Türkiye’deki (ve Türkçe’deki) üçüncü Simultane Şiir Performansı (ki ilk ikisi 2020 yılında gene Upas Yayın taifesi tarafından icra edilmişti) 2 Şubat 2024 tarihinde, LeMan Kültür Beyoğlu Sahnesi’nde, Cem Onur Seçkin, Zafer Yalçınpınar ve Emir Alisipahi tarafından gerçekleştirilmiştir. Etkili bir şiir gecesi düzenleyerek bizlere imkân sunan Azimet Avcu ile Ozan R. Kartal‘a ve video kaydında bizlere yardımcı olan Alparslan Beyhan‘a çok teşekkür ederiz.
Önemli Notlar: LeMan Kültür Beyoğlu sahnesinde gerçekleştirilen üçüncü simultane şiir performansı, Zafer Yalçınpınar‘ın şu üç şiirinden özel bir tasnifi içeriyordu: “İki Kişilik Ada Çarpıntısı”, “Karanlık”, “Sokaktaki Cam” // Türkiye’deki ilk simultane şiir performansı (26 Temmuz 2020, Cennet Bahçesi, Burgaz Ada) hakkında bilgiler şurada: https://upas.evvel.org/?p=1365 // Türkiye’deki ikinci simultane şiir performansı (7 Kasım 2020, Erenköy Evi, İstanbul) hakkında bilgiler şurada: https://upas.evvel.org/?p=1458
Heykeltıraş Çağdaş Erçelik’in eserleri incelikli duyguların ve edebiyat sahnelerinin eşsizliğini yansıtıyor. Erçelik’in heykellerine odaklanarak Zafer Yalçınpınar tarafından gerçekleştirilen söyleşiyle birlikte oluşturduğumuz Sahnenin Heykeli adlı özel seçkiyi sanatseverlere sunmaktan gurur duyuyoruz.
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
Bilindik anlamıyla -şiir kitabı normlarına uygunluk açısından- baktığımızda, 2007-2024 yılları arasında altı şiir kitabım yayımlandı. Bu şiir kitaplarımın üçü (Livar-2007 , Meydansız-2009 ve Dipsiz Göl-2023) ISBN standartlarında (uluslararası yayıncılık uygunluğuyla) indekslendi. Diğer kitaplarım ise ISBN standartlarıyla uyumluluk göstermiyor fakat Çalmayan-2014 , Kötü-2018 ve Dipsiz Göl-2023 adlı kitaplarım Avrupa Birliği çerçevesinde kullanılan Creative Commons (CC) Lisansı kapsamında yayımlandı. Tarihinsancısı-2017 adlı kitabım ise hiçbir uluslararası uygunluğa sahip değil.
Altı şiir kitabımda toplam 149 şiir, ortalama olarak A5 ebatlarına yakın toplam 323 kitap sayfasında yer bulmuş. (11 şiirim ise dışarıda kalmış; henüz “şiir kitabı” normunda bütünlenmemiş ve kâğıda geçmemiş.) Sanıyorum, şiir kitabı formunda olmayan diğer kitaplarıma serpiştirilmiş şiirlerimle, eski dergilerde yayımlanan şiir deneylerimle, çok eski defterlerde, kâğıt parçalarında ve internetin dehlizlerinde kalanlarla filan birlikte düşündüğümüzde; 180’e yakın şiirden oluşan bir yazım hayatım olmuş-oluyor, diyebiliriz. Okuyucular, yayımlanmış olan şiir içerikli tüm eserlerime, diğer edebiyat çalışmalarıma ve edebiyat hayatım kapsamındaki özgeçmişime https://zaferyalcinpinar.info adresinden ücretsiz olarak erişebiliyor.
Başta ifade ettiğim -şiir kitabı normlarına uygun- altı şiir kitabımda yer alan tüm şiirlerim için -okuyucu/takipçi isteklerini dikkate alarak- bir indeks oluşturdum. İndeksi kromatik olarak aşağıda detaylıca paylaşıyorum. Daha ne olsun! Şiiri seven, şiiri arayan, şiirden anlayan ve şiir okumak isteyenler için büyük bir hizmet…
ağustos’un 17’si cumhuriyetin 100. yılı hava sıcak, kuşlar sıçıyor __çöpler kokuyor, ____________rüzgâr esmiyor halkımız metroyla beldemize geliyor rantçılar ve sökülü kapılar ve molozlar _______günlerdir çöp arabası bekliyor çöpçüler yıllık izinde ______Dersim’in köylerini geziyorlar ağaçlar ve çiçekler, rahatsız ve hareketsiz… müteahhitlerden kaçamayacaklarını biliyorlar sinekler ile emlakçılar kan emmekten mutlular kendilerini ezecek motorsikletli göçmenleri ___ve hiç gelmeyecek taksileri ____________________bekliyor _______________________kediler ve yaşlılar adamın biri Bostancı’da köşebaşına işiyor, _________________işiyor ve gidiyor meyhaneler dolup boşalıyor tekel bayileri para basıyor başkanlar delegelerini güzel güzel yemliyor belediyemiz yerel seçimlere hazırlanıyor
uzuyor bacakların dörtnala Süreya kuş içmez kendini zenci Tamer herkesin bir giden savaşı var Uyar dönen yolcusu yokmuş gibi Beyatlı demirlere sütbeyaz yapışarak Hikmet geri kaldı vurgunum dağları aşınca Ali adını gizleyeceğim yanımda Asaf sucuların ayakları çığlık gözlerim Veli dinlendiren bir şey var ayırma gözlerin Oğuzcan ben ağzının yaprağıyım, bir yere yaz bunu Berk
kolajlayan: Zafer Yalçınpınar 7 Ağustos 2023, Burgazada-Cennet Bahçesi
sıcağa kalmamak için erkenden çalışmaya başlamışlardı __________________onlar askerler tarafından korunuyorlardı ağaçları kesiyorlardı her kestiklerinde ________makinalarıyla ________________ağaçları toprak ölüyordu sular kaçıyordu yaşam bitiyordu
doğruldum bacaklarımın üzerinde kendimi denedim gücüm var mı? diye… _______________vardı
sonra koştum onlara doğru sonra koştum onlara doğru öfkeyle sonra koştum onlara doğru öfkeyle kişneyerek
silah sesleri duyuldu toprak ölüyordu sular kaçıyordu yaşam bitiyordu
Uzun zamandır “kendimle konuşmalar” başlığı altında bir şeyler kaleme almıyordum. Fakat, 2023 seçimleri vesile oldu, bu köşeden zaman zaman yazmaya devam edeceğim. Çünkü birilerinin yalın gerçekleri dile getirmesi gerekiyor.
Öncelikle hemen ifade edeyim; ben bir AKP’li değilim ve hayatımın hiçbir döneminde AKP’ye oy vermedim. 44 yaşımdayım. Ailemin üç kuşağı da doğma büyüme Kadıköylüdür, Cumhuriyet’in ilk yıllarından günümüze -tüm zorluklara ve problemlere rağmen- Kadıköy’de yaşıyoruz, evimiz barkımız, işimiz gücümüz Kadıköy’de…
Kendimi bildiğimden beri siyasal görüşüm sosyalizmdir ve felsefi açıdan diyalektik materyalizmi benimseyerek yaşamımın her alanında uygulamaya çalışırım. Özellikle entelektüel ve kültürel alanda sol görüş ve aydınlık bir gelecek için mücadele ettim, bedeller ödedim.
Kılıçdaroğlu’nun 11. yenilgisini yaşadığı bu seçimde de -tıpkı yenildiği diğer seçimlerde olduğu gibi- gene Kılıçdaroğlu’na oy verdim. Üstelik bu kez yenileceğinden tamamen emin olmama rağmen, gittim son kez -haklılığın inadına inanarak- gene oyumu Kılıçdaroğlu’na verdim. Fakat, bu seçimle birlikte anladım ki Kılıçdaroğlu kazanmak istemiyor ve küresel neoliberal düzenin ayarlı muhalefetiyle tatlı tatlı yoluna devam etmek istiyor sadece…
Entelektüel ve kültürel açıdan bağımsızlık ile özgürlük adına memleketimizde sosyalist birikimin oluşması için en çok emek verenlerden, en çok inananlardan -ve en çok bedel ödeyenlerden- biriyim. Bugün ise Kılıçdaroğlu’nun kişisel hırslarla, parti içi anti-demokratik yaklaşımlarla, yanlış kararlarla, uzgörü eksikliğiyle ve yanlış modellerle bir kez daha başarısız olduğunu görüyorum. Gezi parkı direnişinden günümüze 10 yılda olgunlaşan tüm entelektüel ve eylemsel sosyalist birikimin 2023 seçimlerinde heba edildiğine tanık oldum.
Hicap duyuyorum!
Kılıçdaroğlu’nun en büyük hatası -belki de zaafı veya tutsaklığı- neoliberal düşüncenin sinsi yöntemleriyle kandırılarak, gerçeklere gözünü kapamış olmasıdır. İkinci büyük hatası da, gene neoliberalizmin dümen suyunda giderek yerel kitlelere bu gerçekliği aşılamaya çalışmasıdır. Seçim yenilgisinden sonra bile neoliberal düşünceye ve hayallere kapılarak seçmeninin gerçeklerle bağını “kökünden” koparmaya çalışmak da çok büyük bir yanlış… Çünkü memleketimizde neoliberalizmin besleyerek marjinalleştirdiği yarı-aydın tipolojiyle (Tarkanlarla, Cem Yılmazlarla, twitter-youtube fenomenleriyle, zikzak kuşağının pop kültürüyle, hızlı tüketim kültürüyle, finansal plazacıların spekülasyon planlarıyla, yerel yönetimlerin liyakatsiz ve rantçı kadrosuyla, beyaz yaka şımarıklığıyla, sahte entelektüellerle, bölgesel çıkar gruplarına lehtarlıkla) sosyal medya muhalefetiyle, bol keseden atıp tutmakla, sosyal medyadaki görüngülerle, tatlı su solcularıyla, duyarlılık kasmakla, tıklanma sayılarıyla, anlamsız aritmetik seçim hesaplarıyla, kaset siyasetiyle falan “güven veya itibar” kazanılmaz. Seçim de kazanılmaz tabiî ki… Bu hâllerle, bu yarı-aydın tipolojisi davranışlarını takip ederek sadece ve sadece kendi içinize hapsolduğunuz dar çevrenizi oyalarsınız!
Güven ve itibar “elini taşın altına koyarak” kazanılır. “Elini taşın altına koymak ne demek?” diye soranlara Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatını, mücadelesini, bağımsızlık savaşını ve 1923 devrim tarihini “doğru” okumalarını öneririm. Kazanmak için gerçek bir şey yapmalısınız!
Söylemlerinin ve eylemlerinin merkezine Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün açtığı anti-emperyalist yolu ve sosyalizmin yalın gerçeklerini koymadığı sürece CHP’nin başarılı olması mümkün değildir. Şu anki mevcut yaklaşımla devam ederse ve kurucu özüne dönmezse varlığını idame ettirmesi bile çok zor CHP’nin… Böyle devam ederse başka oluşumların, düşüncelerin ve neoliberal tuhaflıkların içinde eriyip gider… Emmanuel Macron modelini takip ederek “benzemezlerin bir araya geldiği neoliberal bir ittifak”la bu seçimin kazanılamayacağını, halkımızın böylesi bir ittifaka güvenmeyeceğini, teveccüh etmeyeceğini herkesten çok CHP kadrolarının biliyor olması gerekirdi. Biliyorlardı zaten!
Sözüm o ki kendinizi daha fazla kandırmayın! Halkı oyalamayın!
Eğer bir kişi “Ben sosyalistim!” diyorsa, şu üç temel kurala bağlı kalmak zorundadır:
1- Hakikat yolundaki kalb ve vicdan arayışınızı -her şeye rağmen- sürdürmelisiniz. İnsancıl sosyalist düşüncenin tarihini bilmelisiniz ve bu doğrultuda erdemli davranmalısınız. Kapitalizmin pazarda alıp sattığı bir metaya veya eşyaya dönüşmemelisiniz! Büyük insanlığınıza -her zaman, her yerde, her koşulda- sahip çıkmalısınız.
2- Küresel sömürü düzenine karşı memleketinizin özgürlüğü ve bağımsızlığı için gerçekten mücadele etmelisiniz. Memleketinizin ve halkın sömürülmesine izin vermemelisiniz.
3- Halkı kandırmanın hiçbir mazereti yoktur! Halka yalan söylemek suçtur! Yalın gerçeklerle bağınızı koparmamalısınız!
Aydınlık bir gelecek isteyen ve bilmem kaç şeçimdir sahte muhalefet unsurları tarafından oyalanarak yenilgi ve umutsuzluk duygusuyla iç içe yaşayan kitleler, bahsettiğim üç kuralla kendi kapılarının önünü süpürmek zorundalar… Ben öyle yapacağım. Kimse kusura bakmasın: Dost acı söyler! Kılıçdaroğlu ve kadroları çekip gitmeli artık!
hafif üşüyorum arkadaşlar yanlış hesaplamışlar bu mayıs gecesinde şark halıları ıslak sayısal ormanların denizinde aritmetik yanılıyoruz yanlış hesaplamışlar _____________arkadaşlar ________________arkamızdan el sıkışarak el koydular söz vererek söz aldılar _____________arkamızdan ________________arkadaşlar
kazanılamayan tercihler hissedilemeyen özgürlük ve ayarlı yenilgi en yücesinden
halbuki çok mutluyduk bu bahçede önce göz sonra el koydular bahçemizin yarısına ____________kaldırım yaptılar __________________arkamızdan ______________________arkadaşlar
fakat bahçemizin diğer yarısı ____________________hâlâ bahçe erik ağaçlarıyla birlikte yerin ve göğün tarihini taşıyor _____________________geleceğe
Bugün, Kadıköy’ün merkezi kültürel kıymetlerinden biri olan İmge Sahaf’ın artan kiralar ve dönemsel ekonomik zorluklar nedeniyle kapandığını öğrendim. İmge Sahaf (ve sonradan İmge Sahaf’la birleşen Gençler/Dostlar Sahaf) yirmili yaşlarımdan bu yana vazgeçilmez uğrak mekânımdı. Efemeratik edebiyat koleksiyonumdaki en kıymetli eserlerden bazılarına ulaşmamda (evvel.org’da paylaştığımız edebiyat ve şiir buluntularında) İmge Sahaf’ın önemi/payı büyüktür. Haluk Ceylandağ ile Babür Bey hiçbir zaman, hiçbir koşulda benden entelektüel dostluklarını ve desteklerini esirgememişlerdir.
Özellikle Kadıköy’e musallat olan “hızlı tüketim, eğlence, dükkân-emlak-rant baronları ve vurgunculuk tipolojisi” nedeniyle Kadıköy öz niteliklerini hızla kaybediyor. (Belki de çoktan kaybetmiştir, işler kontrolden çıkmıştır ve Kadıköy’ün ruhu çoktan tükenmiştir bile! Maşallah… Kadıköy Belediyesi de bu duruma ses çıkarmayıp en kritik konularda bile rantçıların kulağına ‘yürü ya kulum’ diye fısıldayarak mevcut hızlı tüketim ve rant ortamını eksiksiz bir şekilde ruhsatlandırıyor!) Ve sonuçta Kadıköy’de harcadığım gençlik yıllarımın en önemli, en kıymetli kültürel mekânlarından biri daha kapanıyor yine! (Büyük ihtimalle İmge Sahaf’ın yerine meyhane, kebapçı veya yeni nesil türevi cafe-bistro vs açılır…) Kim ne derse desin; yerden göğe kadar üzülüyorum! Kadıköy can çekişiyor!
Hem böylesi tükenişlere şahit olacak kadar yaşlandığım için, hem Körler Ülkesi şiirsel geçmişi en güçlü noktalarından birini kaybettiği için, hem de mevcut Kadıköy’ün içine düştüğü bu kötücül nihai ahval için -gerçekten ve gerçekten- çok üzülüyorum.
Bu “apsis” fotoğrafı instagram hesabımdan (https://instagram.com/evvelfanzin) yayımladığım 6000. gönderi…. “Ne anladın bunca zamandan, bunca görmekten, bunca düşünmekten?” diye sorabilirsiniz. Bunca ân ve yaşantı parçası -gerçekten de- neyi ifade ediyor, neyi çerçevelemeye çalışıyor? Cevabım şöyle olsa gerek: “Gök kubbede bâkî kalan hoş bir sadâ” ya da Oktay Rifat’ın 1946’da yayımladığı şiir kitabının adı: “Yaşayıp Ölmek Aşk ve Avarelik Üzerine Şiirler” … (Zafer Yalçınpınar)
Dipsiz Göl, 2017-2023 yılları arasında yazılmış şiirlerden oluşuyor. Zafer Yalçınpınar‘ın daha önceki şiir kitaplarında yer almayan bu 21 pâre, tek bir imgenin alan derinliğinde, tek bir şiir olarak kurgulanmış. Yalçınpınar, altıncı şiir kitabını 27 yaşında hayatını kaybeden sıkı dostu Uğur Yanıkel‘e ithaf ediyor… Sıkı şiiri arayanlar ve özleyenler, Dipsiz Göl’ü mutlaka okumalı. (Derya Turhan)
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
Dördüncü şiir kitabım tarihinsancısı‘nın yayımlanışının üzerinden altı yıl geçmiş. Geriye dönüp baktığımda, hem editöryal-tasarımsal açıdan özgür yayıncılığa sunduğu katkı nedeniyle, hem de ağır bir tarihsel yükü imleyen (işleyen) şiirsel alan derinliği sonucunda, tarihinsancısı‘nın diğer şiir kitaplarım arasında çok farklı bir yeri olduğunu açık yüreklilikle ifade etmek zorundayım. Bu kitabın adını koyarken “Tarihin Sancısı” ile “Tarih İnsancısı” seçenekleri arasında kararsız kalmış ve kitabın ismini “tarihinsancısı” şeklinde bitişik yazarak, algıyı okurun göreceli zihnine bırakmıştım. Fakat yayımlanışından altı yıl sonra -2023’ün Şubat ayının getirdiği büyük felaketi ve yaşananları göz önüne alarak- kitabın ismini “Tarihin Sancısı” şeklinde belirleseymişim daha doğru olurmuş diye düşünüyorum. Ve aslında, örneğin, yaşadığımız depremler, depremlerin yinelenen -ve yinelenecek olan- somut ve yalın gerçeği, bu geçişken coğrafyada yaşadığımız -yinelenen ve yinelenecek olan- benzeri devasa acılar-sancılar, bizim tuhaf insanlığımıza ve geleceğimize dair çeşitli kanıtlar sunarak şiir-tarihsel bir içeriğin belirleyici rolünü sürekli işaret ediyor. Ve edecek de… Ece Ayhan bu durumu şöyle vurgular:
“Çok Eski Adıyladır gerçekten de benim 40’a yakın insan yılını bulan yazı yaşamımda varabileceğim en yetkin ve en sıkı kitabımdır. (…) Ben en güzel, en yetkin… filan diyorum ama ‘Çok Eski Adıyladır’ kitabı altı yıldır Adam Yayınları’nda ancak 300-400 kadar sattı, kalanı da hiç kıpırdamadan olduğu gibi duruyormuş.(…) Yazdıklarım bin yıllık algı ortalamasının çok altında da olabilir bakın, hepten başarısız da. (…) ‘Çok Eski Adıyladır’ için, aynı zamanda karamsardır da dedim, hem de koyusu ve zifiri. Böylesi bir ‘topluluk’ta, uçsuz bucaksız bu ‘kötülük dayanışması’ ortamında karamsar olunmaz da, ne olunur bilemem. Ama benim karanlığımın rengi akkor’dur, o ayrı.” (Şiirin Bir Altın Çağı, YKY, 1993, s.137)
Tarihinsancısı adlı şiir kitabım için tamı tamına -ne bir eksik, ne bir fazla, ne ifrat hatasına düşerek, ne de tefritte kalarak söylüyorum ki- Ece Ayhan’dan alıntıladığım değerlendirmeyle tümü tümüne örtüşen kara duygulu bir his içerisindeyim. Gerçekten de kendi poetikamı düşündüğümde, yani yaklaşık 16 küsur yılda kaleme alınmış beş şiir kitabından ve 180 küsur şiirden oluşan alan derinliğinin çok boyutlu haritasına baktığımda, imlemek istediklerimi -tarihsellikleriyle birlikte- en doğru şekilde konumlandırarak okura sunabildiğim, en yetkin, en işe yarar, öz-söyleyiş bütünlüğünü en dengeli şekilde oluşturabildiğim, kısacası, en sıkı şiir kitabımdır tarihinsancısı… Gene, Ece Ayhan’dan bir alıntıyla ifade edersek:
“Son biçim”ini alıp almadığını anlamak sorununa gelince, şiirin, buna neden “son öz” denmemiş olduğunu da düşünüyorum, izin verin de bir kömürün bir elmasa dönüşmüş olduğunu artık anlayalım! Bir şiir kıpırdanıyorsa, deviniyorsa sona ermiş demektir; sözgelimi herhangi bir şey eksikse kıpırdanmaz! Ustalar şunu çok iyi anlayacaklardır; şiir tam bir avadanlıktır, tarihsel bir avadanlıktır!… (Türk Dili Dergisi, 1982)
Bu kadar değil mesele, tarihinsancısı‘nın benim için taşıdığı çok kıymetli bir nüve daha var: Kitap, yayıncılık tercihleri anlamında da geleneksel yayıncılığı terk ederek, özgür yayıncılık yaklaşımında kesinkes karar kıldığım bir dönemin ürünüdür. Aralık 2022’de talihsiz bir olay sonucunda 27 yaşında vefat eden sıkı dostum -ve genç yayıncı- Uğur Yanıkel‘in taşıdığı direnişçi ruh ve uzgörü dolu sahici yaklaşım, özgür yayıncılığa geçişimde son derece belirleyiciydi. Uğur Yanıkel o yıllarda kurduğu “Pasaj69” başlıklı özgür yayıncılık platformu kapsamındaki çalışmalarıyla, holdingvari (aşırı ticari, finansal ve düzme/kalp) yayıncılığa taş çıkartacak -hatta, sanat alanında bezirgânlaşmış bir mutat tipolojiye “Eleğinizi duvara asma vakti geldi artık!” dercesine- güçlü dijital tasarımlar hazırlıyor, özenli bir editöryal süreç uyguluyor ve müthiş derinlikli araştırmalar gerçekleştirerek Türkiye’de edebiyat ve şiir alanındaki en sıkı e-kitapları oluşturuyordu. Uğur’un Pasaj69’da kurduğu başarılı zeminde yer almak, hem kendi özgürlük yaklaşımımı teyit etmek hem de Uğur’un yayıncılık mücadelesine katkı sunmak açısından çok önemliydi ve benim için büyük bir onurdu. Tarihinsancısı‘nın “son özü”nü doğru bir şekilde kavrayan ve o “son özü” tasarımıyla, editöryal yaklaşımlarıyla bir e-kitap bütünlüğünde işleyerek tüm hatlarıyla yayına hazırlayan Uğur Yanıkel’dir. (Ayrıca, kitabın arka kapağındaki tipografik tasarım da bizzat Uğur’un fikri ve uygulamasıdır.) Uğur gibi uzgörü sahibi, güçlü, sahici, azimli ve onurlu bir dostumu genç yaşta kaybetmek, onun başına gelen felakete engel olamamak da -tıpkı depremin hatırlattığı yalın gerçekler gibi- tarihsel çevrimlerle vurgulanan -dinmeyecek, yinelenecek- bir başka büyük sancımdır. Belki, Uğur’un anısını ve Pasaj69’daki çalışmalarını yaşatmak, Uğur’un genç arkadaşlarıyla birlikte Uğur’a atfedilmiş yeni nesil yayıncılık projeleri üretmek bu sancıyı hafifletebilir diye düşünüyorum. Herkes gibi… Ama bu umutlu düşünce bir rüzgâr gibi kaçıyor zihnimden… Çünkü ölümün sarsılmaz hakikatini bertaraf etmek için oluşan bu yapay umut hissi “kendini kandırma”, “teselli”, “avunma” motifleri taşıyor ve aslında hepsinden çok bir “safdillik” benim için… Çünkü hiçbir şey Uğur’u geri getirmeyecek. Ölümün hakikatinin ve ağır yükünün önüne -bildiğimiz tüm dillerdeki tüm söylemlerle, bu dünyanın lisanlarıyla- geçmek imkânsız. Böylesi çaresizlikleri daha önce de yaşadım, hissettim ve çok iyi biliyorum. Ölümün suskusundan ve tarihin sancısından daha hakiki bir şey yok.
Uğur Yanıkel bir edebiyat direnişçisiydi. Kurulu düzenin ve kapitalist sistemin maaşlı koyunlarından olmak istemiyordu. 2018 yılındaki bir telefon görüşmemizde bana “Üzülme abi, onlara benzemezsek bize yeter!” demişti. Uğur, çok açık bir şekilde kurulu düzeni -yaşamının her ânında- reddetti! Bu hakikati söylemek, vurgulamak gerekiyor: Uğur’un yaşamı gerçekten de “onlara benzemeden” sonlandı… Bu hakikati görmek, anlamak gerekiyor. Uğur’la tanışıklığımızı, anılarımızı, oluşturduğumuz dijital kitapları, eleştiri gayretlerimizi, birlikte gerçekleştirdiğimiz efemeratik edebiyat çalışmalarını ve Uğur’un şiirsel mücadelesini anlatan kapsamlı bir kitap kaleme almaya başladım. (Zafer Yalçınpınar)
Fotoğraf çekmeye başlayalı 24 yıl olmuş. 1999’dan bugüne ânları görüntülüyorum, vizörden bakıp deklanşöre basıyorum. Yaşamı ânlamak için yapıyorum bunu ve hâlâ ilk ândaki gibi heyecan duyuyorum. Fotoğraf konusundaki ustam -dünyayı sırtında taşıyan- Tunç Üvendire‘dir. Fotoğraftan hiçbir zaman para kazanmadım. (Yalnız bir kez, Gümüşlük Akademisi’nde İlhan Berk adına düzenlenen bir fotoğraf yarışmasına katıldım ve üçüncü seçildim falan… Tahmin edebileceğiniz gibi ödülü reddettim, umursamadım tabiî ki…) Fotoğraf sanatındaki ilkelerimi İlhan Berk’in şu dizesi bütünlemiştir; “Nerden baksak kendini anlatıyor her şey.” Yaşamı dinlemek, ânlamak için fotoğraf çekiyorum. Dokuları ve duygudurum tuşelerini çok önemsiyorum. Ne daha fazlası, ne de daha azı… (Şüphesiz, yeni teknolojilerle birlikte yeni nesil çok daha iyi görüntüler elde ediyordur ki zaten öyle olması gerekir; bu durum tevazuyla kabulümdür.) Aşağıda en sevdiğim üç fotoğrafım bulunuyor. Bir de yıllara tasnif edilmiş şekilde en sevdiğim fotoğraflarımdan oluşan bir dijital galeri…
karşımda çam ______suskun ve iğneli arkasındaki tepede ______sivri minare biraz daha yakında ______otistik palmiye yukarıda ay _______etrafında ayla yıldızları ve bulutları çakılı _______________çivili gökyüzü arabaları ile otopark alanları _______________çizik yeryüzü kaldırımlı sokakta: ışıklar boğuluyor.
balkonda oturuyorum sırtımda soğuk duvar önümde camsız pencere solumda solgun çiçekler sağımda inşaat uçurumları _____________ve kiralık bir kapı.
eğri büğrü eski püskü sus pus var: evler boğuluyor.
üçüncü gemi/ sıkıntımın derinliğinde dağ gibi kayalar var ________________hepsinin yakınlığının farkındayım
kaptanlar korosu/ bir yerde bitmeli bu tarihsel ırmak üç uzun geminin kampanalarıyla süzülmeliyiz ve gökyüzünün ferah ışıltılarına erişmeliyiz _____________________________gündoğumunda
-iki gökyüzünün ve bir ufkun arasında- ve belki de fırtınanın veya yağmurun sesinde _____________yok olmak diğer her şeyden çok daha güzeldir ____________ölmek _______________denizde.
reddiyemizdir, unutulmasın:
biz ölümü palmiyelerle düşünmedik veya palmiyeli gömleklerle. bir zeytin ağacının şahitliğinde ve yıldız yorganlarının altında _______bağlarla bağlanıp evlenmiştik. biz ölümü bir toprak zerresindeki _______evrenlerle birlikte düşündük, suyun suyla kavuştuğu her yerde _________________binbir fersahlı masallarla: “ay ışıklı bir gecede başroldeyiz!”
Çevirmen Duygu Gündeş (1976-2019) için Zafer Yalçınpınar tarafından kaleme alınan Ölümcül Defter, insanlığı hakikate mıhlayan, modern bir ağıt olma özelliğini taşıyor… 26 Ocak 2019 tarihinde Kadıköy’de yaşamına son veren Duygu Gündeş’in bilinen tüm çevirileri ve yazıları duygugundes.info adresinde bulunmaktadır.