Ağu
30
2023
--

“Rüzgâr Defteri” 8 yaşında!

Zafer Yalçınpınar​, “Rüzgâr Defteri”
YAYINPasaj69.org, Ağustos 2018, 2. Edisyon, 34 Sayfa

Okumak için: http://bit.ly/ruzgarindefteri


(…) “Rüzgârı düşünüyorum” deseydim, inanır mıydın buna? Örneğin, rüzgârın resmi nasıl çizilir, nasıl boyanır? Evet, eğilmiş ağaçlar, uğuldayan tepeler, dolgun yelkenler, sallanan yapraklar, vuran kapılar, kepenkler, toz bulutları: Hızla büyüyen sarmaşıksı bir duygu. Ancak, hiçbirisi rüzgârın anlamını karşılamıyor: Bunlar rüzgârı algılamamızı sağlayan imgeler, göstergeler; yani, gördüklerimiz: Rüzgârla -rüzgârın etkisiyle- devinen şeyler bunlar, rüzgâr değil. (…)


2015 yılında Uğur Yanıkel’le birlikte ‘Rüzgâr Defteri’ adlı metnimi orjin alarak başladığımız, ardından da ‘İmgelemin Özgürleşmesi’, ‘Ece Ayhan’ ve ‘İkinci Yeni’nin şiirsel alan derinliğine doğru genişlettiğimiz söyleşiden bir bölüm aşağıdadır. Bu söyleşinin özel bir öneme sahip olduğunu dile getirmeliyim: Bu söyleşi, yazdığım bir metnin imgesel imkânlarının yanı sıra semantik etkileşimlerini de sınayan, beni yeni düşünce merhalelerine götüren, kendi metnimin anlamını daha tutarlı bir şekilde görebilmemi sağlayan tam bir ‘poetika çalışması’ oldu. Uğur Yanıkel’e ne kadar teşekkür etsem azdır… (Zy)

Uğur Yanıkel: Oyun Yayınevi tarafından geçtiğimiz ay yayımlanan Rüzgâr Defteri, adalarda ‘örülmüş’  bir anlatı, zaten kitabın giriş kısmında da bunu açıkça dile getiriyorsun. Kitabı okuduğumda şunu fark ettim; evet, ada kültürünün etrafında yoğun bir şekilde ‘dolaşıyorsun’ ancak bir şeyi ‘yakalıyorsun’, rüzgârı… Rüzgârı yakalıyorsun ve rüzgâr üzerinden derinlemesine bir sorgulama, analiz sürecine girişiyorsun. Ancak, burada bahsettiğim sorgu ve analiz, duyusal alan üzerinden ilerliyor. Bu süreçten sonra da rüzgârı adeta modelliyorsun. İfade etmeliyim ki bahsettiğim bölüm, beni en çok heyecanlandıran, etkileyen bölümdü. Çünkü rüzgârın işlevini, oluşumunu biliyoruz ve tüm bunların doğaya ve canlılara yansımasını görebiliyoruz, ancak kendisini göremiyoruz somut bir şekilde. Görünmeyeni görünür kılman beni heyecanlandırdı açıkçası. Ayrıca bu modellemeyi yapabiliyor olmanda imgelem gücünün yanı sıra geçmişteki eğitim sürecinin ve çalışma hayatının da etkisi olduğunu düşünüyorum. Sen bu konuda neler diyeceksin?

Zafer Yalçınpınar: Ne diyeyimtutarlı, doğruya yakınsayan sözler bunlar… Sorduğun soruda ‘analiz ve modelleme’ diyerek tespit ettiğin durumun nedeni, Rüzgâr Defteri’ni yaşarken -ya da ‘rüzgâr’ denen şeyi düşünürken- elde ettiğim bulguları, görüngüleri alegorik bir dille işlemeye, örmeye çalışmamdır. Bu alegorik dilin bir tür eksiltme hareketi sonucunda oluştuğunu söyleyeyim: Defterin başlangıçtaki, yaşandığı ândaki gerçekliğini değiştirerek ‘rüzgâr’ olgusunun işaret ettiği düşünsel alanı daha belirgin, göz önüne getirilebilir ve nihayetinde ‘sorgulanabilir’ kılmaya çalıştım. Yani, matematikle özdeşleştirerek ifade edersem; yazdığım metnin sürekli olarak türevini aldım ve ‘rüzgârın anlamı’ diyebileceğimiz alegorik bir katmana ulaştım. Bahsettiğim bu işlek kulağa zor, karmaşık, saçma ve tuhaf geliyor olabilir. Basitleştirirsek; ‘rüzgâr’ denen şeyi önce anlayıp sonra da anlatmaya çalıştım. Bunu da metindeki düşünselliği ve imgeselliği dengeleyerek kotarmaya gayret ettim. Aslında, Rüzgâr Defteri’ndeki işleğin ne olduğunu anlatmak için Almanca’da güzel bir fiil vardır: ‘dichten’. Oruç Aruoba bu kelimeyi “şiir olarak kurmak” şeklinde çevirir. Ludwig Wittgenstein bir yazısında “Felsefenin aslında şiir olarak kurulması gerekir.” diyor. Ben de bunu yapmaya çalıştım. ‘Rüzgâr’ olgusunu şiirlemeye, rüzgârın varoluşunu ‘şiir olarak kurmaya’ gayret ettim. Rüzgâr Defteri’nin adalar kültürü ve geçmiş çalışma hayatımla olan ilgisinden önce, bu bahsettiğim ‘şiir olarak kurmak’ meselesi çok daha belirleyici ve önemli… Bunun üstünde durmalıyız sanırım. Bütün bu sözlerimden ve açıklamalarımdan ne anlaşılıyor? Sence nedir Rüzgâr Defteri? Felsefi bir metin mi, şiir mi? Nedir sence?

Uğur Yanıkel: Aslında tüm bu bahsettiklerinin bir çıktısı olarak şunu söyleyebilirim, Rüzgâr Defteri tek tığ ile örülmemiştir. Yani, oluşma, örülme evresindeki ilerleyiş, izlenen yol, yöntem bakımından baktığımızda ve bunun yanında kitabın içeriğindeki rüzgârı anlamaya yönelik sorulan soruların yönlendiriciliği bakımından felsefi bir ‘tığ’ kullanılmış diyebilirim. İkinci tığ ise senin de bahsettiğin ‘şiir olarak kurmak’  fiilinden de yola çıkarak erişilen şiirsellik ya da içeriğinde şiirsel bir tını barındıran imgelem. Tüm bu söylediklerimden de anlaşılacağı üzere Rüzgâr Defteri için yalnız başına bir ‘felsefi metin’ ya da bir ‘şiir’ diyemem. Rüzgâr Defteri, yazarının gördükleri, yaşadıklarının bir sonucudur en nihayetinde, dilin kendine özgü bir biçimde kullanılmasından dolayı yine bu temel üzerinden tanımlanabilir, diye düşünüyorum. Zaten, Rüzgâr Defteri dahilinde ve haricinde de böyle düşünüyorum. Yani mesela, bugün artık, ‘şiir’ kavramını gördüğümüzde ya da duyduğumuzda ‘kafamızın içinde’ ne kendini gösteriyor? Bu çok önemli. Şiirin ‘dinamik öz’ diyebileceğim ya da kavramlar üstü bir ‘şey’ olduğunu düşünüyorum. ‘Dinamik öz’ dememi şöyle bir örnek vererek açıklamaya çalışayım: Ateş böcekleri geceleri parıldayan bir böcek türüdür, yani gündüzleri ışık saçmazlar, hâl böyleyken gündüz bir ateş böceğini -tanıyıp- gördüğümüzde, gözümüzü kapatıp elde ettiğimiz ‘karanlık’, ateş böceğinin parıldamasına neden olmaz. Üstelik ateş böceğini de göremeyiz. Bu örnekte bana göre asıl ‘şiir’ ateş böceğidir. Yani o ‘dinamik öz’ dediğim kısıtlandırılamayan, ‘gözümüzü kapattığımızda’ görünmeyen ‘şey’dir.  Buradan hareketle şiirin alışılmış bir biçime(forma) artık gerek duymadığını söyleyebilirim. Bana kalırsa şiir bunu aşan tek türdür; bir biçime(forma) ihtiyaç duymadan varlığını sürdürebildiği için… Bu bağlamda dilin ve kelimelerin göz önünde olmadığı ‘şeylere’ bakalım; yanmış bir filmi banyo ettiğimizde elde ettiğimiz görüntü, ufak bir çocuğa oyalanması için verilen kâğıt ve kalem ile çocuğun yaptığı çizim -ki çocuk genelde o kâğıdı rastlantısal olarak karalar yani ‘rüzgâr’ı çizer-. Verdiğim örnekler çoğaltılabilir elbette. Ancak bu verdiğim örneklerin ve daha fazlasının kişisel sezme yetimiz ile farkında olabiliriz. Rüzgâr Defteri’nin benim için asıl önemi, senin bahsettiklerini saklı tutarak söylüyorum, buradan geliyor. Çocukken hepimiz rüzgârı ‘modellemişizdir’ ancak bunun rüzgârı görünür kılıyor olduğunu bilmeden, farkında olmadan. Rüzgâr Defteri ile şahsen bu farkındalığı kendime kazandırdım. Peki, sen, Rüzgâr Defteri’ni oluştururken, ‘rüzgârı keşfettin’ diyebilir miyiz? Eğer öyleyse, bu keşfin Rüzgâr Defteri dışında bir yansıması oldu mu sende?

Zafer Yalçınpınar: Doğduğumdan beri her yılın belli bir dönemini adada yaşıyorum. Ada yaşamında, denizin hareketini belirleyen rüzgâr çok önemlidir. İnsan için ‘düşünmek’ ne ise ada için de ‘rüzgâr’ odur. Rüzgâr sürekli yaşamı değiştirir, hemen her şey rüzgâra bağlıdır adalarda… Rüzgâr Defteri’nin yazım sürecini yaşamsal düzlem üzerinden anlatayım o zaman… 2013 yılında Duygu Gündeş’le birlikte Bozcaada’da tatile gittik. Bu tatilde, konaklamak için Bozcaada’nın kıyı şeridinde bulunan popüler mevkilerden birini değil de, daha içrek, adanın kuzeydoğuya bakan tarafında bulunan bağ ve bahçelerin ortasında, salaş diyebileceğimiz bir yer seçtik. Bu mevkide, tatilin ilk ânından son ânına kadar rüzgâr hiç durmadı, sürekli ve kuvvetli olarak kendini hissettirdi. Sürekli esiyor, bir şeyler anlatıyor, sürekli bir şeyleri düşünüyor, düşündürtüyor gibiydi. Bu yaşantı parçasında, Rüzgâr Defteri’nin ilk orjini oluştu; belirleyici kavram, metne eşlik edecek olan odak noktası bu ‘süreklilik’ti. Diğer orjin ‘rüzgârın etkinliği, etkililiği’ydi. ‘Devinim’ olgusuyla birlikte  ‘rüzgârın yaşama düşünce katması’ da defterin temel eğretilemesidir. Bu orjinler ya da ‘mihenk noktaları’ üzerinden defterin örülümü, yazımı bir tam yıl boyunca sürdü. Marmara Adası’nda, 2014 yılında, fırtınalı bir gecede deftere son noktayı koydum. Bu başlangıç ve bitiş arasında oluşan imgelemin, evet, konuşmamızın başında da vurguladığın gibi matematik ağırlıklı eğitim sürecimden, para kazanmak için bir on yıl kadar çalıştığım bilim kurumundan tut da bulanık mantığa veya dilbilim felsefesine olan ilgime ve araştırma çalışmalarıma kadar uzanan bir arkaplanı olduğunu söyleyebiliriz. Ancak, önemli olan defterin yazımındaki tetikleyici kıvılcımlardır. İlk denklemdir. Daha önce de ‘Çalmayan’(Eylül 2014, Kendi Yayınları) adlı şiir kitabımı okuyan bir arkadaş şiirlerimi ‘matematiksel’ bulduğunu ifade etmişti. Sence, şiir ve matematik arasında belirgin bir ilişki var mı? Sembolik anlatım ekolünde, Bilge Karasu’da veya Rüzgâr Defteri’ndeki alegorik katmanda bu türden bir ilişki mecburiyet hâline mi dönüşüyor? Ece Ayhan, bir yazısında, ‘İkinci Yeni logaritmalı şiirdir.’ der. Peki, şimdi ben kalksam, ‘şiirsel önerme’ ya da ‘imgesel önerme’ diye bir şeyler, kavramlar atsam ortaya, bu ifadeleri duyduğunda aklına neler gelir, ilkin?

Uğur Yanıkel: ‘Şiir ve matematik’ dendiğinde akla ilk gelen şey ‘ölçülü şiirler’ oluyor. Ancak buradaki biçim odaklı ilişkiyi bir kenara bırakırsak, sanırım şiir ve matematik arasındaki ilişkinin temel belirginliği soyut düşünce ya da soyut düşünebilme becerisinden geliyor. En genel tabiri ile matematik, evren ve zaman içerisinde bulunmayan ancak akılda varlığını sürdüren, soyut zeminde düşünebilmenin sonucudur. Şiirde de böylesi bir soyut zeminin varlığından söz edebiliriz. Formüleri, sayısal bir dili olsa da bu sayısal dilin çözümlenme süreci analitik düşünceyi ortaya çıkarır, sonrasında da güçlendirir. Bu analitik düşünce hayatla, yaşamla, varlıklarla bir bağ kurmaya yönlendirir insanı. Bu bağ ile imgelem gücünün birleşimi de Rüzgâr Defteri’nde kendini hissettiriyor. İlk başta söylediğin ‘…matematikle özdeşleştirirsem sürekli türevini aldım’ sözü de buna delil olarak gösterilebilir… Şimdi, Rüzgâr Defteri’ndeki alegorik katmanda ise tüm bu ilişkinin mecburiyet hâlinden ziyade kendiliğinden oluştuğunu düşünüyorum, az önceki açıklamalarıma dayanarak. (…)

Eylül 2015


Not: Söyleşinin tam metnini PDF dosyası biçeminde http://zaferyalcinpinar.com/ruzgarisiirlemeksoylesi.pdf adresinden arşivleyebilirsiniz.


Ağu
17
2023
--

KADIKÖY 2023

ağustos’un 17’si
cumhuriyetin 100. yılı
hava sıcak, kuşlar sıçıyor
__çöpler kokuyor,
____________rüzgâr esmiyor
halkımız metroyla beldemize geliyor
rantçılar ve sökülü kapılar ve molozlar
_______günlerdir çöp arabası bekliyor
çöpçüler yıllık izinde
______Dersim’in köylerini geziyorlar
ağaçlar ve çiçekler, rahatsız ve hareketsiz…
müteahhitlerden kaçamayacaklarını biliyorlar
sinekler ile emlakçılar kan emmekten mutlular
kendilerini ezecek motorsikletli göçmenleri
___ve hiç gelmeyecek taksileri
____________________bekliyor
_______________________kediler ve yaşlılar
adamın biri Bostancı’da köşebaşına işiyor,
_________________işiyor ve gidiyor
meyhaneler dolup boşalıyor
tekel bayileri para basıyor
başkanlar delegelerini güzel güzel yemliyor
belediyemiz yerel seçimlere hazırlanıyor

Zafer Yalçınpınar


Yalçınpınar’ın tüm şiirlerine ve şiir kitaplarına http://bit.ly/zypsiir adresinden ulaşabilirsiniz.

Ağu
15
2023
--

TÜM ŞİİRLERİMİ DERLEYİP TOPARLAMA DENEMESİ (Zafer Yalçınpınar)


Bilindik anlamıyla -şiir kitabı normlarına uygunluk açısından- baktığımızda, 2007-2023 yılları arasında altı şiir kitabım yayımlandı. Bu şiir kitaplarımın ilk ikisi (Livar-2007 ve Meydansız-2009) ISBN standartlarında (uluslararası yayıncılık uygunluğuyla) indekslendi. Son kitaplarım ise ISBN standartlarıyla uyumluluk göstermiyor fakat Çalmayan-2014 , Kötü-2018 ve Dipsiz Göl-2023 adlı kitaplarım Avrupa Birliği çerçevesinde kullanılan Creative Commons (CC) Lisansı kapsamında yayımlandı. Tarihinsancısı-2017 adlı kitabım ise hiçbir uluslararası uygunluğa sahip değil.

Altı şiir kitabımda toplam 149 şiir, ortalama olarak A5 ebatlarına yakın toplam 316 kitap sayfasında yer bulmuş. (11 şiirim ise dışarıda kalmış; henüz “şiir kitabı” normunda bütünlenmemiş ve kâğıda geçmemiş.) Sanıyorum, şiir kitabı formunda olmayan diğer kitaplarıma serpiştirilmiş şiirlerimle, eski dergilerde yayımlanan şiir deneylerimle, çok eski defterlerde, kâğıt parçalarında ve internetin dehlizlerinde kalanlarla filan birlikte düşündüğümüzde; 180’e yakın şiirden oluşan bir yazım hayatım olmuş-oluyor, diyebiliriz. Okuyucular, yayımlanmış olan şiir içerikli tüm eserlerime, diğer edebiyat çalışmalarıma ve edebiyat hayatım kapsamındaki özgeçmişime http://zaferyalcinpinar.info adresinden ücretsiz olarak erişebiliyor.

Başta ifade ettiğim -şiir kitabı normlarına uygun- altı şiir kitabımda yer alan tüm şiirlerim için -okuyucu/takipçi isteklerini dikkate alarak- bir indeks oluşturdum. İndeksi kromatik olarak aşağıda detaylıca paylaşıyorum. Daha ne olsun! Şiiri seven, şiiri arayan, şiirden anlayan ve şiir okumak isteyenler için büyük bir hizmet…

İyi okumalar dilerim.

Zafer Yalçınpınar
11 Nisan 2023


Livar, tam metin pdf:
http://zaferyalcinpinar.com/livar.pdf


Meydansız, tam metin pdf:
http://zaferyalcinpinar.com/meydansiz2009.pdf


Çalmayan, tam metin pdf:
http://zaferyalcinpinar.com/calmayansiir.pdf


Tarihinsancısı, tam metin pdf:
http://zaferyalcinpinar.com/tarihinsancisi.pdf


Kötü, tam metin pdf:
http://upas.evvel.org/kotu.pdf


Dipsiz Göl, tam metin pdf:
http://upas.evvel.org/dipsiz.pdf


Hamiş: Yalçınpınar’ın tüm edebiyat çalışmalarına ve özgeçmişine http://zaferyalcinpinar.info adresinden ulaşabilirsiniz.

Ağu
14
2023
0

Yavuz Çetin’i çok özlüyoruz…

15 Ağustos 2001′de vefat eden
sıkı gitarist Yavuz Çetin’i, saygıyla anıyoruz…


 yavuzcetin

“Yavuz Çetin, ‘soundcheck’ yaparken… “

Fotoğraf:  Z. Yalçınpınar
1999, Shaft Blues Club-Kadıköy

*

SIKI GİTARİST YAVUZ ÇETİN

Sıkı gitarist Yavuz Çetin’in ölümünün üzerinden yaklaşık olarak sekiz yıl geçmiş. Demek ki Yavuz Çetin hakkında bir şeyler yazmaya ancak sekiz yıl sonra cesaret edebiliyorum.

Her şeyden önce Yavuz Çetin’i “sıkı gitarist” yapan şeyin ondaki eşsiz “tuşe” olduğunu -tüm ağırlığıyla- ortaya koymalıyız. Tuşe; bir şarkının, bir melodinin ya da bir müzikal tipolojinin ruhunu/özünü dinleyiciye aktarabilmedeki ustalıktır. Bir tür içtenliktir.  Senelerini gitar tekniğini güçlendirmekle harcamış biri, evet, her türlü şarkıyı çalabilir, gitar üzerinde her türlü akrobasiyi yapabilir, fakat çaldığı şeyin ruhunu içselleştiremeyip ömrü boyunca tuşesiz bir gitarist olarak kalabilir de… Böylesine sportmen bir gitaristin çaldığı her şey saman gibi gelir dinleyiciye.  Yavuz Çetin ise bastığı her notayı içselleştirebilen nadir gitaristlerdendi. 1998 yılının kış aylarından birinde Yavuz Çetin’in “İLK” adlı albümünü “ilk” kez dinlediğimde, albümü hemen beğenmemin nedenlerinden biri de -sanırım- bu güçlü tuşeydi. Özellikle de şarkılardaki blues rifflerinin zamanlamasından, yerlemlerinden ve şarkının armonisine pürüzsüzce eklemlenebilmiş olmalarından dolayı çokça etkilenmiştim. Albümü defalarca dinledim ve albümdeki dinginliğin nasıl olup da bu kadar “enerji dolu” olduğunu, olabildiğini düşündüm, durdum. Hatta bu kimyayı -kendimce- matematiksel (modal/makamsal) olarak hesaplamaya bile çalıştım. O zamanlar cevabı bulamamıştım fakat şimdi, bugün, özellikle de gitar için düşündüğümüzde bu sorunun cevabının Blues Ruhu’yla açıklanabileceğini biliyorum.

1998’in yazında Kadıköy’ün cafe-barlarından birinin tüm masalarında Yavuz Çetin ve grubunun tanıtım broşürünü gördüm. Bu tanıtım broşürleri aynı zamanda da indirim biletleriydi. Yavuz Çetin ve grubu Çarşamba akşamları “Kallavi Bar” diye bir yerde çalıyordu ve indirim biletleri bu barda geçerliydi. Biletlerden birkaç tane aldım ve ilk Çarşamba gününün gelmesini bekledim.

Söz konusu ilk Çarşamba gecesi Blues tutkunu bir arkadaşımla birlikte soluğu Kallavi Bar’da aldık. Barı gördüğümüzde çok şaşırdığımızı itiraf etmeliyim. Kallavi Bar, Şükrü Saraçoğlu Stadı’nın yanında, Kurbağlıdere’ye paralel olarak inşa edilmiş, köşkten devşirme bir yapıydı. Barın “üst” katından bol rakılı fasıl ezgileri filan geliyordu. Kapıdaki görevliye Yavuz Çetin’i izlemek istediğimizi ve fasıl seslerini duyunca şaşırdığımızı söyledik. Görevliden Yavuz Çetin’in ve grubunun “alt” katta çaldığı bilgisini alınca rahatladık.  (Aslında rahatlamamalıydık, çünkü gerçekte –yani bu memleketin “kara” gerçeğinde- Yavuz Çetin isimli sıkı gitarist, o köşkün alt katında değil de yandaki stadyumda çalmayı hak eden biriydi.)

Köşkün bodrum dairesine benzeyen alt katına girdiğimizde sahnede Yavuz Çetin ve grubu,  Jimi Hendrix’in “Voodoo Chile” adlı şarkısının solo bölümünü çalıyorlardı. Ardından, Cream’den “Sunshine Of Your Love” geldi. Şarkıların sololarında Yavuz, bir nota bile teklememişti. Büyülenmiştik.  Daha önce Kadıköy’de hakkını vererek Jimi Hendrix çalan bir grup da görmemiştik. Yavuz, bu eski ve sıkı şarkıyı çalarken şarkının ruhunu kendinde hissediyordu ve bu ruh Yavuz Çetin’den bize doğru akıyordu.

Bütün gece hayranlıkla Yavuz Çetin’i izledik, dinledik, içki içtik.  Blues tutkunu arkadaşım, programın sonuna kadar beklemişti ve sonunda sahneden indiğinde Yavuz’un yolunu kesip, onun elini öpercesine;

“Bu sıkı şarkıları bu kadar sıkı çalmaya devam ederseniz size dinozor diyecekler…” dedi.

Yavuz Çetin gülümseyerek:

“Desinler, önemli değil… Bir gün gelecek bugün bana dinozor diyenlere de başkaları dinozor diyecekler. ” diye cevapladı ve içkisini almak üzere bara yöneldi.

Şimdi, bugün, 2009’da, kime “dinozor” diyebileceğimizi bilemiyorum, fakat hangi gitaristlere ve gruplara “geyik” denilebileceğini çok iyi biliyorum. Açıkça söyleyeyim; Yavuz Çetin bugüne kadar sahnede izlediğim en tuşeli ve sıkı gitaristlerden biridir. Belki de birincisidir.

Yavuz Çetin’in ölümünün üzerinden sekiz yıl geçmiş.  Bunca zamana rağmen zorlukla –ellerim titreyerek ve kafa karışıklığıyla-  yazdığım bu yazıyı, Yavuz Çetin’in şarkı sözlerinden bir bölüm alıntılayarak bitirmek “yerinde” olacaktır:

“Sahil sakin ve sessiz
Motel ışıkları durgun deniz
Karşıda bir balıkçı teknesi
Kırık dökük iskele 

Sıcak günlerin yorgunluğu üzerimde
Umutsuzluk görünürde
Henüz batan güneşin özlemi
Ve bu yalnızlık çekilmez gibi”

Zafer Yalçınpınar, 2009
“Sıkı Gitarist; Yavuz Çetin”, “kargamecmua müzik yazıları (2007-2011)”,
G Yayın, Geniş Kitaplık, 2011, s. 62


yavuzcetin2

“Bend’e çıkarken Yavuz Çetin…”

Fotoğraf:  Z. Yalçınpınar
1999, Shaft Blues Club-Kadıköy

*


Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “Yavuz Çetin” başlıklı ilgilerin tümüne http://evvel.org/ilgi/yavuz-cetin adresinden ulaşabilirsiniz.

Ağu
09
2023
--

Şairler yaşamı anlatıyor mu?

(Esat Cavit Başak’a ithafen, Cennet Bahçesi’nden…)

uzuyor bacakların dörtnala Süreya
kuş içmez kendini zenci Tamer
herkesin bir giden savaşı var Uyar
dönen yolcusu yokmuş gibi Beyatlı
demirlere sütbeyaz yapışarak Hikmet
geri kaldı vurgunum dağları aşınca Ali
adını gizleyeceğim yanımda Asaf
sucuların ayakları çığlık gözlerim Veli
dinlendiren bir şey var ayırma gözlerin Oğuzcan
ben ağzının yaprağıyım, bir yere yaz bunu Berk

kolajlayan: Zafer Yalçınpınar
7 Ağustos 2023, Burgazada-Cennet Bahçesi

Ağu
06
2023
--

Şiir Kitabı: DİPSİZ GÖL (zafer yalçınpınar)


Dipsiz Göl, Zafer Yalçınpınar
UPAS Şiir, Mart 2023, 33 Sayfa
Okumak için: bit.ly/dipsizsiir


Dipsiz Göl, 2017-2023 yılları arasında yazılmış şiirlerden oluşuyor. Zafer Yalçınpınar‘ın daha önceki şiir kitaplarında yer almayan bu 21 pâre, tek bir imgenin alan derinliğinde, tek bir şiir olarak kurgulanmış. Yalçınpınar, altıncı şiir kitabını 27 yaşında hayatını kaybeden sıkı dostu Uğur Yanıkel‘e ithaf ediyor… Sıkı şiiri arayanlar ve özleyenler, Dipsiz Göl’ü mutlaka okumalı. (Derya Turhan)


Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.

Tem
28
2023
--

YILKI

-Akbelen’in ağaçlarına ithafen-

alacakaranlığında uyandım gökyüzünün

sıcağa kalmamak için erkenden
çalışmaya başlamışlardı
__________________onlar
askerler tarafından korunuyorlardı
ağaçları kesiyorlardı
her kestiklerinde
________makinalarıyla
________________ağaçları
toprak ölüyordu
sular kaçıyordu
yaşam bitiyordu

doğruldum
bacaklarımın üzerinde
kendimi denedim
gücüm var mı? diye…
_______________vardı

sonra koştum onlara doğru
sonra koştum onlara doğru öfkeyle
sonra koştum onlara doğru öfkeyle kişneyerek

silah sesleri duyuldu
toprak ölüyordu
sular kaçıyordu
yaşam bitiyordu

Zafer Yalçınpınar
28 Temmuz 2023


Hamiş: Yalçınpınar’ın tüm şiir kitaplarını http://bit.ly/zypsiir adresinden ücretsiz pdf olarak okuyabilir ve arşivleyebilirsiniz.

Tem
05
2023
--

Ece Ayhan’ın İktidar Karşıtlığı… UPAS’ta…


Ece Ayhan’ın İktidar Karşıtlığı… UPAS’ta…
Okumak için: http://upas.evvel.org/?p=894


Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “Ece Ayhan” başlıklı ilgilerin indeksine http://bit.ly/eceindeks adresinden, Ece Ayhan web sitesine ise http://zaferyalcinpinar.com/bakissiz.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Haz
02
2023
--

Söyleşi: ORUÇ ARUOBA, USTA, USTALIK VE USTA DEFTERİ’NE DAİR… (Zafer Yalçınpınar)


31 Mayıs 2020 tarihinde vefat eden ustamız Oruç Aruoba’yı saygıyla anıyoruz: Upas Yayın’ın dostlarından Emrah Sönmezışık, Alparslan Beyhan, Cem Onur Seçkin ve B. Emir Alisipahi geçtiğimiz ay 6:45 Yayın tarafından kitaplaştırılan Oruç Aruoba, Usta Defteri hakkında Zafer Yalçınpınar’a çeşitli sorular yönelterek, usta ve ustalık olgularını irdeliyor…


ORUÇ ARUOBA, USTA, USTALIK
VE USTA DEFTERİ‘NE DAİR…


Emrah Sönmezışık: Oruç Oruoba ile gerçekleştirdiğiniz görüşmelerin “ustalık ile yaşama onuru” kıymeti taşıdığını belirtiyorsun. Usta ve ustalık kavramları birbirini oluşturan ve birbirinden ayrılması güç kavramlar. Kitabın girişindeki söylemin usta-çırak ilişkisinin ötesinde bir anlam mı taşımakta?

Zafer Yalçınpınar: Oruç Aruoba, 80’ler öncesi akademik yaşantısında da akademiden ayrıldıktan sonraki dönemde de “anlama, anlatma, öğrenme, öğretme” gibi işlevleri usta-çırak ilişkisi şeklinde biçimlendirmiştir. Evet, Aruoba akademiyi terk etmiştir, fakat anlamayı, anlatmayı, öğrenmeyi ve öğretmeyi bırakmamıştır. 90’ların sonunda ve 2000’lerin başında Gümüşlük Akademisi ile Açık Üniversite kapsamında gerçekleştirdiği çalışmalar da bunu gösteriyor. Bu örneklerle birlikte bizim tüm görüşmelerimizde de bize aynı şekilde yaklaşmıştır. Hatta edebiyat, yayıncılık ve felsefe çevresinden yaşça büyük isimlere “Oruç Aruoba benim ustamdır,” dediğimde karşı taraftan “Oruç Aruoba hepimizin ustasıdır!” cevabını, tepkisini alıyorum. Burada önemli olan şey, Oruç Aruoba’nın hiçbir zaman, hiçbir durum karşısında bir “üstat” gibi davranmamasıdır. Üstat, tek başınadır. Üstatlar uğraştığı işleğin gizlerini ve özünü üçüncü kişilere aktarmazlar. Buna karşın “usta” öyle değildir. Usta, işleğin gizini ve özünü “yaşayarak” en iyi şekilde kavrar ve çeşitli yöntemlerle işleğin gizini-özünü yani zanaatını çırağına (hatta, çırak bu aktarımın idrakine eşzamanlı olarak kavuşmasa bile) aktarmaya çalışır. Usta iyiyse, çırak (çırağın kendisi farkına varmadan) zamanla ustalaşır. Usta öldüğünde yaşamının anlamı ve özü, çırağına, çıraklarına geçer. Aruoba’nın en önemli sözüdür çıraklarına: “Anlam, hep, sonradan gelir.” Bu silsile, ahilikten günümüze uzanan bir şekilde, ustanın hayatının anlamı ve sonucudur da. Fakat, üstat tek başınadır. Üstat öldüğünde yaşamının anlamını da kendisiyle beraber götürür. Bu bağlamda kesin bir şekilde söylüyorum: Oruç Aruoba ustaydı, ustamdı, ustamızdı. Günümüzün üstatları gibi yapmazdı ustamız! Örneğin, yaşarken kendi heykelini diktirtmemiştir, örneğin kendini yaşayan en büyük şair seçtirtmemiştir. Usta, diğer her şeyle birlikte “zamanlama”nın ve “yaşamın anlamı”nın da ustasıdır. Ustalık; ustanın kendi işleğiyle birlikte yaşamının anlamını önce yüklenmesi, sonra da çıraklarına özgün yöntemlerle aktarmasıdır.      

Alparslan Beyhan:Bir mühendis, ne kadar ahmaksa o kadar mühendistir. İyi bir mühendisse, yani, ahmaktır zaten. Üzülme!” Bu sözü biraz açar mısın?

Zafer Yalçınpınar: Açıklayayım. Mühendis tipolojisi, matematiksel modelleme (algoritma), mantık ve bilgi teorisi açısından deterministik sınama, ölçme ya da deneyleme yöntemleriyle çalışır. Fakat özellikle de kapitalist endüstri devrimi sonrasında matematiksel modellemenin değiştiği, deterministik bileşenlerin yanına her zaman %3, %5, %10 oranında bir stokastik bileşen, “hata payı” eklendiği görülür. Yani, matematiksel modeldeki deterministik bileşenlerinin açıklayamadığı her şey kendini stokastik bileşende ifade eder. Bunun felsefedeki karşılığı “bulanık mantık” veya “dilsel görelilik” olarak tanımlanabilir. Buna bilim dünyasında “entropi”,“insan faktörü”, “metal yorgunluğu” veya başka isimler de koyuldu. Mühendis tipolojisi ister ki modelinde “stokastik” bileşen olmasın. Her şey keskin, pürüzsüz, hatasız, sıfır hatayla işlesin ve kurduğu model 6 Sigma teorisindeki gibi mükemmelleşme yolunda çalışsın falan… Tamam, belki üretim, makineler, robotlar ve yazılım dünyasında durum böyledir veya özellikle endüstri 4.0 tipi büyük veri algoritmalarıyla teorik bir mükemmeliyete yaklaşılıyor. Ama hiçbir zaman bu mükemmeliyet hayali pratikte gerçekleşmeyecek. Çünkü hesaplama dili olan matematikte “sayılamaz sonsuz” diye bir kavram var. Ya da örneğin “pi sayısı” diye deterministik açıdan tam olarak ne/kaç olduğu kesinleşmemiş bir sayı var hâlâ… Şimdi bu tip bilinmezler varken tutup, “Ben pi sayısını tam olarak biliyorum, ben her şeyi mükemmelleştirdim, mükemmel bir model yarattım.” diyen bir mühendis -en hafif tabiriyle- ahmaktır. Fakat aynı mühendis söz konusu “hatasız modelleme gayreti” yolunda ilerlediği, çabaladığı için de deterministik gelişim açısından -yani hata payını azaltmak yolunda- iyi ve başarılı bir mühendistir. Aruoba, “ahmak” ifadesiyle bu çelişkiyi ve imkânsızlığı anlatmaya çalışıyor. Endüstri 4.0’ın ve dijitalleşmenin konuşulduğu çeşitli mecralarda şu şiirsel soruyu dile getiriyorum hep: “Robotlar düşünebiliyorlar, tutarlı hesaplarla öngörüler yapabiliyorlar ve hatta şiir yazabiliyorlar. Fakat rüya görebilecekler mi?” Ya da Ece Ayhan’ın efsanevi bir dizesiyle sorarsak; “düzayak çivit badanalı bir kent nasıl kurulur abiler?” Bilmem, anlatabildim mi…

Alparslan Beyhan: Aruoba’nın yazılarının toplanacağı iki ayrı çalışmanın bahsi geçiyor kitapta. “Yerli Yersiz Felsefe” ve “Benzemezler“. “Yerli Yersiz Felsefe” yazısını ve başka birtakım yazıları da ayrı ayrı yayımladın. Fakat sanırım “Benzemezler“i henüz bir araya getirmedin? Böyle bir niyetin veya çalışman var mı?

Zafer Yalçınpınar: Var… Yıllardır bu çalışmaları evvel.org kapsamında gerçekleştiriyor ve Aruoba’nın kitaplaşmamış metinlerini araştırıyoruz. Önümüzdeki yıllarda, acele etmeden, ustamızın istediği gibi “doğru bir işlekle” bu araştırmaları toparlayacağız, değerlendireceğiz ve başka birçok önemli yaklaşımla birlikte önce Türkçe’nin zihnine -sonrasında da insanlığın zihnine- sunacağız.

Alparslan Beyhan: Aruoba’nın yazmaya niyetlenip de yazamadığı, başlayıp da bitiremediği bir metin var mıydı son döneminde?

Zafer Yalçınpınar: Aruoba’nın yayımlanan son yazısının gezi parkı direnişi zamanında Tayyip Erdoğan’a ithafen kaleme aldığı açık mektup (Cumhuriyet Gazetesi, 17 Ağustos 2013) olduğunu tahmin ediyorum. Fakat, Usta Defteri’nde aktardığım görüşme sırasında (Mayıs 2011’de) “Bülent Arınç, Şevket Kazan ve Kasaba Avukatlığı” başlıklı bir yazıyı sürdürdüğünü ancak tamamlayamadığını ifade etmişti.

Alparslan Beyhan: Üst dudağını dik tutmanın mânâsı… Alternatif bir okuma olarak, bunu, dişlerimizi sıkarak mücadele ederken üst dudağımızın aldığı şekle yorabilir miyiz? Yani Usta, burada “terzi“liği bırakmamanı salık veriyor olabilir mi acaba? Eğer öyleyse, bu vasiyeti tutuyor musun?

Zafer Yalçınpınar: “Bilemiyorum Altan.” Bu tip şeylere zaman karar verir. Dahası, sizler, gelecek kuşaklar karar verecek. Ve şu kesin: “Anlam, hep, sonradan gelir.” Çeşitli iniş-çıkış ve türbülanslarla birlikte, Aruoba’nın öğüdünü uygulamaya ve işaret ettiği yolda ilerlemeye çalışıyorum…

B. Emir Alisipahi: “Yer görelidir; mutlak olan, yoldur —ya da, yürümek…” (Yürüme, s.123) “Hiç umut etme kazanacağın yolunda!” diyor sana Oruç Aruoba. Usta için yolu kazanmak -atımızdan inmeden- salt yolda olmak anlamı mı taşıyordu? Bu tümce, senin yaşamında neleri uyandırmıştır?

Zafer Yalçınpınar: Oruç Aruoba’nın “Yürüme” adlı kitabı -gerçekten de- en kuvvetli ve yol gösterici eseridir. Bir telefon görüşmemizde Aruoba’ya kendi hayatımla ilgili özel bir durumdan bahsetmiş ve anlatının sonuna da Yürüme’den şu tümceyi eklemiştim: “Yeni yer yoktur.” Aruoba anlattığım olaya gülmüş ve şöyle demişti: “Evet, yeni yer yoktur. Çünkü, yeni yol vardır.” Şimdi, sorduğun soruya Aruoba’nın tümceleriyle cevap vermek çok daha iyi olacak, sanıyorum: “Yaşamın, seni ulaşman gereken düzeyin altında tutmağa çalışan eğilimlerle (bu arada kendininkilerle de)savaşmakla geçecek. –Bu yüzden de, ulaşman gereken düzeye ulaşamayacaksın; yani, başarılı olacak o eğilimler, sonunda. Zaten, belki, istedikleri de budur: Senin, onlarla savaşmak yüzünden, ulaşman gereken düzeyin altında kalman… Ama savaşacaksın, gene de: sonuç her iki durumda da aynı olmayacak mı zaten – sen, zaten, ulaşman gereken düzeyin altında kalmayacak mısın ki? –Ama, savaşırsan, en azından (nereye gelebilirsen) geldiğin düzeye savaşarak gelmiş olacaksın –bu da boşuna olmayacak.” (De Ki İşte, s.44)

B. Emir Alisipahi: “Kurtuluş yoktur masalardan.” (İlhan Berk, Şeyler Kitabı, s.64) İlhan Berk, şeylerin tabiatını kurcalarken masa hakkında “Etik, masanın doğası gereğidir.” diyordu. Bu söylemin bir yansıması olarak usta, sandalyenin, sandalyelerin, masaya, masalara göre biçimlenmesi gerektiğini mi tembihliyordu bize?

Zafer Yalçınpınar: Güzel bir analoji kurdun kafanda… Fakat, hayır, Aruoba Gümüşlük Akademisi’ndeki masa-sandalye hikâyesini anlatırken benim “Ustamın tahtı…” söylemimle dalga geçiyordu sanki… “Gözünde büyütüyorsun her şeyi…” der gibiydi. Gülüyordu bana, masa-sandalye hikâyesini anlatırken…

Cem Onur Seçkin: “Şimdi, siz evlisiniz. Mutlu olmak için -kimsenin haberi olmadan- gidin, boşanın. Kimseye haber vermeyin. Sadece siz ikiniz bilin bunu. Daha mutlu olacağınızdan eminim. Ben bunu kendi eşime önermiştim. Ama o kabul etmedi. Sonra, gerçekten boşandık.” deyişiyle  ilginç bir diyaloga giriyor Usta. Aruoba’nın burada bahsetmek istediği şeyi biraz daha açabilir misin? Sence bir duygu-düşünce diyalektiği savunucusu günümüzde bu “evlilik” denilen kamu sponsor şirketlerini tamamen mi reddetmelidir?

Zafer Yalçınpınar: Bir kere, senin de vurgulamaya çalıştığın gibi evlilik dediğimiz resmî birliktelik türü (eğer boşanma ile sonuçlanırsa işbu boşanma süreçleri de dâhil olmak üzere) düğün, kiralama, lojistik, ev sahibi olma, eşya satın alma, doğum, çocuğun eğitimi falan gibi çekirdek aile konularını (özellikle de son 20 yılda) endüstrileştirdi. Eskiden -yarı şakayla- “evlilik müessesesi” denirdi. Şimdilerde ekonomik işlem hacmi olarak koskocaman bir “evlilik sektörü ve endüstrisi”nden bahsedebiliriz. Fakat Oruç Aruoba, senin de aktardığın söylemle, mevcut düzeneğin kapitalist bileşenlerine işaret etmiyordu. Aile ve evlilik kavramının toplumsal katman ve halkalardaki sosyolojik etkileşimini, bu etkileşimin bireyler ve ilişki üzerindeki olumsuzluğunu anlatmaya çalışıyordu. Evlilik, şu veya bu biçimde farklı bir sosyal statü oluşturuyor ve bazı teamüllerle birlikte sosyolojik katmanları ilişkiye dâhil ediyor. Bu da birbirini seven iki insan arasındaki ilişkinin saflığını, özünü ve niteliğini -üstelik de resmî bir şekilde- değiştiriyor. Diğer sosyolojik katmanların müdahalesiyle ilişkinin özü değişiyor; sosyolojik açıdan saflığını ve sivilliğini kaybediyor. Basitçe söylersek; evlilik sonrasında -zamanla- evlenen insanların “bağlılık biçimi” değişiyor, sosyal statü nedeniyle duygusal aşınmalar, farklı öz-değerlendirmeler ve sosyal baskılar oluşuyor. Oruç Aruoba, “İle” adlı eserinin bazı epizotlarında böylesi duygusal erozyonlardan bahseder ve bu tip konuları detaylıca irdeler.   

Alparslan Beyhan: Kitabın takdiminde “Aruoba’nın yayıncılık, yayınevleri ve editörlük ortamına dair anlattığı bazı olaylar ile dile getirdiği bazı isimler -ustanın kendisinin de işbu olaylarla ve isimlerle anılmak -istemediği” için kitaba alınmadı, diyorsun. İsim vermeden de olsa, Aruoba, nelerden/kimlerden dertliydi o sıralar?

Zafer Yalçınpınar: Bu sorunun cevabını geleceğe bırakıyorum. Fakat bu soruna -zamanı gelince- en yüksek perdahtan cevap vereceğimden emin olabilirsin. Tüm taifeye, hepinize, bu güzel sorular ve yaklaşımlar için çok teşekkür ediyorum…

31 Mayıs 2021
upas.evvel.org



Oruç Aruoba, Usta Defteri
(Aktaran: Zafer Yalçınpınar)
6:45 Yayın, Nisan 2021
Satın almak için tıklayın…


Hamiş: Yaklaşık 15 yıldır, EVV3L kapsamında gerçekleştirilen “Oruç Aruoba Arşivi” çalışmalarının tümüne http://evvel.org/ilgi/oruc-aruoba adresinden ulaşabilirsiniz

May
31
2023
--

Ustamız Oruç Aruoba’yı saygı ve özlemle anıyoruz…


Oruç Aruoba (14 Temmuz 1948 – 31 Mayıs 2020)
(Fotoğraf: Zafer Yalçınpınar8 Mayıs 2011)


(…)
Yaşamın, seni ulaşman gereken düzeyin altında tutmağa çalışan eğilimlerle (bu arada kendininkilerle de) savaşmakla geçecek. –Bu yüzden de, ulaşman gereken düzeye ulaşamayacaksın; yani, başarılı olacak o eğilimler, sonunda. Zaten, belki, istedikleri de budur:

Senin, onlarla savaşmak yüzünden, ulaşman gereken düzeyin altında kalman…

Ama savaşacaksın, gene de: sonuç her iki durumda da aynı olmayacak mı zaten – sen, zaten, ulaşman gereken düzeyin altında kalmayacak mısın ki? –Ama, savaşırsan, en azından (nereye gelebilirsen) geldiğin düzeye savaşarak gelmiş olacaksın –bu da boşuna olmayacak.

Oruç Aruoba
“De Ki İşte”, Metis Yayınları, 2001, s.44



Oruç Aruoba, Usta Defteri
(Aktaran: Zafer Yalçınpınar)
6:45 Yayın, Nisan 2021
(Özel eklentilerle genişletilmiş, bahar nüshası!)


Usta Defteri‘nin Upas Yayın kapsamında yayımlanan
pdf biçimli tam metnine bit.ly/ustadefteri
adresinden ücretsiz olarak ulaşabilirsiniz.


Usta Defteri‘ne dair gerçekleştirilen
özel bir söyleşiye http://upas.evvel.org/?p=1628
adresinden ulaşabilirsiniz.


EVV3L kapsamında yayımlanan 
Oruç Aruoba Çalışmaları‘na
aşağıdaki adreslerden ulaşabilirsiniz:

1/ http://evvel.org/ilgi/oruc-aruoba
2/ http://evvel.org/ilgi/oruc-aruoba/page/2
3/ http://evvel.org/ilgi/oruc-aruoba/page/3
4/ http://evvel.org/ilgi/oruc-aruoba/page/4

May
29
2023
--

SEÇİMLERE DAİR İKİ ÇİFT LAF! (29 Mayıs 2023)


İKİ ÇİFT LAF!

Uzun zamandır “kendimle konuşmalar” başlığı altında bir şeyler kaleme almıyordum. Fakat, 2023 seçimleri vesile oldu, bu köşeden zaman zaman yazmaya devam edeceğim. Çünkü birilerinin yalın gerçekleri dile getirmesi gerekiyor.

Öncelikle hemen ifade edeyim; ben bir AKP’li değilim ve hayatımın hiçbir döneminde AKP’ye oy vermedim. 44 yaşımdayım. Ailemin üç kuşağı da doğma büyüme Kadıköylüdür, Cumhuriyet’in ilk yıllarından günümüze -tüm zorluklara ve problemlere rağmen- Kadıköy’de yaşıyoruz, evimiz barkımız, işimiz gücümüz Kadıköy’de…

Kendimi bildiğimden beri siyasal görüşüm sosyalizmdir ve felsefi açıdan diyalektik materyalizmi benimseyerek yaşamımın her alanında uygulamaya çalışırım. Özellikle entelektüel ve kültürel alanda sol görüş ve aydınlık bir gelecek için mücadele ettim, bedeller ödedim.

Kılıçdaroğlu’nun 11. yenilgisini yaşadığı bu seçimde de -tıpkı yenildiği diğer seçimlerde olduğu gibi- gene Kılıçdaroğlu’na oy verdim. Üstelik bu kez yenileceğinden tamamen emin olmama rağmen, gittim son kez -haklılığın inadına inanarak- gene oyumu Kılıçdaroğlu’na verdim. Fakat, bu seçimle birlikte anladım ki Kılıçdaroğlu kazanmak istemiyor ve küresel neoliberal düzenin ayarlı muhalefetiyle tatlı tatlı yoluna devam etmek istiyor sadece…

Entelektüel ve kültürel açıdan bağımsızlık ile özgürlük adına memleketimizde sosyalist birikimin oluşması için en çok emek verenlerden, en çok inananlardan -ve en çok bedel ödeyenlerden- biriyim. Bugün ise Kılıçdaroğlu’nun kişisel hırslarla, parti içi anti-demokratik yaklaşımlarla, yanlış kararlarla, uzgörü eksikliğiyle ve yanlış modellerle bir kez daha başarısız olduğunu görüyorum. Gezi parkı direnişinden günümüze 10 yılda olgunlaşan tüm entelektüel ve eylemsel sosyalist birikimin 2023 seçimlerinde heba edildiğine tanık oldum.

Hicap duyuyorum!

Kılıçdaroğlu’nun en büyük hatası -belki de zaafı veya tutsaklığı- neoliberal düşüncenin sinsi yöntemleriyle kandırılarak, gerçeklere gözünü kapamış olmasıdır. İkinci büyük hatası da, gene neoliberalizmin dümen suyunda giderek yerel kitlelere bu gerçekliği aşılamaya çalışmasıdır. Seçim yenilgisinden sonra bile neoliberal düşünceye ve hayallere kapılarak seçmeninin gerçeklerle bağını “kökünden” koparmaya çalışmak da çok büyük bir yanlış… Çünkü memleketimizde neoliberalizmin besleyerek marjinalleştirdiği yarı-aydın tipolojiyle (Tarkanlarla, Cem Yılmazlarla, twitter-youtube fenomenleriyle, zikzak kuşağının pop kültürüyle, hızlı tüketim kültürüyle, finansal plazacıların spekülasyon planlarıyla, yerel yönetimlerin liyakatsiz ve rantçı kadrosuyla, beyaz yaka şımarıklığıyla, sahte entelektüellerle, bölgesel çıkar gruplarına lehtarlıkla) sosyal medya muhalefetiyle, bol keseden atıp tutmakla, sosyal medyadaki görüngülerle, tatlı su solcularıyla, duyarlılık kasmakla, tıklanma sayılarıyla, anlamsız aritmetik seçim hesaplarıyla, kaset siyasetiyle falan “güven veya itibar” kazanılmaz. Seçim de kazanılmaz tabiî ki… Bu hâllerle, bu yarı-aydın tipolojisi davranışlarını takip ederek sadece ve sadece kendi içinize hapsolduğunuz dar çevrenizi oyalarsınız!

Güven ve itibar “elini taşın altına koyarak” kazanılır. “Elini taşın altına koymak ne demek?” diye soranlara Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatını, mücadelesini, bağımsızlık savaşını ve 1923 devrim tarihini “doğru” okumalarını öneririm. Kazanmak için gerçek bir şey yapmalısınız!

Söylemlerinin ve eylemlerinin merkezine Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün açtığı anti-emperyalist yolu ve sosyalizmin yalın gerçeklerini koymadığı sürece CHP’nin başarılı olması mümkün değildir. Şu anki mevcut yaklaşımla devam ederse ve kurucu özüne dönmezse varlığını idame ettirmesi bile çok zor CHP’nin… Böyle devam ederse başka oluşumların, düşüncelerin ve neoliberal tuhaflıkların içinde eriyip gider… Emmanuel Macron modelini takip ederek “benzemezlerin bir araya geldiği neoliberal bir ittifak”la bu seçimin kazanılamayacağını, halkımızın böylesi bir ittifaka güvenmeyeceğini, teveccüh etmeyeceğini herkesten çok CHP kadrolarının biliyor olması gerekirdi. Biliyorlardı zaten!

Sözüm o ki kendinizi daha fazla kandırmayın! Halkı oyalamayın!

Eğer bir kişi “Ben sosyalistim!” diyorsa, şu üç temel kurala bağlı kalmak zorundadır:

1- Hakikat yolundaki kalb ve vicdan arayışınızı -her şeye rağmen- sürdürmelisiniz. İnsancıl sosyalist düşüncenin tarihini bilmelisiniz ve bu doğrultuda erdemli davranmalısınız. Kapitalizmin pazarda alıp sattığı bir metaya veya eşyaya dönüşmemelisiniz! Büyük insanlığınıza -her zaman, her yerde, her koşulda- sahip çıkmalısınız.

2- Küresel sömürü düzenine karşı memleketinizin özgürlüğü ve bağımsızlığı için gerçekten mücadele etmelisiniz. Memleketinizin ve halkın sömürülmesine izin vermemelisiniz.

3- Halkı kandırmanın hiçbir mazereti yoktur! Halka yalan söylemek suçtur! Yalın gerçeklerle bağınızı koparmamalısınız!

Aydınlık bir gelecek isteyen ve bilmem kaç şeçimdir sahte muhalefet unsurları tarafından oyalanarak yenilgi ve umutsuzluk duygusuyla iç içe yaşayan kitleler, bahsettiğim üç kuralla kendi kapılarının önünü süpürmek zorundalar… Ben öyle yapacağım. Kimse kusura bakmasın: Dost acı söyler! Kılıçdaroğlu ve kadroları çekip gitmeli artık!

Zafer Yalçınpınar / 29 Mayıs 2023



Orhan Veli, Yaprak Dergisi, 15 Mayıs 1950

Hamiş: Yalçınpınar’ın tüm köşe yazılarını http://evvel.org/ilgi/kendimle-konusmalar adresinden okuyabilirsiniz.

May
28
2023
--

SEÇİM 2023

hafif üşüyorum
arkadaşlar yanlış hesaplamışlar
bu mayıs gecesinde
şark halıları ıslak
sayısal ormanların denizinde
aritmetik yanılıyoruz
yanlış hesaplamışlar
_____________arkadaşlar
________________arkamızdan
el sıkışarak el koydular
söz vererek söz aldılar
_____________arkamızdan
________________arkadaşlar

kazanılamayan tercihler
hissedilemeyen özgürlük
ve ayarlı yenilgi en yücesinden

halbuki çok mutluyduk bu bahçede
önce göz sonra el koydular
bahçemizin yarısına
____________kaldırım yaptılar
__________________arkamızdan
______________________arkadaşlar

fakat bahçemizin diğer yarısı
____________________hâlâ bahçe
erik ağaçlarıyla birlikte
yerin ve göğün tarihini taşıyor
_____________________geleceğe

Zafer Yalçınpınar
18 Mayıs 2023


Hamiş: Yalçınpınar’ın tüm şiir kitaplarını http://bit.ly/zypsiir adresinden ücretsiz pdf olarak okuyabilir ve arşivleyebilirsiniz.

May
25
2023
--

Kadıköy’ün İmge Sahaf’ı kapandı!

Bugün, Kadıköy’ün merkezi kültürel kıymetlerinden biri olan İmge Sahaf’ın artan kiralar ve dönemsel ekonomik zorluklar nedeniyle kapandığını öğrendim. İmge Sahaf (ve sonradan İmge Sahaf’la birleşen Gençler/Dostlar Sahaf) yirmili yaşlarımdan bu yana vazgeçilmez uğrak mekânımdı. Efemeratik edebiyat koleksiyonumdaki en kıymetli eserlerden bazılarına ulaşmamda (evvel.org’da paylaştığımız edebiyat ve şiir buluntularında) İmge Sahaf’ın önemi/payı büyüktür. Haluk Ceylandağ ile Babür Bey hiçbir zaman, hiçbir koşulda benden entelektüel dostluklarını ve desteklerini esirgememişlerdir.

Özellikle Kadıköy’e musallat olan “hızlı tüketim, eğlence, dükkân-emlak-rant baronları ve vurgunculuk tipolojisi” nedeniyle Kadıköy öz niteliklerini hızla kaybediyor. (Belki de çoktan kaybetmiştir, işler kontrolden çıkmıştır ve Kadıköy’ün ruhu çoktan tükenmiştir bile! Maşallah… Kadıköy Belediyesi de bu duruma ses çıkarmayıp en kritik konularda bile rantçıların kulağına ‘yürü ya kulum’ diye fısıldayarak mevcut hızlı tüketim ve rant ortamını eksiksiz bir şekilde ruhsatlandırıyor!) Ve sonuçta Kadıköy’de harcadığım gençlik yıllarımın en önemli, en kıymetli kültürel mekânlarından biri daha kapanıyor yine! (Büyük ihtimalle İmge Sahaf’ın yerine meyhane, kebapçı veya yeni nesil türevi cafe-bistro vs açılır…) Kim ne derse desin; yerden göğe kadar üzülüyorum! Kadıköy can çekişiyor!

Hem böylesi tükenişlere şahit olacak kadar yaşlandığım için, hem Körler Ülkesi şiirsel geçmişi en güçlü noktalarından birini kaybettiği için, hem de mevcut Kadıköy’ün içine düştüğü bu kötücül nihai ahval için -gerçekten ve gerçekten- çok üzülüyorum.

Sahicilikle
Zafer Yalçınpınar
25 Mayıs 2023


Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “imzalı” ilgilere http://evvel.org/ilgi/imzali adresinden ulaşabilirsiniz.

Nis
17
2023
--

Oktay Rifat’ın Önemi… UPAS’ta…

Oktay Rifat’ın poetikasındaki alan derinliğinin, Garip ve İkinci Yeni şiir akımları arasında hareketlenen bir bağlaç bölgesi oluşturduğunu -ki Cemal Süreya bunu bir tür ters ama yadsınamaz eklemler bütünü olarak görür- sezmemden sonra, Oktay Rifat’in önemi daha da belirginleşti. Zaten bugün, sıkışmış, hem kültürel, hem de imgesel açıdan “hareket alanı daralmış” beylik bir edebiyat ortalığının vasatî havasını -şiir ödülleri, antolojiler, kitap tanıtım dergileri, edebiyat etkinlikleri ve mağaza vitrinleri gibi hileli enstrümanlar aracılığıyla kandırılan- heveskâr bir kitle içine çektikçe, yani edebiyat ortalığı dediğimiz ortalama, işbu “verili vasat” havayı kabul edip hileli bir suhuletin pürüzsüz ezber alanına yerleştikçe, Oktay Rifat gibi poetik açıdan üssel başarılar elde etmiş, yani imgelemin doruklarına temas etmiş şairlerin önemi daha da artıyor. İkinci Yeni’nin de öyle…

Tıpkı İkinci Yeni akımının sürekli genişleyen ve geleceği belirleyen şiirsel bir devinimi daha yukarılara taşıması gibi Oktay Rifat’in şiirleri de “imgesel parlaklık(kontrast)” diyebileceğim üssel bir dil kurarak geleceğe uzanmaktadır.

Oktay Rifat poetikasının bu etkili yürürlüğünün zirve(peak) noktasını “Perçemli Sokak” (Yeditepe Yayınları, 1956) adlı şiir kitabında görüyoruz. İkinci Yeni şairlerinin “ivedilikle, bir gecede” yazıldığını varsaydığı Perçemli Sokak’ta kendisini gösteren “imgesel parlaklık” son derece etkilidir, etkisini hâlen sürdürmektedir. İkinci Yeni taifesi bu aşkın etkiyi bir tür “apansız oluşum, otomatik yazım” sanmışlar ya da öyle olmasını umut etmişlerdir. (…) Zafer Yalçınpınar


Yazının tam metnini http://upas.evvel.org/?p=728 adresinden okuyabilirsiniz.


Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.

Nis
15
2023
--

instagram’da; 6000. gönderi


Bu “apsis” fotoğrafı instagram hesabımdan (http://instagram.com/evvelfanzin) yayımladığım 6000. gönderi…. “Ne anladın bunca zamandan, bunca görmekten, bunca düşünmekten?” diye sorabilirsiniz. Bunca ân ve yaşantı parçası -gerçekten de- neyi ifade ediyor, neyi çerçevelemeye çalışıyor? Cevabım şöyle olsa gerek: “Gök kubbede bâkî kalan hoş bir sadâ” ya da Oktay Rifat’ın 1946’da yayımladığı şiir kitabının adı: “Yaşayıp Ölmek Aşk ve Avarelik Üzerine Şiirler” … (Zafer Yalçınpınar)


Nis
06
2023
--

Oruç Aruoba, Usta Defteri’nin Bahar Nüshası 2 Yaşında…


Oruç Aruoba, Usta Defteri
(Aktaran: Zafer Yalçınpınar)
6:45 Yayın, Nisan 2021
Satın almak için tıklayın…



Usta Defteri‘nin Upas Yayın kapsamında yayımlanan
pdf biçimli tam metnine bit.ly/ustadefteri
adresinden ücretsiz olarak ulaşabilirsiniz.


Usta Defteri‘ne dair gerçekleştirilen
özel bir söyleşiye http://upas.evvel.org/?p=1628
adresinden ulaşabilirsiniz.



EVV3L kapsamında yayımlanan 
Oruç Aruoba Çalışmaları‘na
aşağıdaki adreslerden ulaşabilirsiniz:

1/ http://evvel.org/ilgi/oruc-aruoba
2/ http://evvel.org/ilgi/oruc-aruoba/page/2
3/ http://evvel.org/ilgi/oruc-aruoba/page/3
4/ http://evvel.org/ilgi/oruc-aruoba/page/4

Mar
13
2023
--

evvel.org 20 yaşında!


Okumakta, takip etmekte bulunduğunuz bu büyük betiği (aksak kolajı) yayımlamaya/oluşturmaya başlamamın üzerinden tam 20 yıl geçmiş…

Bu kadar retoriğe ve kozmopolit yaşama karşın çelişkisiz bir bütün olmak çok zor artık. Bunu kabul etmeliyiz. Günümüz metinlerinde dizge, kurgu ve kronoloji yavaş yavaş değerini, işlerliğini yitiriyor. En başta bunu hissettim. Sonra da kendimi şurada buldum;  “çağrışımlar” ve “yan anlamlar”la ilerleyen, anlatmak yerine sezdirmeyi yeğleyen, “öncesi” ile “sonrası” yitmeye yüz tutmuş, nedensellik, planlama ve mühendislik güdüsü  azaltılmış -hatta yok edilmiş- bir şeyler (betik) oluşturulmalı… Ancak tümüyle de saçmacılık oynayamayız; yani “aksak” da olsa üç aşağı beş yukarı bir tını, bir duruş olmalı, sezdirilmeli… “Parçalar” olmalı ve araya “sus”lar konmalı… Bu garip betik, hangi edebiyat akımından ya da yazınsal türden, hangi eserden olursa olsun sadece fragmanlar tarafından oluşmalı… Metinler ve onların oluşturduğu kolaj, İlhan Berk’in deyişiyle “bir cehennem provası” gibi işlenmeli, seçilmeli… Bir adım daha ileri giderek, oluşturulan bu kolajın fragmanları da aksamalı, serbestleşmeli, yeni metinlerle, geribildirimlerle ve kesitlerle büyümeli, stokastik süreçler gibi, bir sarhoşun bir çizgi doğrultusunda yürümesi -aslında yürüyememesi- gibi ilerlemeli ve bütününe bakıldığında atonaliteye benzer bir şeylere(betik) ulaşılmalı…

İşte, okuduğum, dinlediğim ve yazdığım metinlerin  arasından tuttum, “parçalar” aldım. Bunlar benim “yazın” sezgilerime ve  kafama  göre güzel “şey”ler; deyişler, söylemler, olaylar, dizeler, tümceler, haberler, karakterler… Sonra da onları buraya -bu blog sitesine- kaydettim. Aynı zamanda benim için büyük bir “alıntı defteri” varoldu. “Aksak Kolaj” fikri böyle çıktı; bir büyük “betik” oluşturmanın coşkusu –belki de özgürlüğü- tüm bunlar…  Ve bir akıl karışıklığı, bir yandan da “kayıt altına alma güdüsü”…

Daha önce (2003-2006) bu işi “sonrasızlık” adında basılı bir fanzin yayımlayarak gerçekleştiriyordum. Fanzin İstanbul/Kadıköy’de 100 adet basılıyor ve dağıtılıyordu. 2006’da internet üzerindeki yeni teknolojiyle (blog sistemiyle) birlikte  “sonrasızlık” adını verdiğim/dikiş attığım bu “aksak kolaj” daha büyük, sınırsız ve işlek hale geldi… Geribildirimlerin, yan metinlerin, açılımların da eklenebileceği bir “cehennem yeri” oldu.

Şu an okumakta, takip etmekte bulunduğunuz bu büyük betiği (aksak kolajı) yayımlamaya/oluşturmaya başlamamın üzerinden tam 20 yıl (2003-2023) geçmiş…

Poetika çalışmalarımı, efemeratik koleksiyon arşivimi, değinileri, duyuruları, anlatıları, şiirleri, dizeleri, ifşaatları, lobutları, buluntuları, Ece Ayhan, İlhan Berk, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Oktay Rifat, Kuzgun Acar, Kerim Çaplı, Yavuz Çetin, Sait Faik, Oruç Aruoba, Bedri Rahmi, Abidin Dino, Nâzım Hikmet araştırmalarımızı (sonrasında Uğur Yanıkel, Duygu Gündeş, Özge Dirik gibi erken kaybettiğimiz sıkı dostlarımız için saygı çalışmalarımızı) alıntıları, etkinlikleri, tartışmaları, incelemeleri, fotoğrafları, çağdaş-kavramsal ve saf sanatı, gerçeküstücülüğü, dadacılığı, Kadıköy’ü, bağımsız müziği, blues, caz ve rock’n roll’u, söyleşileri, izlenimleri, deneyimleri, eski-yeni-nadir-imzalı kitapları, sahafları, e-kitapları, UPAS’ı, dergileri, sokak sanatını, dilbilimi, felsefeyi, paylaşımları, mücadeleleri ve tüm bunların etrafında yer alan insanları (ve aksine insan olamayanları) kısacası her şeyi -ama her şeyi- aklıma getirdiğimde söz konusu 20 yıl bana 200 yıl gibi geliyor…

Bu kalabalık beni yoruyor ama mutsuz etmiyor. Aksine umut veriyor, zinde tutuyor… Ve bu yükün insanı insan eden akkor sahiciliğini yaşamım boyunca taşımaya, çoğaltmaya devam edeceğim.

Sonuçta, ölene kadar yazmaya kararlıyım, ama bunu kimseye önermiyorum.

Zafer Yalçınpınar
2003-2023


“EVVEL.ORG” ŞiARLARI

1/ evvel.org,  bir efemeratik edebiyat, kültür, sanat ve koleksiyon arşividir. Yaşamsal ilgileri doğrultusunda kapsamlı ve heveskârdır.

2/ evvel.org içeriği ve taifesi, “açık kaynak” ile “özgür neşriyat” kavramlarını ve uzgörüsünü benimsemiştir. Bununla birlikte, binlerce yıldır süre gelen yayın ahlâkına da saygılıdır.

3/ evvel.org ve taifesi,  edebiyat-sanat oligarşisi ile bu oligarşinin yarattığı “Yeni Sinsiyet” tipolojisine, ödüllendirme sistematiğinin tüm bileşenlerine, yayıncılık istismarlarına ve retorik arsızlıklarına karşıdır.

4/ evvel.org’un poetika çalışmaları “imgelemin özgürleşmesi” kavramının alan derinliğinde yürür.

5/ evvel.org ve taifesi, her devr-i daim, hakikat yolundaki kalb ve vicdan arayışına inanır. Haklılığın inadını (hak dirayetini) kendine mihenk edinmiştir. Kapsama alanındaki hiçbir gaddarlığa sessiz kalmamayı kendine şiar edinmiştir.

6/ evvel.org taifesi, “eşya değildir ve insan olmaya çalışır.”

evvel.org (2014-2023)


UPAS YAYIN VE EVVEL.ORG
ÜZERİNE SÖYLEŞİLER

Zeynep Meriç: Upas Yayın’ı kurmaya ne zaman karar verdiniz? Bu oluşumda sizi tetikleyen en önemli olay veya olgu nedir?

Zafer Yalçınpınar: Tahakkümlerden ve ezberlerden uzak bir özgür yayıncılık projesi oluşturmayı yıllardır düşünüyordum. 15 yıldır evvel.org kapsamında çeşitli edebiyat çalışmaları gerçekleştiriyorum. Çevremdeki dostlar, özellikle şiir ve poetika kapsamında evvel.org’un çok değerli bir arşiv ihtiva ettiğini, bununla birlikte fazlasıyla kişisel olduğunu sürekli dile getiriyorlardı. Haklılardı. En başından beri evvel.org’u kişisel not defterim, edebiyat ve şiir kapsamında tutulmuş bir not defteri olarak tasarlamıştım. Tuhaftır, okuyucunun ilgisini çekti falan… Neyse… 2018 yılında, evvel.org’un sub-domain’i olarak “upas” başlığını kullanmaya ve burada özgür bir şekilde dijital kitaplar yayımlamaya karar verdim. Balzac’ın bir kitabında ‘Upas’ ismiyle ve ‘Upas Ağacı’nın hikâyesiyle karşılaşmam, çok belirleyici ve tetikleyici oldu. Şu an Türkiye’de, Upas’ın dışında, şiiri, poetikayı ve imgelemin özgürleşmesi gibi kavramları yayın politikasının orjinine yerleştiren, şiiri öncelikli gören, bu kapsamda elini taşın altına koyan sadece bir-iki yayınevi var. Çünkü şiir -özellikle de sıkı şiir- iktisadi bir varoluş sergileyemiyor, satmıyor, okuru ve takipçisi az… Anlayanı ve ilgileneni de az… Bu duruma, böylesi bir çaresizliğe ve imkânsızlığa -kendimce- bir son vermek istedim.

Zeynep Meriç: Upas’ın poetikaya öncelik veren özgür bir yayın girişimi olduğunu belirtiyorsunuz. Peki, Upas’ta sadece şiir mi yer alıyor, diğer edebi türlere yer veriyor musunuz? Okurların arzuları mı size ışık tutuyor?

Zafer Yalçınpınar: Upas Yayın’da yer alan eserlerin özünü şiir ve poetika oluşturuyor. Bizim mihenk taşımız da turnusol kâğıdımız da şiirdir. Şibolet gibi… -Araştırın bakalım ‘Şibolet’ ne demekmiş- Sonuçta, öyküler, roman parçaları, roman karakterleri, polisiye, mizah, popüler kültür falan bizim dışımızda. Bizim önceliğimiz şiir… Sıkı şiir… Deneysellik, avangard, dada, gerçeküstü, letterizm, görsel şiir gibi kavramları kapsam-içi görüyoruz. Bu konuda azıcık katıyız. Sıkı şiiri ve imgelemin özgürleşmesini dert edindik. Yaşamdaki şiirselliğin arttırılması, şiir birikiminin arttırılması, şiir dilinin geliştirilmesi, sezgisel ve bilişsel bir auranın yaratılması, şiirin dilimizdeki sürdürülebilirliği, şiirsel yükün ihtiva ettiği kalp, vicdan ve hakikat duygusu bize yol gösteriyor. Tabiî ki okurumuzu da önemsiyoruz: Sıkı, olgun, güçlü ve geleceği belirleyen bir şiir dilini ve poetikayı okura sunarak, böyle yaparak okurlarımızı önemsiyoruz.

Zeynep Meriç: Upas’ın varoluşunda İlhan Berk ve Ece Ayhan’ın önemi nedir? Bu doğrultuda şiirsel çizginizden ödün verdiniz mi hiç? ‘Dilin imkânlarının genişletilmesi’ gerekliliğinden mi yanasınız sürekli?

Zafer Yalçınpınar: Şiirsel çizgimizden ve şiirsel maksadımızdan ödün vermeyiz. İlhan Berk ve Ece Ayhan da taviz vermemiştir. Sıkı şairlerin en büyük özelliği budur. Tarihsel varoluş, yazgı veya lanetimiz böyledir maalesef… Ece Ayhan ve İlhan Berk’in önemi, Dünya’daki 1950 şiir hareketinden yola çıkarak 2020’lere uzanmayı başaran dilsel uzgörü çizgilerini Türkçe’de oluşturabilmelerinde gizlidir. Felsefi bir boyut, yaşama alan derinliği katan dilsel bir sınırsızlık… Türkçe’deki şiir dilinin günümüze uzanan en başarılı motiflerini bu iki şairin zihnindeki bilişsel harita belirlemiştir. Dikkat ederseniz ‘İkinci Yeni’ akımı demiyorum. 1950 şiir hareketi diyorum. Ve bu durumu derinlemesine araştırmayı sizlere bırakıyorum.

Zeynep Meriç: Basılı nüshalarınızın olmadığını söylemiştiniz. Peki, ilerleyen süreçte bu mümkün mü? Basılı nüshaya geçiş için Upas’ta büyük değişiklikler olabilir mi?

Zafer Yalçınpınar: Olabilir. Fakat şu an böyle iyiyiz. Gidebildiğimiz yere kadar gideceğiz. Ne kendimizi ne de şiir okurunu ekonomik bir külfet altına sokmak istemiyoruz. Şiiri neo-liberal sisteme sokmak istemiyoruz. Dijital yayıncılığın, yeni nesil yayıncılığın güzelliği de budur zaten… Şiire neo-liberal girişimci bir tavır yüklemek isteyen muhteris tipolojiden de yıllardır -açıkça söylüyorum- nefret ediyoruz.

Zeynep Meriç: Okurlarınız yayınlarınıza nasıl ulaşabilir? Sitedeki etkinlikleri nasıl takip edebilir?

Zafer Yalçınpınar: Cevap sorunuzda bulunuyor zaten… Cep telefonunuzdan, tabletinizden veya bilgisayarınızdan upas.evvel.org adresini ziyaret etmeniz yeterli… Tek tıklamayla kitaplarımızı, tüm paylaşımlarımızı ücretsiz olarak indirip pdf biçeminde okuyabiliyorsunuz, arşivleyebiliyorsunuz. Sosyal medyada da çok aktifiz. Duyurularımız da etkinliklerimiz de… Kısacası, her şey bir tık uzağınızda… Daha ne olsun. Büyük hizmet!

Zeynep Meriç: Bilginin bu denli karmaşık ve kirli olduğu dönemde basılı yayının azalmasını ve dijital yayınların çoğalmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu durum yayımlanan eserlerin değerini arttırıyor mu, azaltıyor mu?

Zafer Yalçınpınar: Vallahi, bizim yayınladığımız eserler Mars gezegeninin dilinde yazılmıyor. Türkçe yazıyoruz… (Gülüyor) Aynı harfler, aynı dil… Kâğıdın üzerinde veya kitabın içinde olsun ya da ekranda dijital kitap biçeminde olsun son derece özenli ve titiz çalışıyoruz. Şiir dili, redaksiyon, mizanpaj ve diğer tasarımsal öğeler konusunda basılı yayınların çoğundan özenliyiz. Belki, koleksiyonerler için bazı basılı deneylerimiz de olacak gelecekte… Bakacağız.  

Zeynep Meriç: Upas’ı bundan sonra nerede göreceğiz?

Zafer Yalçınpınar: Upas Yayın’ın poetikası bir fısıltı gibi yayılır. Hiç ummadığınız bir anda bizim yayınlarımızla veya bizatihi bizimle karşılaşabilirsiniz. Fakat şunu söyleyebilirim; kitap fuarlarında, mikrofon arkalarında ya da ışıltılı podyumlarda birer dünya güzeli veya doksozof gibi kırıtmayacağımız kesin!

Zeynep Meriç: Devam eden veya başlayacağınız yeni bir proje var mı? Son olarak neler söyleyeceksiniz?

Zafer Yalçınpınar: Birçok gayretimiz var. Şiir aurasına, şiirsel alan derinliğine görsel ve işitsel eklemler sağlamak istiyoruz yakın gelecekte… Sıkı şiiri desteklemeye ve şiire öncelik vermeye devam edeceğiz. Son olarak, ne diyeyim, gözünüz, kulağınız upas.evvel.org’da olsun. Ve tabiî ki bu çevik söyleşi için de sana çok teşekkür ederim.

Ekim 2019


Emin Karabal: Öncelikle Evvel Fanzin kendini ilk bakışta nasıl tanımlar? Bir şeylerin platformu mudur; öyleyse “neyin” veya “kimin” platformudur? Evvel Fanzin’in eklem noktaları nelerdir?

Zafer Yalçınpınar: “Bakış” dedin ya, aslında çok güzel bir yerden yaklaştın… Evvel’i, geçmişin sıkı değerlerine yani geleceğe uzanan, uzanmakta olan değerlere doğru yaşamsal bir bakış olarak tasavvur etmek gerekiyor. Bu bakışı bir “anlamlandırıcı”, “sezinleyici” ya da “değerleyici” olarak ifade edebiliriz. Evvel’in bakışı ve süzülümü boşluğu rahatsız ediyor. Paul Valéry’nin çok sevdiğim bir dizesi vardır; “Boşluk, bakışlarımın biçimini taşıyor.” (Sessizlik…) Neyse… Sorduğun soruya fazlaca mistik yaklaştığımı fark ettim. Sonuçta Evvel -birincil olarak- edebiyat, yazar, şiir, şair ve sanat efemeraları ile belgelerini derleyerek insanlarla paylaşan, insanların edebiyat-sanat buluntularına erişebilecekleri bir platformdur. Kısacası Evvel, bazı konuların ve insanların “fan”ıdır. Edebiyat ile şiir konusunda son derece ilkeli, derli toplu, kendine güvenen, yerinde ağır ve poetik bir mekândır. Farklı sanat disiplinlerinde kendilerini kanıtlamış, ancak yaşantılarına bakıldığında içsel açıdan kardeş olan Ece Ayhan, Kerim Çaplı ve Kuzgun Acar ilk aklıma gelen isimler… Sait Faik, Bilge Karasu, Oruç Aruoba, İlhan Berk de Evvel’in önem verdiği isimler arasında… Bu insanlara ait her türlü efemerayı, şiiri, buluntuyu, dergilerde kalmış yazıları, kaynakları paylaşıyoruz. Evvel’e “fanzin” dememiz de bu noktadan kaynaklanıyor. Bununla birlikte, Evvel’in özellikle ilgilendiği birçok konu başlığı da var; dilbilim felsefesi, caz, sokak sanatı, fanzinler, bağımsız sinema, sahaflar, imzalı kitaplar, özgür neşriyatlar, adalar kültürü ve Marmara(Mermer) Adası, İstanbul-Kadıköy Kültürü, Fenerbahçe Spor Kulübü tarihi, koleksiyonerlik kültürü, eski ve yeni edebiyat dergileri, edebiyat ve sanat oligarşisine karşı verilen mücadeleler, ikinci yeni şiir akımı… Peki, tüm bu konular ve ilgiler kimin için… Duvar saatleri gibi ahmak ve kibirli olmayan, eşyadan çok insana benzeyen herkes için.

E. K.: “Evvel”, “Sonrasızlık” ve “P.A.T.”, daha da geriye gidersek “Kuzey Yıldızı” ile nasıl bir ilişki içinde? Bu dönüşüm süreçlerine, en çok da Evvel dönüşümüne etkeyenler nelerdir?

Z.Y.: Bu oluşumların ortak yanı şiir ve hakikat arayışıdır. Bu yolda çaba göstermek, inanç ve inattır. Kafamda sürekli çınlayan iki imge var. İlki kimin dizeleriydi şimdi hatırlamıyorum; “yıldızlara yakın olmak isteyenler, kasabalarını uçurumlara kurarlar.” İkincisi ise Nâzım Hikmet’in  dizelerinden… Demin de atıfta bulundum; “duvar saatleri gibi ahmak ve kibirli olmamak / eşyadan çok insana benzemek”. Bu iki imgelem ve duruş çok önemli… Bu duruş bir evrilme gerektiriyorsa, Evvel de evrilir.

E.K.: Evvel sadece internet tabanlı bir yapıya mı sahip yoksa bir baskı uzantısı var mı?

Z.Y.: Evvel, bilinçli olarak interneti kendine medya olarak seçmiştir. Edebiyat, şiir araştırmaları, arama, atıf, takip imkânları, arşivleme, tasarım ve maliyet avantajları, söylem-bağlam analizi kolaylığı, pdf paylaşımı ve özgür neşriyat düşüncesi, tenkit-cevap hızı açısından ve tüm editöryal enstrümanlarıyla internet çok verimli ve kuvvetli bir zemindir. Ben internet yayıncılığı için yaftalanan olumsuz düşüncelere katılmıyorum. İnternet yayıncılığının olumlu gelişmelere vesile olacağını düşünüyorum. Bakın, internette yazılanlar Marsça yazılmıyor! Yazanlar da Marslı değil! Tıpkı diğer medyalarda, matbu dergilerde olduğu gibi internette de kötü yazarlar, kötü eleştirmenler, üleştirmenler, kötü şiirler, cukkacılar, statükocular, sahici olmayan şairler filan var. Ama bunun tersi de yani iyileri ve sıkı olanları da var. Ve bence Evvel gibi platformlar arttıkça sahici edebiyat ve sıkı şiir, imgelemin özgürleşmesi adına çok önemli birer mihenk taşı haline gelecektir.

E.K.: Evvel’in deyimiyle “Aksak Kolaj”ı iskeletlendiren, tam dağınık bir cisim bırakmayan öğeler tam olarak nitelendirilebilir mi? Blog üzerinden yayın yapan Evvel’in biçimini bu “Aksak”lık mı oluşturuyor?

Z.Y.: Bu biçimi ve türevlerini benimsedim, göze aldım. Tıpkı müzikte, caz davulcularında ve caz cümlelerinde olduğu gibi… “Anlam”ın coşkusuzluğunu böylesi bir biçimle ve “aksak”lıkla azaltabilirsiniz ancak… Post-endüstriyel dönemin en önemli karakteristiğidir bu fragmante biçim… Evvel’de yer alan kılavuzda söz konusu fragmante yapının gerekçelerini uzun uzun yazdım, oradan okunabilir. Fakat şunu da ilave edeyim hemen; Evvel’in karakterini “standartlaşma, azamileşme, senkronizasyon, uzmanlaşma, yoğunlaşma ve merkezileşme” gibi endüstriyel aksiyonlardan kaçınması hatta bunlara karşı durması belirliyor… Belirleyecek de.

E.K.: Eski platformlardan bu yana gelen okuyucuları dışarıda bırakırsak Evvel, yeni okuyucuyu nasıl görüyor, kendisini nasıl göstermek istiyor? Önceki soruda sorduğum öğelerle yeni okuyucunun geneliyle arasında bir ilişki kurmak mümkün mü?

Z.Y.: Evvel, okuyucusunu ciddiye alan, önemseyen özenli bir platformdur. Okuyucusu da Evvel’i ciddiye alır, önemser, Evvel’e özen gösterir… (Sessizlik…) Tekrar edeyim; Evvel’in takipçileri ile destekçileri “kültür endüstrileri” karşıtı bir mizaçla sahici edebiyatı ve şiiri arayacak,  yeni sinsiyet tipolojisine ve kifayetsiz muhterislere karşı duracak, bazı değerleri “gözleri gibi” koruyacak özenli ve sahici insanlar olacaktır.

E.K.: Evvel’in statik olmaktan çok, eleştirileri ve bildirileriyle yeni bir arayış içinde olduğunu varsayıyoruz… Evvel, kendisinin ileride el vereceği teşkilin nasıl olduğunu sezinleyebiliyor mu?

Z.Y.: Evvel ve çevresi -senin de  ifade ettiğin gibi- durağan ya da etrafı çitlerle çevrilmiş bir oluşum değil. Evvel, kendini sürekli yenilemeye ve geliştirmeye çalışan, imgelemin özgürleşmesi için mücadele eden, korkusuz, ilgilendiği konulara ya da insanlara karşı sorumluluğunun ve yükünün bilincinde olan, yayımladığı poetik bildirilerde ve tenkitlerde hakikati arayan, mutat zevatların muhteris tipolojisi ile yeni sinsiyet’in retorik arsızlığına karşı olan, en önemlisi de sahici edebiyatın, sıkı şiirin, poetikanın ve sanatın haysiyetine -o “kalb ve vicdan” boyutuna- yerden göğe kadar inanan bir platformdur. Gelecekte de bu değerlerini, özelliklerini ve ilkelerini koruyacaktır. Söz konusu ilkeler kimde, nasıl tezahür olur, orasını bilemem. Kimse de bilemez. Ama tahminim, gene, yani gelecekte de “eşyadan çok insan olanların, insana benzeyenlerin” Evvel’i takip edeceğidir.

Temmuz 2011


2011 yılında dipdalga ve taifesi, edebiyat alanında uzun yıllardır kimsenin cesaret edemediği türden  bir içeriği ve kapsamı yüklenmiş görünüyordu… Taife, http://dipdalga.net adresinde (edebiyat ve şiir yayıncılığı üzerine sıkı bir soruşturma ve derlemle birlikte) yola çıkmıştı. İşbu soruşturmanın, fanzinlere ve fanzin kültürüne ilişkin kısmına  “evvel.org” bağlamında katıldım. 2011 yılında soruşturmaya verdiğim cevapların tam metni aşağıdadır:

Dipdalga: Bir fanzinin doğuşuna neden olan motivasyon nelerdir? O fanzine ilgi gösteren kişi neleri gözetir? Fanzin ilgi gösteren kişide neler uyandırır?

Zafer Yalçınpınar: Bence yazınsal, daha doğrusu sanatsal açıdan, insanın içinde tutamadığı bir şeylerin -bir farkındalığın, bir düşün, bir dizenin, bir olayın, bir sezginin, bir fikrin, bir sorunun, bir nedenselliğin, bir imgenin, yani ne yaşanıyor ise onun yarattığı duygudurumun- “dile getirilmesi”, “tınıması”, kişinin “konu” uzayındaki bir noktanın duygudurumsal bir “itki” ya da “ilgi”yle birlikte önemsenmesi, tezahür etmesi sonucunda fanzin doğar… Kısacası, duygudurumsal arkaplan açısından “özel” olan bir “ilgi”nin tezahürüdür fanzin… Özel bir ilgi, retorikten arı bir şekilde fanzinle somutlaşır, diyebiliriz. Yani, öncelikle kişisel ağırlığı olan, kişinin kendisine yönelimini, duygudurumsal olarak kendisini sınamasını, kendisini sorgulamasını mimleyen bir “ilgi” hâlidir bu tezahür… Gariptir ki bu tezahür, “medya” tanımıyla çelişir: -ama gene de yazarı, okuyucusu ya da çoğaltıcısı için “özel bir ilgiler medyası”dır aslında, fanzin…

D.D.: Fanzinler ve toplumsal mücadeleler ilişkisi nasıldır? Sovyet Devrimi’nde fanzinlerin önemine ilişkin bazı değinmeler gördüm. Türkiye’de fanzin geleneği için 1990’ların başına tarih veriliyor olsa da, -yeni olsa da- bu ilişki nasıl biçimlendi?

Z.Y.: Bu konuda belirginleşmiş bir izlenimim yok. Çünkü sorunuzun içerdiği tarihçeyi bütünüyle bilmiyorum. Zaten fanzinlerin bulanık bir geçmişi vardır. Türkiye’deki fanzin kültürünün -başlangıçta, ilk örneklerinde, ilk kez “fanzin” adının telaffuz edildiği zamanlarda- ideolojilerle sınırlanmış olduğunu ya da ideolojilerin sınıflandırdığı toplumsal mücadelerle, işbu mücadelelerin retoriğiyle, diliyle filan bir ilişkisinin olduğunu sanmıyorum. Aksi bir durumla başlamıştır her şey… Türkiye’deki fanzin kültürü, kendini “toplumsal” olanın dışında hissedenlerin kendileriyle (birkaç benzeriyle) yalnız kalmak, biraz kafa dinlemek istemesi ve “diğerleri”ni -bütünüyle- umursamamak yönünde başlamış olsa gerek… İlk dönemlerde, fanzin söz konusu olunca “diğerlerinden kendini soyutlamak” çok önemsenmiş gibi geliyor bana…

D.D.: Popüler ürünlerin yarattığı bilince karşı fanzinler nasıl bir imkân sunuyor?

Z.Y.: Sahici sanatın biricik olanı sezdirme becerisini etinde ve kemiğinde hisseden bir insan evlâdı, o “popüler ürün” dediğiniz şeylerle karşılaştığında büyük bir “pazar/ekonomi/iktisat” bulantısı yaşıyor. Oysa ki “Yeni Kapitalizm”in hilebaz ve sinsiyet içeren tipolojilerinden, piyasadan uzaklaşmak, biricik olana yakınlaşmak, biricik olandaki tözü sezmek ve endüstriyel olandan kurtulmak içindir sanat da fanzin de… Fanzinlerde yer alan konuya, kişiye, olaya, esere, şiire “ilgi” duyuş biçiminin bir iktisadının olmaması en önemli şeydi bence… Bu  durumda “imgelemin özgürlüğü” biçimlenebiliyordu. (Sıkı şiirde bu imkân hâlâ geçerlidir.) Bir ilginin, bir içeriğin, bir imgelemin, bir şiirin iktisadı oluşmuşsa eğer, emin olun ki o artık büyük ihtimalle sahiciliğini, tözünü ve sıkılığını kaybetmektedir. Çünkü piyasalandırılmıştır.

D.D.: Fanzin sayısının son yıllarda azaldığından bahsediliyor. Nedenleri nelerdir? Fanzincinin isyan etme gerekçeleri mi azaldı? Kültür-sanat tekellerinin iyice semirdiği, yayınlarda aynı isimlerin döndüğü bir ortamda; yaşamın nabzını tutan fanzinlerin söyleyecek daha çok sözü olması gerekmiyor mu?

Z.Y.: Panoptik gözetleme altında yaşayan sessiz yığınlar ve o yığınların devasa gölgesi… Giderek, insandan çok eşyaya benzemenin Kafkavari hâli, anatomik suskunluğu, cansızlaşması… Kendi yokoluşunun ağıtını hafifçe mırıldanan bir keşmekeş, binbir türlü yabancılaşma, anlamdışı bir kariyerizm, karakter aşınması, retorik arsızlığı ve uzgörüsüzlük, fikir kelliği tipolojisi…  Mesailer, mesailer, mesailer… Yöneticiler, yöneticiler, yöneticiler… İşler, müşteriler, küresel ağ kapitalizmi filan… Toplum mühendisliğine maruz kalanların saflığı, öğrenilmiş çaresizlik duygusu… Bugünlerde, Yeni Kapitalizm’in Kültürü’nün içerisinde ne tuhafız yahu!

D.D.: İnternetin gelişimi fanzini nasıl etkiledi? Fanzin arşiv projeleri bu geleneğin devamlılığına nasıl bir etkide bulunabilir? Elektronik ortamdaki fanzin arşivleri, fanzinin fotokopi kokan aurasını zedeler mi? Ne tür önlemler alınabilir?

Z.Y.: Bakın, ben bu internet olumsuzlamalarına katılmıyorum. Blog sistematiğiyle yayımlanan yazılar, şiirler Marslılar tarafından, Marslıların alfabesiyle yazılmıyor! Çizilen resimler, çekilen fotoğraflar filan Marslıların fırçasından, objektifinden çıkmıyor. Gözün ve sözün ucunda insanın zihni var, insanın hakikati var, olmalı, olacak! İnternette de kaleminin, gözünün, sözünün ucunda kalb ve vicdan taşıyanlar var, olmalı, olacak! İnternette kullanılan imgelem başka evrenlerin filan imgelemi değil. Zaten, bence, sıkı fanzincinin fotokopi kokan bir aurası da yok artık. O fotokopi işleri 90’ların sonunun ve 2000’lerin başının medyasıydı, çoğalım tekniğiydi. Bugünün medyası, çoğalım tekniği, internet üzerindedir…

D.D.: Mevcut kültür-sanat eleştirmenliği, edebiyatın sektörleşmesinde nasıl bir tahakküm yaratıyor? Bu sistem yeni seslere hangi ölçülerde açık?

Z.Y.: Ben, titizlikle ve özenle  icra edilen bir kültür-sanat eleştirmenliği filan göremiyorum ortada… Ne yapısal, ne de post-yapısal olarak hakikat ihtiva eden, aydınlatıcı bir eleştirmenlik göremiyorum, yok. Kısacası, ortalıkta “eleştiri” yok, “üleştiri” var. Bugün, Yeni Sinsiyet tipolojisinin çeşitli oligarşik söylemlerini, menfaat çeşitlemelerini, cehaleti ve hodbinliği primlendirişini, yandaş/paydaş etkileşimlerini, tüm o “karakter aşınması”nı filan “eleştiri” diye okuyoruz. Tarihi bir hatadır, tarihi bir ilüzyondur bugün yaşanan şu “eleştiri” dansözlükleri, kıvırtmaları… Edebiyatın, sanatın özünü terketmesi ve endüstrileşme sürecine  yönelmesidir bu… Yeni Kapitalizm’in kendine yeni “çıkar yollar” bulma çabasıdır tüm o “eleştiri/üleştiri” numaraları…

D.D.: Düzensiz de olsa uzun yıllar yayımlanmış fanzinler var mı? Fanzin eyleminin uzun soluklu olmayışının nedenleri neler?

Z.Y.: Tözle, sahici olanla süreğen bir ilişki kuramazsın. Yanarsın… Kül olursun Kerem gibi… O noktaya geldiğinde, ya sahte bir tavırla “yola devam” diyeceksin ya da yayını, bahsettiğin o fanzin eylemini durduracaksın, dinleneceksin. Her şeyi yeniden düşüneceksin, göğe bakacaksın bir süre… Bu böyledir. Fakat, düşün ki sahtecilikle, statüko arayışıyla, yalanla dolanla 70 yıl boyunca yayın hayatını sürdüren “soluksuz, yaşamsız, içsiz kalmış” bazı “mezarlık dergiler” var tarihimizde… “Bir çöplüğe dönüşmektense varlığımı noktalarım” diye düşünüyor olabilir fanzin ve çevresi… Haklı da.

D.D.: Sokak şairleri, sanatçıları fanzincilerin ruh ikizleri mi? Ortaklıklar nelerdir?

Z.Y.: Benzerliğin kökeni, hakikat yolunda kalb ve vicdan arayışıdır: “Eşya olmak” yerine “insan olmak” arzusudur. Şiir ve şair özelinde başka benzerlikler de vardır; örneğin “imgelemin özgürleşmesi” açısından içsel olarak kardeştirler…

D.D.: Metropollerde (İstanbul, Ankara, İzmir) ve dışında, kültür-sanat endüstrisine karşı duruşunu önemsediğiniz bandrollü yayınlar var mı? Varsa, isim verebilir misiniz?

Z.Y.: Kültür-sanat endüstrisine karşı veya yancı duruşuyla olmasa da bazı özel ilgilerim nedeniyle önemsediğim ve takip ettiğim bandrollü yayınlar var. Ama isim vermek istemiyorum.

D.D.: Kültür-sanat endüstrisine mesafeli bazı muhalif dergiler, dağıtım şirketlerinin istediği yüksek fiyatlar nedeniyle bu ağdan çekildi. Bu durum fanzin kültürünün özgünlüğünün ve fanzinci duruşunun bir onayı olarak görülebilir mi?

Z.Y.: Görülür… Ama çevrimsel ya da iklimsel, yani “geçici” bir onaydır bu aslında… Bak, bir şeyi açıkça ortaya koymalıyız; “dağıtımdan çekilmek” dediğin şey, “yeni kapitalizmin kültüründen çekilmek” anlamı taşımıyor. Aslında, tersine, bu “çekilme” olayı okuyucu profiline ilişkin bir kapristir, şovdur hepi topu… Misal, dağıtımdan çekildiğini söyleyen dergilerin kaçının etiket fiyatı yarı yarıya azalmış? Eminim ki çok azdır…  Yani bu “çekilmek” hikâyesi sahici bir tavır değildir. Yarın öbürsü gün, dağıtımcılara ya da benzer bir “Yeni Kapitalizm” sistemine “Eyvallah” diyeceklerdir sanıyorum, eli kulağındadır. Görürsün…

D.D.: Bildiğimiz kadarıyla fanzin eylemi, kültür-sanat aleminin dışında konumlanmayı; günlük hayatın gerçeklerinden yola çıkarak, sisteme isyanı ve direnişi ifade eder. Hiç bu öze aykırı tutumlarla karşılaştınız mı, fanzinin bir basamak olarak görüldüğü durumlarla?

Z.Y.: Evet, defalarca böylesi şeylerle karşılaştım… Özellikle de 2009-2011 arası bu konuda çok belirleyiciydi, çok kritikti. Ama en üzücüsü şuydu bence: “Yeraltı Edebiyatı” denilen söylemin bir basamak ve menfaat enstrümanı olarak kullanılmasına, alt-kültür dilinin ve imgeleminin endüstrileşmesine (yani “imgelemin özgürleşmesi” yolundan çıkarak Yeni Kapitalizm söylemlerinde erimesine) böylelikle de o alt-kültürün anlamsızlaşmasına şahit oldum. Son 2-3 yıl içerisinde “Yeraltı Edebiyatı” denen şey fabrikalaştı…

Aralık 2011


2007-2023 EVV3L İndeksi için tıklayın:
http://bit.ly/evvelindeksi

Şub
27
2023
--

Depremle birlikte, tarihin sancısı hakkında; 6 yaşındaki şiir kitabım için…


Tarihinsancısı , Pasaj69 Yayın, Şubat 2017,
Şiir Kitabı (İki bölüm halinde 19 şiir ve 45 sayfa)
Tam Metin, PDF: zaferyalcinpinar.com/tarihinsancisi.pdf
Yayına Hazırlayan: Uğur Yanıkel


DEPREMLE BİRLİKTE; TARİHİN SANCISI HAKKINDA…

Dördüncü şiir kitabım tarihinsancısı‘nın yayımlanışının üzerinden altı yıl geçmiş. Geriye dönüp baktığımda, hem editöryal-tasarımsal açıdan özgür yayıncılığa sunduğu katkı nedeniyle, hem de ağır bir tarihsel yükü imleyen (işleyen) şiirsel alan derinliği sonucunda, tarihinsancısı‘nın diğer şiir kitaplarım arasında çok farklı bir yeri olduğunu açık yüreklilikle ifade etmek zorundayım. Bu kitabın adını koyarken “Tarihin Sancısı” ile “Tarih İnsancısı” seçenekleri arasında kararsız kalmış ve kitabın ismini “tarihinsancısı” şeklinde bitişik yazarak, algıyı okurun göreceli zihnine bırakmıştım. Fakat yayımlanışından altı yıl sonra -2023’ün Şubat ayının getirdiği büyük felaketi ve yaşananları göz önüne alarak- kitabın ismini “Tarihin Sancısı” şeklinde belirleseymişim daha doğru olurmuş diye düşünüyorum. Ve aslında, örneğin, yaşadığımız depremler, depremlerin yinelenen -ve yinelenecek olan- somut ve yalın gerçeği, bu geçişken coğrafyada yaşadığımız -yinelenen ve yinelenecek olan- benzeri devasa acılar-sancılar, bizim tuhaf insanlığımıza ve geleceğimize dair çeşitli kanıtlar sunarak şiir-tarihsel bir içeriğin belirleyici rolünü sürekli işaret ediyor. Ve edecek de… Ece Ayhan bu durumu şöyle vurgular:

“Çok Eski Adıyladır gerçekten de benim 40’a yakın insan yılını bulan yazı yaşamımda varabileceğim en yetkin ve en sıkı kitabımdır. (…) Ben en güzel, en yetkin… filan diyorum ama ‘Çok Eski Adıyladır’ kitabı altı yıldır Adam Yayınları’nda ancak 300-400 kadar sattı, kalanı da hiç kıpırdamadan olduğu gibi duruyormuş.(…) Yazdıklarım bin yıllık algı ortalamasının çok altında da olabilir bakın, hepten başarısız da. (…) ‘Çok Eski Adıyladır’ için, aynı zamanda karamsardır da dedim, hem de koyusu ve zifiri. Böylesi bir ‘topluluk’ta, uçsuz bucaksız bu ‘kötülük dayanışması’ ortamında karamsar olunmaz da, ne olunur bilemem. Ama benim karanlığımın rengi akkor’dur, o ayrı.” (Şiirin Bir Altın Çağı, YKY, 1993, s.137)

Tarihinsancısı adlı şiir kitabım için tamı tamına -ne bir eksik, ne bir fazla, ne ifrat hatasına düşerek, ne de tefritte kalarak söylüyorum ki- Ece Ayhan’dan alıntıladığım değerlendirmeyle tümü tümüne örtüşen kara duygulu bir his içerisindeyim. Gerçekten de kendi poetikamı düşündüğümde, yani yaklaşık 16 küsur yılda kaleme alınmış beş şiir kitabından ve 180 küsur şiirden oluşan alan derinliğinin çok boyutlu haritasına baktığımda, imlemek istediklerimi -tarihsellikleriyle birlikte- en doğru şekilde konumlandırarak okura sunabildiğim, en yetkin, en işe yarar, öz-söyleyiş bütünlüğünü en dengeli şekilde oluşturabildiğim, kısacası, en sıkı şiir kitabımdır tarihinsancısı… Gene, Ece Ayhan’dan bir alıntıyla ifade edersek:

“Son biçim”ini alıp almadığını anlamak sorununa gelince, şiirin, buna neden “son öz” denmemiş olduğunu da düşünüyorum, izin verin de bir kömürün bir elmasa dönüşmüş olduğunu artık anlayalım! Bir şiir kıpırdanıyorsa, deviniyorsa sona ermiş demektir; sözgelimi herhangi bir şey eksikse kıpırdanmaz! Ustalar şunu çok iyi anlayacaklardır; şiir tam bir avadanlıktır, tarihsel bir avadanlıktır!… (Türk Dili Dergisi, 1982)

Bu kadar değil mesele, tarihinsancısı‘nın benim için taşıdığı çok kıymetli bir nüve daha var: Kitap, yayıncılık tercihleri anlamında da geleneksel yayıncılığı terk ederek, özgür yayıncılık yaklaşımında kesinkes karar kıldığım bir dönemin ürünüdür. Aralık 2022’de talihsiz bir olay sonucunda 27 yaşında vefat eden sıkı dostum -ve genç yayıncı- Uğur Yanıkel‘in taşıdığı direnişçi ruh ve uzgörü dolu sahici yaklaşım, özgür yayıncılığa geçişimde son derece belirleyiciydi. Uğur Yanıkel o yıllarda kurduğu “Pasaj69” başlıklı özgür yayıncılık platformu kapsamındaki çalışmalarıyla, holdingvari (aşırı ticari, finansal ve düzme/kalp) yayıncılığa taş çıkartacak -hatta, sanat alanında bezirgânlaşmış bir mutat tipolojiye “Eleğinizi duvara asma vakti geldi artık!” dercesine- güçlü dijital tasarımlar hazırlıyor, özenli bir editöryal süreç uyguluyor ve müthiş derinlikli araştırmalar gerçekleştirerek Türkiye’de edebiyat ve şiir alanındaki en sıkı e-kitapları oluşturuyordu. Uğur’un Pasaj69’da kurduğu başarılı zeminde yer almak, hem kendi özgürlük yaklaşımımı teyit etmek hem de Uğur’un yayıncılık mücadelesine katkı sunmak açısından çok önemliydi ve benim için büyük bir onurdu. Tarihinsancısı‘nın “son özü”nü doğru bir şekilde kavrayan ve o “son özü” tasarımıyla, editöryal yaklaşımlarıyla bir e-kitap bütünlüğünde işleyerek tüm hatlarıyla yayına hazırlayan Uğur Yanıkel’dir. (Ayrıca, kitabın arka kapağındaki tipografik tasarım da bizzat Uğur’un fikri ve uygulamasıdır.) Uğur gibi uzgörü sahibi, güçlü, sahici, azimli ve onurlu bir dostumu genç yaşta kaybetmek, onun başına gelen felakete engel olamamak da -tıpkı depremin hatırlattığı yalın gerçekler gibi- tarihsel çevrimlerle vurgulanan -dinmeyecek, yinelenecek- bir başka büyük sancımdır. Belki, Uğur’un anısını ve Pasaj69’daki çalışmalarını yaşatmak, Uğur’un genç arkadaşlarıyla birlikte Uğur’a atfedilmiş yeni nesil yayıncılık projeleri üretmek bu sancıyı hafifletebilir diye düşünüyorum. Herkes gibi… Ama bu umutlu düşünce bir rüzgâr gibi kaçıyor zihnimden… Çünkü ölümün sarsılmaz hakikatini bertaraf etmek için oluşan bu yapay umut hissi “kendini kandırma”, “teselli”, “avunma” motifleri taşıyor ve aslında hepsinden çok bir “safdillik” benim için… Çünkü hiçbir şey Uğur’u geri getirmeyecek. Ölümün hakikatinin ve ağır yükünün önüne -bildiğimiz tüm dillerdeki tüm söylemlerle, bu dünyanın lisanlarıyla- geçmek imkânsız. Böylesi çaresizlikleri daha önce de yaşadım, hissettim ve çok iyi biliyorum. Ölümün suskusundan ve tarihin sancısından daha hakiki bir şey yok.

Bu noktada düşüncemi sabitliyorum…

Sahicilikle,

Zafer Yalçınpınar
23 Şubat 2023


Hamiş: Zafer Yalçınpınar‘ın özgeçmişine ve tüm edebiyat çalışmalarına http://zaferyalcinpinar.info adresinden ulaşabilir, tüm şiir kitaplarını http://bit.ly/zypsiir adresinden ücretsiz pdf biçeminde arşivleyebilirsiniz.

Şub
08
2023
--

Uğur Yanıkel bir edebiyat direnişçisiydi!


Uğur Yanıkel (1995-2022)

Uğur Yanıkel bir edebiyat direnişçisiydi. Kurulu düzenin ve kapitalist sistemin maaşlı koyunlarından olmak istemiyordu. 2018 yılındaki bir telefon görüşmemizde bana “Üzülme abi, onlara benzemezsek bize yeter!” demişti. Uğur, çok açık bir şekilde kurulu düzeni -yaşamının her ânında- reddetti! Bu hakikati söylemek, vurgulamak gerekiyor: Uğur’un yaşamı gerçekten de “onlara benzemeden” sonlandı… Bu hakikati görmek, anlamak gerekiyor. Uğur’la tanışıklığımızı, anılarımızı, oluşturduğumuz dijital kitapları, eleştiri gayretlerimizi, birlikte gerçekleştirdiğimiz efemeratik edebiyat çalışmalarını ve Uğur’un şiirsel mücadelesini anlatan kapsamlı bir kitap kaleme almaya başladım. (Zafer Yalçınpınar)



EVV3L kapsamındaki Uğur Yanıkel başlıklı arşive
http://evvel.org/ilgi/ugur-yanikel
http://evvel.org/ilgi/ugur-yanikel/page/2
adreslerinden ulaşabilirsiniz.

Şub
06
2023
--
Oca
19
2023
--

24. Yıl: “Nerden baksak kendini anlatıyor her şey.”

Fotoğraf çekmeye başlayalı 24 yıl olmuş. 1999’dan bugüne ânları görüntülüyorum, vizörden bakıp deklanşöre basıyorum. Yaşamı ânlamak için yapıyorum bunu ve hâlâ ilk ândaki gibi heyecan duyuyorum. Fotoğraf konusundaki ustam -dünyayı sırtında taşıyan- Tunç Üvendire‘dir. Fotoğraftan hiçbir zaman para kazanmadım. (Yalnız bir kez, Gümüşlük Akademisi’nde İlhan Berk adına düzenlenen bir fotoğraf yarışmasına katıldım ve üçüncü seçildim falan… Tahmin edebileceğiniz gibi ödülü reddettim, umursamadım tabiî ki…) Fotoğraf sanatındaki ilkelerimi İlhan Berk’in şu dizesi bütünlemiştir; “Nerden baksak kendini anlatıyor her şey.” Yaşamı dinlemek, ânlamak için fotoğraf çekiyorum. Dokuları ve duygudurum tuşelerini çok önemsiyorum. Ne daha fazlası, ne de daha azı… (Şüphesiz, yeni teknolojilerle birlikte yeni nesil çok daha iyi görüntüler elde ediyordur ki zaten öyle olması gerekir; bu durum tevazuyla kabulümdür.) Aşağıda en sevdiğim üç fotoğrafım bulunuyor. Bir de yıllara tasnif edilmiş şekilde en sevdiğim fotoğraflarımdan oluşan bir dijital galeri…

Seyircilere iyi ânlamalar dilerim.

Zafer Yalçınpınar
Ocak 2023


Kaş, 1999

Zafer Yalçınpınar Fotoğrafları (1999-2023)

2023 / 2022-(2) / 2022-(1) / 2021 / 2020
2019 / 2018 / 2017 / 2016 / 2015 / 2014 / 2013
2011-2012 / 2008-2010 / 2005-2007 / 1999-2004


Safranbolu, 2009

Marmara Adası, 2011

Hamiş: Zafer Yalçınpınar‘ın tüm fotoğraflarına http://zaferyalcinpinar.tumblr.com adresinden ulaşabilirsiniz.

Oca
06
2023
--

BOĞUCU HAVA (Zafer Yalçınpınar)

eski püskü
eğri büğrü
sus pus var:
ay boğuluyor.

karşımda çam
______suskun ve iğneli
arkasındaki tepede
______sivri minare
biraz daha yakında
______otistik palmiye
yukarıda ay
_______etrafında ayla
yıldızları ve bulutları çakılı
_______________çivili gökyüzü
arabaları ile otopark alanları
_______________çizik yeryüzü
kaldırımlı sokakta:
ışıklar boğuluyor.

balkonda oturuyorum
sırtımda soğuk duvar
önümde camsız pencere
solumda solgun çiçekler
sağımda inşaat uçurumları
_____________ve kiralık bir kapı.

eğri büğrü
eski püskü
sus pus var:
evler boğuluyor.

Zafer Yalçınpınar
Aralık 2022, Bostancı


Hamiş: Yalçınpınar’ın tüm şiirlerine ve şiir kitaplarına http://bit.ly/zypsiir adresinden ulaşabilirsiniz.

Ara
22
2022
--

Bakü’de Cazcı Sokak Lambaları


“Cazcı Sokak Lambaları”
Azerbeycan-Bakü, Eylül 2022
Fotoğraflar: Zafer Yalçınpınar

Tüm fotoğraflar:
http://zaferyalcinpinar.tumblr.com


Ara
21
2022
--

ne yapılabilir denizin dibinde / en büyük gemiler gömülü / ve bu tırmanış iyi değil / en uzun geceden

En Uzun Geceden, Zafer Yalçınpınar
The Poet House, (pdf, 20 sayfa, 19 mb)


100 adetle sınırlı koleksiyon nüshasını satın almak için:
http://shopier.com/2619604


“En Uzun Geceden” adlı şiirle
birlikte üç etkin “yan okuma” yapılabilir:

/1/ Çizgi
/2/ Dudağının Kenarındaki Çizgi
/3/ En Kısa Gündüzden


Zafer Yalçınpınar‘ın tüm şiirleri ve şiir kitapları şu adresten ücretsiz olarak okunabiliyor: http://bit.ly/zypsiir

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com