17
2006
Varlıklar Ve Uğraşları Üzerine Pencere
Ütücünün derisi dümdüzdür.
Kırık şemsiye tamircisi uzun ve sivri kafalıdır.
Tavuk satıcısı tüyleri yolunmuş bir tavuğa benzer.
Engizisyoncunun gözleri şeytanca parlar.
Tefecinin göz kapakları arasında iki bozuk para durur.
Saatçinin bıyıkları saati gösterir.
Kapıcının elinde anahtar vardır, parmak yerine.
Gardiyanın yüzü hapishane kaçkını gibidir, psikiyatrınki deli.
Avcı izini sürdüğü hayvana dönüşür.
Zaman âşıkları ikiz kardeşe benzetir.
Köpek kendisini gezdiren adamı gezdirir.
İşkence işkencecinin düşlerine işkence eder.
Aynadaki mecazla karşılaşan şair kaçar.
Eduardo Galeano
Yürüyen Kelimeler, Çitlembik Yayınları, 2003, s.51
15
2006
Kuzey Yıldızı Edebiyat Dergisi’nin 13. Sayısı Çıktı
çıkrık sızısı − aziz kemâl hızıroğlu
hediye − derya önder
ikincil ruhla pis−duvar buluşmaları − özge dir
metroloji − zafer yalçınpınar
temizlikçi kadınlar için − cengiz kılçer
çeviri şiir: louis macneice − ersin engin
maktûl − sefa fersal
orta kat − ulaş oral
adın kuma yazılır − metin fındıkçı
ipler − kerem ışık
söz cinayet gibi çekiciydi − öztürk uğraş
giz’li anlatı − umut karaoğlu
uçan ayna − salihaydemir
elifli sadi − arzu çur
yalnızım söylemeye dilim varmıyor gözlerimden akan yaş konuştum sayılsın! − halim şafak
evden uzakta veya kayıp − hakkı engin gidener
oyun II − eylül hicran polat
makas − burçin özdeş
kırık düş − hakan sürel
geç yol − şakir özüdoğru
fusion ya da bi’ teklik sen kimsin? − duygu güles
ay çiçek − idil berf
yüreğimin yıldızı − volkan hacıoğlu
kara mıh kilit alesta − zafer yalçınpınar
asude − oylun pirolli
ça commence avec toi − gökçe polatoğlu
küçük defterler − salih aydemir
15
2006
karşılaşma ,kimlik…
D.H.Lawrence’ın yolda karşılaşan iki insana ilişkin bir düşüncesi vardır.Birbirlerinden gözlerini kaçırıp geçip gitmek yerine,ruhlarının karşılaşmasına karar verirler.
Şey gibi, mm– içimizdeki cesur ve yiğit tanrıları özgür bırakmak gibi.Bizim karşılaşmamız gibi.
Benedict Anderson’un kimlik hakkında|ne dediğini biliyor musun?
– Hayır.
Tamam, şunu söylüyor diyelim ki bir bebek resmi…bu iki boyutlu imgeyi alırsın, ve dersin ki “Bu benim” ,bu tuhaf küçük imgeyi bu bebekle yaşayan ve nefes alan kendinle şimdide birleştirmek için şöyle bir hikaye uydurman gerekir,”Burada 1 yaşındaydım,daha sonra saçlarım uzadı,ve Riverdale’e taşındık,ve işte buradayım.”Seni ve resimdeki bebeği özdeş kılarak senin kişiliğini oluşturacak bir öykü daha doğrusu bir roman gerekir.Komik olan da şu hücrelerimiz her 7 yılda bir yenileniyor.Biz zaten birkaç kere tümüyle farklı insanlar oluyoruz ama yine de hep tam da kendimiz olarak kalıyoruz.
Richard Linklater
12
2006
Olmazsan hapı yutarsın
Hemen anlaşılmayabilirsin, göze alacaksın. Çoğunluk her zaman başlangıçta yanılabilir, sonradan ayıyorlar sanki. Yan yan değil de doğru doğru yürüyen bir yengece bakarak diğerleri “sarhoş galiba” diyebiliyorlar.
(…)
Ortadoğu’da tempo yavaştır. Ama çok hızlı araba kullanırlar, sanırsın ki çok aceleleri var. Hayır, yoktur aslında, adam eve hızla gidip, pijamaları giyip oturacaktır.
(…)
Ben İkinci Yeni için logaritmalı şiir diyorum. Logaritma cetvel olmadan çözülemez. Biz genel dili değiştirdik, grameri, setaksı değiştirdik.
(…)
Kerteriz noktası olarak Türk Dil Kurumu’nu gördüler. Evet onun çok faydası oldu ama, tek başına değil. Biz bazı sözcükleri hiç kullanmadık. Neden? Kimse düşünmedi bunu. Bugün 62 yaşındayım, hiçbir zaman güzel karşılanmadım ben ve başlangıçtan beri bu böyle oldu. Hiç ödül falan da almadım. Tam bir dışlanma. Kötü ve başarısız dediler. Haklı olabilirler. Ama ben bildiğim yolu götürüyorum.
(…)
Şairler artık düşünür olmak zorunda. Ya bu deveyi güdersin, ya bu diyardan gidersin. Olmazsan hapı yutarsın.
(…)
Sen bu topluma “insan toplumu değil” dersen, o toplum seni dışlar. Bunu biliyorum ben. Ben de istemezdim ama, bu böyle. Biraz ileri gitmiş de olabilirim. Ama ben hayattan çekilmiş olsam, bir başkası gelecek. Gelir. Bizim işlevimiz de bitti aslında. Yapılacak şeyi yaptık gibi geliyor bana. Bayrağı diktik.Ayarlar, aymazlar. Artık bizim dışımızda.
Ece Ayhan
“Öküzlemeler”, Sel Yayıncılık
12
2006
uyanmak
gece yatarken içine sindiremiyor insan sabahın geleceğini ve uyanması gerektiğini ve aslında sabahın uyanmaktan çok daha fazlası olduğunu.
ve ne zaman uyuması gerektiğini bilmiyor.
11
2006
benzeşme
-Bana benzemeye başladın, dedi
-Evet, birbirimize benzeşiyoruz zamanla, sen de bana benzemeye başladın, dedim
-Neden?
-Çünkü bu birbirimize sahip olmanın, birbirimize katılmanın, birbirimizi içselleştirmenin bir başka biçimi, dedim.
10
2006
Sabah…
Bu sabah sana bakıp, “birbirimize bakarken birbirimizi yankılıyoruz” dedim, sen de “anlamadım” dedin. Ben de “şiir bu” dedim.
10
2006
Kitap okumak azınlık işi mi?
Kitap okumak azınlık işi mi?
Nobel ödüllü Portekizli yazar José Saramago, “Okumak her zaman azınlık içindi, her zaman da öyle olacak” dedi, ülkesini şaşırttı. Biz de yazarlarımıza kitap okumanın bir “azınlık eylemi” olup olmadığını sorduk
28 Haziran 2006 Çarşamba (Milliyet Gazetesi)
Murathan Mungan
Kitap okumak keşfedilen ve keşfettirilen bir şey
Saramago’nun bu sözleri hangi bağlamda söylediğini bilemem. Dolayısıyla söyleyeceklerimin ona değil, ortaya konan soruna bir cevap niteliğinde olduğunun bilinmesini isterim.
Olgularla, doğruları karıştırmamak gerekir. Azınlık-çoğunluk ayrımı mutlak değerler düzeyinde yapılabilir mi? Dünya nüfusu göz önüne alındığında, okuma oranının her yerde düşük olduğu öteden beri bilinen bir gerçektir; ama anladığım kadarıyla Portekiz Kültür Bakanlığı’nın girişimi de bu yüzden zaten. Kitap okumak, zaten bir “boş zaman özgürlüğü” değil midir? Hani Marx’ın önemle üzerinde durduğu, eşitsizliğiyle ünlü şu “Boş zaman!..” Kimileri hiç çalışmazken, kimilerinin günde on beş saat çalışmak zorunda olduğu sınıflı toplumlarda insanlara kitaba ayırmaları gereken zaman, ne yolla hatırlatılabilir?
Açlık sorunuyla boğuşan Afrika’nın, Asya’nın kimi ülkelerinde okuma alışkanlığının istatistiki bir karşılığı olabilir mi? Bütçesinde askeri harcamalarla, eğitim harcamaları arasında büyük uçurumlar bulunan; geçmişi kitap yasakları, kitap yakmalarıyla ünlü olan, eğitim müfredatı çocukluktan başlayarak insanı okumaktan soğutmak üzerine kurulu ülkelerde okuma alışkanlığının varlığı-yokluğu üzerine sağlam veriler çatılabilir mi?
Günümüzde görüntü teknolojisinin oyuncaklı gereçlerinin, insanları “okumak” yerine daha zahmetsiz bir yol olan “seyretmeye” yönlendirdiği bilinen bir gerçek. İnsanın kendine ayırdığı zamanı değerlendirmesinde “kitap okuma”nın bu anlamda rakipleri çoğaldı, ama gerçeğin tümü bu kadar mıdır?
İnsanoğlunun “homo ludens” olduğuna inanıyorsanız, onun çocukluktan başlayarak kitap okumaya özendirilebileceğine, yönlendirilebileceğine inanabilirsiniz.
Dahası, “Reklamlar” çağına inanıyorsanız, buna da inanabilirsiniz. Değeri olmayan şeylerden reklam ve manipülasyon yoluyla “değer” yaratılan bir çağda, “kitap” kendi değerini hatırlatmaya çalışıyor yalnızca. Unutmamalı ki, kitap okumak da, keşfedilen ve keşfettirilen bir şeydir. Konunun üzerine dört koldan gitmek gerekir.
Yaşar Kemal
Büyük bir kesim kitap düşmanı!
Evet, kitap okumak bir azınlık eylemidir. Herkes kitap okumaz; hoşuna gitmez, canı sıkılır… Ama öte yandan, yazarları mutlu edebilecek kadar okur da var dünyada. Fakat uğraşılsa, insanlar okumayı bırakmaz. Türkiye’de niçin az kitap okunuyor? Çünkü okur yazar sayısı da az. Bu ülkenin büyük bir kısmı, politika olarak kitap düşmanı. Ne kadar kitap varsa yakıyorlar, ne kadar yazar varsa hapsediyorlar!
Elif Şafak
Yanlış ve tehlikeli bir sav
Bugün okumanın sadece belli bir elit kesim için olduğu savı, premodern toplumda hayli geçerli olan İncil’i (ya da Kuran’ı) okuma ve anlamlandırma yetkisinin sadece din adamlarına ait olduğu savı kadar yanlış ve tehlikelidir. Herkesten okumayı sevmelerini beklemek doğru olmayabilir, ama okuma özgürlüğünü, hakkını ve alışkanlığını toplumun her kesimine istisnasız yaymaya çalışmak, bence uğrunda mücadele edilmesi gereken bir fikirdir.
Adalet Ağaoğlu
Zorlarsanız büsbütün kaçarlar!
Bu görüş, üzerinde durulmaya değer. Çünkü bizde okurun çok az olmasından ileri gelmiş bir baskı var. Ama bir bakıyorsunuz ki kitaplar da hiç olmadığı kadar çok satış gösteriyor. Tamamen tişört seçer gibi marka seçiliyor ve ne reklam edilirse ona koşuluyor. Bu kadar kitabı satın alan herkesin tümü iyi okur değil bence. Ve onlardan bunu bekleyemeyiz. Çünkü Saramago’nun söylediği gibi, eğer zorlarsanız, büsbütün kaçarlar. Çünkü kendisini okumaya hazır hissetmesi lazım. Ancak kendi isteği varsa, merak içinde gelişmişse iyi bir sonuç alır. Zorlarsanız tişörtten bıkıp atar gibi olur… Bazıları futbola nasıl meraklıdır, evde tutamazsınız; okur da böyle okursa sahici okur olabilir.
İnci Aral
Kitap okumak için edebiyat altyapısı gerek
Haklı buluyorum Saramago’yu. Çünkü kitap okumak asgari bir edebiyat altyapısı gerektirir; okuduğunu anlamayı, ondan zevk almayı… Günümüzün eğitim sistemleri içinde bunun pek yeri yok gibi. Çünkü insanlar çabuk tüketilen, orta zekâlar için sunulan zevklere ve eğlencelere şartlandırılıyor. Bu ihmalin biraz da kasıtlı olduğunu düşünüyorum. Öte yandan, derinlik olarak ucuz kitapların, bu çok az eğitim görmüş kitleye pazarlanması için taktikler geliştiriliyor. Ama bu insanları değiştirecek nitelikte kitaplar değil onlar…
Orhan Pamuk
Demek ki daha çok okumamız gerekiyor!
Saramago, okumanın bir çeşit direniş olarak görüldüğü bir kültürden geliyor. Benim kuşak, ama daha çok benden önceki kuşak, okumaya atfedilen bu özel anlamı iyi bilir.
Saramago’nun azınlıklardan kastettiği, okumanın toplumun içindeki küçük bir kesim tarafından yapılan bir iş olduğunu hatırlatmak. Voltaire’den beri insanoğlunun seçkinleri, küçük bir azınlık okuyor, düşünüyor. Keşke ütopyaların dillendirdiği hayallerimiz gerçek olsa da herkes okusa.
Bu arada okuma işini ‘azınlık’ işi olduğu için itibarlı görmek de yanıltıcı. Azınlık ile itibarı ilişkilendirdiğine göre Portekiz’de azınlığın yaptığı bir işi yapmak şerefli bir şey. Biz daha oraya gelemedik. Azınlık durumunda kalmak hepimizin bildiği gibi bizde alçakça bir şey. Demek ki, daha çok okumamız gerekiyor.
Hasan Ali Toptaş
Saramago’ya katılıyorum!
Saramago’nun sözlerine tamamıyla katılıyorum. Herkes okumak zorunda değil. Okur olmak da yazmak kadar uğraş isteyen, çileli bir iş. “Okur sayısı azaldı” diye düzenlenen kampanyaların ve bu tür kaygıların çok uzağında biriyim. Okumak da yazmak da kişisel uğraşlar; kimseyi zorlayamayız.
10
2006
yüzün…
Sabahın bir yerinden düşmüş gibiydi yüzün
(…)
Cumhuriyetin ilk günleri gibiydi yüzün
İlhan Berk
“Üç kez seni seviyorum diye uyandım” adlı şiirinden..
07
2006
Bu yokuşun ölçüsünü…
(…)
Silkiniyor. Uyuklamanın sırası değil daha. Çevresine bakıyor. Kayalar dik. Tırmanamaz. Tırmanmak şart. Kıyıda kalamaz. Tepeye çıkmalı. Tepeye muhakkak çıkmalı. Ne yapıp edip…
(…)
Taş çıkıntısı gereksiz. Bir kök görüyor. Ondan ötesi daha kolay. Andronikos şaşırıyor kendine ikinci kayaya çıkınca. Çıkabileceğine aklı hiç yatmamıştı.
(…)
Kalkıyor yerinden, yukarıya doğru bakıyor. Tepeye doğru… Birden farkına varıyor. Tepede ağaçlar biraz daha seyrek duruyor. Aşağıda daha sık gibiler, biribirilerini korudukları yerde.
(…)
Yoksa yemek yiye yiye dağa tırmanmak, kişinin soluğunu kesmekten başka işe yaramaz. Ne çabuk çıkmalı ne de ağır. Ölçüyü bulmak gerek. Bu yokuşun ölçüsünü.
(…)
Bilge Karasu
“Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı (Ada adlı Hikayesinden)”, Metis Yayınları, Kasım 1991
04
2006
Bir Caz Şairi: Patricia Barber
Bir Caz Şairi: P a t r i c i a B a r b e r
Fazla gevezelik etmeyeceğim; “Patricia Barber” hakkında düşündüklerimi ve bildiklerimi tek çırpıda ortaya koyacağım.
Patricia Barber, Chicago kökenli bir piyanist ve vokalisttir —şu sıralar “Cool Caz”ın prensesi olarak adlandırılıyor. İlk birkaç albümünde caz standartları ile bazı popüler şarkıları soğutup “pastorize” ederek yorumlamış ve müzik eleştirmenlerinin dikkatini çekmiştir. Daha sonra, “geleceğimin üstünü çizmemek için geçmişimin üstünü çizdim.” diyerek kendi parçalarını yazmış, bestelemiş ve “Verse”(Dize-Kıta) adlı albümü caz severlere sunmuştur. Ben, bu tavrın günümüz müzisyenlerinin çok yakından bildiği “nostalji ticareti”ne karşı geliştirilmiş en güçlü direnç olduğuna inanıyorum.
“Verse”deki parçalar, tüm “cool caz” parçaları gibi “kurşun geçirmez bir karanlık”la birlikte parlıyorlar. Sanırım, albümdeki ilk parçanın “The Moon” ismini taşımasının sebebi de bu garip karanlıktır; şarkının bir bölümünde şöyle diyor: but tonight / there won’t be light / cause I can’t shine / without you. Bahsettiğim derinliğin dibinde, şarkı sözlerinin şiirselliği ve imge yoğunluğu var. Barber’a sözlerindeki şiirselliğin nedeni sorulduğunda bu durumun okuduğu şiir kitaplarının ve E.e.cummings’in etkisi olduğunu söylüyor. Piyanist olarak da en çok etkilendiği caz sanatçısının “Bill Evans” olduğunu belirtmekten kaçınmıyor. Gerçekten de Bill Evans’ın melodilerini ve tuşelerini düşündüğümüzde her bir müzik cümlesinin bir şair tarafından yazılmış “dizeler” olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Patricia Barber da imgesel anlatımın gücünün farkında ve “şiir”in gizemini takip eden ekolün yeni nesil temsilcisi gibi görünerek caz hayatına devam ediyor. Ayrıca, “cool caz” türünde çalgılar arasındaki iletişim ya da cümleler daha iyi ayrıştırılabilir bir yapı oluşturur. Cool Caz’a özgü bu ağır ve yoğun anlatım, müziği daha iyi anlamlandırabilmemizi sağlıyor. Kısacası, Patricia Barber, müziğinin göstergelerini tane tane, yavaş yavaş dinleyicilerine sunuyor. Böylece cazın güzelliğini ve rengini daha kolay bir biçimde algılıyoruz.
Şimdi, şu şekilde bir soru soralım kendimize: “Eğer şarkı sözleri imge yoğun dizelerden oluşacaksa bunu “cool caz”ın dışında hangi müzik türü aracılığıyla gerçekleştirebiliriz? Hangi müzik “cool caz”dan daha iyi taşıyabilir şiiri? Belki etnik sentezler bunu başarabilir, ama diğer türler için bu deneyin çelişik bir durum alacağını, gizli bir çirkinliğe bürüneceğini düşünüyorum. Kabul etmek gerekli —Patricia Barber şiirsel söylemlerini müziğine sığdırabiliyor ve şarkılarının eğreti hiçbir tarafı yok. “Cool Caz”ın prensesinin dengelemeyi başardığı bu alaşım, hem müzikal hem de edebi bir beceridir ve kesinlikle takdir edilmesi gereken bir olgudur. Bu başarı yüzünden Barber’a “Caz Şairi” diyebiliriz. Yoksa, tabii ya, Patricia Barber “Poetik Caz” adlı yeni bir caz türü keşfetmek için uğraşıyor olmasın? Belki… Bunu akademisyenlerin incelemesi lazım. Ama “zurnanın son deliği” olan akademisyenler değil, gerçek akademisyenler bu konu üzerinde titizlikle çalışmalı…Çünkü bu kadın bizim ezberimizi bozdu. Ben, dinleyici sıfatımla, Barber’ın “dize”lerinin ve müziğinin önünde saygıyla eğilerek bu yazıyı sonlandırmayı düşünüyorum. Ancak, akademisyenler ise çalışmaya şimdi başlayacaklar…
Zafer Yalçınpınar