Ara
23
2025
--

YANKI ODASI // 36. Bölüm // KİTAP FUARI ÖZEL YAYINI // 17 Aralık 2025 // YouTube // Canlı Yayın Tekrarı // Zafer Yalçınpınar

Zafer Yalçınpınar‘ın YANKI ODASI şurada:
https://www.youtube.com/channel/UC9E2wBnQTNSVuDvaFfMuzOQ


Yankı Odası’nın 36. bölümünde kitap fuarlarının hakikatini anlattık…


42. İstanbul Kitap Fuarı’na karşı Yalçınpınar tarafından
sergilenen “temellük sanatı eylemi”nin afişi…
(Büyütmek için üzerine tıklayınız..)


37. Bölüm’ün yayın tarihine/saatine ilişkin bilgiler/güncellemeler/değişiklikler için lütfen sosyal medya hesaplarımızı takip ediniz. (instagram: @evvelfanzin twitter: @calmayan)

ya da Yalçınpınar’ın YouTube Kanalı’na abone olunuz:
https://youtube.com/@zaferyalcinpinar


Hamişler:

1/ Yalçınpınar’ın kendisiyle konuşmalarının tümü şurada: https://evvel.org/ilgi/kendimle-konusmalar

2/ Yalçınpınar’ın özgeçmişine ve tüm kitaplarına (pdf olarak) şu adresten ulaşabilirsiniz: https://www.zaferyalcinpinar.info

Kas
24
2025
--

İLHAN BERK adına ödülcülük oynamak ve müsamere tertip etmek falan…

Çok fazla söylenecek bir şey yok aslında… Her zamanki kötücül düzenek İlhan Berk adına da işliyor: Bir belediye, birkaç mutat zevatı jüri/danışman olarak kiralayıp/gösterip İlhan Berk adına şiir ödülü (para veya itibar) dağıtmış ve ardından da tören/müsamere tertip etmiş falan…

Ödüllendirme sistemine karşı duruşumuz ve haysiyetli mücadelemiz 10 yıllardır sürüyor, bu konuda kafamız hiç karışık değil. Bizim temellendirmelerimizin özünde şu iki söylem bulunuyor: Ödüller insansızdır! Ödüller kötücül besinlerdir! 

İşbu kötücül konunun ödüllendirme sistematiğini de kapsayan bir “edebiyat sosyolojisi” meselesi olduğunun anlaşılması için, şu alıntıyı kaç on yıl daha tekrar etmem gerekecek? 2009 yılında şöyle demişim:

“Ödül konusu son derece karışık bir konu… Şimdi, her şeyi bir kenara bırakalım ve meseleye dil açısından bakalım: Bugün, “Ödül” dediğimiz anda imgesel olarak ödülü alan kişiyi ya da eseri değil “ödül sistematiği”nin kendisini ya da ödülün metasını işaret ediyoruz, yüceltiyoruz, ayrıcalıklandırıyoruz. Eskiden böyle değildi. Şimdilerde, rekabet, kazanmak, yarışmak, hırs, farklılık, üstünlük filan gibi şeyler doğrudan aklımıza geliyor. Ödüllendirme denen şey, Yeni Kapitalizm’in yönetim süreçlerinin içerisinde düşünüldüğünde bir “isteklendirme” türüdür ve iktidar heveslileriyle iktidar sahiplerinin buluştuğu bir podyumdur. Ödül, iktidarın, kendi iktidarını kuvvetlendirdiği bir araçtır. Ödüller sahici değildir. “Ödül Sistematiği” denen şeyden podyumu, ışıkları, jüriyi, ödülü takdim edeni, alkış seslerini, o kırıtışları, gazetelerdeki haberleri, duyuruları filan kaldırın, geriye ne kalır? Şiltler, plaketler filan kalır. Zaten, bu şiltler, plaketler filan birer “simge” değil midir? İmgelemi kuvvetli bir şair için “ödül” denen şeyin karşılığı böylesi bir “sıradan simge” olamaz. Çünkü ödül sistematiğinin demin saydığım bileşenlerinin hiçbiri de imgelemin özgürleşmesiyle bağlantılı değildir. Şairin ödülü sıkı şiir yazmak, yazabilmektir. Şairin ödülü; tüm baskılara rağmen özgür bakışını, imgeselliğinin biricikliğini kaybetmemektir. Derdi şudur şairin; töze nüfuz edebilmek, tözü imlemek… Şair, şiirinin sıkılığını, dizelerinin gücünü yarışmalarla, ödüllerle filan teyit ettiremez. Bakın, bugünün edebiyat ortalığını birazcık araştırdığınızda “ödülsüz” bir şair bulmakta zorlanırsınız. Herkesin bir yığın ödülü var yahu… Nerede kaldı bu adamların ayrıcalığı filan? Ama benim dediğim anlamda, yani imgelemin özgürleşmesi ve töze nüfuz edebilmek yönünde ödüllendirilmiş şair sayısı bir elimin parmaklarının sayısını geçmez. Bu nedenle “Ödüller insansızdır” diyorum.

Akademik bir alıntı da yerinde olacak:

“(…) Sanat koruyuculuğu, yazarın bir kişi veya kurum tarafından bakılıp korunmasıdır; ama yazardan karşılığında kültürel bir ihtiyacın tatmini beklenir. Müşteri ile patron arasındaki münasebetler ortaçağda sadakat yemini etmiş insanla efendisi arasındaki münasebetlere pek yabancı değildir. Sanat koruyuculuğu feodal teşkilâtlanma gibi, bağımsız hücreler üstüne kurulmuş bir yapıdır. (…) İmparatorluğun zengin Romalısının familia’sı sanat koruyuculuğunun belirmesine en elverişli yapıdaydı. Zaten sanat koruyuculuğu (mécénat), ismini Augustus’un dostu ve Horatius’un koruyucusu Maecenas’ınkinden almıştır. Fakat sanat koruyuculuğu özellikle prenslerin, kralların veya papaların saraylarında gelişmiştir. (…) Devlet koruyuculuğu, çağlar boyunca az çok muntazam ödenek ihsanları veya İngiltere’de “poet laureate”, Fransa’da “Kralın vakanüvisi” benzeri resmî görevler vererek uygulanmıştır. (…) Bu anlamda koruyuculuk yanında, bir de edebiyat pazarına etki yaparak, yazara başka türlü ümit edemeyeceği gelirler sağlayan dolaylı koruyuculukların varlığına işaret edilebilir. Bir hükümet bu şekilde genel kitaplıklar ve propaganda servisleri için, bir eserden büyük miktarda sipariş edebilir. Bununla beraber en fazla kullanılan metot, ismi büyük parası az edebiyat ödülleriyle yazara fazla satış yaptırıp gelirini arttırmaktır. (…) Mısırlı yazar Taha Hussein meseleye gerçek iktisadî anlamını vermiştir: “Burada namuslu olmayan bir pazarlık vardır: Yazar, koruyucunun verdiği altını ve parayı aldıkça harcar; yazar, ona hiçbir şekilde harcanamayacak sanatını veya düşüncesini vermektedir.” (…) (Robert Escarpit, “Edebiyat Sosyolojisi”, Çev: Ali Türkay Yazıcı, Remzi Kitabevi, 1968, ss. 50-53)

Önemli bir tarihsel noktayı ‘sonuç’ olarak işaret etmekte fayda var: 19 Şubat 2016’da Milano’da 84 yaşındayken ölen ünlü yazar Umberto Eco, önümüzdeki -en az- 20 yıl boyunca ne kendi ne eserleri adına ne de düşünceleri üzerine ödüller, konferanslar, buluşmalar ve akademik etkinlikler gibi şeylerin düzenlenmesini istemedi.

Bizimkilerde ise durum on yıllardır aynı… Aynı tas, aynı hamam! Kendileri çalıyor, kendileri oynuyor… Hâkezâ, çalmadan da oynadıkları vardır tabiî!


Zafer Yalçınpınar / 24 Kasım 2025


Hamiş: Yalçınpınar’ın kendisiyle konuşmalarını https://evvel.org/ilgi/kendimle-konusmalar adresinden takip edebilirsiniz. EVV3L kapsamında yer alan İlhan Berk arşivine https://evvel.org/ilgi/ilhan-berk adresinden ulaşabilirsiniz.

Kas
08
2025
--

Şiirimizin güncel olmadığı… Çıngıraklı Sokak’ın Ekim 2025 tarihli 34. sayısında!

Çıngıraklı Sokak Şiir Gazetesi
Sayı: 34, 31 Ekim 2025, s.6

Zafer Yalçınpınar‘ın 21 Mart 2025 Dünya Şiir Günü kapsamında “bir temellük eylemi” olarak kaleme aldığı “Şiirimiz güncel değildir abiler, dom!” başlıklı bildirinin tam metnine https://evvel.org/siirimiz-guncel-degildir-abiler-dom adresinden ulaşabilirsiniz.


Hamiş: Yalçınpınar’ın özgeçmişine ve tüm kitaplarına (pdf olarak) şu adresten ulaşabilirsiniz: https://www.zaferyalcinpinar.info

Eyl
12
2025
--

Yeditepe Şiir Armağanı Seçiciler Kurulu’nu Protesto (1964)

Yelken Dergisi, Sayı: 84, Şubat 1964, s.29

(Protestoya dair metni büyüterek okumak için
görselin üzerine tıklayınız…)


Hamiş: EVV3L kapsamındaki Yeditepe Dergisi ve Yayınevi ilgilerine https://evvel.org/ilgi/yeditepe-dergisi adresinden ulaşabilirsiniz.

Ağu
16
2025
--

2024: DİĞER VİDEOLAR/ANLATIMLAR (Ece Ayhan, İlhan Berk, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Upas Yayın)

2024 yılından özel çekimler…


ECE AYHAN KİMDİR? (Temmuz 2024)


İLHAN BERK’İN POETİKASI (Ağustos 2024)


FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA VE ŞİİR EVRENİ (Ekim 2024)


UPAS YAYIN’A DAİR (Ağustos 2024)


Hamişler:
1/ Yalçınpınar’ın YouTube Kanalı’na abone olunuz: https://youtube.com/@zaferyalcinpinar

2/ Yalçınpınar’ın kendisiyle konuşmalarının tümü şurada: https://evvel.org/ilgi/kendimle-konusmalar

3/ Yalçınpınar’ın özgeçmişine ve tüm kitaplarına (pdf olarak) şu adresten ulaşabilirsiniz: https://www.zaferyalcinpinar.info

Haz
26
2025
--

ECE AYHAN VE İLHAN BERK İÇİN SAVUNMA (5 Eylül 2024)


ECE AYHAN VE İLHAN BERK İÇİN SAVUNMA

Duyduğuma göre İlhan Berk ve Ece Ayhan’a karşı itibarsızlaştırma/kıskançlık hamleleri varmış ortalıkta gene… Hiç değişmedi, 40 yıldır hep aynı şeyler! Madem öyle, işbu mutat laklakıyat taifesine karşı biz de -her daim- yalın gerçekleri söylemek zorundayız. 90’ların radyolarındaki gibi; bizden gelsin o septik-egosantrik taifeye:

Türkiye’de “poetika tasarımı, şiir dili, şiirsel yük ve imgelemin özgürleşmesi” açısından baktığımızda, İlhan Berk’in veya Ece Ayhan’ın yanına yaklaşabilecek düzeyde bir şiir aurası hâlâ yoktur. 1950 kuşağının kurduğu poetika -şiir sanatının kapsamı gözetildiğinde- hâlâ zirvededir. Teknolojinin yükselişi ve yığışımın (sosyolojik çokluk, sosyal medya, sosyal mühendislik ve bunların yarattığı doksozof kümesinin) niceliksel olarak artmasıyla birlikte kültür endüstrisi yaygınlaştı ama bu yaygınlık etkili bir poetika gelişimine veya niteliğe dönüşmedi. Yani, Türk Şiiri’nde çok uzun soluklu (50 yılı aşkın) bir “nafile ve ıskarta” dönem yaşandı. 2000’lerin başında biraz umut vardı, ve fakat o kabiliyetli gençleri de 2007 yılından itibaren neo-liberalizmin psikopolitik tüketim oyunlarıyla ve diğer palyatif psikolojik yaklaşımlarla zehirleyip -zihnen- öldürdüler! Hatta öyle ki koca bir kuşak doğumundan itibaren iğdiş edildi, zombileştirildi! (Bkz: Gen-Z)

Bunları neden söylüyorum: İtibarsızlaştırma hamlesine katılanlar da bu hamleyi yönetmeye çalışan “kötülük dayanışması” bileşenleri de bırakın tarihin ön sayfalarını/saflarını, tarihin çöplüğünde bile konumlanamayacak derecede garip-gureba ve meczup takımına dönüşmüş durumdadır. Bu tekaüt olmuş ve dolaşımdan çıkarılmış taifeye benim/kişisel tavsiyem; enerjilerini “emeklilerin ekonomik haklarını savunmak” falan gibi eylemlerde harcamaları ya da lümpenleşmiş pembe popolu arkadaşlarıyla birlikte rantçı/beleşçi ortamlara -misal; Anadolu Yakası Ev Sahipleri, Emlâkçılar ve İnşaatçılar Birliği’ne falan- yanlamaları… 

Son sözümüz gayet açık: Türk Şiiri’nin haysiyetine musallat olmayı bırakın artık! 

Zafer Yalçınpınar / 5 Eylül 2024


Hamiş: EVV3L kapsamındaki İlhan Berk ve Ece Ayhan arşiv çalışmalarımızın indeksine https://evvel.org/evvelindeksi.pdf adresinden ulaşabilirsiniz.

May
11
2025
0

68 Yıldır Yeniden Ölen Adam: Sait Faik

S.H. Dergisi: Sait Faik sağ olsaydı, kendi adına kurulan bu armağanı üç yıldan beri kazananlar için ne derdi?

Ece Ayhan:
Sait Faik sağ olsaydı, herhalde; “Yahu teselli mükafatı mı bu?” derdi.


Mart-Nisan 1957 tarihli “Seçilmiş Hikâyeler” dergisinde yer alan “Sait Faik: Her Yıl Yeniden Ölen Adam” başlıklı dosyayı tekrardan yayımlıyoruz. Dosyanın tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/olenadamsaitfaik.pdf (18  Mb.) adresinden ulaşabilirsiniz.

Salim Şengil’in yönettiği “Seçilmiş Hikâyeler” adlı derginin Mart-Nisan 1957 tarihli 62. sayısı çok önemlidir. Önemlidir çünkü modern edebiyat tarihimizde ilk kez kayda değer şekilde -dimdik durarak, topluca ve ayağa kalkarak- bir edebiyat yarışmasının(armağanının) sonucuna ve dağıtımındaki haksızlığa karşı çıkılmıştır. Salim Şengil ve “Seçilmiş Hikâyeler” dergisi çevresinde yer alan yazarlar, 1957 yılının “Sait Faik Hikâye Armağanı”nın adil bir şekilde dağıtılmadığına işaret etmişlerdir; derginin 62. sayısı “Sait Faik: Her Yıl Yeniden Ölen Adam” adında oylumlu bir dosyaya ayrılmıştır. Salim Şengil ve arkadaşlarının iddiası; 1954-57 yılları arasında Sait Faik Hikâye Armağanı’nın Varlık Dergisi çevresindeki yazarlara haksız bir şekilde dağıtıldığı yönünde eleştirel bir bakış içeriyor. Dosyanın başında Salim Şengil’in açıklaması ve Seçilmiş Hikâyeler dergisi çevresinin “Sait Faik Hikâye Armağanı”ndan çekilişinin, ayrılışının öyküsü ile açık/sert bir mektup yer alıyor. Ardından konuya ilişkin olarak Attila İlhan‘ın “İş İştir”, Burhan Arpad‘ın “Sait Faik Adına Saygı Gerekir”, Tevfik Çavdar‘ın “Varlık Sanat Tekeli” ve Orhan Duru‘nun “Maskeli Balo” adlı ağır eleştiri yazıları yer almaktadır. Ciddi haksızlıklara karşı yayımlanan bu dosyada kısa bir soruşturma da gerçekleştirilmiş… Soruşturmaya Fikret Otyam, Ece Ayhan, Çetin Altan, Suat Taşer, Tarık Buğra, Mehmed Kemal, Sabahattin Batur, Vüs’at O. Bener, Baki Kurtuluş, Nezihe Meriç, Muzaffer Erdost, Güner Sümer, Tarık Dursun K., Orhan Duru, Tevfik Çavdar, Celâl Vardar, Sevgi Batur, Şükran Özkutlu, Can Yücel, M. S. Arısoy, Mahmut Makal ve Tektaş Ağaoğlu cevap vermiş. Soruşturma cevaplarının çoğu Sait Faik Hikâye Armağanı’nda yaşanan haksızlığı işaret ediyor…

Seçilmiş Hikâyeler dergisinin 1957’de sergilediği “karşı duruş ve haklı tepki” bize şunu göstermektedir: “Günümüzdeki hakkaniyetsiz edebiyat yarışmaları, edebiyat oligarşisi, edebiyat kâhyaları, üleştirmenler ve ödüllendirme sistematiği arasındaki habis birliktelik “yeni” bir şey değil… Yeni olan şey, söz konusu  habis birlikteliğe tepkisiz kalışımız…”

Sonuçta, Evvel fanzin kapsamında (sözkonusu edebi ayaklanmadan tam 61 sene sonra, yani 2018 yılında) herkese ibret olsun diyedir, “Seçilmiş Hikâyeler” dergisinin “Sait Faik: Her Yıl Yeniden Ölen Adam” başlıklı dosyasını tekrardan yayımlıyoruz. Dosyanın tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/olenadamsaitfaik.pdf (18  Mb.) adresinden ulaşabilirsiniz.

Sahicilikle
Zafer Yalçınpınar

Hamiş: 66 yıl sonra, günümüzde, hâlâ aynı yerde saydığımızı görmek beni üzüyor.

Şub
03
2025
--

Bir Uğur Yanıkel Perspektifi ve Uğur Yanıkel’e Saygı Mesajları (23 Aralık 2024)

Uğur Yanıkel (1995-2022)


BİR UĞUR YANIKEL PERSPEKTİFİ (Azimet Avcu)

Uğur Yanıkel kısa yaşamında edebiyat hakkında çok şeyler yaptı ve bunun için bugün onun adını anıyoruz. Uğur’la 2015 yılında bir dergi fuarında tanışmıştık. 20 yaşında pırıl pırıl bir insandı. O yaşlarda edebiyat hakkında keskin çizgileri olan ve bir amaç uğruna bu denli çabalayan çok az insana rastlanır. O dönemlerde, fanzinlerin ve dergilerin birbiriyle yarıştığı dönemde her köşede insanlarla bağ kuran şiirin bu kafes içinde gerçeklerle uğraşmasını gerektiğini düşünen birisiydi. Bu noktada kendine Ece Ayhan’ı rehber edinmişti ve onun arşivlerini didik didik etmekle meşguldü. Ece Ayhan’ın aksi ve kendine has tavrının bir değişiği de Uğur’da yer alıyordu. Kendi sınırlarını çok net çizer yaşamına çok az insan alırdı. Yaşamına aldığı insanlarla muhteşem bir diyaloğu vardı. Bunun yanında enerjisi hiç tükenmezdi. Kendine has söylemleri, her gün yeni bulduğu hitap biçimleriyle yaptığı laf cambazlıkları hiçbir zaman unutulmayacaktır. Uğur’un kişisel tanımını böyle sayfalarca yapabilirim. Ama bugün daha çok yaptığı işlere değinmek istiyorum.

1/ ŞAİRLİK YANI

Şiirleri ve yazıları, Aydınlık Kitap, Diri Ozanlar Derneği, Karanfil, Karazin, Panoptikon, Parende, Peyniraltı Edebiyatı, Dünyadan Çıkış Yolları, Gard, Sipsi Majör gibi dergi ve fanzinlerde yayımlanmıştır. Uğur Yanıkel’in şiiri, bir nehirde suyun kırıldığı küçük şelalelere benzer. Şiirinde, Ece Ayhan’dan fazlasıyla beslenen bir tarihsel derinlik, kapalılık ve kelime oyunları hakimdir. Hatta bazen şiirine o denli bürünür ki, bazı şiir çevrelerinde “Paşa dedesi” olduğu yönünde söylemler duyulmuştur. Silahlar, Bandolar, Hanlar ve Pasajlar gibi şiirlerinde bu temalar sıkça yer alır. Kendisini, Ece Ayhan’ın “Ortodoks”u olarak görür zaman zaman, karşısına kilise papazları çıkar. Dünyada sürekli yerini arayan Uğur, kendisini Meçhul Öğrenci Anıtı’nın kaderini yaşayan biri olarak hisseder. 2018’den sonra şiire ara vermiş ve 23 yaşından sonra bir daha şiir yazmamaya karar vermiştir; çünkü şiir, onu karanlıktan öteye götürememiştir.

Görsel Şiir Çalışmaları:

Görsel şiir üzerine birçok çalışma yapmış olan Uğur Yanıkel, bu çalışmalarının büyük bir kısmını Glitchnâme adlı kitabında toplamıştır. Kitap, yalnızca yayin.pasaj69.org sitesi üzerinden yayımlanmış ve bir süre sonra yayından kaldırılmıştır. Şu an kitaba ulaşılamamakta olup basılı bir nüshası bulunmamaktadır. Ayrıca, Sipsi Majör fanzininde ve bazı sosyal medya platformlarında görsel şiirlerine yer verilmiştir. Bunun dışında resimle de ilgilenmiş olup, resim ve kolaj çalışmalarına imza atmıştır.

2/ DERGİCİLİK YANI

Karazin isimli bir dergiyi iki sayı çıkarabilmiş ekonomik koşullardan dolayı devam edememiştir. Parende Dergisi‘nin son sayılarında yayın kurulunda yer almıştır.

3/ YAYINCILIK YANI

Matbu yayıncılığın artık çağın koşullarına uymadığını ve ekonomik düzeyde sürdürebilir olmayacağını her fırsatta savunan Uğur Yanıkel, Pasaj69 adında otonom bir yayıncılık sitesi kurmuştur. Sitesi hâlâ aktif konumdadır. Burada 13 kitap yayınlamıştır. Kitaplar;

4/ ARŞİVCİLİK YANI

Uğur Yanıkel, her şeyden önce bir edebiyat arşivcisiydi. Arşiv odalarında sürekli olarak gezip, bulduğu en küçük ipucunun peşinden giderdi. Bu arşiv çalışmalarının bir kısmını, Zafer Yalçınpınar’ın öncülük ettiği evvel.org‘da ve daha sonra kurduğu Pasaj69 üzerinden yayımlamayı sürdürmüştür. Ece Ayhan’ın öykülerini ilk defa gün yüzüne çıkarmış, Özgür Gündem’de yer alan cesur eleştiri yazılarını da dosya çalışması olarak yayınlamıştır. Ayrıca Haluk Cengiz’in eleştiri yazılarını ve Ümit Bayazoğlu’nun Ece Ayhan ile yaptığı görüşmeleri bir araya getirip kitaplaştırmıştır.

5/ EDİTÖRLÜK VE TASARIMCILIK YANI

Pasaj69’da yayımladığı kitaplarının yanı sıra, çeşitli fanzin ve dergilere de editörlük yapmış ve tasarımlarını üstlenmiştir. Horplak, Sipsi Majör, Karazin gibi dergilere tasarım desteği sağlamıştır. Son dönemlerde ise kitap kapakları üzerine çalışmalar yaparak bir portföy oluşturmuştur.

6/ ELEŞTİREL YANI

Uğur Yanıkel, şiir emlakçılığına, edebiyat yarışmalarına, edebiyat kanonlarına, emek hırsızlarına, yazar isimlerinin parsellenmesine karşıydı. Telif hakları yüzünden edebiyat dünyasında yaşanan sorunlara karşı büyük bir mücadele içindeydi. Özellikle, telif hakları nedeniyle eserlere çöken yayınevlerine ve yine aynı sebeple toplumun ortak malı haline gelen yazarların eserlerini parayla satan piyasa düzenine karşı duruyordu. Edebiyat yarışmalarında, hep aynı jürilerin yer aldığı, objektiflikten uzak, yazarı sadece bir yarış atına dönüştüren sisteme de şiddetle karşı çıkıyordu. Ayrıca, yalnızca telif hakkı yüzünden emeği sömürülen yazarların haklarını savunarak, mahkemelerle karşılaştığı tehditlere rağmen dimdik durmayı başarmıştır. Örneğin, Ece Ayhan’ın öykülerini ilk kez bulan ve yayımlayan kişi olarak, telif hakları yüzünden tehdit edilmiştir. Ancak emeği üzerine çökülerek, bir yayınevi tarafından ismi dahi anılmadan Uğur’un bulduğu eserler kitaplaştırılmıştır. Yanıkel, yazarların isimlerini kullanarak ödüller ve paralar dağıtan yarışmalar düzenleyen çevrelere karşı da gazetelerde yazılar yazmış, bu tür düzenlerin yazarların emeğinden nasıl nemalandığını, haklarını nasıl gasp ettiğini ortaya koymuştur.

Sizlere kısaca bir Uğur Yanıkel perspektifi çizmeye çalıştım. O kısa zamanda uzun şeyler söyleyerek direnmiş, kendini Beyoğlu – Kurtuluş arasından çıkararak bize bu çürük toplum içinde bir hakikati söylemeye çalışmıştır. Uğur’u biz dostları olarak tarih içinde yaşatmaya ve bu ahlaki savaşını sürdürmeye devam edeceğiz. Işıklar içinde uyusun.

(Azimet Avcu)


Uğur Yanıkel’i düşünüyorum iki üç gündür. Ne esaslı şairdi, ne keçi başlı bir oğlandı. Kurtuluş’tan Taksim’e doğru dalgın dalgın yürüyen bu adamı nerde görsem tanırdım. Gencecik yaşında kişiliği olan şiirler yazdı, yazılara, araştırmalara imza attı. Uğur Yanıkel’leri kim korur?

İlk şiir denemelerinden bazılarını “abi bir baksana nasıl bunlar?” diye bana atmıştı. Okumuş, pek beğenmemiştim ama açıkcası dili ve tavrı da hoşuma gitmişti. Daha sonra o bana öğretti. Oya gibi işledi kendini kendi yazın diline. Oradan şahsına münhasır bir ses çıkarttı.

Yazdıkları günden güne kişilik ve eda kazandı. Sonra sevdim. Uzun uzun münazaralar ettiğimiz de oldu. Çok derin bir şairdi. Kasıntı şiirden ve sanatın laf salatası beylik laflar kısmından hiç hoşlanmazdı. Öyle sıradan bir hikâye anlatır gibi anlatmak istiyordu kendini.

Şimdi bakıyorum da Uğur Yanıkel gibi bir şairi ve araştırmacıyı geçtim, -insan ne kadar az! Uğur’un bir kişilik anıtı olarak ortaya koyduğu yaşamını ve eserlerini saygıyla anmaya ve Uğur gibi değerlere her yerde sahip çıkmaya devam etmeliyiz. Pek çok değerli genç yazar var.

Uğur’u bir akşam Ses Tiyatrosu’na, Ferhan Şensoy’u seyretmeye davet etmiştim. Kırmamış, gelmişti. En öndeki localardan birinden hayranlıkla seyretmiştik Ferhan Usta’yı!

Şimdi ikisi de gökyüzündeki o neşeli meyhanede! İnsan, insanı hatırlamalı!

Böyle varırız biz bize!

Uğur’um, çiçeğim, güzel kardeşim, esaslı şairim, aklı beş karış havada âşık oğlanım!

Ben senden razıyım, umarım sen de benden razısındır. Umarım gittiğin o yerlerde rahatsındır.

Öperim çok!

(Tekin Deniz)


(Toprak Şems Tezcan)


“Sürekli içimizden birilerini yitiriyoruz ve iki sene önce Yaşamımızdaki Uğur, ölümdeki Uğur’suzluğa terk edildi. Nasıl söylesek nasıl teselli etsek kendimizi bilemiyorum. Sonsuzlukta devinen şiirleriyle yaşayacaktır kardeşimiz. Yıldızlar yoldaşı olsun Uğur’un.” (Cem Onur Seçkin)


“Uğur kardeşimizi bugün ölümün ötesinde düşlüyoruz gene. gerçekleştirdiği özverili çalışmaları ve şiirleriyle hatırlıyoruz. Dünyada olan her şey ölümden haberdardır diye not almıştım deftere geçen. İşte bunu düşünerek yaşadı Uğur ve yapmaktan hiç geri durmadı. Tüm bu çaban için sonsuz teşekkürler kardeşim. (Emir Alisipahi)


EVV3L kapsamında yer alan
Uğur Yanıkel Arşivi’nin tamamına
https://evvel.org/ilgi/ugur-yanikel
adresinden ulaşabilirsiniz.


Haz
15
2024
--

Nâzım Hikmet cevap veriyor!

(…)

Kemal SÜLKER
“Nâzım Hikmet’in Polemikleri”, Ant Yayınları, 1968, s. 82-84


Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan Nâzım Hikmet başlıklı ilgilere https://evvel.org/ilgi/tas-ucak adresinden ulaşabilirsiniz.

Haz
13
2024
--

“Devam edin, devam edin, gün gelir kıçınız başınızdan akıllı olur.”

Bir devrin fıkra yazarı ve polemik ustası Bedii Faik, vaktiyle Falih Rıfkı Atay’la birlikte çıkardığı Dünya gazetesinin sahibi ve başyazarı iken, Anadolu’daki bir meslek grubundan bir telgraf alır:

“Sizden nefret ediyoruz. Yazılarınızı artık okumuyoruz. Gazetenizi yine almaya devam edeceğiz ama tuvalet kâğıdı olarak kullanmak için.”

Bedii Faik, bu telgrafı ertesi gün gazetedeki sütununa taşır ve şu yanıtı verir:

“Devam edin, devam edin, gün gelir kıçınız başınızdan akıllı olur.”

Ara
07
2023
--

poesium moesium bahane, ‘müesses rant’ şahane!

Geçtiğimiz günlerde İstanbul Büyükşehir Belediyesi tartışmalı poesium‘un ikincisini düzenlemiş, 30 küsur yıl önceki gibi Hilmi Yavuz (Zaman Gazetesi’ndeki kod adıyla İrfan Külyutmaz) ve müritleri gene başroldeymiş falan… Vallahi, bu poesium zamazingosu kapsamında söylenecek fazla bir şey yok. (30 küsur yıl önce de yoktu, şimdi de yok…) Aralık 2023 yılı itibariyle Poesium İstanbul organizasyona katılan şiir heveskârları birer “belediye şairi” olarak tescillendi. (Hilmi Yavuz zaten 30 küsur sene öncesinden tescilliydi.) Ece Ayhan‘ın 30 yıl önceki sözlerine atıfta bulunarak şöyle düşünüyorum: “Müesses ölüm yetmezmiş gibi müesses rant da şairlerle ve çocuklarla toplu fotoğraf çektirmek istiyor.” (Zy)


Eyl
20
2022
--

Fatih Balcı, 17. İstanbul Bienali’nde temellük yöntemiyle ateşliyor: “MEÇHUL SANATÇI ANITI”


Sanat aktivisti Fatih Balcı, 17. İstanbul Bienali mekânlarından Müze Gazhane’de (Kadıköy) görülür en yüksek yapı olan eski baca bölümünü kendi işi olarak ilan ediyor!  Fatih Balcı ele aldığı yapıyı “bugüne dek sanat için emek vermiş, çabalamış ama hak ettikleri ilgiyi tam görememiş tüm sanatçılar adına bir anıt”a dönüştürüyor. Sanatçı, postmodern sanat stratejilerinden temellük yöntemini kullanırken hem bir duyguyu görünür hale getiriyor hem de bir kez daha Bienal’in çevresinde kurulmuş statüko sınırlarını ve yüksek duvarları geçiyor. Fatih Balcı, Bienali gezen tüm sanatçı ve izleyicileri, eski baca bölümünde kendisi gibi poz vermeye,  isimleri ile  #MechulSanatciAniti hashtagini kullanmaya ve yer bildiriminde bulunmaya çağırdı!


Hamiş: Fatih Balcı’nın Upas Yayın kapsamında yer alan eserlerine https://upas.evvel.org/?tag=fatih-balci adresinden ulaşabilirsiniz.

Ağu
13
2022
--

Ece Ayhan, edebiyat ödülleri hakkında ne düşünüyordu?


Ece Ayhan bir belediye şairi değildir!
Detaylar için tıklayın…

“Şairlere ödüller verileceğini duyunca, şunları düşündüm: Demek yasalar da yetmemiş, ölüm şairlerle toplu fotoğraf çektirmek istiyor. Hoşgörünün törel ve yasal sınırlarını paramparça ederek aşmış bir düşünceyi köşeli bir büyük ayraca, paranteze alacaklar. Alırlar! Daha dün, yaşayan şiir denince elleri tabancalarına giden adamlar, müessesenin küçük hisseli ortakları, şairlere iki paralık değer vermeyenler, gözlerinde tek bir şiir yaşatmayan kalem efendisi kentliler oturmuşlar, düşünmüşler, taşınmışlar, açık baskılar, gizli engellemeler yanında, böylesi bir Chester taslağını sunmuşlardır.

Tarihten, kendi tarihimizden biliriz ki, kardeşlerini az önce boğmuş bir padişahın bile elinde uzak ve kokusuz bir gülle yaptırdığı minyatürleri, çağdaş padişahların ise basına dağıtılmak üzre çocuklarla çektirdikleri birçok fotoğraf vardır. Şimdi çocuklar ve güller dahi yüz vermedikleri için olsa gerektir, ‘müesses ölüm şairlerle toplu fotoğraf çektirmek istiyor’. Bunun böyle olduğu aydındır.  (Ece Ayhan)


(…)
Başka ne olabilir ki! Beni kafakola alamıyorlar. Şu anda bile -ki 60 yaşındayım- kafakola alamıyorlar. Bir beklentim yok. Bir şey istemiyorum. Ev istemiyorum, rüşvet istemiyorum, para istemiyorum, ödül istemiyorum. Bu güne kadar ödül almayan tek adamım ben. 
(Ece Ayhan)


Hamişler:

1) EVV3L kapsamında yer alan Ece Ayhan Arşiv Çalışmaları’nın indeksine https://bit.ly/eceindeks adresinden, Ece Ayhan web sitesine ise https://zaferyalcinpinar.com/bakissiz.html adresinden ulaşabilirsiniz.

2) Ayrıca bkz: Edebiyat ve sanat oligarşisine karşıyız!

Ağu
05
2022
--

Ece Ayhan “Bir Belediye Şairi” değildir!


Ece Ayhan‘ın adını kullanarak kurulmaya çalışılan ödül düzeneklerine karşıyız! Önümüzdeki günlerde bize bağlı tüm platformlarda, İyi Parti’li Eceabat Belediyesi’nin iğreti girişimine yüksek sesle ve ayağa kalkarak cevap vereceğiz! (Bu iğreti girişimi planlayanları, bu kötücül düzeneğe ortak olmaya ve katılmaya çalışanları tek tek tespit ediyoruz, takip ediyoruz, araştırıyoruz!)

Çünkü;

1) Ece Ayhan yaşamı boyunca ödüllendirme mekanizmalarına karşı durmuştur, kendi dönemindeki şairler arasında ödül almayan tek kişidir ve Türk Şiiri’nin zirvesidir!

2) Tüm ödüllendirme mekanizmaları hakikat yolundaki kalb ve vicdan arayışından uzakta konumlanan “kötülük dayanışması” tarafından  tasarlanmıştır, sonsuz kötücüldür, yozlaşmıştır ve kandırmacalıdır!

3) Türkiye’de “belediyecilik” dediğimiz şey -en büyüğünden en küçüğüne- aşırı siyasallaşmış bir rant kapısıdır ve yerel yönetim alanında konumlanmış klasik bir statüko bileşenidir.

Ece Ayhan’ın adının ve edebiyatının bu kötücül düzeneklere alet olmasına izin vermeyeceğiz!

Bu düzenek kimseye “İYİ” gelmez, gelmeyecek!

Kötülük Dayanışmasına Karşı…
HAKLILIĞIN İNADI CEMİYETİ-2022


Hamişler:

1) EVV3L kapsamında yer alan Ece Ayhan Arşiv Çalışmaları’nın indeksine https://bit.ly/eceindeks adresinden, Ece Ayhan web sitesine ise https://zaferyalcinpinar.com/bakissiz.html adresinden ulaşabilirsiniz.

2) Ayrıca bkz: Edebiyat ve sanat oligarşisine karşıyız!

Şub
14
2022
--

“Allah taksiratını affetsin…”

Salih Bolat‘ı sevmezdim. İki nedenden dolayı sevmezdim:

1/ Herkesi sevmek zorunda değilim.
2/ Salih Bolat’ın son 20 yılda şiirimizde/edebiyatımızda oluşturulan kötücül ödüllendirme sistematiğinde -jüri üyesi olarak, özellikle- payı büyüktür.

Ödüllendirme sistematiğine karşı yoğun mücadele verdiğim ilk zamanlarda -2008 yılının ilk aylarında- Salih Bolat beni TYS’ye (Türkiye Yazarlar Sendikası‘na) şikayet etmiş ve Enver Ercan‘la birlik olup beni TYS disiplin kuruluna sevk ettirmişti. (Şimdi düşünüyorum da, aslında adam bana iyilik yapmış: Bendeniz, TYS’nin disiplin kurulunun verdiği “üyelik askılama” kararı sonrasında TYS’yi terk ederek, ödüllendirme sistematiğinden ve benzeri tipolojiden iyice uzaklaşmış oldum. 2008 yılından beri TYS’yle hiçbir ilişki kurmadım. Ve şimdi geriye dönüp baktığımda, bu “terkediş”in benim edebiyatıma TYS’nin kendisinden ve çevresindekilerden çok daha fazla fayda sağladığını düşünüyorum. Salih Bolat’a ve Enver Ercan’a benim ayağımı TYS’den kestikleri için ne kadar teşekkür etsem azdır.)

Salih Bolat’ı en son 9 Kasım 2017 tarihinde Tüyap İstanbul Kitap Fuarı‘nın vip salonunda görmüştüm. Salonun baş tarafında bacak bacak üstüne atmış, dört kişilik geniş bir koltukta krallar gibi yalnız başına oturuyordu. İçeriye girdiğimizde bizi farketti ve alaycı bir şekilde bize gülümsedi. Bu tavırdan müthiş rahatsız olup vip salonundan çıktık ve konuşmacısı olduğumuz panel saatine kadar başka bir yerlerde beklemek/takılmak zorunda kaldık. (Aslında adam gene bana iyilik yapmış: Bu olaydan sonra, yani 2017’den günümüze Tüyap İstanbul Kitap Fuarı’na ne ziyaretçi, ne de konuşmacı olarak ayağımı atmadım. Çünkü genel olarak baktığımda, Tüyap İstanbul Kitap Fuarı gibi organizasyonlar tamamiyle anlamsız… Bu çıkarıma ulaşmamda bana yardım ettiği için Salih Bolat’a teşekkür etmem gerekir aslında…)

Ece Ayhan vefat ettiğinde Hilmi Yavuz, hızını alamamış ve “ölünün ardından konuşmak” başlıklı kötücül bir yazı yazmıştı. Şimdi, bugün, kimse daha fazlasını beklemesin benden! Ben öyle biri değilim! Daha önce de söyledim: “Onlara benzemezsek, onlar gibi olmazsak bize yeter de artar!” Ayrıca, Ece Ayhan’ın, Onat Kutlar’a ilişkin olarak Enis Batur’a yazdığı bir mektupta ifade ettiği şu sözü de çok önemsiyorum: “Bu dünyanın kavgası bu dünyada kalır!” Ben en fazla şunu söyleyebilirim: “Allah taksiratını affetsin…” Diyeceğim budur!

Önemli Not: Aşağıda, Salih Bolat’ın beni TYS’ye şikayet edişine, Enver Ercan’ın beni TYS disiplin kuruluna sevk edişine ve TYS disiplin kurulunun “üyelik askılama” kararına dair 2008 yılında tarafıma gönderilen resmi yazılar bulunuyor. Resmi yazıların ilk ikisindeki “TYS Yönetim Kurulu” imzası Enver Ercan’a aittir. Kararı içeren resmi yazıdaki imza kime ait bilmiyorum. Allah, taksiratlarını affetsin…

Sahicilikle,
Zafer Yalçınpınar
14 Şubat 2022


Ara
13
2021
--

Şiirde Yenileşim, Yeni Nesil Okur ve Şiirimizin Bozuk Toprakları! (Zafer Yalçınpınar)


Üvercinka Dergisi, Sayı:85, Kasım 2021

ŞİİRDE YENİLEŞİM, YENİ NESİL OKUR
VE ŞİİRİMİZİN BOZUK TOPRAKLARI!


Yeni nesil üzerine düşünmemizin, derinlemesine araştırmalar gerçekleştirmemizin zamanı geldi. Yeni nesil okuru herhangi bir kavramsal sentezin şekillendirebileceğine ya da buluşlu dahi olsa bir kavramsallığın yeni nesil üzerinde uzun süreli etki yaratacağına inanmıyorum, inanamıyorum pek… Yeni nesil -kısa süreli cazibe odakları ve kısa süreli iştahlar dışında- devamlılık gösteren bir kümelenmeye sahip olmak istemiyor. Bu çok tuhaf bir bilinç yapısı… Şöyle açıklamaya çalışayım: Yeni nesil kendini -herkesten çok- zamanın sonunda hissediyor; yani kronolojik olarak ‘zamanın sonunda bulunmak’ yeni nesil için hem acılı bir yük, hem de bir tür birikimli avantaj veya serbesti… Yeni nesil kendini ‘insanlık tarihinin ve yaşamın biricik kilidi, son çaresi ya da aksine, insanlığın son çaresizliği’ olarak görüyor. Bu noktada tuhaf, tepkisel ve riskli bir kopuş ortaya çıkıyor. Tarihsel açıdan bir tür reddiye hattı oluşuyor: Öyle tuhaf bir şey ki bu, eskisi gibi kuşaklar birbirleriyle çatışmıyorlar bile! Yani bizim ‘kuşak çatışması’ dediğimiz şey değil bu! Yeni bir tepkisellik… Yeni nesil kendinden önceki tüm insanlık tarihini topyekun reddediyor ve kendini ‘İnsanlık 2.0’ şeklinde nitelendiriyor. Bu yük, tabiî yeni neslin zihinselliğini de olumlu-olumsuz birçok noktadan ilkesel veya matematiksel değil de durumcu bir şekilde etkiliyor; yeni neslin zihinselliğinde sürekli anlam kaymaları, zik-zaklar ve çapraşık nedensellikler oluşuyor. Yani, yeni neslin zihnindeki bilişsel harita son derece karmaşık ve hareketli… Yeni nesildeki anlam arayışların ve belki de anlamı bulamayışların haritası da öyle. İmgesel seçeneklerin fazla olması yeni neslin kafasını karıştırıyor ve son derece çapraşık bir mantık işlemeye başlıyor. 1940’lardaki yapay sinir ağları çalışmalarındaki başarısızlıklara benzer bir durum, tuhaf bir kodlama problemi çıkıyor ortaya… Nasıl oluyorsa, ileri beslemeli mantık, benzersiz ve özgün hatalar üretmeye başlıyor. Peki, sıkı şiir bu çapraşık haritanın neresinde? Bir kere, sıkı şiirin oluşturduğu imgesel alan derinliği, kolaylaştırıcı bir unsur veya avadanlık değil. Sıkı şiirde, okurun anlama ulaşması kolay değil. En zoru bu hatta… Sıkı şiir, okurun araştırma icra etmesini gerektiriyor; okur, sıkı şiirin içerdiği tarihsel, sosyolojik ve imgesel arka-planı bulmak, çapraşık zihinselliğiyle ilişkilendirmek ve bir tür şiirsel derinlik oluşturmak zorunda… Yani, dilin sınırlarının genişletilmesi, marjinal imkânların -anlamlandırılarak- içselleştirilmesi gibi bir ön-koşul var. Bu durum yeni neslin çapraşık zihin yapısı için elverişli değil ve anlam arayış sürecinin herhangi bir aşamasında “İnsanlık 1.0” kodları baskın gelirse, zaten, yeni nesil okumayı veya çabalamayı kesinkes bırakıyor. Yapay sinir ağları modelleri, ileri beslemeli ve geriye yayılımlı öğrenme adaptasyonları gibi, bir ‘yapay zeka’ gibi çalışıyor yeni neslin zihni! Analitik yapısı buna benziyor. Ve fakat, sıkı şiir hâlâ güçlü: Şöyle ki analitik açıdan tükenen veya içselleştirilmeyen, vazgeçilen her şey, etkisini o kadim ‘sezgisellik’ noktasında bulmaya çalışıyor. Okur, sonuçta, günün sonunda bir insan… Sezgileri, duyguları, rüyaları olan bir insan… Bence, yeni şiirin bu noktayı iyi kullanması gerek, gerekiyor… Bilgisayar literatüründen bir analoji yaparak anlatmaya çalışayım: Eğer şiir ve teknoloji yenilik getirmek açısından birleşecekse, donanım, alet, makine vb’den önce söz konusu yazılım güncellemesini yapması gerek! Bu noktada Bergsoncu bilgi teorisi üzerinden buluşlar ve alaşımlar oluşturmak elzem…

Diyalektik materyalizm bize şunu söyler: Yanlış sorulara odaklanarak doğru cevaplara ulaşamayız. Şiir aurasına baktığımda, son 10-15 senedir yanlış sorulara odaklanarak ilerlenmeye çalışıldığını düşünüyorum. Yani senin ifade ettiğin panellerin, söyleşilerin, soruşturmaların, dosyaların, mikrofon arkası geyiklerin veya podyumlarda, parlak ışıkların altında sergilenen kırıtışların çoğu nafile uğraşılar, ıskarta atışlar benim gözümde… Sanıyorum, her şeyden önce, coğrafyamızdaki şiir tarihinin ‘iktisadi çeşitlemeler ve küresel yayılmacılık için bir taşıyıcı bileşen olmadığı’ gerçeğini kabul etmeliyiz. Ta ki 2000’lere kadar… Yani 2000’lere kadar şiir dünyasında ‘holdingcilik’, ‘masonik hizipler’, ‘kalkınma retoriği’ veya ‘parayı veren düdüğü çalar’ mantığı hâkim değildi. Fakat, 2000’lerin ortasından itibaren biriken -dahası, ekonomik genişlemesi holding medyasıyla planlanan- yayıncılık hamlelerinin neo-liberal girişimcilik mantığıyla ifrat seviyelerine ulaşması, edebiyat ve özellikle de şiir aurasındaki dengeleri bozmuştur. Bu neo-liberal girişimciliğin yücelttiği parlatılmış ‘ifrat akımı’, bireyciliği de, liyakatsızlığı da, promosyon edebiyatını da, hızlı tüketimsel süpermarketçilik (FMCG) mantığıyla çıkarılan popüler dergileri de körüklemiştir. 90’ların sonundan günümüze doğru ‘şair’ dediğimiz tipoloji egosantrik hezeyanlar içerisinde debelenen tuhaf bir görünüme bürünmüştür. Bu durumun nedeni bir tür ‘arz fazlası’dır. Ayrıca tüm sanat dallarında benzeri bir ‘aşırı endüstrileşme, aşırı sürüm’ desteklenmiştir. Altına boyalı ufak farklarla pazarlanan süpermarket ürünleri gibi… Herkes biraz şair, herkes biraz müzisyen, herkes biraz ressam, herkes biraz oyuncu, herkes biraz editör, herkes biraz dergici, herkes biraz yayıncı… Yani, herkes biraz her şey olmuştur! Hele hele ‘sosyal içerme’ kavramı öyle bir tüketilmiştir ki ‘sosyalleşme’ dediğimiz şeyin kendisi bile sanal bir tabana yayılmıştır. Açık havada veya deniz kıyısındaki bir cafede buluşup aynı masada oturan dört genç arkadaşın veya dört genç şairin sürekli cep telefonlarıyla uğraşarak, birbirleriyle hiç konuşmadan ya da doğayı gözlemeden, ya da şiir üzerine konuşmadan zaman geçirdiğini düşünün! Benzeri tablolarla her yerde karşılaşabilirsiniz bugün… Tabiî ki taşıma suyla çalışan endüstrileşmiş değirmenlerin bir sürdürülebilirliği yoktur, olmamaktadır: Herkes karakter aşınmasına uğrayan egosantrik bireylere evrilmiş ve aslında hiçbir şeye dönüşmüştür! Herkes şöyle bağırmaktadır artık: Hepimiz çokkültürlülüğe inanıyoruz şimdi! Sıçrama sağlayacak bir gelişim veya yenileşim icra edilememiştir, çünkü edebiyat endüstrileşmesinin yöneticileri tarafından pazarlama teorisinin ‘yaygınlaşma ve tutundurma fonksiyonları’ kullanılmıştır. Şiirsel içerik zerre kadar gelişmemiş, aksine gerilemiştir. Pazarlama, tasarım ve markalaşma numaralarının yerine, tarih, bilim, sanat ve felsefeyi anlamak, ilerletmek, zenginleştirmek gerekiyordu aslında! Böylelikle şiir, imgesinden, tözünden ve tarihinden uzaklaştırılmaya, parçalanmaya ve popülerleştikçe kıymet kaybeden pazarlamacı bir iktisadi eksene yerleştirilmeye itilmiştir. Fakat, David Harvey’in de işaret ettiği gibi neo-liberalizmin göz alıcı tarihi dünyanın her yerinde -Şili’de de, Lübnan’da da, Ukrayna’da da ve sonuçta Türkiye’de de- çok kısa sürer. İfrat, ikbal avcılığı ve vurgunculuk dönemi -ya da post-truth kapsamıyla ilerleyen siyasal söylemler- her zaman çölleşmeyle, kısırlaşmayla sonuçlanır. Ülkemizdeki tarım veya tohum politikaları gibi… Sorumsuz üretim ile tüketim, mahsulün kalitesini bozmakla kalmaz, toprağı da bozar. Toprak tuhaf kimyasallarla, kötücül yöntemlerle o kadar bozulmuştur ki artık bir süre sonra o topraktan hiçbir şey yeşermez. Şimdi, bu bağlamda ben, ‘yenileşim’ hamlesinin ‘güdümlü edebiyat’ mantığının terk edilmesiyle başlayacağına inanıyorum. Güdümlü edebiyatın güttüğü, parlattığı tipler şiire ve edebiyata öyle bir zarar vermiştir ki şiirin beşiği olan coğrafyamız “şiir yazılmaz, şiir okunmaz, şiirle ilgilenilmez, şiir sevilmez, şair sevilmez” bir yere dönüşmüştür neredeyse… Şimdi, başından beri anlatmaya çalıştığım tüm bu analojik yaklaşımı bilmeliyiz, görmeliyiz ve fakat bir kenara bırakmalıyız. Aslında meseleyi çok da karmaşıklaştırmaya, yüzlerce kablo çekmeye gerek yok; 10-15 yılın yarattığı göz alıcı podyumlarda sürekli kırıtan bu şairler, çeşitli egosantrik hezeyanlarla debelenen aynı isimler, birbirlerini parlatmak için hizipçi bileşkeler kurmuşlardır. Ece Ayhan buna ‘kötülük dayanışması’ der. E tabiî ki böylesi kermesvari kafalardan ya da neo-liberal hizipleşmeden de ‘yenileşim’ falan bekleyemeyiz. En fazla şu olur; dışarıdan bir yerlerden, yabancı dilde bir eserden yenilik veya özgürlük ithal ederler! 2000’li yıllarla birlikte, birbirine, birbirlerinin kitaplarına, birbirlerinin dizelerine rozetler takmakla meşgul, birbirlerine dergi icat etmekle meşgul, egosantrik zihinsellikten beslenen ve süpermarketlerle çoğalan bir ‘Şiir A.Ş.’ kurulmuştur. Bunu kabul edelim artık! Şimdilerde ‘Şiir A.Ş.’ firması batmaktadır, kredisi bitmiştir, zarar açıklamıştır ve kendisine hizmet eden işçilerini firmadan çıkarmak istemektedir! Charles Bukowski’nin bir sözü vardır: ‘Kapitalizm komünizmi yedi. Şimdi kendi kendini yiyor!’ Maalesef neo-liberal dönemin ön-plana çıkardığı şairlerde de durum aynıdır. Şairler kendi kendilerini yemekle, şiire ve yaşamın şiirselliğine zarar vermekle meşguller şu an… O nedenledir ki şöyle dedim bir keresinde; ‘Şiir öldürülüyor, bu kez şairler marifetiyle!’ İşte, bizim coğrafyamızdaki şiirselliğin azalmasının kök-nedeni böylesine kötücül bir süreçtir.

Zafer Yalçınpınar
Kasım 2021


Not: İşbu yazı Emrah Sönmezışık‘la birlikte gerçekleştirdiğimiz Zor/Konuşma‘daki (Ekim 2019, Upas Yayın) temel beyanlardan derlenmiş ve Üvercinka Dergisi’nin Kasım 2021 tarihli 85. sayısında yayımlanmıştır.

Kas
16
2021
--

Birbirimize küfredelim: “Eleştirmen!”


Godot’u Beklerken…den..
Samuel Beckett


“Samuel Beckett ile beklerken…”
Z. Yalçınpınar

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Kas
11
2021
--

“O yayınevleri kitabınızı basmayacak, çünkü…” (Koray Sarıdoğan)


Koray Sarıdoğan mevcut durumu bütünselliğiyle göstermiş. Korkmadan, kızmadan sonuna kadar okuyunuz: https://atolye.kalemkahveklavye.com/o-yayinevleri-kitabinizi-basmayacak-cunku/

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler: ,
Eyl
10
2021
--

Üvercinka Dergisi’nin 83. sayısı yayımlandı…


Üvercinka Dergisi‘nin Eylül 2021 tarihli 83. sayısı yayımlandı. Yeni sayının odağında “Ödüllere Neden Hayır Demeliyiz!” başlıklı imza kampanyası ve ödüllendirme sistematiğinin içerdiği kötücül görünüme dair eleştiriler bulunuyor. (Detaylar için bkz: Ödül, Armağan ve Yarışma İstemiyoruz!)

Ağu
30
2021
--

İmza Kampanyası: “ÖDÜL, ARMAĞAN ve YARIŞMA İSTEMİYORUZ!”


Bugünlerde, “ÖDÜLLERE NEDEN HAYIR DEMELİYİZ” sloganıyla özel bir imza kampanyası düzenleniyor. İşbu önemli kampanyadan Seyyit Nezir‘in “Ödüle hayır mı?” (Aydınlık Gazetesi, 26 Ağustos 2021) başlıklı köşe yazısı sayesinde haberdar olduk. EVV3L’in tüm dostlarından kampanyayı imzalayarak, bu yeni harekete destek vermelerini rica ediyoruz.


Ödüllendirme sistemine karşı duruşumuz ve haysiyetli mücadelemiz 10 yıllardır sürüyor, bu konuda kafamız hiç karışık değil. (Bkz: https://evvel.org/evvel-fanzin-tum-edebiyat-kahyalarina-karsidir) Bizim temellendirmelerimizin özünde şu iki söylem bulunuyor: Ödüller insansızdır! Ödüller kötücül besinlerdir! Ve tabiî ki ödül meselesinde efsanevi şair Ece Ayhan’ın pozisyonu da bizler için son derece belirleyicidir:

“Beni kafakola alamıyorlar. (…) Bir beklentim yok. Bir şey istemiyorum. Ev istemiyorum, rüşvet istemiyorum, para istemiyorum, ödül istemiyorum. Bugüne kadar ödül almayan tek adamım ben.” (Ece Ayhan) 


Yeni kampanyanın imza metni analitik açıdan tutarlı ve güçlü söylemlerle çerçevelenmiş:

“Ödüller, sanat eserinin estetik nesne olma özelliğini kirletir ve metalaşmasını sağlar. (…) çeşitli vaatler barındıran ve böylelikle çekici kılınan ödüllerle, ödüle konu olan emeğin sömürü yoğunluğu artırılır ve sistemin bir parçasına dönüştürülür. Ödüller kapitalist toplumun, hırs, rekabet, rakibini alt etme, güç edinme gibi insanlık dışı, hastalıklı ‘değerlerini’ olağanlaştırarak yaygınlaştırır. (…) Ödül sistemi, para kazandırma ve ün sağlama/markalaştırma vaatleriyle ayakta kalır. Oysa sanat bu tarz bir şike ilişkisini asla kabul etmez! Sanat eseri, bir çıkar amacı ve ilişkisi üzerinden inşa edilemez. (…) Ödül verilerek sadece mükâfatlandırma yapılmaz, cezalandırma da yapılır. (…) Sürekli olarak ayrıştırma ve seçkinleştirme kültürü yaratır. Ödüllendirdiklerini öne çıkartır, baskın ve seçkinmiş algısı yaratır. Ödül almamışları, bu sistemi reddedenleri, direnenleri bastırmaya, silikleştirmeye, değersizleştirmeye, hatta aşağılamaya çalışır. (…) Sanatçı ne ayrıcalıklı ne de kutsal bir kişidir. (…) kutsallık bir yandan ast-üst ilişkisini yaratır, bir yandan hizmetkârları belirler; hem ödül alana hem ödül verene hiyerarşik statü kazandırır. Böylece kapitalist hegemonyanın sürekliliğini sağlar. (…) Sizleri ödül sistemine karşı durmaya, tavır almaya ve (…) mücadele etmeye çağırıyoruz.”

Metnin tamamını görmek ve imza vermek için tıklayın! Bu tarihsel tavırda yerinizi almanızı ve tarafınızı belirlemenizi öneriyoruz.

Tem
01
2021
--

“Kimse bir Ece Ayhan tavrı sergilemeyi aklından geçirmiyordu ödüller konusunda..” (Seyyit Nezir)

Seyyit Nezir, Aydınlık Gazetesi’nde yayımlanan iki önemli makaleyle edebiyat ödüllerindeki çelişkileri irdeliyor ve sonuç olarak şöyle diyor:

“Aynı yörüngede düşünen binlerce kişiye tanık oldum. Ama gelin bu metni birlikte oluşturup yayınlayalım diyecek bir arkadaş göremedim, yalnız yayımladım. Çünkü herkesin kalbinin bir köşesinde ödül sahibi olmaya dair bir tutkunun yanıp sönen ateşböceğini gördüm. Kimse bir Ece Ayhan tavrı sergilemeyi aklından geçirmiyordu ödüller konusunda..”


Seyyit Nezir’in kaleme aldığı eleştirel serinin
tam metinlerine aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz:

“Kemal Özer Ödül Ringlerinde”
(1 Temmuz 2021, Aydınlık Gazetesi)

“Şiir Ödülleri ve Mafiyözi”
(24 Haziran 2021, Aydınlık Gazetesi)


Ayrıca bkz: Edebiyat ve Sanat Oligarşisi’ne Karşıyız!


Haz
10
2021
--

Oray Eğin’den Orhan Pamuk eleştirisi: “Bu kitabı kimse basmaz”

Yazar Orhan Pamuk’un “Veba Geceleri” kitabıyla ilgili tartışmalar devam ediyor. Habertürk yazarı Oray Eğin, Pamuk’un kitabıyla ilgili sert eleştirilerde bulundu: https://odatv4.com/bu-kitabi-kimse-basmaz-10062123.html


Ayrıca Bkz: “Stephen Pamuk ve/ya da Orhan King” (Oruç Aruoba, 2001)”

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Nis
22
2021
--

Bir Edebiyat Lobisi Vardı, N’oldu Ona? // 2000’lerin Başındaki Lobi Tartışmasından Bugüne Yayıncılık (Koray Sarıdoğan)


Koray Sarıdoğan, “Kalem Kahve Klavye” adlı web sitesi kapsamındaki sıkı inceleme, eleştiri ve arşiv çalışmalarına devam ediyor. 2000’lerin başında kurulan -ve uzantıları büyüyerek, katlanarak günümüzde de sürdürülen- oligarşik yayıncılık düzeneğinin başlangıç yıllarını, ilk dönemini araştırıyor. İşbu önemli arşiv çalışmasının tam metnini https://kalemkahveklavye.com/edebiyat-lobisi-yayincilik-koray-saridogan/ adresinden okuyabilirsiniz.


Nis
01
2021
--

Yeni Gelen’in yeni sayısında eleştirel yaklaşımlar… (No:35, Nisan 2021)


“Yeni Gelen” Dergi
Sayı: 35, Nisan 2021
(Kapak Görünümü)


Yeni Gelen Dergi’nin Nisan 2021 tarihli 35. sayısında edebiyat eleştirisi kavramının “sahici” boyutlarını görüyoruz. Dergideki eleştirel metinler, “hastalık ve haksızlık üretmekten başka bir fonksiyonu kalmayan oligarşik düzeneğin sonlandırılması” mecburiyetini tüm detaylarıyla anlatıyor. (Derginin kapağındaki karikatür de bize bu gerekliliği temsili bir şekilde ifade ediyor zaten…) Nisan 2021 tarihli 35. sayıyı mutlaka okuyunuz ve arşivleyiniz. Çünkü, edebiyat tarihimizi doğal seyrine döndürmek için ihtiyaç duyulan “sahici” eleştirinin “sahici” adımlarına tanık olacaksınız…


Ayrıca bakınız;

Soner Yalçın anlatıyor: https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/soner-yalcin/edebiyatla-ahmaklastirma-6335565/

Seyyit Nezir anlatıyor: https://www.aydinlik.com.tr/haber/tartisma-buyuyor-yasayan-en-buyuk-konusu-derin-238653

Nihat Genç anlatıyor: https://www.veryansintv.com/hilmi-yavuz-yasayan-en-buyuk-turk-sairi-secildi-nihat-genc-tepki-gosterdi

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com