Şub
06
2011
0

Günsüz Günce’den… (İlhan Mimaroğlu)

(…)Doğumunun 70. yılını kutlamak için verilen bir konserde Leonard Bernstein’in bir şarkısı sunulacaktır. Soprano Dawn Upshaw ile piyanist Lukas Foss çıkarlar sahneye. Ama, bakarlar ki, şarkının notaları unutulmuş. Kös kös dönerler geri.
Böylece müzik, “Oh olsun! Canıma değsin!” demiş oluyor belki de.
Çünkü şarkının adı “müzikten tiksiniyorum” anlamına geliyor: “I Hate Music.”
Düşündürdü bu ad beni. Senfoni gibi, konserto gibi bir beste türüne, yeni bir türe yaraşık bence. Bir dizi beste yapabilirim bu adla. Ya da eskilerinin adlarını o yolda değiştiririm: Müzikten Tiksiniyorum No. 1, Müzikten Tiksiniyorum No. 2, Müzikten Tiksiniyorum No. 3…
Müziği severek yazmakla sevmeden yazmak arasında bir ayrılık var mı? Bilmiyorum. Her yaptığımı doğallıkla yaparım. “Elma ağacının elma vermesi gibi.” Sever mi elma ağacı verdiği elmaları?
Ama günün birinde, kuruduğunu çürüdüğünü görürse elmalarının, tiksinmeye başlar belki elmadan da, elma ağacı olmaktan da?
Suç elmanın mı? Değil.
Ananasın da değil.
Ece Ayhan, “Müzik Tarihi” kitabımın üçüncü baskısı üzerine Gergedan dergisine yazdığı bir yazıda “…müziğe sırılsıklam aşık olduğu belli…” diye söz ediyor benden.
Buz gibi havalarda sırılsıklam kaldığımı biliyorum. Kurutmaya çalışıyorum kendimi şimdi. Tangonun dediği gibi:
“Senin gezdiğin yerlerde gezmiyorum;
Senin geçtiğin yerlerden geçmiyorum.”

Bir besteciden söz ediliyordu. Yazdığı parçaların notalarını duvar kâğıdı diye kullanıyormuş.
Ali Sirmen anlatmıştı: “Kemanımı yakıp da ateşinde patlıcan kızartabilsem,” dermiş Sadi Işılay.
Bana sorarsanız, o besteci için de, Sadi Işılay için de suç ananasta değildi.
Niye ananas?
Arjantin’in o korkunç günlerinde, binlerce insanın ortadan yokolduğu yıllarda, bir genç kadını da alıp götürürler. Bir zindana atarlar, yokolanlardan birkaçıyla birlikte. Derken, güvenlik görevlisi iki üç kişi girer zindana. Aralarından birinin bir elinde koskoca bir pala, öbür elinde de bir ananas vardır. Bir taşın üzerine koyar ananası. Sonra sallar palasını, zindana tıkılmışlardan birinin kafasını uçurur. O kanlı palayı bir de ananasa vurur; kestiği parçayı ağzına atar. Gene savurur palasını , birinin daha kafasını uçurur; kanları damlayan palayla ananastan bir paça daha kesip yer.
Kadın gerçi bir süre sonra zindandan kurtulmuş ama, nerede ananas görse büyük bunalımlar geçiriyormuş. Yaşantılarımın böylesine bir yoğunlukla korkunç olduğunu söyleyecek kadar duyarlıksız değilim. Ne ki, bir kıyaslama söz konusuysa, yaşantı diye, terazinin öbür kefesinde, bunca yılın birikimi var.
Gene de, biliyorum, suç ananasta değil.
(…)
Gergedan’ın 10. sayısında Ece Ayhan’ın, o yakınlarda yayınlanan “Müzik Tarihi” kitabımın üçüncü basımıyla ilgili gözlemlerini, anılarını, düşüncelerini sunmuş olmasına sevindim.
E. Ayhan’ın, yazısının başında değindiği bir konu üzerinde görüşlerimi belirtmek istiyorum.
“İlhan Mimaroğlu, ABD uyrukluğuna gitmeden önce Türkiye’de ilginç bir müzik eleştirmeniydi…” diyor Ece Ayhan. İlginçliğimi yitirmemiş olduğumu umarım ama, özellikle üstünde durmak istediğim şu “ABD uyrukluğu” konusu. Ece Ayhan’ın ABD uyrukluğuna “gitmek” ile “geçmek” arasında bir ayrım gözetmiş olduğundan kuşkum yoksa da, yanlış anlaşılma olabilirliğinin önleme amacıyla, ABD uyrukluğuna geçmemiş olduğumu, geçmeye de istekli olmadığımı kesinlikle belirtmek isterim.
Doğumla edinilen uyrukluk, bilinç ve bulunç kaygılarıyla bağlantısız bir uyrukluktur; demek oluyor ki, bir seçeneksizlik durumudur. Yılların ilerlemesiyle, Belirttiğim kaygılar gelişedurduğunda, uyrukluk değiştirme yolunda bir seçenek koşulu da ortaya çıkabilir. Oysa benim için, varmış gibi görünüyorsa da, böyle bir seçeneğin gerçek koşulu yok.
Bunca yıldır yaşadığım, kendimce önemli yönleriyle çok iyi tanıdığım bir ülke olan Amerika, uyrukluğunu seçmek istediğim bir ülke değildir.
Öyleyse neden bir başka ülkede yaşamıyorum ve o ülkenin uyrukluğuna geçmiyorum? Çünkü öyle bir ülkenin varolmadığını biliyorum. Hep dediğim gibi, heryer, herbir ülke, uzaklaşılması, kaçılması gereken bir yerdir. Ne ki, kaçacak, sığınacak yer yok.
Ama soruyu bir kez de soyutluğa yönelen bir salt görüşe soralım: Yok mu uyrukluğunu seçmek istediğim bir ülke gerçekten?
Bugün yok, ama birgünler vardı. Doğduğum ve çocukluğumu, ilk gençliğimi geçirdiğim yılların Türkiye’si. Böylece, seçmeden edinmiş olduğumu bir uyrukluk, bu yolda bir seçeneğin bilinci ve buluncu açısından, seçebileceğim tek uyrukluk oluyor. Bu da, en azından, ne idiysem, ne olmuşsam, öyle kalmamı gerektiriyor.
Ölümlü yapıtlar arasında da ölümlü kişiler gibi yaşayanlar var: hiç ölmeyeceklermiş gibi.

İlhan Mimaroğlu
Günsüz Günce, Pan Yayınları,
1.Baskı, 1989

Hamiş: İşbu alıntıları Evvel Fanzin’e ulaştıran, Khalkedonista taifesinden Emin Karabal’a teşekkür ederiz.

Oca
25
2011
0

Çanakkale’de Ece Ayhan Kültür Evi ve Arşivi Çalışmaları

Ece Ayhan Sivil Girişimi’nin basın bildirisi aşağıdadır:

Türkiye’nin aykırı, muhalif, mülksüz, sipsivil şairi/etikçisi Ece Ayhan’ın ana ve mezar kenti Çanakkale’de, bir grup okur, 2008 yılından bu yana sürdürülen Sivil Girişimi yeniden örgütleyerek (Aşk), ‘Ece Ayhan Kültür Evi’ ile ‘Ece Ayhan Arşivi’ni kurmak ve her yıl ‘Ece Ayhan Sempozyumları’ düzenlemek amacıyla çalışmaya başladı.

Tüm çalışmaların, küflü/paslı nostaljik bir yaklaşım yerine, şiir, edebiyat, tarih, resim, müzik, felsefe, ahlak gibi alanlarda ‘iktidar ve otorite karşıtlığı’ ruhu ve gönüllülük ilkesinde gerçekleşmesini isteyen Sivil Girişim, Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanındaki Ece Ayhan okurlarını, önce sanal ortamda bilahare Çanakkale’de bir araya getirmek için hazırlıklarını sürdürüyor.

Yalı Hanı’nda süren toplantılarda, Ece Ayhan konusunda araştırma yapmak isteyen akademisyenler, edebiyatçılar, öğrenciler ya da okurların yanı sıra, Ece Ayhan’ı henüz okumamış/tanımayanlar için de çeşitli etkinlikler tasarlanıyor.

Bu duyuru ile, Ece Ayhan Sivil Girişimine katkıda bulunmak isteyen herkesi, bizimle temasa geçmeyi çağırıyoruz. Öneri, görüş, dilek ve eleştirilerinizi bize ulaştırabilirsiniz. Elinde, arşivinde ya da bir tanıdığında Ece Ayhan’la ilgili bilgi ve belge olan okurların katkısıyla, tüm bilgilerin bir merkezde toplanmasını, böylelikle herkese açık büyük bir arşivin yaratılmasını istiyoruz.

Ece Ayhan Sivil Girişimi
Çanakkale – Ocak 2011

İnternet sitesi adresi: www.eceayhan.com
Posta adresi: Yalı Hanı / Çanakkale
E-posta adresi: eceayhangirisimi@eceayhan.com

Oca
24
2011
0

50 Yılın Ardında; “İkinci Yeni” /Anket Formu

Anket formuna ulaşmak için tıklayınız.

Ankete verdiğiniz cevaplar 13 Şubat 2011 Pazar sabahı Evvel Fanzin ile eşanlı olarak birçok platformda paylaşılacaktır. “İkinci Yeni” poetikasının günümüzdeki işlerliği ile gelecekteki konumunu araştırdığımız bu ankete katılımınız, ilginiz ve desteğiniz için şimdiden çok teşekkür ederim.  (Zy)

Notlar:

-Anketin gerçekleştirilme gerekçeleri ve ayrıntılı bilgiler https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=4506 adresinde yer almaktadır.

-Facebook Etkinlik Bağlantısı: https://www.facebook.com/event.php?eid=128084693926065

Oca
18
2011
0

50 Yılın Ardında; “İkinci Yeni” Anketi

Hüsamettin Bozok yönetimindeki Yeditepe Dergisi, 1960 yılının Şubat ayında “İkinci Yeni ve Eleştirmeciler” başlıklı bir anket başlatmış… Anketin takibini ve yazışmalarını Fahir Aksoy gerçekleştirmiş. Anket kapsamında şairlere, eleştirmecilere şu sorular yöneltilmiş:

1- “İkinci Yeni”, diyorlar, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
2- Bugün ikinci yeni akımı bir yenilik olmaktan çıkmış bulunuyor. Her ölçüye göre belli bir seviyenin örnekleri var. Sanatçılarımız yeniliksiz edemeyeceklerine göre şiirimizin sizce bundan sonra nereye doğrulacaktır?
3- Edebiyatımızda eleştirmenler neden etkin olamıyorlar, açıklar mısınız?
Not: Birinci soru bazı şairlere “size…” diye sorulmuş.

Bu sorulara cevap veren şair ve eleştirmecilerin isimleri şöyle: Metin Eloğlu, Attila İlhan, Nevzat Üstün,Turgut Uyar, Asım Bezirci, Sezer Tansuğ, Ece Ayhan, İlhan Berk, Edip Cansever, Hüseyin Cöntürk, Necati Cumalı, Özdemir İnce, Ahmet Arif, Ahmet Köksal, Behçet Necatigil, Kemal Özer, Oğuz Tansel, Fethi Naci, Hikmet Dizdaroğlu.

Şair ve eleştirmecilerin yanı sıra Yeditepe Dergisi, işbu ankete okuyucularını da dahil etmiş ve aşağıdaki açıklamayla birlikte hangi şairlerin “ikinci yeni”ye dahil olduğu sorunsalını -okuyucuları vesilesiyle- ankete yansıtmıştır:

Son yıllarda dergilerde ve yayımlanan kitaplarda Türk şiiri yeni bir yöne doğru yönelmiş görünüyor. “İkinci Yeni” adıyla adlandırılan bu akım üzerine yazarlar arasında açtığımız anket yeni bir soruyu daha ortaya atmış oluyor: “Bu “ikinci yeni” akımı içine hangi şairler girmektedir? Bu akım içinde bulunduğunu sandığımız şairler bile bazen bunu kabul etmez görünüyorlar. Şimdi biz, yazarlar arasında açtığımız ankete paralel olarak okuyucularımız arasında yeni bir ankete başlıyoruz: Hangi şairler bu akım içinde yer alıyor?

Yazarların, şairlerin, eleştirmecilerin ve okuyucuların Yeditepe Dergisi’nde yayımlanan “İkinci Yeni ve Eleştirmeciler” adlı ankete verdiği cevaplara https://zaferyalcinpinar.com/ikinciyenianketi1960.pdf adresinden ulaşabilirsiniz. (Dosya boyutu: 24 mb.)

Yeditepe’nin 1960’da gerçekleştirdiği bu anketi “Şiir ve Yenilik” konusundaki birçok yanılgıyı ortaya çıkarmak açısından fevkalade önemli buluyorum. Ankette bazı eleştirmecilerin ve okuyucuların “yenilik” konusuna inanılmaz bir ürküyle -hatta nefretle- yaklaşmış olmaları da bana çok ilginç geliyor. “İkinci Yeni” şairlerinden bazılarının yeni şiiri savunuş biçimleri, Türk şiiri ile yeni şiir arasındaki ilişkiyi temellendiren söylemleri de poetik açıdan hâlâ derinlikli, araştırmaya elverişli bir konu olarak karşımızda duruyor. Sonuçta, Yeditepe’nin 1960’daki anketinde tartışılan meselelerle, yeni şiire ve yeni şairlere yönelik eleştirilerle birlikte “ikinci yeni”nin kavramsal arkaplan açısından meşrulaştığını görüyoruz.

Bunlarla birlikte, anket cevaplarının arasında fark edildiği üzre ikinci yeni şiir akımına karşı olan demagojik, tutucu ve olumsuz söylemlerin bugün de -günümüzde de- icra edildiği, aynı papağanlıkların aynı yapay bağlamlarla tekrar edildiği de son derece açıktır. “İkinci Yeni”ye yönelik olarak günümüzde sergilenen itirazlar, “İkinci Yeni” şiir akımının devam etmekte olup olmadığı gibi önemli bir soruyu zihnimize mıhlar ve aynı zamanda böylesi bir sorgunun doğruluğunu teyit eder niteliktedir.

“50 YILIN ARDINDA; İKİNCİ YENİ” ANKETİ

“İkinci Yeni” şiir akımının imgeselliğinin, şairaneliğe ve topluma karşı takındığı tavrın poetik açıdan geçerliliğini sürdürüp sürdürmediğini araştırmak ilginç bulgulara ulaşacağımız önemli bir gayrettir. 1955-60 yıllarında yaşamsal karşılığını fazlaca bulamayan “İkinci Yeni” akımının savunduğu şiirselliğin bugün -yani 50 yıl sonra, 2010’larda- daha tutarlı bir şekilde içselleştirildiği, yaşamsal ve duygudurumsal örtüşme açısından da yerine oturduğu, yerini bulduğu söylenebilir. “İkinci Yeni”nin önerdiği sezgisel şiir, bugün, şiir okuyucuları tarafından duyulmakta, yoğunlukla hissedilmektedir. O günler için anlamsız kabul edilen “İkinci Yeni” şiir akımı, anlamını bugünlerde bulmaktadır. Günümüz şiirinin imgesel birimlerinde, biçimsel özelliklerinde ya da yapıtaşlarında bazı ufak kaymaların olduğu, edebiyat ortamında bu yönde bir yenilik arayışının başladığı da aşikârdır. Ancak, bu arayışlarda duygudurum ve imgelem açısından “İkinci Yeni bitiyor, bitti!” diyebileceğimiz bir seviyede miyiz? Ya da İkinci Yeni şairleri de tarihin süzgecinden geçip, o günlerde farkedilmeyen, kabul edilmeyen bir “sahici yeni” mertebesine doğru ayrışmışlar mıdır? Şiirsel açıdan “İkinci Yeni”den geriye hangi şairler kalmıştır? Yeni kuşaktan hangi şairlerin şiirleri “İkinci Yeni” kapsamındadır? “İkinci Yeni”den geleceğe doğru uzanan farklı bir şiir gayreti var mıdır, belirginleşmiş midir?
Tüm bu karmaşaya biraz aydınlık getirmek için Evvel Fanzin olarak, 50 Yılın Ardında; “İkinci Yeni” adında bir anket başlatıyoruz. Anketimiz kapsamında aşağıdaki sorulara cevap arayacağız:

– Sizce, “İkinci Yeni” şiir akımı bitti ya da eskidi mi?
– Sizce, “İkinci Yeni” şiir akımının öncü şairleri kimlerdir?
– Yeni kuşakta İkinci Yeni’ye dahil olmuş ya da İkinci Yeni’yi devam ettiren şairler var mıdır? Var ise kimlerdir?
– Bugün, Türk şiirinde, İkinci Yeni’nin ardından oluşmuş ve onun kadar ön plana çıkmayı başarabilmiş bir şiir akımı var mı? Var ise bu akımın getirdiği yenilik nedir? Bu akıma bağlı şairler kimlerdir?
– Geleceğin şiiri nasıl olacak, şiirimiz nereye yönelecek?

*

ANKET SORULARINI
https://zaferyalcinpinar.com/ikinciyeni2011.html
adresinde yer alan online anket formunu doldurarak
ya da
zaferyal@gmail.com adresine e-posta atarak
CEVAPLAYABİLİRSİNİZ.

*

Ankete verdiğiniz cevaplar 13 Şubat 2011 Pazar sabahı Evvel Fanzin ile eşanlı olarak birçok platformda paylaşılacaktır. “İkinci yeni” poetikasının günümüzdeki işlerliği ile gelecekteki konumunu araştırdığımız bu ankete katılımınız, ilginiz ve desteğiniz için şimdiden çok teşekkür ederim.

Sahicilikle
Zy

Ara
29
2010
0

“Ece Ayhan ve Yalova Köyü” Belgesel Çekimleri

Çanakkale, Eceabat’ta bulunan Yalova Köyü’nde, Ece Ayhan’ın yaşamının izlerine dair Rayzan Başeğmez’in gerçekleştirdiği belgesel çekimlerine https://www.facebook.com/video/video.php?v=114065488665027 adresinden ulaşabilirsiniz.

Not: Belgesel görüntülerine  İlhan Usmanbaş’ın “Violonsel için Müzik” adlı bestesi eşlik etmekte…

Eki
31
2010
0

Arthur Rimbaud’nun Illuminations’unda ve Ece Ayhan’ın Bakışsız Bir Kedi Kara’sında Ateş Diyalektiği (Yavuz Kızılçim)

Atatürk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yabancı Diller Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr. Yavuz Kızılçim, Arthur Rimbaud ve Ece Ayhan arasındaki benzeşimler ile farklılaşmaları Gaston Bachelard’ın “ateşin psikanalizi” adlı yapıtı çerçevesinde incelemiş…  Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi’nin 2008’de yayımlanan 11. cildinde yer alan yazının pdf biçemine https://e-dergi.atauni.edu.tr/index.php/SBED/article/view/496/489 adresinden ulaşabilirsiniz.

(…) Gerek Rimbaud’da, gerekse Ayhan’da ateş diyalektiği üzerine kurulu yapıların sıklığı ve baskınlığı doğal olarak bizi, onları bu bakışla incelemeye yöneltti. Ve her iki yazarın da ateş üzerindeki ısrarı bu çalışmanın Bachelard’ın yöntemiyle çözümlenebilirliğini gösterdi. Nesnel bir bilginin ruh çözümlemesinde bu kadar karmaşık yapının ortaya çıkmasından daha doğal ne olabilir ? Bachelard, karmaşadan söz ederken sürekli olarak bir nesnenin kendi içinde yanmasına vurgu yapar, bu vurgu süreklidir; çünkü, yaşamın bizzat kendisi kesintisiz bir sürekliliği dayatır: bir kartal her gün gelir ve Prometheus‘un ciğerini parçalayarak yer; Kartalın her gün gelişi ve ciğerin sürekli yeniden yaratılması, ateş diyalektiğindeki sürecin katlanarak çoğalmasını simgeler. Her iki şairden seçtiğimiz örneklerde gözlemlediğimiz kadarıyla ateş çoğalır ve çoğaltır; çünkü, her koşulda kuşatıcı ve kapsayıcıdır; hiçbir şey ateşin kendine özgü değiştirici ve dönüştürücü niteliğine zarar veremez. Ateşin bu anlamda kullanımı yok etmek ya da yok olmak eylemleriyle aynı anlama gelmektedir. Ateş hem var edici, hem de yok edici bir nesnedir; asıl düşünce soğuk/sıcak derinlikte ve tam anlamıyla dile getirilmemiş sözlerde ve anlatımlarda gizlidir.

Yavuz Kızılçim

Eki
30
2010
1

Haber: Ece Ayhan’ın evini koruyamadık. (Milliyet Gazetesi)

2002’de vefat eden şair Ece Ayhan’ın çocukluğunun geçtiği ve belirli dönemlerde yaşadığı Ecabat’taki evinden kalan duvarlar da çevreye zarar verecek kaygısıyla yıkıldı.

Türk şiirinin en önemli şairlerinden Ece Ayhan 2002’de İzmir’de vefat ettiğinde cenazesi Çanakkale’nin Eceabat ilçesindeki Yalova köyüne defnedildi. Mezarının da bulunduğu köyde yer alan annesine ait evinde geçti Ece Ayhan’ın çocukluğu… Ayhan, 80’li yıllarda hasta olan annesiyle birlikte belirli dönemlerde bu evde yaşadı, şiirlerini ve denemelerini burada sürdürdü… Uzun zamandır bakımsız olan ev, geçtiğimiz günlerde tamamen yıkıldı.
2009’un kış aylarında, zaten bakımsız olan evin çatısı ve ikinci katı çökmüştü. Evde, Ayhan’ın son on yılına tanıklık etmiş, her türlü bakımını üstlenmiş yeğeni Sadık Ece Deniz oturuyordu. Deniz, evin büyük bölümünün yıkılmasından sonra ayakta kalan bir odanın üstünü naylon ile kaplayarak burada yaşamını sürdürüyordu.

Yeğeni öldürüldü.

44 yaşındaki Sadık Ece Deniz, geçtiğimiz ağustos ayında, Bodrum’da kendisinden içki parası isteyen kişilerce bıçaklanarak öldürüldü. Deniz’in ölümünden sonra tamamen boşalan evin ayakta kalan duvarları bitişiğindeki ev için tehlike yarattığı gerekçesiyle, evin varislerinin talimatıyla yıkıldı.
‘Ece Ayhan Buluşmaları Sivil Girişimi’nden Semra Canbulat, “Zaten harap durumdaki evi çevreye de zarar verebileceği kaygısıyla şairin ailesinden birinin, bildiğim kadarıyla yeğeni Sadık Ece Deniz’in ağabeyinin talimatıyla yıkıldı” dedi.

‘Bilgi gelmedi’

Eceabat Belediye Başkanı Kemal Dokuz, kendisine bu konuyla ilgili herhangi bir bilgi iletilmediğini söyledi. Yalova Köyü’nün muhtarı Tuğrul Onan konuyla ilgili olarak şunları belirtti:
“Bu ev Ece Ayhan’ın annesinden kaldı, 7-8 varis var. Evin çatısı geçen kış çökünce kaymakamlığa konuyla ilgili yazı yazdım. Evin tehlike oluşturduğundan bahsettim. Yazıdan 20 gün sonra, Bayındırlık’tan gelip inceleme yaptılar. Hatta İl Kültür Müdürlüğü de geldi. Herkes ilgilendi ama bir çözüm bulunamadı.  Sadık Ece Deniz öldükten sonra da cenazede gördüğüm ağabeyine durumu anlattım. Bize para verip, madem tehlikeli o zaman duvarı yıkın dedi.”

Yasemin Bay
30 Ekim 2010 tarihli Milliyet Gazetesi’nden…

Bkz: https://sanat.milliyet.com.tr/sair-ece-ayhan-in-evini-koruyamadik/diger/haberdetay/30.10.2010/1307847/default.htm?ref=milliyet_anasayfa

2002’de vefat eden şair Ece Ayhan’ın çocukluğunun geçtiği ve belirli dönemlerde yaşadığı Ecabat’taki evinden kalan duvarlar da çevreye zarar verecek kaygısıyla yıkıldı

Eki
30
2010
0

Ece Ayhan’ın “Mitoloji Bandosu”

Aphrodite: Nahit Hanım
Midas: Metin Üstündağ
Odysseus: Ahmet Oktay
Pan: Mehmet Müfit
Tahta At: Çanakkale Aşiretinden Fransız Hasan
Hades: ‘Çanakkaleli Baudelaire’ Ölü Orhan Talat
Orpheus: Rebetes Cengiz
Paris: Kırılgan Yücel
Ganymedes: İsmet Öktem
Penelope: Zeynep (Gümüş Talat ile Hamsi Ahmet’in annesi)
(…)
Babil Kraliçesi Semiramis: Feryal Çeviköz
İkaros: Enis Batur
Güzel Helen: Özay Erkılıç Hanım

Ece Ayhan
22 Eylül 1993

(Son Kişot Dergisi, Sayı:1, Kasım Aralık 2002)

Eki
27
2010
0

Haber: Ece Ayhan’ın evi yıkılmış…

 

Bugün, Ece Ayhan Buluşmaları Sivil İnsiyatifi’nden Semra Canbulat’tan önemli bir e-posta geldi. Bu e-posta’da Semra Canbulat, Ece Ayhan’a ilişkin bazı önemli konuları benimle paylaşıyor ve böylece bir çeşit “dert ortağı” olduğumuz da kesinleşiyor, keskinleşiyor; Semra Hanım’dan Ece Ayhan’ın Çanakkale Eceabat Yalova Köyü’nde yer alan evinin yıkıldığını öğrendim. Üstelik, bu yıkım kararını Ece Ayhan’ın ailesinden biri vermiş. Nasıl diyeyim, sanki ben de yıkıldım. Semra Hanım, sağolsun, Ece Ayhan’ın Çanakkale’de yaşadığı evin yıkıntılarının görüntülerini de  göndermiş. (Bu fotoğraflara “Yıkılan” adını vermek geldi içimden…) Aşağıda paylaşıyorum:

Ece Ayhan’ın Çanakkale Eceabat- Yalova Köyü’nde yaşadığı evin yıkıntı biçimindeki görüntüleri (2010)
Fotoğraflar: Semra Canbulat

Eki
24
2010
0

1979’da Ece Ayhan’la Söyleşmek (Arslan Kaynardağ)

“Somut” adlı derginin  Kasım 1979’da yayımlanan 11. sayısında Ece Ayhan’la gerçekleştirilmiş bir söyleşinin ilginç notlarına rastladım… Arslan Kaynardağ’ın kaleme aldığı notlara https://zaferyalcinpinar.com/eceayhankonusma.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Eki
22
2010
0

Doğmamış Olan Bir Adamın Hikâyesi (Ece Ayhan)

Doğmamış  Olan Bir Adamın Hikâyesi; Şiirin Bir Altın Çağı‘nda,  bir Ece Ayhan öyküsü…
Bkz: https://zaferyalcinpinar.com/dogmamisolan.jpg

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Eki
22
2010
0

“İnsan” sözcüğü bir fiildir. (Ece Ayhan)

(…) 1977’de İsviçre’de Zürih’te yaptığım bir konuşmada da söylemiştim: Bence bildiğimiz ‘insan’ (isim ya da sıfat’ sözcüğü bir ‘fiil’dir (edim) hem gerçekte, hem bence. Ve ben insan aklına gelebilecek bütün zamanlarda bu ‘insan’ fiilini  çekmeye çalışırım. Tabii yeni bir sözdizimi ve yeni bir dilbilgisiyle. Hem çaktırmadan yürürlüğe salınmış algı ortalamasına kesinkes karşı olarak. Evet bütün işlediğim iş bu. (…)

Ece Ayhan
Şiirin Bir Altın Çağı, 1993, YKY, s.133

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Eki
20
2010
0

Arif Damar ya da Ece Ovalı

(…)
Sığırgeçidi’nde Dolmabahçe’de sivil bir Ece Ovalı yazdı bu düzşiiri.
V. Mustafa’nın padişahlığının 10. yılında aylardan mayıstı.

Yukarıdaki dizeler Ece Ayhan’ın “Bir Askeri Şairin Ölümü!” adlı şiirinin son dizeleridir. (Bkz: Ece Ayhan,”Son Şiirler”, 1993, YKY)

***

Arif Damar vefat etmiş… Yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı diliyorum.
Yaşantımla Arif Damar’ın yaşantısına ilişkin bazı kesişimleri madde madde açıklamakta fayda var;

2001-2002; Arif Damar’ın oğlu Nice Damar’ın yaptığı bazı şiir çevirilerini Kuzey Yıldızı Edebiyat Dergisi‘nin çeşitli sayılarında yayımladık.
2003 Yazı; Kadıköy’de, Yazı Kitabevi-Cafe’de Arif Damar’la tanıştım. Cafe’de yer alan tüm masaları dolaşıp herkese istiridye kabuğu hediye ediyordu.
2004 Kışı; Arif Damar, Kuzey Yıldızı Edebiyat Dergisi’nin 10. sayısında Oruç Aruoba’nın “Geç Çıtırtılar” adlı şiirini görmüş ve şiirde yer alan “Pembe parmaklı Tan” dizesi ilgisini çekmiş. Böylelikle Arif Damar, Şubat 2004’te, Cumhuriyet Gazetesi’nde kendisine ayrılan “Ayın Şiiri” bölümünde Aruoba’nın söz konusu şiirini alıntıladı. Ayrıca, Aruoba’yla bu şiir üzerine “söyleşmek” istediğini de belirtti.
2004 İlkbaharı; Gene Yazı Kitabevi-Cafe’de karşılaştık. Bana kendi elyazısıyla bir şiirini, daha doğrusu farklı şiirlerinden alıntılağını düşündüğüm çeşitli bölümleri bir kâğıda yazıp hediye etti. (Söz konusu bölümler, Damar’ın kendi el yazısıyla aşağıda yer almaktadır.) Aynı gün Ece Ayhan’dan da konuştuk. Damar, Ece Ayhan’ın annesini yakından tanıdığını ifade etti.
2008 Kışı; Kadıköy’de “Son Gemi” adlı meyhanede Arif Damar’ı son kez gördüm. Köşe masalardan birinde tek başına oturuyordu. Mutsuzdu. Yan gözle bana baktı. Tanıdı mı tanımadı mı, bilinmez…

Zy

Zafer Yalçınpınar Koleksiyonu’ndan…

Ağu
31
2010
0

YOKSULLUĞUN HARÇLIĞINDAN DENKLEŞTİRİLMİŞ DUHULİYEDİR EN İYİSİ. (ECE AYHAN)

Ne türden olursa olsun, gerçek şiirin, çağdaş toplumlarda, öyle “ayrılmış” bir yeri filan yoktur, söylenenlerin, yalanla başlayıp yalanla bittiği dillere destan olmuş bütün bayram demeçlerinin aksine.
Eh, toplumuna göre değişebilir biraz bu, kötülüğün koyuluğundan, iyiliğin açıklığına kadar —iyilik de, olanaksızlığın iyiliğidir. (…)
Tekin değildir şiir pek, iyi gözle bakılmaz ona, taş atar durup durduğu yerde çok dalgalara; çünkü şiir, bir yerde, gerçeğin de yedilmesidir; yani, ortaya konuşuyorum, şiir gerçeği yeder.
İşte böylesi bir olumsuz yeri vardır şiirin toplumlarda. Sonuçlayarak diyebilirim ki, bir toplumda yeri olmayışı onun yeridir. (…)

Ece Ayhan
Yeni Dergi, Ekim 1970, Sayı: 73

Ağu
31
2010
0

“Ortodoksluklar” Üzerine… (Sezer Tansuğ)

Sezer Tansuğ, “Yeni Dergi”nin 1968’de yayımlanan 48. sayısının “değinmeler” bölümünde Ece Ayhan’ın “Ortodoksluklar”  adlı kitabına ilişkin bir yazı kaleme almış… O günlerde “Ortodoksluklar” yeni yayımlanmıştı… Sözkonusu yazının tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/ecesezertansug.jpg adresinden ulaşabilirsiniz…

Ağu
12
2010
1

Haber: Ece Ayhan’ın Yeğeni Bodrum’da Öldürüldü!

Bkz: https://www.canakkaleicinde.com/sair-ece-ayhanin-yegeni-bodrumda-olduruldu.html

Şair Ece Ayhan’ın yeğeni Sadık Ece Deniz (44), çalışmak için gittiği Muğla’nın Bodrum ilçesinde, kendisinden istenen bira parasını vermediği için bıçaklanarak öldürüldü.

Olay, Kumbahçe Mahallesinde sabaha karşı yaşandı. Yanına gelen kişi ya da kişiler tarafından kendisinden bira parası istenen Sadık Ece Deniz (44), “Benim de param yok” demesi üzerine göğsünden bıçaklandı. Ağır yaralı olarak sahil bandında “Yardım edin” diye bağırarak olay yerinden uzaklaşmaya çalışan Deniz, bıçaklandığı yerden yaklaşık 80 metre uzaklaştıktan sonra belediye çay bahçesi önünde yere düştü. Haber verilmesi üzerine olay yerine gelen 112 acil servis ambulansındaki sağlık ekibinin müdahalede bulunduğu Sadık Ece Deniz’in hayati fonksiyonlarını kaybettiği belirtildi. Deniz, kaldırıldığı özel hastanede tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı.

SON NEFESİNDE CİNAYET SEBEBİNİ SÖYLEDİ

Bıçaklandıktan sonra yaralı olarak geldiği belediye çay bahçesi önünde yere yığılan Sadık Ece Deniz’in yardımına koşan vatandaşlara, kendisinden bira parası istendiğini, ancak parası olmadığını söylediğini belirttiği öğrenildi.
Olay yeri inceleme ekibi ve nöbetçi cumhuriyet savcısı olay mahallinde inceleme yaptı. Sahil bandında kan izleri olduğu görüldü.

Bu arada Sadık Ece Deniz’in olaydan bir süre önce yakın çevredeki bir taksi durağına gelerek su içtiği ve “Çanakkale’den geldim. İş arıyorum” dediği öğrenildi. Hastane morguna kaldırılan Sadık Ece Deniz’in cesedi otopsi için İzmir Adli Tıp Kurumu’na gönderileceği bildirildi.

CİNAYET ZANLILARI YAKALANIYOR

Muğla’nın Bodrum ilçesinde aşçı Sadık Ece Deniz’in bıçaklanarak öldürülmesiyle ilgili olarak bir zanlı Bodrum’da gözaltına alınırken, 1 zanlı da İzmir Şehirlerarası Otobüs Terminali’nde yakalanarak gözaltına alındı.
Edinilen bilgiye göre iki hafta önce iş bulmak için Bodrum’a geldiği öğrenilen aşçı Sadık Ece Deniz, parasız kalınca Kumlubahçe Mahallesi sahilindeki bir bankta uyudu. Gece saat 04.30 sıralarında Sadık Ece Deniz’in yanına gelen ve 4 kişi oldukları ileri sürülen bir grup, kendisini uyandırıp bira parası istedi. “İki haftadır iş bulamadım. Beş kuruş param yok” diyen Deniz, boş olan ceplerini gösterdi. Bunun üzerine gruptakiler sinirlenerek Sadık Ece Deniz’i dövüp 8 ayrı yerinden bıçaklayıp kaçtılar. Kanlar içinde kalan Deniz, güçlükle olay yerinin 100 metre ilerisinde belediyeye ait Kumbahçe Kafeterya’ya kadar gidip başından geçenleri anlatarak yardım istedi. Deniz, ambulansla Özel Bodrum Hastanesi’ne kaldırılırken yolda kan kaybından öldü. Deniz’in cesedi otopsi için İzmir Adli Tıp Kurumu Morgu’na kaldırıldı.

Olayın ardından kafeteryanın güvenlik kamerası görüntülerini incelemeye alan polis, üç görgü tanığının ifadelerine başvurdu. Polis, görgü tanıklarının ifadelerinden yola çıkarak, olaya karıştığı ileri sürülen 27 yaşındaki F.K.’yi Bodrum’da yakalayıp gözaltına aldı.

Kaçan 3 zanlıyı arama çalışmaları başlatan polis ekiplerinin çalışması sonucu zanlılardan R.O.’nun (40) İzmir’e kaçtığı bilgisine ulaşıldı. İzmir Emniyet Müdürlüğü’ne kaçan kişinin eşkal ve kimlik bilgilerinin verilmesi üzerine Asayiş Şube Müdürlüğü Cinayet Büro Amirliği ekipleri ve Huzur Timi ekipleri İzmir Şehirlerarası Otobüs Terminali’nde önlem aldı. Zanlılardan R.O., otobüsten indiği sırada polis ekipleri tarafından yakalanıp gözaltına alındı. Asayiş Şube Müdürlüğü’ne götürülen R.O.’nun ilk ifadesinde iddiaları reddettiği öğrenildi. Zanlının işlemlerinin tamamlanmasının ardından karayoluyla Bodrum’a gönderileceği bildirilirken, olayın ardından kaçan diğer zanlıların da yakalanması çalışmalarının devam ettiği öğrenildi.

(İHA)

Ayrıca bkz: https://www.hurriyet.com.tr/ege/15527842.asp?gid=0&srid=0&oid=0&l=1

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler:
Ağu
09
2010
0

kafandaki sözcükleri aç…

kafandaki sözcükleri aç,
ebrulu sayfayı geç,
ve baştan başla
(…)
bir saat koy masaya,
-kum saati değil, bildiğimiz saatlerden
zili ve takvimi olursa iyi olur-
bir metronom,
-temponun hızı için, ayarlarsın sen-
mademki eski nüfus kâğıdın duruyormuş
yaşamının sayfalarını da ona eklersin.

ECE AYHAN
“Hayvan” Dergisi, Ağustos 2004, Sayı:27, s.2

Tem
21
2010
0

Söyleşi: “Ahmet Soysal ile…”

20 Temmuz 2010 tarihinde Ahmet Soysal ile -oradan buradan şuradan konuştuk- kısa bir durum değerlendirmesi yaptık… Söyleşinin tam metni aşağıdadır.

Zafer Yalçınpınar: Benim sizin metinlerinizle öncelikli tanışıklığım “A’dan Z’ye Ece Ayhan” adlı kitabınızla birliktedir. Ece Ayhan ve İlhan Berk’in ikinci yeni akımı içinde ayrı bir yerinin olduğunu ve ikinci yeninin bu iki şairin poetikası aracılığıyla geleceğe uzandığını, gelecekte yeni bir şeyle bütünleneceğini düşünüyorum. İkinci Yeni şiiri ve şairlerin tipolojisi hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

Ahmet Soysal: İkinci Yeni’nin ne demek olduğunu saptamak gerekiyor. İlkin ve daha dar bir anlamda tarihsel bir adlandırma (M. Erdost’un). İkinci olarak, daha geniş bir tanımlama: 50’ilerin ortalarıyla sonları arası Türk şiirinde bir yenilenme devinimi; o zaman bu tanımlamaya 30’lu yıllarda doğan Ankara ağırlıklı gruba, ve onlara belli bir doğallıkla eklenen biraz daha yaşlı şairlere (T. Uyar, E. Cansever gibi), en başta İlhan Berk’i (bkz Galile Denizi), hatta Oktay Rifat’ın bu dönemde yazdığı şiirleri katabiliriz. Bu ikinci tanımlamayı 60’lı yıllarda yazılan modern şiire de genişletebiliriz (bir Necatigil’in İki Başına Yürümek gibi bir kitabı, diğer modern şiirlerden geri değil). Ama dar tanıma dönecek olursak, İkinci Yeni en başta üç Mülkiyeli şairin, Ece Ayhan, Cemal Süreya ve Sezai Karakoç’un başlattığı bir akım… Bu üç şairin o dönemdeki yapıtlarında bir “kopma” durumu belirgin. İmge bağımsızlaşıyor, gramer yer yer bozuluyor, toplumsal ve tarihsel bir derinlik öznel bir anlatımın içinden kendini belli ediyor. Bu üç nokta da önemli. Buna İlhan Berk’i, Turgut Uyar’ı, Edip Cansever’i, ve Metin Eloğlu’na katabiliriz. Bu şairlerin birbirinden farkı ise ayrı ve uzun bir konu. Çünkü hepsi aslında farklı. Bu yüzden İkinci Yeni daha önce (ve sonra) alıştığımız akımlara benzemiyor. Bir “ekol” değil. Genişletirsek, o dönemde yazılan iyi ve modern şiiri bize gösterir. İkinci Yeni’yi dışlayan, karalayan, iyi şiirin dışında bırakır kendini.

Z.Y.: Türk felsefecileri tarafından ele alınmaya korkulan, hakkında Türkçe’de çok az metin bulunan bazı filozofların (Lacan, Hegel, Blanchot gibi) Türkiye’de tanınmasına ve bu filozofların önermelerinin, temellendirmelerinin yaygınlaşmasına çeşitli metinlerle ya da çevirilerle katkılarda bulunuyorsunuz. Felsefe dünyasına özellikle de Monokl dergisi kapsamında birçok fikir verdiniz. Sizce Türk felsefe dünyasının ya da akademik hayatının, o kürsülerin kısır ve ezberci düşünceler içerisinde kaldığını söyleyebilir miyiz? Gerçekten merak ediyorum, Türk felsefe dünyası modernitenin neresinde?

A.S.: Şiirden felsefeye geçince başka bir dünyaya geçiyoruz. Bu, Türkiye’de oldukça başka bir dünya! Felsefenin kurumsallığı çok belirgin (hem dilinde, hem de sınırlarını çizen Üniversite’de). Türkiye’de felsefe geç “başlamış” bir olgu ve kurumsallık. Yine de Cumhuriyet’in çabaları yabana atılacak gibi değil. Macit Gökberk’lerin kuşağı, sonra Nermi Uygur’ların, Bedia Akarsu’ların kuşağı çok önemli çaba göstermişlerdir. Bir dil yaratılmıştır felsefe için. Bu temeller üstüne daha önemli yaratılar beklenebilirdi, ama bunların geldiğini söyleyemeyiz. Hatta, yer yer, yaratılan bu dilin bile yittiğini gözlemliyoruz. Oysa felsefe her şeyden önce bir dildir, bu dilin doğru kullanımıdır, yaratıcı kullanımıdır. Yabancı dille eğitime verilen ağırlık, bir bakıma Türkiye’ye özgü bir “postmodernizm”i belirlemiştir: Türk “düşünürler”, Türkçe düşünmenin dışına çıkıp, tam sahiplenemedikleri yabancı dilde bocalayıp, döndüklerinde Türkçe’ye ve felsefeye saygısızlık etmektedirler. Bir süredir belli düşünürlerin “temsilcisi” olma çabası öne çıkmaktadır (kimi Deleuze, kimi Foucault, kimi Zizek, kimi Heidegger, kimi Levinas’ın…). Düşünmek, temsil etmektir belki… ama temsilci olmak değildir! Türk felsefeci eğer “Düşünüyorum, demek başka bir düşünürün şubesiyim” durumuna gelmişse, bu, onun yok olduğunu belgeler! Öğrenmek, öğretmek güzel ama felsefe düşüncenin kendi dili sıkılığında uzlaşmaz devinimi ve macerasıdır.

Z.Y.: Misal, Türk felsefe dünyasında ya da akademik hayatta bir Wittgenstein kürsüsünün olmaması bana garip geliyor. Üstelik Oruç Aruoba’nın çabalarına ve çevirilerine karşın… Wittgenstein şöyle diyor: “Felsefe, şiirle kurulmalıydı.” Demin söylediklerinizden çıkardığım kadarıyla dilbilim felsefesinin dehlizlerine yeterince inilmemiş gibi görünüyor… Ben dilbilim felsefesinin ve türev retoriklerin gelecek üzerinde daha belirleyici olduğuna inanıyorum… Ne dersiniz?

A.S.: Wittgenstein konusu özel. Felsefe dünyasında analitik çizgi ile analitikçilerin deyimiyle “kıtasal” çizgi arasında büyük bir bölünme var. Wittgenstein, bilindiği üzre, analitik çizgiye kökenlik eden düşünürlerden biri. Bunun yanısıra, Wittgenstein, “kıtasal” geleneğin egemen olduğu ortamlarda da değinilen, bilinen bir düşünür (hatta bir mitos boyutunda). Wittgenstein’ı, “analitik çizgi” dediğimizin kendine özgü sorunsal bütününde, özellikle tartıştığı, bağlantıda olduğu Frege, Russell, Moore gibi düşünürleri, analitik gelenekte kendisini tartışan, kendisiyle şöyle ya da böyle ilişkisi olan diğer düşünürleri (Anscombe, Austin, Ayer, Searle,  Pears, Granger gibi) hesaba katmadan anlamaya kalkışmak sınırlı bir çaba olmaya mahkumdur. Türkiye’de Wittgenstein’a epeydir ilgi var ama bundan henüz özgün bir yorumun çıktığını söylemek kolay değil (bu konuda Arda Denkel’in çalışmalarını bir kenara koymalıyız). “Dilbilim felsefesi”nden söz ediyorsunuz. Yapısalcı kökenli dilbilimin ve türevlerinin “kıtasal” çizgide belli bir etkisi olduğu kesin (Althusser, Foucault, Deleuze…) ama genel olarak dil sorunu 20. yüzyıl felsefesinin bütünü için temel bir sorun olmuştur (Mantık Araştırmaları’nın Husserl’inden Heidegger’e ve Merleau-Ponty’e, Derrida’ya kadar; Wittgenstein’dan Austin’e kadar). Tabii ki dil, analitik geleneğin en büyük konularından biridir. İki ayrı felsefe çizgisinin dili ele alışları arasında büyük farklar göze çarpmaktadır. Ama bir felsefe çizgisindeki felsefecilerden birinde bile, bu felsefecinin değişik dönemlerinde, birbirinden farklı dil görüşleri olabilmektedir (bunun en büyük örneği Wittgenstein’ın iki ayrı dönemidir). Dil sorunu, bitmez tükenmez bir sorundur.

Z.Y.: Fikir, edebiyat ve sanat ortamımızın -daha doğrusu ortalığımızın- genel görüntüsü hakkında ne düşünüyorsunuz? Mevcut siyasal koşulları göz önüne aldığımızda dergilerde ve etkinliklerde yer alan insanların, yazarların ya da bizzat o kültürel etkinliklerin, festivallerin filan bir içerik ya da karakter aşınmasıyla şekillendiğini düşünüyor musunuz?

A.S.: Kültür ortamı konusu çok geniş. Bir çok etken devreye giriyor: toplumsal, politik, kültürel vs. Devlet, yerel yönetimler, özel sektör devrede. Bu, genel anlamda bir iktidar konusu. Bu iktidarlar ağında sanatçılar ve yazarlar kendilerine elverişli konumlar arıyorlar. Görünmek kolay değil. Ama uzlaşmadan, ödün vermeden görünmek daha da zor, hatta nerdeyse olanaksız. Uzlaşmanın ve ödünün gerekçelerini de kolaylıkla üreten bir sistemdeyiz. Herkes bir bakıma “haklı”, bu durumda. Bir yer kapmaca yarışı söz konusu. Özellikle dış yerlere ulaşmaya değer veriliyor (Avrupa, Amerika, Asya…). Günümüzün sanatçısı ve yazarı “global” olmak arzusunda. Yalnızca niteliği arayan sanat kurumu ve yayıncı bulmak zor Türkiye’de. Ama bazı olumlu adımlar, çabalar var. “Alternatif” girişimler var (örneğin internet’te). Yaratı sürüyor, ama bazen oldukça gizli kalarak. Büyük ün’lerden kuşkulanmamız gereken bir çağdayız. Medya’larda ve sözüm ona büyük kurumlarda “görünmek” hiçbir zaman masum değildir. Özellikle televizyon ve büyük medya şöhretlerinden bir tiksinti duymak bana sağlıklı görünüyor. Bu yalnızca Türkiye’nin sorunu değildir, ama küresel bir sorundur, kapitalizmin fütursuzluğunun ve adiliğinin sorunudur. Adilik, kolaylık, uyanıklık ya da kurnazlık, çıkar için uğraşma, rehavet merakı, zevk kapitalist erdemlerdir, unutulmamalı.

Z.Y.: Ece Ayhan’ı yakından tanıyan ve savunan biri olduğunuz için bu kısacık -ama önemli, etkili- söyleşiyi Ece Ayhan’a ilişkin bir şeyler sorarak sonlandırmak istiyorum. Ece Ayhan bugün yaşasaydı, kimleri okurdu, kimleri şairden sayardı, neyi sıkı şiirden sayardı, kimlerin düşüncelerini savunurdu?

A.S.: Bunu bilmek elbette olanaksız, tahmin yürütülecek olursa da nesnel olması olanaksız. Ece Ayhan yaşarken bile kestirilmez biriydi. Yaralı bir öznelliği vardı… Aşırı duyarlılık… Belleğinde düğüm noktaları seziliyordu… En büyük duyarlılık noktaları, “sabit fikir”ler, öfkeler… Daha çok olumsuzluk… Ama sevdiği şeyler, yaratıcılar da vardı (besteciler, örneğin Webern, Berg; yönetmenler, örneğin Vigo, Rouch…; yazarlar, örneğin Sait Faik…; kitaplar, örneğin Çocuk ve Allah, Suç ve Ceza). Ve “kişilikler”: Nilgün Marmara, Çanakkaleli Melahat. Aslında Nilgün dışında devamlı ve tutarlı biçimde dost kabul ettiği kimseye rastlamadım “yakın” çevresinde, çok kişiyle ya zamanla uzaklaştı (Mustafa Irgat gibi, İzzet Yasar gibi) ya da bozuştu. “Kimleri okurdu?” Bunu gerçekten bilemem. Pek şiir okumuyordu. Sanırım tarihle ilgili kitaplar okumaya devam ederdi (tarihten şiirinde çok beslendiğini biliyoruz). Yeni tanışacağı şairlerin şiirine bakardı elbette (ama gerçekten şiir okumuyordu pek). Marjinal duruşlar, varoluşlar onu çok çekiyordu. Sanırım cumhuriyete ilişkin eleştirel duruşunu sürdürürdü, ama bu eleştirinin bugünkü siyasi ifadelerine – bunların iktidar bağlarıyla birlikte – ne derdi, bilemem. Sanırım pek yakın olmazdı (değil mi ki bunlar yeni kapitalist ve emperyalist devinimlerle bariz bir bağlantı içinde).

Tem
15
2010
0

“Bakışsız Bir Gece Kara” ya da “12 Temmuz 2010”

Chris King ve Poetry Scores taifesinin hazırladığı Blind Cat Black isimli filmin Türkiye gösterimi 12 Temmuz Pazartesi akşamı saat dokuzda İstanbul Kadıköy Kargart’ta ve Çanakkale Yalı Han’da eş zamanlı olarak gerçekleşti. 12 Temmuz 2010 gecesine ilişkin bilgilere ve fotoğraflara https://www.futuristika.org/bakissiz-bir-gece-kara/ adresinden ulaşabilirsiniz.

İşbu film gösterimini hazırlayan ya da destekleyen tüm ekibe (Chris King ve Poetry Scores taifesine, Barış Yarsel’e, İpek Yarsel’e, Pınar İlkiz’e, Peri Kazancı’ya, Futuristika! taifesine,  Çanakkale İçinde taifesine, Onur Özer’e, Sürrealist Eylem Türkiye taifesine, Tayfun Polat ve Karga Mecmua taifesine, KargART’a ve KargaBar’a, Underground Poetix taifesine, Kadıköy’ün lodosuna, kafasına ve sokaklarına) ve katılan tüm konuklara içtenlikle  teşekkür ederim.

Şimdi, bu gösterimin ardından, birkez daha ayağa kalkarak ve kurşun kalemlerimizi avcumuzda sıkarak ya da gökyüzüne zarfsız kuşlar göndererek şunu söyleyebiliriz;

“Hay Hak! Ece Ayhan yaşıyor… Dom!”

Zy

https://www.futuristika.org/wp/wp-content/uploads/2010/07/MG_1106-590×393.jpg
Tem
14
2010
0

Açık Radyo, Açık Dergi’de Ece Ayhan üzerine…

12 Temmuz 2010’da Açık Dergi’de Ece Ayhan’ı anmak üzere bir episod gerçekleştirilmiş…

Bkz: https://www.acikradyo.com/default.aspx?_mv=a&aid=26896&cat=100

Hamiş: Bu programın en önemli yanı İlhan Usmanbaş’ın 1986 tarihli Bakışsız Bir Kedi Kara ve Mısrâyim bestelerinin soprano Ece İdil’in sesinden yayımlanmasıdır.

Tem
14
2010
0

Bakışsız Bir Fanzin Solgun ve Nalsız Atlarıyla; Ak ya da Kara!

Chris King ve Poetry Scores taifesi tarafından çekilen “Blind Cat Black” (Bakışsız Bir Kedi Kara) adlı filmin İstanbul-Kadıköy ve Çanakkale-Yalıhan‘da eşanlı olarak gerçekleşen Türkiye Gösterimi sırasında yayımlanan fanzindir. (Fanzine Kadıköy’de ve Çanakkale’de muhtelif mekânlarda ulaşabilirsiniz.) Fanzinin tasarımını Futuristika! taifesi gerçekleştirdi. Ayrıca, filmin Kadıköy gösterimine katılanlara Ece Ayhan’ın kitaplarına girmeyen “İnsanların Kötüleri” adlı şiiri  bir bildirge  olarak dağıtılmıştır.

Hamiş: Blind Cat Black’in Türkiye Gösterimi’ne ait birtakım görüntüler Futuristika! ve Evvel Fanzin takipçileriyle önümüzdeki günlerde paylaşılacaktır.

Tem
13
2010
0

Haklılığın İnadı: Ece Ayhan (Birgün Gazetesi)

11 Temmuz 2008 tarihinde Dr. Erdoğan Kul’la gerçekleştirdiğimiz söyleşi, 12 Temmuz 2010 tarihli -dünkü- Birgün Gazetesi’nde tekrardan yayımlanmış… Söyleşiye  https://www.birgun.net/cultures_index.php?news_code=1278941471&day=12&month=07&year=2010 adresinden ulaşabilirsiniz.

Tem
12
2010
0

Buluntu: İnsanların Kötüleri (Ece Ayhan Çağlar, 1955)

Ece Ayhan’ın YKY’den ve diğer yayınevlerinden yayımlanan kitaplarına girmemiş olan “İnsanların Kötüleri” adlı şiirini Yenilik Dergisi’nin 1955 tarihli 28. sayısında buldum. Şiir, “E. Ayhan Çağlar” imzasıyla yayımlanmış. Yeni Ufuklar’da bulduğum ve  Evvel Fanzin kapsamında  tekrardan yayımladığım  “Takma Göz” (1956) adlı şiir de “E. Ayhan Çağlar” imzasıyla yazılmıştı. Ece Ayhan’ı ve onun “insanlık” görgüsünün, anlayışının kökenlerini, sahiciliğini kavramak açısından “E. Ayhan Çağlar” imzasıyla yayımlanan işbu şiirleri ve buluntuları çok önemsiyorum. Ece Ayhan’ın düşüncelerini ve imgelemini “ters” algılayan ortalama idraklıların bu şiirlerden öğreneceği çok şey var… Ancak her şeyden önce, Ece Ayhan’ın zihninde yarattığı ve ölümüne karşı olduğu o “kötülük tipolojisi”nin algısal nitelikleri bu şiirde bulunmaktadır. Zaten Ece Ayhan’ı ve şiirini doğru okumak için ona “Ayhan Çağlar” olarak bakmak ve onu Ayhan Çağlar olarak araştırmak gerektiğini her vesileyle dile getirmiştim.
Sonuçta, Ece Ayhan’ı ve onun poetikasının evrenselliğini, sıkılığını unutturmak isteyen “kötülük dayanışmaları” ve dernekleri başaramadılar. Şimdi onu yanlış tanıtmak isteyen kifayetsiz muhterisler ve fetbazlar da başaramayacaklar…
12 Temmuz 2010‘un (yani Chris King tarafından Ece Ayhan poetikasından esinlenerek çekilen Blind Cat Black -Bakışsız Bir Kedi Kara- adlı filminTürkiye gösteriminin) hemen öncesinde Ece Ayhan’a ilişkin sıkı bir buluntuyu ve efemerayı Ece Ayhan okuruyla yani sıkı ve sahici insanlarla  paylaşabilmenin mutluluğunu yaşıyorum.

Sahicilikle
Zafer Yalçınpınar

*

Tem
12
2010
0

Murat-Nemet Nejat ile…

Ece Ayhan’ın eserlerini İngilizce’ye çeviren Murat-Nemet Nejat ile Futuristika! taifesi tarafından gerçekleştirilen söyleşiye https://www.futuristika.org/kultura/edebiyat/roportaj-murat-nemet-nejat-anlatilmaz-bir-kilic-kusanan/ adresinden ulaşabilirsiniz.

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com