1 Kasım 2006 Çarşamba akşamı Şeref Bilsel’in Yaşamradyo’daki söyleşisini dinlerken onun kurduğu cümleleri ve yakın geçmişte olanı biteni düşündüğümde taşlar yerine oturdu; bir tipolojinin uygulamaya geçirdiği “proje” zihnimde berraklaştı. Ben de, tutup, hem Şeref Bilsel’in söylediklerini aktarmak(1) , hem de bir kesimin tavrını ortaya koymak amacıyla, kısıtlı olan zamanımdan feragat ederek oturdum, bu yazıyı yazdım.(2)Cukkalanmış Saygınlık Projesi’nin amacı adından da belli olduğu gibi “saygınlık” ve “tanınmışlık” elde etmektir. Projenin tek bir uygulama yöntemi vardır; o da her şeyi ve herkesi “araç” olarak kullanabilmektir. Proje için risk, zaman ve maliyet yönetimi de yoktur, tüm sınırlamalar göz ardı edilmiştir. Tüm hesap kitap; “hesapsızlık”, “kitapsızlık”, “fırsatçılık”, “külhanbeyi retoriği”, “retorik arsızlığı” ve “edebiyat kâhyalığı” üzerine kurulmuştur. Şimdi projenin bâzı faaliyet adımlarını gözden geçirelim;
1. Bundan üç sene önce günlerden bir gün, Şeref Bilsel Tüyap Kitap Fuarı’nda kendisinin dâhil olmadığı(konuşmacı olmadığı) bir oturumda konuşmacı masasına sarhoş bir şekilde yanaşıp, salonun içinde sigarasını yakıp, konuşmacıları rahatsız eder bir tavırla onlara dik dik bakmıştı.
2. Başka günlerden bir gün Yazı Kitabevi’nde oturuyordum. Şeref Bilsel’in Halim Şafak’la tartıştığını öğrendim. Sonra Şeref Bilsel geldi ve “Halim Şafak’ı gidip döveceğim, telefonda da küfürleştik dün akşam…” dedi. Hatta bu olay, telefondaki o küfürleşmeler dergilere de yansımıştı. Yanlış hatırlamıyorsam, Kaçak Yayın’da konuyla ilgili bir şeyler yazılmıştı.
3. Gene günlerden bir gün, Şeref Bilsel’in polislerle kavga ettiğini öğrendim. Sebebini bilmiyorum. Başka bir gün de “hesap” yüzünden bir meyhanede kavga ettiğini duydum…
4. Askerden döndüğümde Metin Cengiz ile Şeref Bilsel arasında geçen tartışmaları, laflaşmaları okudum. Ve asıl o zaman “Yazık!” dedim kendi kendime…
5. Kuzey Yıldızı Edebiyat Dergisi 11. sayısını “Özge Dirik” şiirlerine ayırdığında Şeref Bilsel bize “Ölü edebiyatı yapıyorsunuz!” olumsuzlamasıyla çıkışmıştı.(3)Hatta Şiir Defteri 2006’da Kuzey Yıldızı’nın 11. sayısını göz ardı etmişti. Sonra, aynı Şeref Bilsel, fırsatını bulunca, Özge Dirik üzerine Yasakmeyve’de müntehir şairler dosyasına yazı yazdı. Bu çelişkidir!(4) . Şeref Bilsel için, dergileri ciddi bir “pusuculuk”la takip etmek, antoloji hazırlamak, fırsatları değerlendirmek, edebiyat mikro iktidarı oluşturmak, edebiyat kâhyası olmak ve fırsatları değerlendirmek artık bir tipoloji haline gelmiştir ve stratejiktir. Eserleriyle değil de bu tip toplama, zorlama ve süzme işlerle “saygınlık sağlamaya çalışmak”, aslında, “saygınlık cukkalamaya çalışmak”tan başka bir işe yaramaz.
6. Bu tipolojinin tek uğraşısı, dalgalandırıcı(sansasyonel) ifadelerle yapay gündem yaratmaya çalışmaktır. Şeref Bilsel, söz konusu radyo programında şu cümleleri kurmaktan çekinmemiştir;
“Hakiki gerçeğin önündedir.”
“Dilin bekçisiyim. Şairlerin köpeği olacağıma dilin köpeği olurum.”
“Benim arkadaşlarım zaten iyi şairlerdir.”
“Bana kalsaydı, Şiir Defteri 2006’da sadece yirmi şair yer alırdı.”
“Görsel Şiir mevsimseldir.”
“Yeni kitabım en kötü ihtimalle bizim Kadir’in(5) yayınevinden yayımlanır.”
“Zafer Yalçınpınar, zengin ve yakışıklı bir çocuktur.”
“Hoşça kal halkım!”
Sonuç olarak, yukarıda örneklediğim faaliyet adımları incelendiğinde, tüm bunların (Şiir Defteri’nin, dergilerdeki mahlas yazılarının, Özge Dirik hakkındaki yazının, radyo programının, muhafazakârlığın, küfürleşmelerin, kavgaların ve dil köpekliklerinin) saygınlık cukkalamak ya da eleştirmencilik oynamak adına ilerleyen başıbozuk bir projenin parçaları olduğu aşikârdır. Ben bu tip işlere hiç girmedim ve kısacası, ben –artık- bu numaraları yemem. Edebiyat dünyasındaki külyutmazlar da bu numaraları yemeyecektir. Edebiyat dünyasının bir “çiftlik” ya da bir “Karadeniz kahvehanesi” olmadığını birinin çıkıp söylemesi, hatırlatması gerekiyor. Maalesef bu ifşaatı her seferinde, “kerhen”, ben gerçekleştirmek zorunda kalıyorum ve yıpranıyorum.
—————
(1)Ki aslında o sözlerin pek tartılacak bir yanı yok. Çünkü Şeref Bilsel’in tüm sözleri ve “ayak”ları, çelişkisiz temellendirmelerden yoksun ve hatta gerekçesizdi. Bu tip durumlara “zırva” denir ama benim dilim –hâlâ- varmıyor bunu söylemeye…
(2)Bu yazıyı, gerçekten çok kısıtlı bir zamanda, işlerimin en yoğun olduğu anda yazıyorum.
(3)Biz böyle bir şey yapmıyorduk, Kuzey Yıldızı’na omuz veren bir dostumuza vefa borcumuzu ödemeye ve sözümüzü tutmaya çalışıyorduk.
(4)Zaten beni çileden çıkaran da bu “çelişki”dir. Dostumun böylesine bir projede “araç” olarak kullanılmasıdır.
(5)Kadir Aydemir