Nis
30
2010
0

Nesnelerin Melodisi Üzerine Notlar (R.M. Rilke)

(…)
34.
Bu durumda stilize, yani gerçekle bağdaşmayan anlatımı, bir geçiş evresinin anlatım üslubu olarak görmekteyim; çünkü yaşama benzerlik gösteren ve bu “dışsal” anlamda “gerçek” olan oyunlar sahnede her zaman seyircilerin en çok beğenisini toplayacaktır. Ne var ki, böyle bir sanatın yolu da kendi kendini derinleştiren bir “iç gerçek” ten geçecektir: ilkel öğeleri bilip tanımak ve oyunda kullanmak. Bir ilk denemenin ardından kavranmış temel motiflerin daha bir özgürce ve inatla kullanılması öğrenilecek, böylece zamansal sınırlı gerçeğe yeniden yaklaşılacaktır. Ama öncekinden yine de farklı olacaktır bu gerçek.

35.
Ben, bu yolda çalışmalar yapılmasını zorunlu görmekteyim; çünkü uzun ve ciddi bir uğraş sonucunda tanınabilen ince duygular sahnenin gürültü patırtısı içinde başka türlü hiçbir vakit sesini duyuramayacaktır. Bu da üzücü bir şeydir. Belli bir tandansa yer vermeden ve vurgulamaya kaçılmadan yapılması durumunda yeni yaşam sahneden seyircilere iletilebilir, yani kendi içlerinden gelen bir dürtüyle ve kendi güçleriyle yeni, yaşamın jestlerini öğrenemeyen kişilere de bu yaşamın ne olup olmadığı gösterilebilir. Hani sahneden seyircilere belli bir inancın benimsetilmesi diye bir şey söz konusu değildir. Ama en azından seyirciler şunu öğrenebilir ki, zamanımızda hemen yanı başımızda varlığını sürdüren yeni yaşam diye bir şey vardır. Bu da insanı yeterine mutlu kılacak bir şeydir.

36.
Çünkü arka plandaki ezgiyi bir yol ele geçirmeye görsün, insanın bundan böyle konuşacağı sözlerde sıkıntıya düşmeyeceğini, kararlarını üzerindeki karanlığın yerini aydınlığa bırakacağını görüp anlaması nerdeyse bir din kadar önemlidir. Bir ezginin parçası olduğuna, bir başka deyişle belli bir konumu haklı olarak elinde bulundurduğuna, en küçük şeyin en büyük şey kadar değer taşıdığı kapsamlı bir yapıtta belli bir ödevi yerine getirdiğine ilişkin yalın bir kanı, tasa ve endişeden uzak bir güven duygusu içinde yaşatır insanı. Bilinçli ve rahat büyümenin ilk koşulu, sayısal fazlalığa kaçmamaktır.

37.
Bütün ikilem ve yanılgının kaynağı, aralarındaki ortak bağı insanların arkalarındaki nesnelerde, ışıkta, doğa parçasında, başlangıçta ve ölümde arayacakken kendi içlerinde arayamaya kalkmalarıdır. Bu da onların kendi kendilerini yitirip karşılığında ise hiçbir şey ele geçirememelerine yol açar. Birleşemedikleri için, birbirlerinin arasına karışıyorlar. İki kişi yan yana duruyor, ama ayaklarını yere sağlam basamıyorlar; çünkü her ikisi de gereken güçten yoksundur ve olduğu yerde sallanmaktadır. Birbirlerini karşılıklı desteklemeye çalışarak bütün güçlerini boşa harcıyorlar, dışa yönelik bir girişimden iz eser görülmüyor. 
(…)

Rainer Maria Rilke
Çev: Kamuran Şipal

Notların ilk 40 maddesinin tümüne  https://www.sivilsozluk.com/nesnelerin%20melodisi%20üstüne%20notlar.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Nis
30
2010
0

Dünya acılı olduğu için yazılır. (Tezer Özlü)

(…)Neden yazılır? Dünya acılı olduğu için yazılır. Duygular taştığı için yazılır. (…) Çünkü insanın kişisel özgürlüğü, kendi dünyasına egemen olmasıyla başlar. Dünyasına egemen olan insan, acıları coşkuya, bunalımı yaratmaya, sevgisizliği sürekli aşka dönüştürebilir. Ben dünyama egemen olabilmeyi edebiyatla öğrendim.

Tezer Özlü, 1982

Nis
30
2010
0

Turgut Uyar, Mermer Adası’nda…

Turgut Uyar’ı yakından görüp tanışamadım. Dört yıl kadar evvel Marmara Adası’nda uzaktan gördüm. Başka bir ozan arkadaşım onun Turgut Uyar olduğunu söyledi. Orta boylu, sarışınla kumral arası genç bir insan. Ağır ağır yürüyor ve çevresiyle pek ilgilenmiyordu. Her halinde ozan olduğu belliydi. (…)

Baki Süha Ediboğlu
“Bizim Kuşak ve Ötekiler” adlı kitabından… (1968)

Nis
29
2010
0

Robert Musil’in Günlüğü’nden…

Robert Musil’in günlüğünden kısa bir alıntı:

“(…) İnsan yeni duygular icat etmeli, bunun hoş tarafı, bu yolla eylem icat edilebiliyor. Örneğin şimdiye kadar çözümsüz olan, aşırı yükselmiş olan, düşünsel anlamda çok ilginç olabilir, fakat duygu olarak sadece bir yanlış algılamadır. Bunu da yüz tane başka durumdan biliyoruz.
Özçözümleme, konuşma dışında konumlanma duygu için tek ifade yoludur. Duygu, belirli konumlar yaratmak zorundadır. Diğer taraftan konumlardan (bu aynı zamanda şu anlama gelmektedir: Özel duygulara yetenekleri olan insanlar, böyle konumlar yaratırlar) arzu edilen duygu yansıtılmamalıdır. Her ikisi içinde ilk adım insanın kendisine yönelteceği şu sorudur: Hangi duygular? Ve insan bu duygularda hangi konumları alır, hangi konumlar onlarla aranır?(…)”

Robert Musil
Argos Dergisi, Çev: A. Tulgar, Sayı:2,  1988

Nis
27
2010
0

Ham Söz, Has Söz (Maurice Blanchot)

Blanchot’nun “Ham Söz, Has Söz” adlı yazısı “şiir dili” ve “töz” arasındaki ilişkiyi “aydınlatmak” adına yazılmış en sıkı yazılardan biridir. İşbu yazının ilk Türkçe çevirisi 1979 yılında “Cehennemde Bir Mevsim” adlı derginin ilk sayısında yayımlanmıştır. Oğuz Demiralp’in sözkonusu çevirisine https://zaferyalcinpinar.com/blanchotvehassoz.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Maurice Blanchot

Nis
26
2010
0

Kitap: Çağdaş Sanat Manifestoları (Rafet Arslan)

MAYIS’TA…
Rafet Arslan – Çağdaş Sanat Manifestoları
6:45 Yayın

Nis
26
2010
0

“Biz tuhaf bir ulusuz; şair sever, şiir sevmeyiz.”

24 Temmuz 1983

Biz tuhaf bir ulusuz; şair sever, şiir sevmeyiz.
Yazdıkları şiir mi, değil mi bakmadan, nüfus kütüğünde ne kadar erkek varsa -kadınlar değil- topunu alıp başımıza şair-i mahir diye oturturuz.(…)Fransızlar bu konuda çok taş yüreklidir. (…) Bu yüzden sözlüklerini kötü şair, mıymırık yazar anlamına gelen sözcüklerle doldurmuşlardır.
Onlara göre kaşığın sapını ortalayamamış sanatçının adı râté‘dir. Bunun karşılığını bizim sözlüklerde ararsanız bulamazsınız. (…)
Fransız, kelkenez şairlere rimailleur demeyi sever. Edmond Pilon -ki bir sürü yazarın fotografisini çekmiştir- Roy adındaki taşlamacıyı rimailleur‘e örnek olarak gösterir. Fontenelle de onun bu yargısına yakın durur. Ona göre Fransa’nın en kelek adamı Roy’dur. Çünkü arkasını saraya dayadıktan, ceketinin yakasına da kordon taktıktan sonra da her aklına düşeni yapabileceğini sanmıştır. Rimailleur uyak anlamına gelen rime sözcüğünden türetilmiştir. (Bizim dilimizdeki karşılıkları, manzumeci, kafiyeci, uyakçıdır.) Fransızlar, kadın ozanlara da poetesse derler. Bu da küçümseyici bir anlam taşır. Bopçu ve viranelik ısırganı yazarlara gelince, onların adı da başkadır. Ya écrivassier‘dirler, ya écrivailleur‘dürler, ya da plumitif. Yani yazıcı ya da kalemci adlarıyla anılır. Kadınlar da bas-bleau (mavi-çorap) diye ünlenir.

30 Kasım 1983

(…)
Çokları iyi şiirleri enselerinden topa tutarken, kaknemlerini de, yüzlerini secdeye koyarak pohpohlarlar.
Bu yalnız bizde değil, başka memleketlerde de üç aşağı, beş yukarı böyledir. (…) Balzac çağında da Figaro gazetesi başyazarı Nestor’un çevresinde kümelenen kişiler; Jules Janin, Maliturne, Briffaut, Béquet gibi yelyepelek yazarlardır.
Crapoullot dergisi de 1900’lerde Fransa’da en çok okunan yazarların bourget, Bataille, Hervieu, Paul Adam ve Porto-Riche olduğunu yazacaktır. Hemen hemen topu, piyasası durduğu yerde fırlayan yazarlardandır. Buna karşılık Valéry, Claudel ve André Gide mayışık ve sahteci sayılıyordur.
(…)
Voltaire’in bir aforizması:
-Budalalar kimi zaman işi pek azıtır. Özellikle de bağnazlık yeteneksizlikle, yeteneksizlik de öcalma hırsıyla elele verdiği vakit.

Salâh Birsel
“Yaşlılık Günlüğü”, Ada Yay., 1986

Nis
25
2010
0

“Ödül”dür, adamın pantolonunu düşürür…

Bkz: https://www.ntvmsnbc.com/id/25085957/

Şair Jose Emilio Pacheco, Cervantes Ödülü’ne layık görüldü.
Alcala Üniversitesi’nde düzenlenen ödül törenine giderken Pacheco’nun pantolonu kaydı. Bastonunun bırakan ünlü şair, pantolonunu düzeltti. Pacheco’ya ödülü İspanya Kralı Kral Juan Carlos verdi. Törende Kraliçe Sophia ve Başbakan Jose Luis Zapatero da bulundu.

Nis
25
2010
0

Yaşlılık Günlüğü-3 (Salâh Birsel)

13 Mart 1983

Şairlerin belleği de çokluk bir dize hazinesinden başka bir şey değildir.
Şairler dur durak dinlemeden yüzlerce, binlerce dize çekerler belleklerine. Böylece dizeler arasındaki ayrımları daha kolaylıkla görür, onların renklerine, tadlarına daha tizlikle varırlar.
Bir şiir yazdıkları vakit de dizelerindeki her sözcüğün kaç grodolu olduğunu yani başka dizelerdeki sözcüklere yakınlığını, ya da uzaklığını çok iyi ölçerler.
Denilebilir ki şairler, Sözcükler Tarihi perendebazları, kâsebazlarıdır.

Salâh Birsel
“Yaşlılık Günlüğü”, Ada Yay., 1986

Nis
24
2010
0

Metinden Heykel (A.Topel)

Andrew Topel’in “metinden heykel”idir. Bu çalışmalar Ruth & Marvin Sackner’ın görsel şiir arşivinde yer almaktadır. Ayrıca, Sackner’ların koleksiyonunun görsel şiir deneyleri açısından en kapsamlı ve önemli arşiv olduğunu da eklemek gerekiyor… (Bkz:  https://ww2.rediscov.com/sacknerarchives/Welcome.aspx)

Nis
23
2010
0

Şiir Neden Söz Eder? (Octavio Paz)

(…)
Çağcıl şiirin güçlüğü karmaşıklığında değildir –Rimbaud, Gongora ya da Donne’dan çok daha basittir – gizem yad aşk gibi kendini hepten verişi (ve bir o kadar da uyanık olmayı) önkoşmasından doğar güçlüğü. İki anlama gelmeseydi güçlüğün anlıksal değil aktörel olduğunu söyleyecektim. Felsefi tefekkürdeki gibi dış dünyanın geçici olarak da olumsuzlanmasını içeren bir deneyim söz konusudur. Kısaca, çağcıl şiir, kendini yaşam ve insanın sonul anlamı gibi gösterebildiği ölçüde imlemler bütününü yıkma girişimidir. Bu yüzden de dilin hem yıkımı hem de yaratımıdır. Sözcüklerin, anlamların yıkımı, suskunun sultanlığı; üstüne üstlük Söz’ü arayan sözdür. Bu “delilik” karşısında omuz silkip geçilebilir. Oysa, yüzyıldan fazla zamandır birkaç yalnız adam, gelmiş geçmiş en yetenekli kafalardan birkaçı, bu gülünç girişime baş koymaktan çekinmediler bile.

Octavio Paz
“Şiir Neden Söz Eder?”, Çev: Oğuz Demiralp
Cehennemde Bir Mevsim, Şiir Dergisi, 1979, Sayı:1, s. 24

Nis
23
2010
0

Ece Ayhan’ın adını çıkar amaçlı kullananlaradır. -2-

André Breton’un 1925’te “gerçekleştirdiği” bu yazışma, günümüzde, Ece Ayhan’ın adını çıkar elde etmek amacıyla kullanmaya çalışanlara lobutsu hediyemizdir.

Ayrıca bkz: “Ece Ayhan’ın adını çıkar amaçlı kullananlaradır -1- “

Nis
22
2010
0

Söyleşi: “Şiir, Boğunç ve Doğru” (Ece Ayhan-Önay Sözer)

Fotoğraf: Nilgün Kahraman

*

Şimdilerde Amerikano Boğaziçi Corp.’ta felsefe profesörlüğü eden Önay Sözer, 1966’da Ece Ayhan’la bir söyleşi gerçekleştirmiş. Zamanın “Yeni Ufuklar” adlı sıkı dergisinde yayımlanan söyleşinin tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/eceonaysozer.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Nis
22
2010
0

Okulun Fenomenolojisi (IVAN ILLICH)

Nisan Dergisi’nin Aralık 1985 tarihli 6. sayısında yer alan “Okulun Fenomenolojisi” adlı yazıya https://zaferyalcinpinar.com/okulfenomeni.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. IVAN ILLICH’in işbu sıkı inceleme yazısını Oruç Aruoba çevirmiş…

Nis
22
2010
0

Dergi: Cehennemde Bir Mevsim (1979)

1979 Yılında Yayımlanan ‘Cehennemde Bir Mevsim’ adlı şiir dergisinin ilk sayısının kapağı.
İşbu dergiyi çıkaranlar arasında Oruç Aruoba, İ.Kuçuradi ve Ertuğrul Özkök bulunmaktadır.

Derginin yönetmeni ise Oğuz Demiralp’tır. (Zy)

*

Hamiş: Ece Ayhan’a ilişkin çeşitli efemeralara Bakışsız Bir Kedi Kara adlı Ece Ayhan web sitesinden ulaşabilirsiniz.

Nis
22
2010
0

iris

mor
yer
beyaz
gök
yüzünün
imzasıyız

hiçbir yere
gitmiyoruz
ve hiçbir şeyle
kandıramazsınız bizi

(…)

Şiirin tamamına https://zaferyalcinpinar.com/s81.html adresinden ulaşabilirsiniz. (Zy)

Nis
21
2010
0

Yaşlılık Günlüğü- “II” (Salâh Birsel)

27 Aralık 1981

Kimileri bilimsizlik tarlasıyla bilim ve sanat tarlasının tam sınır çizgisinde durur. Bir yandan bakıldı mı aydın sanılır, öbür yandan dikizlenince de bütün bidelekliği ortaya çıkar.

18 Mart 1982

İnsan sevgisi!
Bu söz artık kafamda sancılar kaldırmaya başladı.
İnsanları seven bir kişinin, bunu belli etmesi için bin bin yol vardır. Ama bu yol fat fut “Ben insanları severim” diye ortaya atılmak değildir.
(…)
Sanırım insanları sevmemek başka şeydir, insan sevgisi madrabazlarını yermek başka şey.
Ne ki, yığınlar böyle maç-maçlar üzerinde durmuyor. Sahtecileri bile şakak lalesi ediyor.

5 Nisan 1982

Ben şimdiye değin imzaladığım kitaplara, kitaplarımı armağan ettiğim kişilerin adını yazmış, yanına da sadece “için” sözcüğünü eklemişimdir. “Sevgi”, “saygı” sözcüklerine ise zinhar yüz vermemişimdir.
(…)
Ne var, son yıllarda ben de her yazar gibi imzamın üstüne birkaç sıcak ve gönül alıcısı söz kondurmaya bakıyorum.
Yoksa bunlar benim yaşlandığımın işaretleri mi?

Nis
20
2010
0

Salvador Dali’nin Don Kişot Desenleri

Dali’nin 1964-1965 yıllarında İtalya’da yayımlanan Don Kişot desenlerinden bazıları, memleketimizde, Argos Dergisi’nin 1990’da yayımlanan 21. sayısında  yer almıştır. Desenlerden bazılarına https://zaferyalcinpinar.com/donkisotdali2.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Nis
19
2010
0

Ece Ayhan’ın adını çıkar amaçlı kullananlaradır.

Aşağıda bağlantılarını verdiğim “köşe yazarlar”ın çeşitli “köşebaşı yazıları”ndan görülüyor ki Ece Ayhan’ı bilmeyenler, anlamayanlar ve doğru okuyamayanlar Ece Ayhan hakkında konuşmak işine soyunmuş… Zamanında benzer eğilimler Nâzım Hikmet’in ismi üzerinde de denenmişti.

Fakat gerçek şudur ki Ece Ayhan’ın ismini çeşitli çıkarlarına alet edenler, pek bir şey beceremeyecekler, tıpkı Nâzım Hikmet’in ismi üzerinde bir şey beceremedikleri gibi… Bu numaraları artık kimse yemez. Sözkonusu tipolojiye -basitçe- şu söylenebilir:

“Ece Ayhan, her türlü iktidara ve gaddarlığa karşıydı. Bugün, Ece Ayhan’ın adını -çıkar amacıyla- ağzına dolayanlar, müesses gaddarlığın ve müesses ölümün ta kendisidir. Bu tipolojinin en iyi bildiği ve uyguladığı şeyler de şunlardır: Haysiyetsizlik, arsızlık, fırsatçılık, gaddarlık ve -evet- fetbazlık…”

Ben bu tipolojiyi “Yeni Sinsiyet” olarak tanımlıyorum.

Bakınız:
https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/14461226.asp

https://www.aksam.com.tr/2010/04/19/yazar/17118/atilgan_bayar/ece_ayhan_okuyan_ikinci_basbakan.html

https://www.stargazete.com/pazar/yazar/haydar-ergulen/karasin-ucbeyi-ece-ayhan-257282.htm

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler: ,
Nis
19
2010
0

“Aynı Chicago gibi!”

“Kerim (Çaplı) Abi ile 1,5 sene beraber yaşadık ve çaldık. Birçok anısı var. Ama hava aydınlanıncaya kadar minderin üzerinde, önünde bağdaş kurup The Beatles kitapçığındaki tüm parçaları çalıp söylediği geceyi unutamıyorum.
Evde çok kalabalık olup da bazılarımız yerde yatmak zorunda kalınca ‘-Abi, aynı Chicago gibi!’ derdi.  Sonradan anlattı ki orda ünlü “Mountain” grubu üyeleriyle aynı evde böyle yerlerde yatarak kalırlarmış. The Monkees, Kerim Abi’nin çaldığı grup ama bu bahsettiği ünlü “Mountain” grubu. Bir ara Kerim Abi, Mountain grubu elemanları ile aynı mahallede yaşıyormuş. Hatta Mountain grubundan “Mississipi Queen” parçasını sürekli barlarda çalardık Kerim Abi ile.”

Tayfun Avdan

Nis
19
2010
0

Malte Laudris Brigge’nin Notları’ndan… (Rilke)

Demek buraya yaşanacak yer diye geliyorlar; burası ölünecek yer desem daha doğru. Sokağa çıkmıştım. Gördüğüm şey: hastaneler. Bir adam gördüm, sallandı ve yıkıldı. Halk etrafını sardı, bu da beni sonrasını görmekten kurtardı.
(…)
Gürültüler bunlar. Ama burada daha korkunç bir şey var: sessizlik. Büyük yangınlarda bir an gelir ki, gerginlik son haddini bulmuştur; sular sarkar, düşer yere; itfaiye erleri artık tırmanmaz olur, kıpırdamaz kimse. Yukarda kara bir saçak öne doğru kaykılır, arkasında koskoca bir alev, yüksek bir duvar sessizce eğilir. durur herkes; omuzlar kalkık, yüzler gözlere çekili, korkunç yıkılışı beklemektedirler. Buradaki sessizlik de böyle.
Görmeyi öğreniyorum. Bilmiyorum neden, her şey içimde daha derinlere işliyor, her zamankinden daha derinlere. Bir iç dünyam varmış da bilmezmişim. Her şey şimdi oraya gidiyor.

Rainer Maria Rilke
“Malte Laudris Brigge’nin Notları”,Çev: Behçet Necatigil
De Yayınevi, 1966, ss.5-6

Nis
18
2010
0

Burası Kadıköy: “No Pasaran!”

Fenerbahçe Spor Kulübü: 1
Beşiktaş Jimnastik Kulübü:0

Nis
18
2010
0

Kafa Tembelliği

28 Temmuz 1981

Çokları kendi kafalarıyla değil, başkalarının kafalarıyla düşünür.
Nedense kendi yargılarını ayağa kaldırmak, kendi yargılarını geçerli kılmak insanları ürkütüyor.
Kendi düşüncelerini ortaya atıp eleştirileri üzerlerine çekeceklerine, başkalarının hüzzamlarına katılıp kimseyle dalaşmadan yaşamayı yeğ tutuyorlar.
Bu biraz da yargıya varmak için birtakım incelemeler, araştırmalar yapmak, birtakım bilgi alanlarından geçmek gereğinden doğuyor. Çokları bunu göze alamıyor, yorgunluğuna katlanamıyor.
Takım tutmanın, elebaşılara bağlanmanın nedeninde de bu yatıyor: Kafa Tembelliği.

Salâh Birsel
“Yaşlılık Günlüğü”, Ada Yay., 1986, s.39

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com