Gel! perdeleri kapatalım birlikte,
______ateşi besle ve otur yanıma.
kıvrılalım beraber alevlerin yanı başına,
______ve onun arkadaşlığını paylaşalım.
Dinle! artıyor rüzgâr,
______ve hava vahşileşiyor uçuşan yapraklarla,
ne yaz akşamları yaşadık beraber;
______şimdiyse öncesindeyiz Ekim’in.
Yüce kayın ağaçları eğiliyorlar öne
______ve soyunuyorlar üzerlerini
_____________tıpkı dalgıçlar gibi. Bizim için
ateşe geri dönmemiz daha iyi olacak
______ve denize yummamız zihinlerimizi,
Gençliğin gemilerinin koşturduğu yere
______rüzgârın ucuna tutunmuş
dolu yelkenlerin önündeki tüm maceralarıyla birlikte
______ve geride sadece yaşlılığı bırakarak.
Aşk ve gençlik ve denizkuşları
______fırtınalı havada buluşurlar
ve parlak bir ışıldamasıyla gülüşlerin
______kenetlenirler beraber karanlığın içine
Gel! perdeleri kapatalım birlikte
______ve diğer şeyler hakkında konuşalım;
ve hemen sessizleşecek hepsi;
______aşk, gençlik ve kanat sesleri.
(…) Tamamlanmaz hiçbir şey, ben bakmadan, durur tüm oluşumlar kıpırdamadan. Olgundur artık bakışlarım ve bir gelin gibi yaklaşır herkese arzu ettiği her nesne. (…) YAŞIYORUM hayatımı giderek genişleyen, nesnelerin üzerinden kayıp giden halkalarda. Son halkaya ulaşamam hiç belki de, ama denemek istiyorum yine de.
Tanrı’nın, bu çok eski kulenin etrafında, dönüp duruyorum binlerce yıldan bu yana; ama bilmiyorum henüz, bir şahin miyim, bir fırtına mı ya da bir büyük şarkı. (…)
Öğle güneşinde çözülen zehir, kabuğu boyunca sızar ve gün battığında donarak karanlıkta koyu bir mücevher gibi parlar.
Ne bir kuş yaklaşır yanına, ne de bir kaplan sokulur, yalnızca siyah ve vahşi kasırga saldırır ölüm ağacına ve sırtında ölümle birlikte sürüklenip yok olur.
Aylak aylak dolaşan birkaç bulut parlak damlalarla lekelese de o kurşun gibi yaprakları, yalnızca birkaç zehirli yağmur damlası olur yanan kumun alacağı.
(…)
Aleksandr Sergeyeviç PUŞKİN İngilizce’den Çeviren: Berna Kabacaoğlu
Eksik olmasın Okan Tanın, koleksiyonundan çok önemli bir İlhan Berk imzasını/desenini -aşağıdaki bilgi notunun yanı sıra- EVV3L’in takipçileriyle paylaştı. Okan Bey’e içtenlikli paylaşımı için çok teşekkür ederiz. (Zy)
“4000 adet basılan eserin ilk 10 nüshasının numaralı 01 nolu, şairin kendisine ayırdığı nüshası. İlk defa karşılaştığım bir ithaf. Desenlerle beraber; “Sevgili bir, İlhan Berk’ten İlhan Berk’e” ithafıyla imzalı. Şahsi nüsha gördüm, ancak şairin kendisinin kendisine ithafını ilk defa görüyorum…” (Okan Tanın)
(…) Nefes nefese kalmış dağcıyı zirvede karşılayan olağanüstü bir sessizlik, onu hiç beklememiş olan, oraya gelişini hiç umursamayan ve bu haliyle onu ürküterek şaşırtan bir sessizlik; o amacını yerine getirmişken ve bununla gurur duymak isterken hırsı tanımayan bir sessizlik…
(…) Sanki düşünceler tümüyle çözülüp gidiyor; sessizlik dünyanın üzerinde yer etmiş, insan sadece kalbinin çırpınışını ve beraberinde kulağının içine doğru uğuldayan rüzgârı duyuyor. Bir an kayanın etrafında süzülen küçük, siyah bir kuzgun tiz çığlıklarla uzaklarda kayboluyor ve geriye çevresindeki tüm hayatı, her çığlığı sanki hiç olmamış gibi yutan bu yalnız sessizlik kalıyor; bu isimsiz sessizlik belki Tanrı’nın ya da hiçliğin kendisi.
Dağcının katlanabileceği bir şey değil bu sessizlik.
(…) Belki de çok duru bir vicdan gerekiyor böylesine duru bir sessizliğe katlanabilmek için; yoksa insanın hayatı boyunca itinayla inşa ettiği, üzerine titrediği ne varsa bir saat içinde çöküp dağılabilir, belki de kahramanca nitelenen hırsın kibirden başka bir şey olmadığı, sadece kaçış olduğu ortaya çıkabilir; insan orada uzun süre oturursa geriye sadece kara bir leke, insanın sezdiği ve eskiden beri her daim korktuğu, yüzlerce teşebbüsle üstünü kapatmaya çalıştığı, yüreğin esas yalanlarından biri kalır, çünkü insanın cesareti yoktur açık bir içgörüye, gerçek bir değişime.
(…)
Max Frisch “Sessizliğin Yanıtı”, Çev: Saliha Yeniyol Kolektif Kitap, 1.Baskı, Haziran 2019, ss.22-24
Bir süredir üniversite mizah dergilerini, lise edebiyat dergilerini toplamaya çalışıyorum. Bu dergilerin hoş detaylar barındıran ‘efemera niteliğinin’ ötesinde, biyografi çalışmaları için gizli hazineler barındıran özellikte olduğunu keşfettim, keşfediyorum. Şu an okuduğunuz bu yazı da sözünü ettiğim çabanın ürünüdür.
Üniversite mizah
dergilerinin belki de en meşhuru Kazgan.
Kazgan, Ankara Üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) öğrencilerinin her yıl yayımladığı, –ve
yayımlanmaya halen devam eden- okulun hoca ve öğrencileri hakkında karikatürler
ve nükteli yazılar içeren bir mizah dergisi. Aynı zamanda “İnek Bayramı” gibi
bir Mülkiye geleneği.[1]
Kazgan’ın
çeşitli sayılarını incelerken “Mülkiyeli Edebiyatçılar” isimli bir dosya
hazırlamayı düşünüyordum. Ancak bu çalışmada bir sınırlamaya gitmek hem biçim
hem de içerik bakımından daha doğru olacaktı. Bu düşünce zihnimi meşgul ederken
Cemal Süreya ve Ece Ayhan’ın İkinci Yeni için kullandığı tabir aklıma geldi:
bir Mülkiye hareketi olarak İkinci Yeni.
Ece Ayhan, İkinci
Yeni’den bahsederken şu ifadeleri kullanır:
“Bana baka; ‘İkinci Yeni’ (ben, ‘Sıkı Şiir’ diyorum şimdi buna; o başka, ya da ‘Sivil Şiir’) 1950’lerden sonra, Türkçede, taşradan gelmiş ve çok genç parasız yatılıların oluşturdukları hiçbeklenmedik, garip bir biçimde de özgün, çağdaş, çağcıl ve önemli bir şiir ve bir düşünce ‘sıçrama’sıdır; yani 13/15 bir akım. Çok özgül bir anlamda belki de bir Mülkiye hareketi, hiç değilse ilginç bir Ankara şiir olayı. (Ne tuhaf; uç beylerini de birlikte getiren, iyice sınırda ve yeni şiir atılımları, ikidir Ankara’dan çıkıyor Cumhuriyet tarihimizde!)”[2]
Şu
cümle de onun:
“İlginç bir saptama: Sezai Karakoç ile Cemal Süreya, Mülkiye’yi (Siyasal Bilgiler Fakültesi) bitirmişlerdir ama ‘mülkiyet’le bir ilinti kurmamışlardır.
(Cemal Süreya bana İkinci Yeni olayının temelde ve bir anlamda (İnek Bayramı gibi) bir Mülkiye Hareketi olduğunu da söyler.)”[3]
Bahsettiğim sınırlamayı “Mülkiyeli İkinci Yeni Şairleri” yapmak da bir tercihti. Ancak literatürü incelediğimde, Cemal Süreya: Şairin Hayatı Şiire Dahil ve Doğunun Yedinci Oğlu Sezai Karakoç çalışmalarında Kazgan değinilerini görünce[4] daha özgün bir çalışma yapmak niyetiyle yazıyı sadece Ece Ayhan’a özgülemek istedim ve bu yazı ortaya çıktı.
Kazgan-1959
BİR YIĞIN KEÇİBOYNUZU
1959 Kazgan’ında Kazgancı Cafer İdris
Damsarsar, “Şaban’a Mektup” isimli yazıda Ece Ayhan’ın Kınar Hanımın Denizleri kitabını alaycı bir dille müjdeler: “Ece
Ayhan Çağlar’ın ‘Kınar Hanımın Denizleri’ adlı bir yığın keçiboynuzuyla dolu
bir şiir kitabı çıktı.”[5]
Kazgan-1959, s.3
Keçiboynuzu kavramı (zahmeti çok faydası az) Ece Ayhan şiiriyle kuvvetli bağ kuramayan her okuyucunun kullanacağı türden bir benzetme. Ancak yazının sahibine dikkat çekmek isterim: İdris Damsarsar. Bilindiği üzere İdris Damsarsar, Ece Ayhan’ın kullandığı takma isimlerden biri. Bu bilgiyi bilenler için yukarıdaki değini daha da komik bir hal alabilir ancak 1959 Kazgan’ındaki İdris Damsarsar’ın Ergin Günçe olduğu bilgisini vererek işleri daha da karmaşık bir hale getireceğim, maalesef.[6]
Ergin Günçe’nin Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden yakın arkadaşı ve Kazgan’ın yayın kurulunda bulunan Dinçer
Günday, İdris Damsarsar hakkında Hakkı Avan’a şunları anlatır:
“Mülkiye’nin bir geleneği vardır: İnek Bayramı. Aslında bir şenliktir. Fakültenin son sınıfındaki öğrenciler, bu etkinliğin kapsamı içinde bir de Kazgan adındaki mizah dergisini çıkarırlar. 1959 yılının Kazgan’ında yayımlanmak üzere, Apollinaire’nin ‘Marizbill’ adlı şiirinin bir uyarlaması yapılır, ama nedense bu uyarlama dergide yer almaz. ‘Marizbill’, Ergin Günçe’nin el yazısıyla, ‘Mürebbiye’ adı konularak uyarlanır. Uyarlama çevirinin altında “İdris Damsarsar” imzası görülür. Apollinaire’nin anılan şiirini Sabahattin Eyüboğlu ile N. Cumalı dilimize çevirmiştir.”[7]
İşleri daha da karmaşık
hale getirmeden, yazıyı kimliğinden bağımsız ‘dönemselliği’ bakımından
inceleyeceğim. 1950’lerin ikinci yarısında, pek çok edebiyat dergisindeki
meşhur tartışma “İkinci Yeni ve anlamsız şiir” başlıkları üzerine eğilir.
Tartışmaların çoğu İkinci Yeni şiirinin, toplumsal sorunlardan uzak ve toplum
karşısında “faydasızlığına” işaret eder. Bu nedenle Kazgan’daki yazıyı da tipik bir örnek olarak değerlendirebiliriz.
Ancak bu tipikliğe karşı Ece Ayhan’ın savunması ve bugünden bakınca onun
şiirinin nerede durduğu göz önüne
alındığında bir keçiboynuzundan mı yoksa kurucu babadan mı bahsettiğimiz
sorusunun cevabı gayet açık sanırım.
Bu bağlamda Ece Ayhan’ın, İkinci Yeni hakkında yapılan ilk soruşturmada verdiği cevabı önemsiyorum:
“Yeni ozan yeni müteşebbistir, toplum içinde halen var olan ya da var olması istenilen gereksinimleri duyar, sezer, piyasaya gelir, üretime başlar. Yeni gereksinmeleri karşılayacak olan müteşebbisin üretimi, en az halen var olan gereksinmeleri karşılayan müteşebbisin üretimi denli, belki de daha çok, önemlidir.”[8]
TATARA TİTİRİ
1959 yılının Kazgan’ından bir buluntu: Ece Ayhan
Adında Biri Tatara Titiri.
Kazgan-1959, s.10
Yukarıdaki alıntı iki
güzel tesadüf barındırıyor. Birincisi, Ece Ayhan hakkında yapılan bir
betimlemenin bir argo deyimle yapılmış olması.[9]
İkincisi ise “tatara titiri” deyiminin Ece Ayhan’ın yazı ve söyleşilerinde
sıklıkla kullandığı bir tabir olması.
“Tatara titiri”, Hulki Aktunç’un Büyük Argo Sözlüğü’nde şöyle tanımlanmış:
Kazgan’da Ece Ayhan’ın bu şekilde tarif edilmesi tahminimce onun “tatara titiri” deyimini gündelik hayatta sıklıkla kullanması nedeniyle dergiyi hazırlayan arkadaşlarının, Ece Ayhan’a yaptıkları küçük bir şakadan kaynaklanıyor. Ece Ayhan’ın yazı ve söyleşilerinde, sekiz farklı yerde “tatara titiri” deyimini kullandığını gördüm.[11] Yani sevdiği bir deyim. Bu nedenle okul yıllarında da bu deyimi sıklıkla kullanıyor olabileceğini düşünüyorum. Ancak bu ilişkiden bağımsız olarak Kazgan’ı hazırlayan ekip, “tatara titiri” deyiminin olumsuz anlamını kullanarak bu türden bir betimleme yapmış da olabilir. Bu deyimin tespit edebildiğim ilk kullanımlarından biri Oktay Rifat’ın Jacques Prevert’den yaptığı çeviri:
“Bu şiir bizim ünlülere uygulanarak da okunabilir. İşte:Peyami Safa adında biri Tatara titiri”
O yıllarda bu deyimin
gündelik hayatta ya da matbuda ne düzeyde dolaşımda olduğunu bilemiyorum ancak
çok yaygın bir kullanım olmasa gerek. Bu nedenle yukarıda yaptığım ilk okumaya
daha yakınım.
BABİL’İN EN KÜÇÜK KAPISI
Kazgan-1959, s.41
Yukarıdaki
buluntuda geçen “Şiirlerine bakılırsa Babil’de doğmuştur.” ifadesi başlı başına
önem arz ediyor. Tunç Tayanç’ın yayına hazırladığı, “Adım Ece Ayhan
Çağlar…” isimli çalışmadan
öğrendiğimiz kadarıyla Ece Ayhan’ın ilk dönem şiirlerinde “Babil imgesi” önemli
bir yer tutmakta. Ece Ayhan’ın ilk dönem şiirlerinden haberdar olan arkadaşları
da belki sataşarak belki de hoş bir jest yaparak tarihe not düşmüşler.
Şiirlerden
birkaç örnek verelim. İlk örnek “Babil’de Arkadaşlık” şiirinden:
“Sonra Kötü İlgi’m Ben yitmiye devam etmek istiyorum dedim (tükenmez bir kızlık bu kapıda sıkışmış) Bir Çarşamba günü Ve sonraki günler yitmiye devam ettik (sen Babil’de arkadaşlığın ne demek olduğunu bilir misin).”[13]
İkinci
örnek “Babilde” şiirinden:
“Babil’in en küçük kapısı açık Sokaklarda bir bakır çocuğun Güzel yüzünü bir veba maskesi gibi Bir hüzün gizliyor.”[14]
“Babil’de Babil’de bir çocuk demek Bizi kullanıp kullanıp duruyormuş Ama biz bu değiliz ki Daha ilk sayfalarda Karşımıza çıkıveriyor Başkasının gözleri Başkasının ağızları dudakları Babil’de basılmış”[16]
Peki
neden Babil? En sarih açıklama Edip Cansever’in sanırım:
“Peki neden bu kadar seviyor dille oynamayı Ece Ayhan? Ben şöyle diyeceğim: Yaşamadığı çağların, hatta yaşarken bile yaşamıyor göründüğü bir çağın, o hiç yazılmamış duygular tarihini ele geçirmek için. Bu yüzden kurulu bir şiir dili onun ilgisini çekmez hiç.”[17]
“Babil
imgesinin” kökenini Ece Ayhan şiirindeki tarihimsilikte[18]aramak da mümkün. Orhan Koçak’ın anlatımıyla:
“Eğer bazı eski metin ve söylemlere kayıtlı olan ’yabansı’ sözcüklerin şiirdeki varlığı nedensizse, şiiri ‘aydınlatacağına karartıyorsa’ ve buna rağmen şiir de ‘tarihsel tabakalarla’ bağlantısını bu sözcükler aracılığıyla kuruyorsa eğer, o zaman şiirin tarihselliği de sorunlu bir nitelik alır. Bu durumda, tarihten değil de ‘tarihimsilikten’, ‘tarihmiş gibi yapmaktan’ söz edilebilir ancak.”[19]
Ancak
bu arayışı gerçekleştirirken Ahmet Soysal’ın uyarısını da dikkate almak
gerekir:
“Ece Ayhan’ın şiiri tarihe gönderir. Bu göndermeleri açmak, çözümlemek, ilginç olabilir. Ama bu çözümleme, şiirin şiir olarak değerinin bize veremez. Ece Ayhan’ın şiiri bulmaca değildir, ve bulmaca çözücülerin oyuncağı değildir.”[20]
Buluntudaki
bir diğer önemli nokta da şu elbette: “ ‘İkinci Yeni’ adında bir şiir akımını
milletin başına bela etmiş, ortalığı karıştırmış, sonra da sessiz sessiz
gülmüştür.”
Ece
Ayhan personanasının
en belirgin iki
özelliği, “ortalığı karıştırma” ve “sessiz sessiz gülme” denebilir. Ortalığı
karıştırma onun kışkırtıcılığına bir gönderme sanırım. Ama bununla sınırlı
değerlendirmemek lazım. Ortalığı karıştırırken kendine yer açan, kendi değerini
ve özerkliğini direten bir “eylem” olarak da düşünülebilir. Kendisi de niçin
yazdığını şöyle açıklıyor:
“Kimbilir, belki de, yerimi (hakkımı) aramak uğruna çiziktiriyorum. Issız bir uçta ve kendi kendine bir şeyleri yoklamak anlayacağınız. (Efendi efendi ayakta durmaya çabalarken, bak bu bir budak da ne oluyor?”[21]
“Sessiz
sessiz gülen” tarafı da onun muzipliğine ve oyunbazlığına bir gönderme
kuşkusuz. Bu durumu en iyi anlatan yine kendisi:
“Köylü kentten köyüne dönüyor, yalnız ve ansızın karşısına bir ayı çıkıyor. Kaçış yok. Köylü çırılçıplak soyunuyor. Ayı anadandoğma adamı görünce ters geri kaçıyor. Ben de böyle yaptım, çok ayı ürkütüp kaçırttım.”[22]
Ece
Ayhan, İkinci Yeni’yi milletin başına bela etti, ortalığı karıştırdı, çok ayı
ürkütüp kaçırttı, sonra da sessiz sessiz güldü. İyi ki de öyle oldu.
TARIK ÖZCAN,9 Temmuz 2019 tarikozcan1@gmail.com
DİPNOTLAR
[1]Kazgan
hakkında kısa
bir bilgi için bkz. Bahanur Garan Gökşen-Erol Gökşen, “1923’ten 1960’a Kadar
Ankara’da Çıkan Edebiyat-Kültür ve Sanat Dergileri Üzerine Tanıtıcı Bir
Kaynakça Denemesi”, Kültürel Mirasın
İzinde Ankara, Hacettepe Üniversitesi Basımevi, Ankara, 2016, s.168.
[2] Ece Ayhan, “Ayağa Kalkarak
‘İkinci Yeni’ Akımı”, Bir Şiirin Bakır
Çağı, YKY, İstanbul, 2016, s.14.
[4] Feyza Perinçek-Nursel Duruel, Cemal Süreya: Şairin Hayatı Şiire Dahil,
Can Yayınları, İstanbul, 2017, s.77 Turan Karataş, Doğu’nun Yedinci Oğlu Sezai Karakoç, Kaknüs Yayınları,
İstanbul, 1998, s.55.
[9] Ece Ayhan şiirinin argoyla
kurduğu güçlü ilişki malum. Meseleye farklı açılardan yaklaşan birkaç okuma
için bkz. Enis Batur, BaşkalaşımlarI-X, Kırmızı Kedi, İstanbul, 2016, s.75;
Erdoğan Kul, Ece Ayhan’ın Şiirleri
Üzerine Bir Araştırma, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2007, s.464-471; Cihat Duman, “Bozuk Ağzın Şiiri Ya
da Şiirin Vesikalı Baldızı: Argo”, Hece,
Sayı 165, 2011, s.99.
[10] Hulki Aktunç, Büyük Argo Sözlüğü, YKY, İstanbul, 2015,
s.275
[11] Ece Ayhan, Aynalı Denemeler, YKY, İstanbul, 2012, s.10, s.74; Ece Ayhan, Başıbozuk Günceler, YKY, İstanbul, 1997,
s.250; Ece Ayhan, Şiirin Bir Altın Çağı,
YKY, İstanbul, 1993, s.16, s.26, s.77, s.275, s.279.
[12] Jacques Prevert, “Sıkıntılı
Bahis”, çev. Oktay Rifat, Yaprak,
Sayı 14, 1949, s.1.
[15] Aynı şiir küçük farklılıklarla Bütün Yort Savul’lar! kitabında da yer
almaktadır. Bkz. Ece Ayhan, Bütün Yort
Savul’lar!, YKY, İstanbul, 1994, s.237.
[17] Edip Cansever, “Ecegilleri
Okumak”, Şiiri Şiirle Ölçmek, haz.
Devrim Dirlikyapan, YKY, İstanbul, 2012, s.152-153.
[18] Farklı kavramsallaştırmalar
kullanılabilir elbette. Necmiye Alpay, benzer bir gerekçeyle uzayzamanı kavramını, Ali Özgür Özkarcı
ise tarih toplayıcısı kavramını
kullanıyor. Bkz. Necmiye Alpay, Yaklaşma Çabası, Edebi Şeyler, İstanbul,
2018, s.98; Ali Özgür Özkarcı, Ece Ayhan
(Şiir, Tarih, İdeooji), Edebi Şeyler, İstanbul, 2018, s.44.
[19] Orhan Koçak, Kopuk Zincir, Metis, İstanbul, 2016, s.165.
[20] Ahmet Soysal, A’dan Z’ye Ece Ayhan, YKY, İstanbul,
2003, s.45.
Duman Cihat, “Bozuk Ağzın Şiiri Ya da Şiirin Vesikalı Baldızı: Argo”, Hece, Sayı 165, 2011
Garan Gökşen Bahanur – Gökşen Erol, “1923’ten 1960’a Kadar Ankara’da Çıkan Edebiyat-Kültür ve Sanat Dergileri Üzerine Tanıtıcı Bir Kaynakça Denemesi”, Kültürel Mirasın İzinde Ankara, Hacettepe Üniversitesi Basımevi, Ankara, 2016
Günday Dinçer, Ergin Günçe’yi Hatırlamak, Manisa Kültür Sanat Kurumu Yayını, Manisa, 2011
Karataş Turan, Doğu’nun Yedinci Oğlu Sezai Karakoç, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 1998
Koçak Orhan, Kopuk Zincir, Metis, İstanbul, 2016
Kul Erdoğan, Ece Ayhan’ın Şiirleri Üzerine Bir Araştırma, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2007
Özkarcı Ali Özgür, Ece Ayhan (Şiir, Tarih, İdeooji), Edebi Şeyler, İstanbul, 2018
Perinçek Feyza – Duruel Nursel, Cemal Süreya: Şairin Hayatı Şiire Dahil, Can Yayınları, İstanbul, 2017
Soysal Ahmet, A’dan Z’ye Ece Ayhan, YKY, İstanbul, 2003
Tayanç Tunç , “Adım Ece Ayhan Çağlar…”, YKY, İstanbul, 2014
YAYINCININ NOTLARI
-Yazının temel buluntusu olarak dikkat çeken 1959 tarihli Kazgan Dergisi‘nin pdf dosyası biçemindeki tam metnini http://evvel.org/kazgan1959.pdf adresinden inceleyebilirsiniz.
-İşbu kıymetli araştırmayı EVV3L ve takipçileriyle paylaşan Tarık Özcan‘a yerden göğe kadar teşekkür ederiz.
“(…) Öz, biçimin yansısıysa; algı da kurgunun yansısıdır. Fiziksel varlığı olmayan zihinsel nesne, dışa vurulduğu andan itibaren nesneye dönüştürülerek veya nesneye bağımlı olarak aktarılır. Zihinsel nesne, nesnel gerçeklikten bağımsızlaştıkça sanallaşır. Şiir de zihinsel nesnenin yansısını içerir ki buna karıştırılmaması için ters yönlü yansı demek daha doğrudur. Ters yönlü yansı, nesne olarak vücut bulduktan sonra şairin aktarmak istediği şeyler ikinci kişi tarafından, kolaylıkla alımlanarak yansılanabiliyorsa benzetme temelli ilişki söz konusudur; alımlanamıyor veya yansılar belirsizlik barındırıyorsa (şiirin ilişkilendiği sanal dünya büyük oranda sanal olarak kalır) imge temelli aktarım söz konusudur. Ters yönlü yansının nesnel gerçeklikle bağı ne kadar zayıfsa, o kadar anlaşılamaz ve bilinemezdir. Bu çerçeveyle çizilen anlaşılmazlık, şiirin uç noktalarda unsuru olduğu sürece, şiiri nesnel karşılıksızlığa yaklaştırır. (…)”
Upas Yayın taifesi olarak edebiyatımızda karekod ile şiiri buluşturan ilk deneyi 15/06/2019 tarihinde Cennet Bahçesi Açılış Partisi kapsamında Burgaz Ada‘da icra ettik. İmgelemin özgürleşmesi ve şiirsel alan derinliğinin genişlemesi adına olumlu bir girişimde bulunduğumuzu düşünüyoruz. İşbu ‘tarihsel ân’a tanıklık eden şairler Emrah Sönmezışık ile Emir Alisipahi‘ye yerden göğe kadar teşekkür ederiz.
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
Antonin Artaud’un çizimlerinden oluşan özel bir seçkiyle birlikte 1996 yılında MoMA tarafından yayımlanan kapsamlı bir sergi katalogunun eksiksiz biçemine http://upas.evvel.org/?p=773 adresinden ulaşabilirsiniz.
İkinci Yeni’nin önde gelen şairlerinden İlhan Berk, ilkgençlik yılları sayılabilecek dönemde “İlhan Berk olmak” yolunda kişiliğini ve yazınsal yetilerini keşfederken, öykü, anlatı, tiyatro oyunu türünde sınıflandırılabilecek düzyazı denemelerinde bulundu. Uzun erimli bir şiirin ilk eskiz çalışmaları gibi de değerlendirilebilecek, dergilerde kalan bu düzyazılardan oluşan “Bir Limandan Üç Resim”, Berk’in şiir dışında yazınsal türlerle “mesai”sine dikkat çekebilmek, yazınsal ve düşünsel evriminin oluşum aşamalarına ışık tutabilmek adına bir çaba.
“Düşünce halinde bir elin çirkinliğini duyuyorum, uzanmak hatırıma gelmiyor; kaçıyorum. Mevsimlerin dökülüşü, bir çocuk kumların mestliğine vücudunu bırakıyor, ona uymanın hızı, fakat elde etmiş olmanın sıkıntısı, vazgeçiyor.” (Tanıtım Metni)
Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “İlhan Berk” başlıklı ilgilerin tümüne http://evvel.org/ilgi/ilhan-berk adresinden ulaşabilirsiniz.
(…) 14/ İçmek için unutuyordu. (…) 17/ Kitap denilen bir hareket olmalıydı. (…) 23/ Fişini takınca dünya döner. (…) 29/ “Yaşadığımı da nereden çıkarıyorsunuz?” diye kim demiş? (…) 47/ Her esen rüzgâra ekerim tohum niyetine parmaklarımı. (…) (…) 51/ Kaliteli felaketlerin abonesi. (…) 129 (mükerrer) / Kendimi görüyorum, telaffuz ettiğim her kelimenin arkasında. (…)
Jacques Rigaut “Yakasında bir çiçek gibi…” Çev: Nilda Taşköprü, Kırmızı Kedi Yay., Turuncu Kitaplar,2018, 1. Baskı
Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “Gerçeküstü” başlıklı ilgilerin tümüne http://evvel.org/ilgi/gercekustu adresinden ulaşabilirsiniz.
Jean Cocteau‘nun 1930’lu yıllarda yayımlanan “İnsan Sesi” başlıklı monoloğu hakkında kaleme alınmış kapsamlı bir akademik incelemeyi (Duygu Erdoğan, Bahçeşehir Üniversitesi, 2007) okumak için tıklayınız.
Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “Gerçeküstü” başlıklı ilgilerin tümüne http://evvel.org/ilgi/gercekustu adresinden ulaşabilirsiniz.
‘Öz’ Metni: “Eugenio Montale, kapalı ve gizemli şiirin İtalyan edebiyatındaki en önemli temsilcilerindenbiridir. Montale’nin şiirleri, XIX. yüzyılın, iki dünya savaşı ile şekillenmiş ortamından dolayı karamsar bir çerçeve çizer. Söz konusu şiirler, karamsarlığın öncülü Leopardi gibi evrensel sorunların yarattığı kaygıları ele alır. Şair karamsar dünyasındaki kendi çözümsüz durumunu, şiirleriyle birçok kuşağa anlatmış ve onların yalnızlığına, umutsuzluğuna tercüman olmayı başarabilmiştir. Bu çalışmanın amacı, Eugenio Montale’nin şiirlerindeki karamsarlığın sebeplerini, şairin bunları işleyiş biçimini, bir diğer İtalyan şair Leopardi’nin karamsarlığı ile ortak paydada bulunan ve ayrılan yanlarını incelemektir.” (İbrahim Yasin Güler)
Garip Akımı’yla ‘İkinci Yeni’ arasındaki dilsel evrimi maksimize etmek (bir doruk noktası oluşturmak) için -o eşikte, o noktada eşsiz bir tuşe yakalayarak- geleceğe uzanacağını ve günümüz şiirinde de belirleyici olacağını -yıllardır- iddia ettiğimiz Perçemli Sokak‘ın yeni baskısı, YKY tarafından gerçekleştirildi. (Mart 2019)
Çeşitli vesilelerle Oktay Rifat’ın Önemi‘ni defalarca tekrar ettik; şimdi, 1956’daki ilk yayımından 53 yıl sonra Perçemli Sokak’ın yeni baskısını görmek bana sonsuz ve sınırsız bir şekilde gurur veriyor. Bu şiir kitabının yeniden yayımlanmasının -ya da böylesi bir hamlenin- 90’ların sonu ve 2000’lerin başıyla biçimlenen “verili vasat” şiir uzamını delerek (yeni bir kara delik oluşturarak) imgelemin özgürleşmesini başlatacağını düşünüyorum. Bu coşkun düşünce, tabiî, ‘okuyan’ -en azından ‘duyumsayan’- bir neslin varlığını ön-koşul olarak kabul etmemiz halinde geçerli olur. Olacak… Olur da…
“Müziğin renkleri arasında Blues’un yeri centilmenliktir. O müzikte, bir solo atılırken şiir yazılır. Büyük laflar bir araya gelir, tepelerden aşağıya bir dağ iner. Ben bunu hissederim.”
Kerim ÇAPLI
Hayatınızı müzik gibi koruyun, koruduğunuz müzik gibi yaşayın.
İlhan Berk’in 1952 yılında yayımlanan “Günaydın Yeryüzü” adlı şiir kitabının kapak görüntüsü…
Yazko Edebiyat’ın Ağustos 1983 tarihli 34. sayısında Seyyit Nezir tarafından kaleme alınan “İlhan Berk Şiirinin Atardamarı: Günaydın Yeryüzü” başlıklı yazının tam metnini http://evvel.org/ilhanberkseyyitnezir.pdf adresinden okuyabilirsiniz.
Geçtiğimiz ay Kadıköy’de hayatını kaybeden biricik çevirmenimiz, canımız Duygu Gündeş, 26 Şubat Salı günü 19.00-22.30 saatleri arasında KargART’ta (Karga Bar’da) şiirlerle anılacak… Anma programı kapsamında Upas Yayın ile Karga Mecmua‘dan yazar ve şairler, Duygu Gündeş’in dünya edebiyatından çevirdiği şiirleri ve çeşitli edebiyat dergilerinde yayımlanan yazılarını okuyacak.