarattım.”
diyen bir mühendis -en hafif tabiriyle- ahmaktır. Fakat aynı mühendis söz
konusu “hatasız modelleme gayreti” yolunda ilerlediği, çabaladığı için de
deterministik gelişim açısından -yani hata payını azaltmak yolunda- iyi ve
başarılı bir mühendistir. Aruoba, “ahmak” ifadesiyle bu çelişkiyi ve
imkânsızlığı anlatmaya çalışıyor. Endüstri 4.0’ın ve dijitalleşmenin
konuşulduğu çeşitli mecralarda şu şiirsel soruyu dile getiriyorum hep:
“Robotlar düşünebiliyorlar, tutarlı hesaplarla öngörüler yapabiliyorlar ve
hatta şiir yazabiliyorlar. Fakat rüya görebilecekler mi?” Ya da Ece Ayhan’ın efsanevi
bir dizesiyle sorarsak; “düzayak çivit badanalı bir kent nasıl kurulur abiler?”
Bilmem, anlatabildim mi…
Alparslan Beyhan: Aruoba’nın
yazılarının toplanacağı iki ayrı çalışmanın bahsi geçiyor kitapta. “Yerli
Yersiz Felsefe” ve “Benzemezler“. “Yerli
Yersiz Felsefe” yazısını ve başka birtakım yazıları da ayrı ayrı
yayımladın. Fakat sanırım “Benzemezler“i henüz bir araya
getirmedin? Böyle bir niyetin veya çalışman var mı?
Zafer Yalçınpınar: Var… Yıllardır bu çalışmaları evvel.org kapsamında gerçekleştiriyor ve Aruoba’nın kitaplaşmamış metinlerini araştırıyoruz. Önümüzdeki yıllarda, acele etmeden, ustamızın istediği gibi “doğru bir işlekle” bu araştırmaları toparlayacağız, değerlendireceğiz ve başka birçok önemli yaklaşımla birlikte önce Türkçe’nin zihnine -sonrasında da insanlığın zihnine- sunacağız.
Alparslan Beyhan: Aruoba’nın
yazmaya niyetlenip de yazamadığı, başlayıp da bitiremediği bir metin var mıydı
son döneminde?
Zafer Yalçınpınar: Aruoba’nın
yayımlanan son yazısının gezi parkı direnişi zamanında Tayyip Erdoğan’a ithafen
kaleme aldığı açık mektup (Cumhuriyet Gazetesi, 17 Ağustos 2013) olduğunu
tahmin ediyorum. Fakat, Usta Defteri’nde aktardığım görüşme sırasında (Mayıs
2011’de) “Bülent Arınç, Şevket Kazan ve Kasaba Avukatlığı” başlıklı bir yazıyı
sürdürdüğünü ancak tamamlayamadığını ifade etmişti.
Alparslan Beyhan: Üst
dudağını dik tutmanın mânâsı… Alternatif bir okuma olarak, bunu, dişlerimizi
sıkarak mücadele ederken üst dudağımızın aldığı şekle yorabilir miyiz? Yani
Usta, burada “terzi“liği bırakmamanı salık veriyor olabilir mi
acaba? Eğer öyleyse, bu vasiyeti tutuyor musun?
Zafer Yalçınpınar:
“Bilemiyorum Altan.” Bu tip şeylere zaman karar verir. Dahası, sizler, gelecek
kuşaklar karar verecek. Ve şu kesin: “Anlam, hep, sonradan gelir.” Çeşitli
iniş-çıkış ve türbülanslarla birlikte, Aruoba’nın öğüdünü uygulamaya ve işaret
ettiği yolda ilerlemeye çalışıyorum…
B. Emir Alisipahi: “Yer görelidir; mutlak olan, yoldur —ya da, yürümek…” (Yürüme,
s.123) “Hiç umut etme kazanacağın
yolunda!” diyor sana Oruç Aruoba. Usta için yolu kazanmak -atımızdan
inmeden- salt yolda olmak anlamı mı taşıyordu? Bu tümce, senin yaşamında neleri
uyandırmıştır?
Zafer Yalçınpınar: Oruç Aruoba’nın “Yürüme” adlı kitabı -gerçekten de- en kuvvetli
ve yol gösterici eseridir. Bir telefon görüşmemizde Aruoba’ya kendi hayatımla
ilgili özel bir durumdan bahsetmiş ve anlatının sonuna da Yürüme’den şu tümceyi
eklemiştim: “Yeni yer yoktur.” Aruoba anlattığım olaya gülmüş ve şöyle demişti:
“Evet, yeni yer yoktur. Çünkü, yeni yol vardır.” Şimdi, sorduğun soruya
Aruoba’nın tümceleriyle cevap vermek çok daha iyi olacak, sanıyorum: “Yaşamın, seni ulaşman gereken düzeyin
altında tutmağa çalışan eğilimlerle (bu arada kendininkilerle de)savaşmakla
geçecek. –Bu yüzden de, ulaşman gereken düzeye ulaşamayacaksın; yani, başarılı
olacak o eğilimler, sonunda. Zaten, belki, istedikleri de budur: Senin, onlarla
savaşmak yüzünden, ulaşman gereken düzeyin altında kalman… Ama savaşacaksın,
gene de: sonuç her iki durumda da aynı olmayacak mı zaten – sen, zaten, ulaşman
gereken düzeyin altında kalmayacak mısın ki? –Ama, savaşırsan, en azından (nereye
gelebilirsen) geldiğin düzeye savaşarak gelmiş olacaksın –bu da boşuna
olmayacak.” (De Ki İşte, s.44)
B. Emir Alisipahi:“Kurtuluş yoktur
masalardan.” (İlhan Berk, Şeyler Kitabı, s.64) İlhan Berk, şeylerin
tabiatını kurcalarken masa hakkında “Etik,
masanın doğası gereğidir.” diyordu. Bu söylemin bir yansıması olarak usta,
sandalyenin, sandalyelerin, masaya, masalara göre biçimlenmesi gerektiğini mi
tembihliyordu bize?
Zafer Yalçınpınar: Güzel
bir analoji kurdun kafanda… Fakat, hayır, Aruoba Gümüşlük Akademisi’ndeki
masa-sandalye hikâyesini anlatırken benim “Ustamın tahtı…” söylemimle dalga
geçiyordu sanki… “Gözünde büyütüyorsun her şeyi…” der gibiydi. Gülüyordu bana,
masa-sandalye hikâyesini anlatırken…
Cem Onur Seçkin: “Şimdi, siz evlisiniz. Mutlu olmak için
-kimsenin haberi olmadan- gidin, boşanın. Kimseye haber vermeyin. Sadece siz
ikiniz bilin bunu. Daha mutlu olacağınızdan eminim. Ben bunu kendi eşime
önermiştim. Ama o kabul etmedi. Sonra, gerçekten boşandık.”
deyişiyle ilginç bir diyaloga giriyor Usta. Aruoba’nın burada bahsetmek
istediği şeyi biraz daha açabilir misin? Sence bir duygu-düşünce diyalektiği
savunucusu günümüzde bu “evlilik” denilen kamu sponsor şirketlerini tamamen mi
reddetmelidir?
Zafer Yalçınpınar: Bir
kere, senin de vurgulamaya çalıştığın gibi evlilik dediğimiz resmî birliktelik
türü (eğer boşanma ile sonuçlanırsa işbu boşanma süreçleri de dâhil olmak üzere)
düğün, kiralama, lojistik, ev sahibi olma, eşya satın alma, doğum, çocuğun eğitimi
falan gibi çekirdek aile konularını (özellikle de son 20 yılda) endüstrileştirdi.
Eskiden -yarı şakayla- “evlilik müessesesi” denirdi. Şimdilerde ekonomik işlem
hacmi olarak koskocaman bir “evlilik sektörü ve endüstrisi”nden bahsedebiliriz.
Fakat Oruç Aruoba, senin de aktardığın söylemle, mevcut düzeneğin kapitalist
bileşenlerine işaret etmiyordu. Aile ve evlilik kavramının toplumsal katman ve
halkalardaki sosyolojik etkileşimini, bu etkileşimin bireyler ve ilişki
üzerindeki olumsuzluğunu anlatmaya çalışıyordu. Evlilik, şu veya bu biçimde farklı
bir sosyal statü oluşturuyor ve bazı teamüllerle birlikte sosyolojik katmanları
ilişkiye dâhil ediyor. Bu da birbirini seven iki insan arasındaki ilişkinin saflığını,
özünü ve niteliğini -üstelik de resmî bir şekilde- değiştiriyor. Diğer sosyolojik
katmanların müdahalesiyle ilişkinin özü değişiyor; sosyolojik açıdan saflığını
ve sivilliğini kaybediyor. Basitçe söylersek; evlilik sonrasında -zamanla-
evlenen insanların “bağlılık biçimi” değişiyor, sosyal statü nedeniyle duygusal
aşınmalar, farklı öz-değerlendirmeler ve sosyal baskılar oluşuyor. Oruç Aruoba,
“İle” adlı eserinin bazı epizotlarında böylesi duygusal erozyonlardan bahseder
ve bu tip konuları detaylıca irdeler.
Alparslan Beyhan: Kitabın
takdiminde “Aruoba’nın yayıncılık,
yayınevleri ve editörlük ortamına dair anlattığı bazı olaylar ile dile
getirdiği bazı isimler -ustanın kendisinin de işbu olaylarla ve isimlerle
anılmak -istemediği” için kitaba alınmadı, diyorsun. İsim vermeden de
olsa, Aruoba, nelerden/kimlerden dertliydi o sıralar?
Zafer Yalçınpınar: Bu sorunun cevabını geleceğe bırakıyorum. Fakat bu soruna -zamanı gelince- en yüksek perdahtan cevap vereceğimden emin olabilirsin. Tüm taifeye, hepinize, bu güzel sorular ve yaklaşımlar için çok teşekkür ediyorum…
Yankı Odası‘nın yayın serüveninin -birinci- yıl dönümünü kutladık…
29. Bölüm’ün yayın tarihine/saatine ilişkin bilgiler/güncellemeler/değişiklikler için lütfen sosyal medya hesaplarımızı takip ediniz. (instagram: @evvelfanzin twitter: @calmayan)
Yol ayaklarınızı götürür sizin Yürüdüm dersiniz Köylere ilçelere kentlere Girer çıkar o Siz hepsinden kovulmuşçasına uzak Kocaman körlüğünüzle kocaman uzak Vardım dersiniz hep (…) Oysa Öteki yolu aradığınızı sizin Bir evrensel gök bilir Bir ben bilirim Bir siz bilmezsiniz [1]
Yol -yolun kendisi- sonsuz bir devinime işaret ediyor: -varlığı bir yere ulaşmak üzerine tasarlanmış olsa da- bir yere ulaşıldığında bile hareketlilik içeriyor. Yolun dünyayı çevrelemiş dev bir ejderha veya bir yılankavi süzülüş olduğunu söyleyelim artık… Aslında mecazlardan kurtulabiliriz ve yolun -gerçekten de- bir yılan olduğunu söyleyebiliriz; en geniş çerçeveden uzamla yoğrulmuş ‘doğa’ya baktığımızda! Misal; yolun çizgisi başka; ağaçların çizgisi gibi değil:- Keskinliği daha az, daha yuvarlak motiflerle dolu, çok daha kıvrımlı, çok daha yılankavi:- akışkan işte!
Yol unutkanlık ve umarsızlık içeriyor, yerleri unuttuğumuzu sanıyoruz, halbuki her yerde, ‘yeni yer’ diyebileceğimiz tüm varış noktalarında çok az yeni şey var. (Oruç Aruoba, “Yeni / yer / yoktur.” [2] der. Çünkü ‘Yeni yol vardır.’) Yenilik, bir ‘varış’ değildir, hayal etme becerisiyle biçimlenmiş bir düşünce kıvrımıdır. Yenilik; yolun yaratımı ve devinimiyle birlikte doğuşkan olduğu bilinen; öncesinde berrak, saydam, apaçık bir birikintidir belki de; bir göletin oluşumundan sonra yeraltı sularının diğer su kollarından biriyle buluşana kadar var gücüyle yönüne devam etmeye çalışması gibi!
Önemli bir soru: Kıvrımların, yolun kıvrımlarının akışkan yapısı, oluşturduğu motifler, daha çok düşünceye mi benziyor, yoksa daha çok hayale mi benziyor? Yoldaki yalnızlık, yolun biricik bütünlenişi, tedirginlik yaratması, temkinli olma ihtiyacı, tüm bunlar… Düşünce mi üretir, yoksa hayal mi?
Harita varışları (sonuçlar, başarılar, kilometre taşları veya yerleşik düzen) bir çözüm değildir: Varışların hepsi düğümlüdür. Çözüm dediğimiz şey bir düğüm gibi olamaz; düğümden türemiş, düğümden sıkıştırılmış bir noktasallık ya da çitlenmiş, duvarlanmış, etrafı çevrilmiş bir sınırlılık da olamaz. Çözüm:- yerleşik veya durağan olamaz, o bir yol gibi devingen (yeraltında veya yüzeyde, nerede hareketliyse orada) olmalıdır sanıyorum, çünkü kâinatta devinmeyen hiçbir şey (zerre) yoktur.
Geride bıraktığın yerdeki zorluklar ile varmak istediğin yerdeki zorluklar arasında bir bağ kurarsan eğer, bu bağın adına “yol” diyebilirsin.
Ve evet, yol da çözüm de düğümsüzdür! Ve evet, Aruoba’nın dediği gibi “—özgürlük de, yol açabilmektir.” [3]
Nihayetinde; mücadele eden, yol açmaya çalışan, özgürlük ve anlam arayan genç arkadaşlarıma ‘Sahicilikle, bâki selamlar!’ diyorum.
Yankı Odası‘nın 27. Bölümü’nde çakır hikâyeci Sait Faik Abasıyanık‘ı saygı ve özlemle andık, evvel.org arşivinin içerisinde gezindik. (Sait Faik arşivimize ve araştırma çalışmalarımıza https://evvel.org/ilgi/sait-faik adresinden ulaşabilirsiniz.)
27. Bölüm’ün yayın tarihine/saatine ilişkin bilgiler/güncellemeler/değişiklikler için lütfen sosyal medya hesaplarımızı takip ediniz. (instagram: @evvelfanzin twitter: @calmayan)
Corvinus: Edebiyat, Kültür ve Sanat Dergisi’nin ilk sayısı, edebiyat ve sanat alanında çalışan 14 yazarı; kurgu, şiir, deneme, inceleme ve deneysel türleri bir arada sunuyor. Dergi “ön söz değil” ile başlıyor.
Derginin Genel Yayın Yönetmeni ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Ahmet Ali Uzun’un dediği şekilde: “Ön Söz Değil”i kaleme alırken aklımda basit bir selamlama bile yoktu; beni okurun karşısına çıktığım o ilk ânı bir hikâye sahnesine dönüştürmek istedim. Derginin okurla kuracağı bağı, geleneksel “başlarken-giriş” şablonlarını kırarak başlatmayı seçtim. Metin, bir meydan okuma ile açılıyor: Sayfaların ötesine, kapı aralığına davet eden cesur bir sesle. Orada, okuyucunun kendi öyküsünü inşa etmesi için boşluklar bıraktık gerek “ön söz değil”de gerek yazılarda. Okurun zihnine geri dönüp “tam söz”e adım atmasını sağlayacak bir yankı. “Ön Söz Değil”i kapaktan iç sayfalara akışkan bir köprü olarak gördük. Amacım, okuyucunun sayfalarda kaybolmasındansa, her cümleyle buluşup birlikte düşünmekti. İşte tam da bu yüzden, “Ön Söz Değil” sadece bir başlangıç değil, Corvinus’un kendine özgü sesine ilk adım.“
Dergide, Nedim Gökhan Aydın’ın “Nico V Rus” başlıklı öyküsü, Miray Erdeve’nin Kendinde Gizli” başlıklı kapak illüstrasyonuyla eşlik edilirken; Sabahattin Umutlu’nun naturalist bir şiiri yer alıyor. Ahmet Ali Uzun’un Tezer Özlü denemesi, yazarın yaşam öyküsünden somut alıntılar ve eserden pasajlarla örülü, net bir perspektif sunuyor. Zeynep Bengisu Vural, Krzysztof Kieslowski’nin “Üç Renk” üçlemesini özgürlük, eşitlik ve kardeşlik temaları üzerinden ele alıyor; eleştirisi, teorik kavramları örnek sahne analizleriyle somutlaştırıyor. Toprak Şems Tezcan’ın Roger Ballen incelemesinde, “ballenesk” stilin ana hatları ve fotoğrafların arkasındaki kurgu süreçleri teknik terimlerle açıklanıyor. Saltuk Farsak, Platon’un mağara alegorisini modern “kontra-realite” kavramıyla kıyaslayarak felsefi temelleri açık bir dille ortaya koyuyor. Umut Yalım, anti şiirin formülize edilmiş hâlini dizelerle okuyucuya sunuyor. Mertkan Karaca, James Joyce’un “Genç Bir Adamın Portresi”nde modernizm tartışmaları bağlamında değerlendiriyor; metindeki temel motifleri, yazarın üslubunu ve dönemin sosyal bağlamını somut örneklerle özetliyor. Işıl Nur Güraslan’ın “Boşluk Doldurma” etkinliği, adım adım cevapsız yönergeler vererek okurun metin içindeki boşlukları kendi seçtiği kelimelerle tamamlamasına imkân tanıyor. Z. Betül Türkoğlu, “Coherence” filmi üzerinden alternatif evren kavramını ele alırken; kurgu yapısını ve karakter tercihlerini kısa örneklerle açıklıyor. Onur Tuna Bozbey’in “Kümülonimbus” öykü-denemesi ise güncel edebi türler arasında deneysel bir köprü kuruyor; anlatım teknikleri ve dönüşümlü bakış açıları net ölçütlerle gösteriliyor.
Corvinus, metinlerde ve görsellerde “göstermeyi” tercih ederek, okurun dikkatini süslü ifadeler yerine içeriğin kendisine odaklıyor. Bu sayıda her yazarın çalışma yöntemi, kullanılan kaynaklar ve metnin dayandığı kuramsal çerçeve açıkça belirtiliyor. Böylece dergi, hem akademik hem de genel okura, doğrudan bilgi veren ve türler arası geçişlere odaklanan, sade ama kapsamlı bir içerik deneyimi vadediyor.
Çalmayan & Kötü, Zafer Yalçınpınar 2. Edisyon, Plüton Yayın, 2025 80 Sayfa, Şiir Kitabı
İlk edisyonları açık kaynaklı e-kitap olarak 2014 ve 2018’de çeşitli dijital platformlar aracılığıyla okura sunulan ‘Çalmayan’ ve ‘Kötü’ adlı şiir dosyalarının ikinci edisyonları 2025 Dünya Şiir Günü kapsamında bütünleşik bir kitap olarak yayımlandı. Plüton Yayın tarafından gerçekleştirilen özel basılı nüshanın içerdiği 35 şiir, Zafer Yalçınpınar‘ın olgunluk dönemi eserleri olarak değerlendirilebilir…
Fenerbahçe başkan adayı Mahmut Uslu Sözcü’ye önemli açıklamalarda bulundu. Ali Koç’a seslenen Uslu, “7 senedir şampiyon olamadın. Sen yapamadın beceremedin, imza toplanıyor, imza sürecini bekleme, hemen olağanüstü genel kurula git. Kulübü bitirdin, çocuklar ağlıyor.” dedi.
Mahmut Uslu’nun açıklamaları şu şekilde: “Kulüpte ne kadar imza olduğunu bilmiyoruz. Onları öğrenmemiz gerekiyor, ama bilgi vermiyorlar. Bize göre olağanüstü genel kurula gidilmesi için imza sayısı tamam. Ali Koç’a çağrım imza ile gitme, bir an önce olağanüstü genel kurul kararı al. İmzalar toplanmaya devam ediyor, bayramdan önce bayramdan sonra farketmez. Ben seçime gitmelerini bekliyordum, ama gitmediler. Eylül ayında olmasında ısrar ediyorlar. Biz de hemen olmasını istiyoruz. Taraftarlarla ve kongre üyelerinin büyük bir bölümüyle diyaloğu kalmayan bir başkanın görevde kalmaması gerekir.”
ALİ KOÇ’UN BAŞARILI BİR TRANSFER POLİTİKASI YOK
“Kadromuz çok iyi diyor, ancak bu takıma en az 7-8 tane transfer lazım. Her mevkiye transfer yapılması gerekiyor. Ali Koç’un daha önce yaptığı transferler ortada, başarılı bir transfer politikası yok. Mevcut yönetimin doğru bir transfer politikası uygulayacaklarına dair güvenim yok. Daha önce yaptığı transferlerin performansı ortada. Kongre üyeleri de inanmadığı için kongre için imza topluyor.”
ALİ KOÇ GİDERSE FENERBAHÇE BATAR DİYORLAR, FENERBAHÇE HİÇBİR ZAMAN BATMAZ, SONSUZA KADAR YAŞAYACAK BİR ÇINARDIR
“Ali Koç giderse F.Bahçe batar diyorlar. Fenerbahçe hiçbir zaman batmaz. Fenerbahçe öyle bir çınar ki 108 yıllık bir çınar ve bu çınar sonsuza kadar yaşayacak. Bu kulübün başkanı 27 Mayıslar gördü, 3 Temmuz gördü, hiçbir şey olmadı. Ali Koç olmazsa Fenerbahçe batar imajını bilerek yapıyorlar. F.Bahçe Ali Koç’a muhtaç değildir. “
“Batık kulüp aldık diyorlar. Aziz Yıldırım ve ekibinin Murat Ülker’in de katkısının da olduğu araziler var. Ataşehir’deki arazi, Kenan Evren Lisesi arazi, Fenerbahçe Koleji’nin ve diğer arsalar duruyor. Göreve gelirken ‘Bizim ana işimiz spor, biz gayrimenkul şirketi değiliz’ diyordu, şimdi Aziz Yıldırım döneminde kulübe kazandırılan arazileri satacaklar ya da anlaşma yapacaklar borçları kapattık diyecekler. Kendi yönetimlerinde kulübe bir çivi bile çakmadılar. Ali Koç, 7 yılda bir tane dikili ağacın yok, hiçbir şey yapmadın.”
BATIK KULÜP DEĞİL SEN BİR SERVETİN ÜZERİNE GELDİN
“Ali Koç, sen bir servetin üzerine geldin. Batık kulüp aldık diyorsun, şu anda borçları ödemek için sattığın arazileri ve proje gerçekleştirdiğin arazileri kim kulübe kazandırdı. 7 yılda neden bu arazileri değerlendirmedin.”
İMZA VERMEKTEN ÇEKİNMEYİN, İMZA VERİN
“Kimsenin imza vermekten çekinmemesi lazım. İmza veren kongre üyelerine teşekkür ediyorum. İmza vermeyenlere de imza vermelerini tavsiye ediyorum. Eğer yönetimden memnunsanız vermeyin ama memnun değilseniz olağanüstü genel kurul için imza verin. İmza süreci kendiliğinden başladı, hiç kimse kongre üyelerine imza verin demedi. Asıl kıymetli olan bu.”
KUTUPLAŞMAYI ONLAR ÇOK SEVİYORLAR, ONLAR BUNLAR DİYEREK CAMİAYI BÖLDÜLER
“Kutuplaşmayı onlar çok seviyorlar. Onlar bunlar Azizci diyor, öbürü başka bir şey diyor, camiayı kutuplaştırdılar. Biz bugüne kadar böyle bir şey yaşamadık. Şu anda başkan adayı olarak ortaya çıkan isimler kendisi de dahil hepsi zamanında Aziz Yıldırım’ın yönetiminde görev almış isimler. Aziz Yıldırım kulübe tesisler kazandırmış, olayları iyi analiz etmiş ve 3 Temmuz gibi bir süreçte kulübü ayakta tutmuş.”
20 BİN İMZA SAYISINA ULAŞMAMIZ LAZIM
“7 yıl beklemiş insanlar, sabretmişler ama artık yeter demiş ve 2-3 tane başkan adayı çıkmış. Ama şu anda teveccüh Aziz Yıldırım’a doğru dönmüş durumda. Aziz Yıldırım da 16 bin 464 artı 1 fazla imza olursa adayım dedi. Şimdi bu imza sayısına hatta 20 bin imza sayısına ulaşmamız lazım. Bu imza işi bitmez devam eder. Bu imza sayısına ulaşılacağına inanıyorum.”
AZİZ YILDIRIM BİZİM LİDERİMİZ, DESTEĞİMİZ TAMAMEN ONA OLACAKTIR
“Aziz Yıldırım bizim liderimiz. Kongre üyeleri Aziz Yıldırım’ın istediği imza sayısını yerine getirirse tabii ki Aziz Yıldırım tek aday olur. Önemli olan aday değil, birlikteliği sağlayan bir sistem olacak. Aziz Yıldırım büyük bir teveccüh görüyor, taraftar da kongre üyeleri de Aziz Yıldırım’a gel diyorlar. Tamamen desteğimiz Aziz Yıldırım’a olacaktır.”
EYLÜL AYINDA YAPARSAM KİMSE KARŞIMA ÇIKMAZ DİYE DÜŞÜNMESİN
“Yönetimin Eylül ayında ısrar etmesinin nedeni kendileri transfer yapmaya çalışıyorlar. Genel kurul Eylül ayında da olsa biz seçimlere gireceğiz. Kendisi de bilsin bunu. Ben Eylül’de olağanüstü genel kurul yaparım kimse karşıma çıkamaz diye düşünmesin. Her halükarda karşısına çıkacağız.”
BİZ GÖREVE GELİRSEK ONLAR GİBİ YAPMAYACAĞIZ, CAMİADA BİRLİKTELİĞİ SAĞLAYACAĞIZ
“Bu ekip yönetime geldiği takdirde onlar gibi yapmayacağız, onlar bunlar demeyeceğiz. Tek Fenerbahçe diyeceğiz. Fenerbahçe camiada birlik ve beraberlik sağlanmadıkça başarıya ulaşamaz. Bizim her halikürda birlikteliğimizi sağlamalıyız. Birlikteliğimizi sağlarsak bizim karşımızda kimse duramaz.”
BİZ FENERBAHÇE’YE VERENLERDENİZ
“Fenerbahçe’den alanlar var, Fenerbahçe’ye verenler var. Biz Fenerbahçe’ye verenlerdeniz. Bizde cesaret var, bizde tecrübe var.”
Yankı Odası‘nın 26. Bölümü’nde büyük şair Oktay Rifat‘ı -Garip Akımı’ndan İkinci Yeni’ye uzanan poetikasıyla birlikte- andık ve evvel.org arşivinin içerisinde gezindik. (Oktay Rifat arşivimize https://evvel.org/ilgi/oktay-rifat adresinden ulaşabilirsiniz.)
27. Bölüm’ün yayın tarihine/saatine ilişkin bilgiler/güncellemeler/değişiklikler için lütfen sosyal medya hesaplarımızı takip ediniz. (instagram: @evvelfanzin twitter: @calmayan)
S.H. Dergisi: Sait Faik sağ olsaydı, kendi adına kurulan bu armağanı üç yıldan beri kazananlar için ne derdi?
Ece Ayhan: Sait Faik sağ olsaydı, herhalde; “Yahu teselli mükafatı mı bu?” derdi.
Mart-Nisan 1957 tarihli “Seçilmiş Hikâyeler” dergisinde yer alan “Sait Faik: Her Yıl Yeniden Ölen Adam” başlıklı dosyayı tekrardan yayımlıyoruz. Dosyanın tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/olenadamsaitfaik.pdf (18 Mb.) adresinden ulaşabilirsiniz.
Salim Şengil’in yönettiği “Seçilmiş Hikâyeler” adlı derginin Mart-Nisan 1957 tarihli 62. sayısı çok önemlidir. Önemlidir çünkü modern edebiyat tarihimizde ilk kez kayda değer şekilde -dimdik durarak, topluca ve ayağa kalkarak- bir edebiyat yarışmasının(armağanının) sonucuna ve dağıtımındaki haksızlığa karşı çıkılmıştır. Salim Şengil ve “Seçilmiş Hikâyeler” dergisi çevresinde yer alan yazarlar, 1957 yılının “Sait Faik Hikâye Armağanı”nın adil bir şekilde dağıtılmadığına işaret etmişlerdir; derginin 62. sayısı “Sait Faik: Her Yıl Yeniden Ölen Adam” adında oylumlu bir dosyaya ayrılmıştır. Salim Şengil ve arkadaşlarının iddiası; 1954-57 yılları arasında Sait Faik Hikâye Armağanı’nın Varlık Dergisi çevresindeki yazarlara haksız bir şekilde dağıtıldığı yönünde eleştirel bir bakış içeriyor. Dosyanın başında Salim Şengil’in açıklaması ve Seçilmiş Hikâyeler dergisi çevresinin “Sait Faik Hikâye Armağanı”ndan çekilişinin, ayrılışının öyküsü ile açık/sert bir mektup yer alıyor. Ardından konuya ilişkin olarak Attila İlhan‘ın “İş İştir”, Burhan Arpad‘ın “Sait Faik Adına Saygı Gerekir”, Tevfik Çavdar‘ın “Varlık Sanat Tekeli” ve Orhan Duru‘nun “Maskeli Balo” adlı ağır eleştiri yazıları yer almaktadır. Ciddi haksızlıklara karşı yayımlanan bu dosyada kısa bir soruşturma da gerçekleştirilmiş… Soruşturmaya Fikret Otyam, Ece Ayhan, Çetin Altan, Suat Taşer, Tarık Buğra, Mehmed Kemal, Sabahattin Batur, Vüs’at O. Bener, Baki Kurtuluş, Nezihe Meriç, Muzaffer Erdost, Güner Sümer, Tarık Dursun K., Orhan Duru, Tevfik Çavdar, Celâl Vardar, Sevgi Batur, Şükran Özkutlu, Can Yücel, M. S. Arısoy, Mahmut Makal ve Tektaş Ağaoğlu cevap vermiş. Soruşturma cevaplarının çoğu Sait Faik Hikâye Armağanı’nda yaşanan haksızlığı işaret ediyor…
Seçilmiş Hikâyeler dergisinin 1957’de sergilediği “karşı duruş ve haklı tepki” bize şunu göstermektedir: “Günümüzdeki hakkaniyetsiz edebiyat yarışmaları, edebiyat oligarşisi, edebiyat kâhyaları, üleştirmenler ve ödüllendirme sistematiği arasındaki habis birliktelik “yeni” bir şey değil… Yeni olan şey, söz konusu habis birlikteliğe tepkisiz kalışımız…”
Sonuçta, Evvel fanzin kapsamında (sözkonusu edebi ayaklanmadan tam 61 sene sonra, yani 2018 yılında) herkese ibret olsun diyedir, “Seçilmiş Hikâyeler” dergisinin “Sait Faik: Her Yıl Yeniden Ölen Adam” başlıklı dosyasını tekrardan yayımlıyoruz. Dosyanın tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/olenadamsaitfaik.pdf (18 Mb.) adresinden ulaşabilirsiniz.
Sahicilikle Zafer Yalçınpınar
Hamiş: 66 yıl sonra, günümüzde, hâlâ aynı yerde saydığımızı görmek beni üzüyor.
Perçemli Sokak‘ın ilk baskısında (1956, Yeditepe Yayınları) Oktay Rifat‘ın kaleme aldığı sunu / Poetika metninin orjinal görüntüleri… (Zafer Yalçınpınar Koleksiyonu’ndan)
Bağdat Caddesi‘nde, Şaşkınbakkal-Stad rotasında 31 Mayıs 2025 Cumartesi günü, Saat: 13.00‘da gerçekleştirilen ve yaklaşık 15.000 kişinin katılım sağladığı BÜYÜK FENERBAHÇE YÜRÜYÜŞÜ‘ne dair arşiv… (Güncelleme: 1 Haziran 2025)
“(…)Bir kulüp başkanı ne zaman bırakmalı? Taraftar sırtını döndüğünde mi? Kupa gelmediğinde mi? Yoksa kendi aynasına bakıp artık yolun sonuna geldiğini gördüğünde mi?
Şüphesiz Fenerbahçe taraftarının tepkisi bir gecede olmadı. Bu yönetimin hataları sayfalar doldurur. Yanlış teknik direktör tercihlerinden, yanlış transferlere, karara en çok ihtiyaç duyulan anlarda kararsızlığa ve son olarak başarısızlıklardan kendine pay çıkarıp gelişmek yerine, yapı söylemi ile hiçbir hatanın sorumluluğunu almamaya…
Bugün geldiğimiz noktada Ali Koç artık Fenerbahçe’ye bir vizyon sunamıyor gibi gözüküyor. Rakiplerinin hamlelerini bozmak üzerinden bir başarı tanımı kurmaya çalışmak yapılan en büyük hataydı belki de. Geçen sezon rakibin şampiyonluğunu erteledik diyerek bununla övünmek, Aziz Yıldırım, “Mourinho’yu getireceğim” dediğinde planında yokken koşarak Mourinho ile anlaşmak, bir fikir geliştirmektense, bir başka fikri bozmakla meşgul olan bir yönetim ortaya koyuyor. O zaman bir kez daha sormak lazım, bir başkanın görevi nedir? (…)
Bir başkan kulübü yönetirken sadece profesyonel bir yöneticilik değil, aynı zamanda duygusal bir liderlik de yapmak zorundadır. Çünkü futbol kulüpleri şirket değildir. Taraftar da müşteri değildir. Taraftar başkana sabreder, yeter ki bir yapı, bir yol, bir plan görsün. Ama yıllar geçtikçe bu plan sürekli değiştiğinde ve başarı hala gelmediğinde sabır yerini sorgulamaya, sorgulama da zamanla isyana bırakır. İlk yıllarda “Ali Koç vizyon getiriyor” dendi. Sonraki yıllarda “Yönetimi deneyimsiz ama düzelecek” bugün ise “Gitmeli, bu kadar yeter” deniyor.
Bir kulübün başkanı, pek tabii her hafta sosyal medya trendlerine göre hareket edemez. Ama tribünlerin duygusu ve toplu ruh hali de önemlidir. Taraftarın neye kızdığını, neye inandığını okumak zorundadır. Taraftar, mağlubiyete değil, umutsuzluğa ve tutarsızlığa tepki verir. (…)”
“Ali Koç, istifasını isteyen Fenerbahçe Gönüllüleri Derneği’ne gece yarısı baskın yaptı. Koç’un Dernek Başkanı Emrah Tünay’a yüksek sesle tepki göstererek, “Siz beni indirmeye mi çalışıyorsunuz? Ne yapmaya çalışıyorsunuz?” şeklinde bağırdığı öğrenildi. Dernek Başkanı Emrah Tünay’dan açıklama geldi:
“ALİ KOÇ ŞAHSIMI VE DERNEK ÇALIŞANLARIMIZI TEHDİT ETTİ”
Fenerbahçe Gönüllüleri Derneği Başkanı Emrah Tünay‘ın sosyal medya hesabı üzerinden olayla ilgili gerçekleştirilen açıklamada, “Dün gece saat 22.20 sularında, kulüp demokrasisine, ifade özgürlüğüne ve sivil toplumun en temel haklarına gölge düşüren son derece üzücü bir olay yaşanmıştır. Bilindiği üzere bir süredir Fenerbahçe Gönüllüleri Derneği olarak camiamızın adına eleştiri hakkımızı kullanarak, ‘Geleceğe İmza’ sloganı ile başlatmış olduğumuz bir imza kampanyası bulunmaktadır. Değerli kongre üyelerimizi, tüzüğümüze ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’ndaki mevcut hükümlere uygun bir biçimde, kulübümüzün olağanüstü genel kurul kararı alması için imza vermeye davet ediyoruz. Ancak ne yazık ki; Sayın Başkan Ali Koç, dün akşam yönetici arkadaşları Burak Kızılhan ve Can Gebetaş ile birlikte derneğimize gelerek, şahsımı, dernek çalışanlarımızı alenen tehdit etmiş, son derece demokratik ve tüzüğümüzce belirlenmiş olan haklarımıza açıkça saldırıda bulunmuştur. Sayın Ali Koç, merkezimize girer girmez sinirli bir tavırla, ‘Yarına provokasyon hazırlıkları nasıl gidiyor?’ diyerek, dernek başkanı olarak şahsımı sordu. Kendimi tanıttıktan sonra görüşmek üzere masaya yönlendik. Ardından ‘Topladığınız imzalara inanmıyorum, sahte imza toplanıyor’ söyleminde bulunarak ‘Sizler camiayı karıştırıyorsunuz’ ifadelerini kullandı.
“SAHTE İMZALAR TOPLADIĞIMIZI SÖYLEDİ”
Tünay, Ali Koç’un kendisi ile özel olarak uğraşacağı tehdidini aldığını belirterek “Masaya geldikten sonra, kameranın göremeyeceği bir alana hareket ederek beni davet etmesi üzerine arkasından kendisini takip ederek baş başa görüşmeye başladık. Sayın Ali Koç, baş başa görüşmemizde şahsımla ilgili özel bilgiler paylaşarak, sorular sormaya başlamış; ‘Seninle ilgili her bilgiye sahibim’ imajı çizmeye çalışmıştır. Daha sonra bugün oynanacak maç öncesi ve sırasında büyük olaylar çıkması halinde bunun hesabını şahsımdan soracağını, sahte imzalar topladığımızı söyledi. Maç günü derneğimizde noter bulundurulmasına sert tepki gösterdi. Ardından ‘Dua et, başkanlığım bitmesin. Bitmesi halinde nefes aldığım sürece seninle özel olarak uğraşacağım’ tehdidinde bulundu” dedi.
“FENERBAHÇE CAMİASININ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNE YÖNELMİŞ BİR SALDIRIDIR”
Açıklamanın devamı ise şöyle:
Sayın Ali Koç, yedi yıllık başkanlığı sürecinde hiç derneğimize gelmemiş, birçok kulüp üyesi bulunan derneğimizin hiçbir organizasyonuna katılmamış, DERNEĞİMİZE AKREDİTASYON VERMEMİŞ, bizimle hiçbir şekilde sıcak ilişkiler kurmamıştır. Bu açıdan bakıldığında derneğimizin demokratik haklarını kullanmasını sindiremeyen Sayın Ali Koç’un dün akşamki ani ziyaretinin maksadını kamuoyunun takdirine bırakıyorum. Yaşanan bu baskı ve tehdit yalnızca şahsıma değil, Fenerbahçe camiasının ifade özgürlüğüne yönelmiş açık bir saldırıdır. Fenerbahçe SK; tarihi boyunca baskıya boyun eğmeyen, demokratik değerleri savunan bir kulüp olmuştur. Bu değerlere yapılan her türlü müdahalenin karşısında dimdik durmaya devam edeceğiz. Yaşanan olayla ilgili gerekli hukuki süreçleri başlatacağımızı, adaletin önünde bu haksız saldırının hesabının sorulması için tüm kararlığımızla mücadele edeceğimizi kamuoyuna saygıyla bildiririz. Kimsenin bulunduğu makamın gücünü kullanarak gönüllülerin sesini kısmaya çalışılmasına izin vermeyeceğiz. Tüm Fenerbahçelileri sağduyulu ama kararlı bir duruşla, demokrasiden yana tavır almaya ve imza kampanyasına destek vermeye davet ediyorum. (…)
Fenerbahçe Spor Kulübü‘nün kongre üyesiysen aşağıda listesi bulunan noter ve noktalardan imza kampanyası sürecini ücretsiz olarak tamamlayıp kulübümüzü seçime taşıyarak Fenerbahçe’yi başarısız Ali Koç ile başarısız şürekasının işgalinden kurtarabilirsin! Haydi, yüklen!(Son Güncelleme: 2 Haziran 2025, Saat 08.00)
Hamiş: Z. Yalçınpınar’ın tüm şiirlerini ve şiir kitaplarını https://zaferyalcinpinar.info adresinden -pdf dosyası olarak- ücretsiz okuyabilir ve arşivleyebilirsiniz.