Fenerbahçe-Beşiktaş maçına giden gerçek Fenerbahçeli’lerin üzülmesine hiç gerek yok… Ama tabiî, bugün (4 Mayıs 2025) çoğunluğu statta bulunan, bir şampiyonluğun daha kaybedilişine tanıklık eden ve Haziran 2024 kongresinde Ali Koç’a oy veren 16.900 küsur stajyer Koç Spor’lu derinden üzülerek hakikati görmeli artık…
Olan biten şey şu: Ali Koç’un ve taifesinin hayalindeki ‘endüstriyel futbol hamlesi’ bugün bir şampiyonluk daha kaybetti. Defalarca dile getirdiğimiz “çürük kaya” teorisine bir çentik daha atıldı… Bütün hikâye budur!
Üzülmeyin, yakında Fenerbahçe efsanesinin ruhu Koç Spor’dan kurtulacak ve yeniden -küllerinden- doğacak! Kimse kusura bakmasın: Ali Koç ve taifesinin başarısızlığı yıllardır zirveden zirveye koşuyor: Mevcut rezalet “Ağrı Dağı” gibi apaçık ortada… Delfi kâhini olmaya gerek yok.
Hamiş: Yalçınpınar’ın tüm şiirlerini ve edebiyat çalışmalarını https://zaferyalcinpinar.info adresinden ücretsiz olarak okuyabilir ve arşivleyebilirsiniz.
Gerçek Fenerbahçe’liler olarak gittik noterden beyanımızı verdik. Mesajımız net: Ali Koç’a güvenmiyoruz, inanmıyoruz! Ali Koç ile rantçı şürekasını kulübümüzde istemiyoruz.
Fenerbahçe Spor Kulübü‘nün kongre üyesiysen imza kampanyası sürecini tamamlayıp Fenerbahçe’yi başarısız Ali Koç ve başarısız şürekasının işgalinden kurtarabilirsin!
Ali Koç ve şürekasından -çok önce ve çok daha fazla- Fenerbahçe’ye başarı ve aidiyet sağlamış bir ailenin evladıyım. 26 Nisan 2025’te Faruk Ilgaz tesislerinin önünde “Ali Koç İstifa!” diye bağırdım. En önce santrfor Yaşar Yalçınpınar’ın (üye no: 582) emeği ve şanlı Fenerbahçe Tarihi adına! Konu bu kadar net benim için! Tüm gerçek Fenerbahçeli’lere selam olsun! Kulübünüze (ve haysiyetinize) sahip çıkın! Kalbinizin sesini dinleyin! Yüksek Divan Kurulu’na (eski adıyla Haysiyet (!) Kurulu‘na) sesleniyorum: HAYSİYETİNİZE SAHİP ÇIKIN! Ali Koç’un kemiksi ikramlarıyla ve rant unsurlarıyla kandırılacağınıza gerçek Fenerbahçeli nasıl olunurmuş, kimmiş öğrenin, araştırın! (Zafer Yalçınpınar)
Bugün 16.20 vapuruyla Kadıköy’e gidiyorum. ‘Mektup Nadajlıdır Dom” şiirini “Düşün” dergisine vereceğim. Belki Olcay Anıker de gelecek Vagon Kafe’ye. 1951’de ölmüş Wittgenstein. “Nesneleri dile gelirken görürüz” diyor. (DÜŞÜNCE YAZARKEN OLUŞUR) gibi. Tractatus Logico-Philosophicus ‘Dilde ortak bir iz yoktur’ der sonra da. …
Enis Batur, Yusuf Atılgan, Sabahattin Kudret Aksal da geldi Vagon Kafe’ye. Olcay’ı bekledim, gelmedi. (O saatlerde Kızıltoprak’a telefon etmiş.) İlker de vardı. Yandaki Hatay’a geçtim. 23.05 vapuruyla Heybeli’ye döndüm. Beni en son Bebek’te görmüş.
S.K. Aksal’la biçi ve kalıp sorununu konuşmaya çalıştım. Şunu anlattım ona, şiiri şiir kılmak başka birşey.
Türk Edebiyatı’nın en etkileyici hikâyecisi Sait Faik‘in tek şiir kitabı olan Şimdi Sevişme Vakti’nin 1953 yılında (vefatından önce) yayımlanan ilk baskı orjinal replikasını okurlarımıza sunmaktan gurur duyuyoruz. Zafer Yalçınpınar tarafından 2017 yılında kaleme alınan ‘Sait Faik’in Şiirlerine Dair Önemli Bulgular‘ başlıklı inceleme çalışması da Sait Faik’in ilk ve tek şiir kitabının yayın süreci ile diğer baskılarına ışık tutarak replikaya eşlik ediyor…
Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.
Oktay Rifat’ın poetikasındaki alan derinliğinin, Garip ve İkinci Yeni şiir akımları arasında hareketlenen bir bağlaç bölgesi oluşturduğunu -ki Cemal Süreya bunu bir tür ters ama yadsınamaz eklemler bütünü olarak görür- sezmemden sonra, Oktay Rifat’in önemi daha da belirginleşti. Zaten bugün, sıkışmış, hem kültürel, hem de imgesel açıdan “hareket alanı daralmış” beylik bir edebiyat ortalığının vasatî havasını -şiir ödülleri, antolojiler, kitap tanıtım dergileri, edebiyat etkinlikleri ve mağaza vitrinleri gibi hileli enstrümanlar aracılığıyla kandırılan- heveskâr bir kitle içine çektikçe, yani edebiyat ortalığı dediğimiz ortalama, işbu “verili vasat” havayı kabul edip hileli bir suhuletin pürüzsüz ezber alanına yerleştikçe, Oktay Rifat gibi poetik açıdan üssel başarılar elde etmiş, yani imgelemin doruklarına temas etmiş şairlerin önemi daha da artıyor. İkinci Yeni’nin de öyle…
Tıpkı İkinci Yeni akımının sürekli genişleyen ve geleceği belirleyen şiirsel bir devinimi daha yukarılara taşıması gibi Oktay Rifat’in şiirleri de “imgesel parlaklık(kontrast)” diyebileceğim üssel bir dil kurarak geleceğe uzanmaktadır.
Oktay Rifat poetikasının bu etkili yürürlüğünün zirve(peak) noktasını “Perçemli Sokak” (Yeditepe Yayınları, 1956) adlı şiir kitabında görüyoruz. İkinci Yeni şairlerinin “ivedilikle, bir gecede” yazıldığını varsaydığı Perçemli Sokak’ta kendisini gösteren “imgesel parlaklık” son derece etkilidir, etkisini hâlen sürdürmektedir. İkinci Yeni taifesi bu aşkın etkiyi bir tür “apansız oluşum, otomatik yazım” sanmışlar ya da öyle olmasını umut etmişlerdir.
Oktay Rifat poetikasının etkili yürürlüğünün başlangıcını ise “Aşaği Yukari” (Yeditepe, 1952) olarak kabul edebiliriz. (Bir not; İkinci Yeni’nin bitmeyecek serüveninin, yani “Sirkeci’de inmedikleri” serüvenin başlangıcı da 50’li yılların tam ortasına tekabül etmektedir.) 1970’li yıllara gelindiğinde bazı konuşma ve söyleşilerinde -kısık sesle ve satır aralarına sıkışsa da- İlhan Berk ve Ece Ayhan, Oktay Rifat’in İkinci Yeni’den olmadığını, daha doğrusu Oktay Rifat’ın İkinci Yeni’den uzak bir gerçeküstü dili benimsediğini kesinlik içeren bir tavırla söylüyorlar. Ama “görünüm” hiç de öyle değildir. Evet, İkinci Yeni, -tüm zamanlarını, hatta bugününü de düşünerek söylüyorum- özellikle de Edip Cansever ve Cemal Süreya şiirlerinde olduğu gibi tanınırlığı yüksek cihetinde, Oktay Rifat’ın Perçemli Sokak’la zirveleşen poetikasından daha konvansiyonel (uzlaşımcı) bir dille yürümüştür. Ancak, Turgut Uyar, İlhan Berk ve Ece Ayhan’ın oluşturduğu diğer cihette -ve bu cihetin özellikle 50’lerdeki eserlerinde- ise uzlaşımcı diyebileceğimiz alanın çok daha dar, yani Oktay Rifat’ın imgelemine -“icat ettiği gerçeğe”-, Perçemli Sokak’a çok yakın olduğunu fark ediyoruz. Bu yakınlık özellikle de İlhan Berk’in yaşamı ve eserleri için geçerlidir. (…) Zafer Yalçınpınar, 2014
26. Bölüm’ün yayın tarihine/saatine ilişkin bilgiler/güncellemeler/değişiklikler için lütfen sosyal medya hesaplarımızı takip ediniz. (instagram: @evvelfanzin twitter: @calmayan)
KALAMIŞ’I ÇÖKÜŞE TESLİM ETMEYECEĞİZ!(sol.org.tr, 28 Nisan 2025)
Kalamış’taki marinanın genişletilmesine karşı mücadele eden Fenerbahçe Kalamış Dayanışması’nın düzenlediği panelde özelleştirme süreçlerinin birbiriyle bağlantısına dikkat çekildi. Kalamış’ın bir mahalle olduğu vurgulanırken “Kalamış’ı çöküşe teslim etmeyeceğiz” denildi.
İstanbul’un Kadıköy ilçesinde yer alan Kalamış Yat Limanı aslında Türkiye Denizcilik İşletmeleri’nin yani kamunun mülkiyetindeyken yapılan özelleştirme ihalesiyle 40 yıl süre ile “işletme hakkının verilmesi” yöntemiyle özelleştirildi.
İhaleyi en yüksek teklifi veren Vahit Karaaslan kazandı. Ancak kendisi yasal süre içinde ihaleden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getiremediği için en yüksek ikinci teklifi veren Koç Holding bünyesindeki Tek-Art şirketi ihaleyi aldı.
Proje hayata geçirildiğinde; mevcut durumda denizde 1.288 olan yat bağlama kapasitesi yaklaşık yüzde 50 oranında artırılarak 1.900’lere, 350 araçlık otopark kapasitesi 2 bin araçlık bir otoparka çıkarılabilecek. Karadaysa 4 bin 500 metrekarelik açık kapalı ticari alan ile turizm alanı toplamı 14 bin metrekareye çıkarılarak 3 katı büyütülebilecek.
Kalamış’taki marinanın genişletilmesine ilişkin projenin iptali için mücadele eden Fenerbahçe Kalamış Dayanışması, projenin getireceği sorunlara dikkat çekmek amacıyla bir panel düzenledi.
Dayanışmanın avukatı Onur Cingil’in moderatör olduğu panele Şehir Plancısı Prof. Dr. Pelin Pınar Giritlioğlu, arkeolog Dr. Gülbahar Baran Çelik, eski Kadıköy Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu, eski Kadıköy Mimarlar Odası Başkanı Arif Atılgan konuşmacı olarak katıldılar.
Fenerbahçe Kalamış Dayanışması adına açılış konuşması yapan Alev Ataç 2011 yılından itibaren sürecin gelişimini özetledi. Dayanışmanın tüm canlıların haklarını korumak için mücadele ettiğini vurgulayan Ataç özelleştirmeci, neoliberal sistemin bu hakları bir bir aldığını söyleyerek şöyle devam etti:
“Bütün bu özelleştirme süreçleriyle ülkenin içine düşürülmüş olduğu borç ve faiz sarmalında ekonomik sistem çökmüş, halkın çok büyük bir kısmı yoksullaştırılmıştır. Kentlerimiz sağlıksız, insanların izole edildiği mutsuz kentler haline dönüştürülmüştür. Tüm bu çöküşler birbiriyle ilintilidir aslında, sistemiktir. Giderek daha büyüyen çöküşler zincirine dönüşmüştür. Bu etkinliğimizde Kalamış’ı neden bu çöküşe teslim etmememiz gerektiğini konuşmak; Kalamış’ın Kadıköy’ün merkezinde yaşlısı, genci, çalışanı, emeklisi, esnafı, öğrencisi, kedisi, köpeği, kuşu, kirpisi, ağaçlarıyla ve daha ayamadığımız birçok sakini ile yaşayan ve tarihi-kültürel değerlerini yaşatan bir mahalle olduğunu hatırlatmak, bunun argümanlarını değerli uzmanlarımızın söylemleri ile güçlendirmek istiyoruz.”
Daha sonra söz alan Onur Cingil, bu panelde sunulacak görüşlerin 6 Mayıs’ta görülecek olan davada Danıştay’a sunulacak olan teknik raporun detayını oluşturacağını ifade etti.
‘Proje anayasaya aykırı’
İlk sözü alan şehir plancısı Prof. Dr. Pelin Pınar Giritlioğlu, kıyı kullanım hakkı gereğince projenin iptal olması gerektiğini vurguladı:
“Anayasa 43. Maddede kıyı şöyle tanımlanır: Herkesin eşit ve serbest kullanımına açık olan ve kamu yararına uygun kullanılması gereken bir alandır diyor. Bence bu tek cümle verilen bu mücadelenin anlamını ve değerini çok açık bir şekilde ortaya koyuyor. Projede bir rejans var, kamusal kullanım dışı kıyı alanlarını gösteriyor. Bu anayasaya aykırı. Böyle bir maddeye dayanarak bu projenin iptal olması gerektiğini söyleyebiliriz.”
Arkeolog Dr. Gülbahar Baran Çelik, Kalamış ve çevresinde yeterli çalışma yapılabildiği durumda değerli buluntulara rastlanacağını anlattı:
“Arkeoloji sadece güzel malzeme bulmak ve o buluntuyu keşfetmek gibi algılanıyor, bu yanlış bir algı. Biz bu işi sadece bilim adamlarına malzeme hazırlamak için yapmıyoruz. Bu iş aynı zamanda insanların tümünün bulundukları bölge, ülke, şehir, dünyayla ilgili geçmişe dayalı görüşlerinin geleceğe vereceği birikime de katkısı için yapıyoruz. Dolayısıyla burada aslında sizinle Kalamış’taki tarihsel verileri paylaşmak benim için de çok önemli.”
Eski Kadıköy Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu’nun konuşmasının vurgusu mücadeleye yerel yönetimlerin katkısı üzerine oldu:
“1984’te ilçe belediyesi kuruluyor. O dönem belediye başkanı bakanlıkla bir anlaşma yaparak burada bir marina yapıyorlar. Daha sonraki süreçlerde bu marina Milli Emlak’a geçiyor ve Özelleştirme İdaresi 2011’de buraya bir plan yapıyor. Planla beraber bu marinanın büyütülmesi gündeme geliyor. 2014’te biz yönetime geldiğimiz zaman buranın ihalesi yapılmış bir durumdaydı. İhaleyi alan Koç firması ve diğer firmalar ile karşı karşıya geldik. ‘Ne yapabiliriz’ sorusunu kendimize sorduk. Çünkü bu marinanın büyütülmesi ile oldukça geniş bir alan imara açılıyor. Biz öncelikle basın bildirisi, burada yapılan toplantılar ve elimizdeki bütün teknik bilgileri vatandaşlarımızla paylaştık. O dönemdeki Kent Konseyi, meslek örgütleri bu sürece katılıyor. Oldukça geniş bir mücadele alanı oluşuyor. Yaklaşık 200 bin imza toplanıyor ve dava süreçleri ile beraber plan iptal ediliyor. Yerelde yaşayan insanlarla beraber yerel yönetimin birlikte hareket etmesiyle, birinci firma ve diğerleri ihaleden çekiliyor ve bu süreç kapanıyor.
Bu marinanın büyütülmeyeceği konusunda emin bir duruma geçmişken, biz yönetimden ayrıldıktan sonraki süreçte bu iş yeniden gündeme getiriliyor. Peki ne oluyor da biz sürekli bu alanları kaybediyoruz? Bu kadar önemli bir yerde bu marinayı iki misli büyütme cesaretini birileri gösteriyor da biz Kadıköy’de yaşayan 500 bin insan -koca bir belediyemiz var, Büyükşehir belediyemiz var- bunca siyasi parti, aktivist, politikacılar olan bir yerde biz bunu engelleyemiyoruz? Bence soruyu bu şekilde sormak lazım. Bu işin siyasal ayağında sorun var. Bir ilçe belediyesi ve büyükşehir belediyesinin istemediği hiçbir proje gerçekleşemez. Yerel yönetimlere verilen yetkiler vatandaşlarla birlikte kullanılırsa büyük bir güç oluşturur. Bu siyasal gücün yeniden aktif hale getirilmesi gerekiyor.”
Eski Kadıköy Mimarlar Odası başkanı Arif Atılgan Kalamış’ın tarihi dokusunun değerini vurgulayan bir konuşma yaptı:
“Bu alanda tekne barınağı yapılabilir. İnsanları denizle barıştırmak için balığa çıkacak, yüzecek tekneler olabilir. Yat limanı sakin kıyılara yapılır. Çünkü eğer kamu olarak bir tesis yapıyorsanız o tesisin halka bir verdiği olması lazım, aldığı değil. Burada yaptığı tesis halktan alıyor. Buradaki gürültü, patırtı, araba trafiği gibi.”
Fenerbahçe Kalamış Dayanışması yayımladığı bildiride marinanın karada ve denizde genişlemesi durumunda oluşacak sorunları şöyle sıraladı:
Artan yapılaşma nedeniyle bölge en az 5 yıl şantiye alanına dönecek, yaya dolaşım alanları ve bisiklet yolları kapanacak; halk, sahili ve parkı spor ve sosyal amaçlarla kullanamayacak.
Mimari yapı bozulacak, betonlaşma ve bölgedeki insan ve araç yoğunluğu artacak, zaten var olan trafik keşmekeşi daha da çekilmez hâle gelecek.
Fenerbahçe ve Kalamış’ın tarihi ve sosyal dokusu bozulacak, mahalle kültürümüz yok olacak.
İnşaat faaliyetinin neden olduğu partiküller ilçe hava kalitesini daha da düşürecek. Akciğer-solunum rahatsızlıklarına neden olacak, yeşil alanlar daha da azalacak.
Uzatılacak mendirek, yapılaşma, artan tekne sayısı ve otopark yapımı sonucu hava koridorlarının kapanması, ısı adalarının oluşması ile hava ve deniz kirliliği daha da artacak, denizde ekolojik denge bozulacak, müsilaj ve kötü koku gibi sorunlar çoğalacak.
Toprak alanların azalması ile yağmur suları toprak ile buluşup yer altına inemeyecek ve su kaybı meydana gelecek.
Ayrıca, bölgenin sakinlerinden kediler, köpekler, kirpiler, kuşlar gibi birçok hayvan yuvasız kalacak.
Koç Holding imzayı attı:6.34 milyar lirayı tek seferde ödedi Koç Holding iştiraki Tek-Art Kalamış, Fenerbahçe-Kalamış Yat Limanı’nın işletme hakları için imzayı attı. 504 milyon dolar karşılığında 40 yıl boyunca işletme hakkını alan Tek-Art Kalamış, 176 milyon 400 bin doları (6.338.969.280) peşin ödedi, kalan kısmını 60 ayda 5 eşit taksitle SOFR oranı + %3 eklenerek hesaplanacak faiz ile birlikte ödeyecek… (Halk TV, 5 Şubat 2025) https://halktv.com.tr/ekonomi/koc-holding-imzayi-atti-6-34-milyar-lirayi-tek-seferde-odedi-911620h
(1 Şubat 2025 tarihli Basın Açıklaması’nı okumak için görsellerin üzerlerine tıklayınız….)
Fenerbahçe Kalamış Yat Limanı’nın 40 yıllığına “işletme hakkının verilmesi” yöntemiyle özelleştirilmesi onaylanmış, ihaleyi Vahit Karaaslan kazanmıştı. Vahit Karaaslan’ın ihaleden çekilmesinin ardından Koç Holding, en iyi ikinci teklifi verdiği Fenerbahçe-Kalamış Yat Limanı ihalesi için 5 Şubat 2025’te sözleşme imzalamaya davet edildiğini bildirdi. Karaaslan’ın, ihaleden çekilme kararına ilişkin “Sebebini açıklayamam. İçinden çıkamayacağım bir neden yüzünden almıyorum, vazgeçtim” yorumu ise dikkat çekti. (Kaynak: https://haber.sol.org.tr/haber/karaarslan-vazgecti-kalamis-yat-limani-koca-veriliyor-396960)
Fenerbahçe-Kalamış Dayanışması’nın Açıklaması: (…) İhaleyi kimin aldığından bağımsız olarak; Kalamış’ın huzurunu bozacak, tarihsel ve ekolojik yapısını yok edecek (…) rant yaratmaktan başka amacı olmayan hiçbir projeyi kabul etmeyeceğiz! (X, 25/12/2024)(https://x.com/fbkalamisday/status/1871871129201328455)
13 yıla yayılan özelleştirme girişiminde beşinci ihale düzenlendi. Daha önce Koç Holding’in elinden alınan ihalede bu kez en yüksek teklifi, topladığı Hazine arazileriyle dikkat çeken bir müteahhit verdi. Limanın 40 yıl süreyle “işletme hakkının verilmesi” yöntemiyle özelleştirilmesi için Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nda toplanıldı. İhaleye altı şirket ve bir müteahhit katıldı… Konuyla ilgili ulusal basında yer alan haberler aşağıda güncellenerek paylaşılmaktadır.
2010 yılından bu yana her Nisan ayında, “Nisan” dergisini ve yayınevini hatırlatmakta “sıkı/sahici edebiyat” kavramını hatırlatmak kadar fayda ve önem buluyorum. Efsanevi “Nisan” dergisi ve yayınevi hakkında aşağıdaki bağlantılar incelenebilir;
Gerçek Fenerbahçeli’lerin üzülmesine hiç gerek yok… Ama tabiî, bugün (2 Nisan 2025) çoğunluğu statta bulunan, 1-2’lik yenilgiye tanık olan ve Haziran 2024 kongresinde Ali Koç’a oy veren 16.900 küsur stajyer Koç Spor’lu derinden üzülerek hakikati görmeli artık… Olan biten şey şu: Ali Koç’un ve taifesinin hayalindeki ‘endüstriyel futbol hamlesi’ bugün bir kupa daha kaybetti. Defalarca dile getirdiğimiz “çürük kaya” teorisine bir çentik daha atıldı… Bütün hikâye budur!
Üzülmeyin, yakında Fenerbahçe efsanesinin ruhu Koç Spor’dan kurtulacak ve yeniden -küllerinden- doğacak! Kimse kusura bakmasın: Ali Koç ve taifesinin başarısızlığı zirveden zirveye koşuyor: Mevcut rezalet “Ağrı Dağı” gibi apaçık ortada… Delfi kâhini olmaya gerek yok.
Açıkça ifade etmekte fayda var: 1950’ler ve ikinci yeni sonrasındaki girişimlerin yaşamdaki şiirselliği yüceltme veya imgesel alan derinliğini kullanarak dilin sınırlarını genişletme kapsamında başarılı olduğunu düşünmüyorum. Bir ara (90’ların ortasında) postmodern şiir anlayışı belirgin bir çıkış yapar gibi göründü, sonrasında etkili teorilere dayanan avangart çalışmalar da (2000-2010 arasında) icra edildi ve fakat tüm o çıkışlar ve gayretler neoliberal popülizmin içerisinde sönümlendi, yitti gitti, dibe vurdu.
Tüm dünyada sosyoloji ve psikolojinin kilit açıcı rolü 2000’ler öncesindeki gibi etkin değil. Öncelikle bunu kabullenmeliyiz. Günümüz şairleri neoliberal popülizm denen şeyin son derece sinsi işleyen bir fikirsizlik/hayalsizlik alanı olduğunu, onun kapitalizm 2.0 olduğunu anlaması gerek artık… Bireyin kendini performans öznesi olarak sahnelenebilir, sergilenebilir (veya instagramlanabilir) bir konumda görmesi, bireyin kendini -doğuştan- kendi performansıyla sınaması… Müthiş bir karakter deformasyonu, müthiş bir zihin amorflaşması… Popüler aşırılıkların yücelmesi; sınırsız bir erdemsizlik, her alanda ahlaki çöküş… Bunların daha çok işlenmesi gerek bence; çünkü yeni nesil hapishaneler bireylerin zihninde ve gündelik yaşayışında kuruluyor artık; yani duvarlara, tel örgülere gerek yok! Mesela, beyaz yakalı olmanız, maaşa, komisyona veya bordroya bağlanmanız yeterli insanlığınızı kaybetmeniz için… Her şey daha da canavarlaşmak için tıkır tıkır işliyor coğrafyamızda!
Şairlerin varoluş biçimini düşünmeye çalışıyorum kaç zamandır… Bu problematiği tutarlı bir yöntemle -örneğin soyağacı yaklaşımıyla- irdeleyemiyorum, bir akrabalık sınıflaması da yapamıyorum. Fakat, imgelemin özgürleşmesi açısından bir yakınsama-ıraksama durumundan veya konumlanma yaklaşımından söz edebilirim. En azından, benim için, Türkçe’de; Ece Ayhan ve İlhan Berk’in poetikası yakınsadığımı düşündüğüm bir imgesel alan derinliğini ihtiva ediyor. Eh, bu alan derinliğinin sezgisel gücünü bilenler, ıraksadığım şeylerin de neler olduğunu tahmin edebilirler. Birkaç örnek vereyim: Yığışımlardan, popülizmden, mevcut (cukkacı) belediyecilik zihniyetinden ve diğer (arpacı ve uzun) halay takımlarından uzak duruyorum. Rantçılardan, hızlı tüketimsel endüstri kültüründen ve bu kültürün yarattığı satışçı, pazarlamacı, vitrinci ve mağazacı yaklaşımların tamamından nefret ediyorum desem, yeridir. Bana göre kapitalizmin yarattığı en büyük ve iğrenç kötülükler bunlardır.
İyi şair kim? Bu soruya verilecek cevapların çoğu sığ olacaktır. Ama gene de kendi formülümle cevaplamaya çalışayım: İmgelemin özgürleşmesini sağlayarak dilin sınırlarını genişletebilen, yaşamı şiirleyen (Almancası: Dichten) veya yaşamdaki şiirselliği bulup insanlığa sunan… Bir de sanırım, ‘iyi şair’ gibi doksozofi içeren bir tanımın yerine ‘sıkı şair’ ifadesi daha doğru, benim zihin haritamda… Sıkı bir şiirle veya dizeyle karşılaştığımda çok heyecanlanıyorum. Ona ‘yaşamsal (İngilizcesi: Vital) bir buluntu’ gözüyle bakıyorum. Onda fark ettiğim şeyi dağlara taşlara yazmak, bulutlara denize yazmak istiyorum. Yüce, kutsal (İngilizcesi: Sacred) bir duygu hissediyorum açıkçası… Çok tuhaf…
Dünya edebiyatından, dünya dillerinden çeviri eserlerin zihnimdeki yansıması nasıldır, diye düşünüyorum: Enikonu İngilizce biliyorum, İngilizler’de en sevdiğim şey ironi… İroninin tüm türlerini İngiliz Edebiyatı’nda bulabilirsiniz. Felsefede ve dilbilimde Almanca çeviriler çok işime yarıyor. Rusça bence tam ve eksiksiz psikolojik bir kurgu dili… Düzyazı anlatılarda, özellikle -büyülü gerçekçilik akımı nedeniyle- Güney Amerikalı yazarlardan çevirileri çok önemsiyorum. İspanyolca’ya hayranlığım daha az… Fransızlar’ın imgesel gücü yadsınamaz. Yunanca’nın mitolojisi çok etkileyici ve fakat İskandinav mitolojisini daha çok seviyorum. Şiirde Farsça çok kuvvetli… Uzak doğu dillerinde de Japonca. John Steinbeck dışında Kuzey Amerikalılar benim için bir şey ifade etmiyor.
Ben kendimi bir zümrede konumlandıramıyorum. Bir yerde, birileriyle birlikte yerleşmiş değilim. Belki de yoldayım, yolculuktayım hâlâ… Ya da dışarıdayım, dışlanmış durumdayım… Bilemiyorum. Zaten herhangi bir zümre tarafından ‘içerilmeye’ gerek de yok. Özellikle güncel neoliberal eksenlere göre şiirin zümreleşmesi, statikleşmesi, yerleşim birimlerine veya kamplara, şapellere ayrılması falan iğrenç şeyler…Misal; edebiyat dergileri… zombileştiler! Maalesef edebiyat dergileri tedavülden kalktı ve bir anlamları da kalmadı. Hepsi ‘marka değeri’ kafasıyla çalışıyor ve ‘statüko cukkalama mecrası’ olarak kullanılıyor. Aynı tas aynı hamam, çalan aynı oynayan aynı… Bu tip bir zavallı devamlılığın sahici bir varlığı da yok aslında: Göz alıcı, parlak bir mezarlık düşünün! Çok yazık, çok üzülüyorum…
Peki, şiirin geleceği var mı, gelecekte neler olacak? Bunu kapitalizm sonrası ‘yeni insanlık’ tanımının çerçevesi belirleyecek… O güne kadar neoliberal popülizm -zaman zaman değişik krizlerle beslenerek, otoriterleşme dozu zaman zaman azalarak veya artarak- devam eder. Çünkü, kapitalizmin işe yarar (geçer akçe, çarkı/sistemi döndürür) başka bir formülü yok şu ân gelecek için… Fakat, sosyalizmvari yeni bir zihniyet gelirse, belki her şey topyekûn değişir.
Sonuçlayarak, tarihe bakıp olanı biteni anlayarak -gerçi anlamasak da pek bir şey değişmeyecek- 2025’in Mart ayında hep bir ağızdan şunu söyleyebiliriz: Şiirimiz güncel değildir abiler, dom!
Hamiş: Bayram Zıvalı’ya ve gerçekleştirdiği Güncel Türk Şiiri başlıklı araştırmaya/soruşturmaya minnettarım: Bu söylemleri düşünmemde ve bütünlememde bir tür tetikleyici olduğu için…
Yankı Odası‘nın 24. Bölümü’nde… 2025 Dünya Şiir Günü için özel yayın! Kötü edebiyat, kötü şiir nedir? Kötü şair kimdir? Hilmi Yavuz‘a dair bir temellük eylemi! Ve gerçek bir dünya şiir günü bildirisi!
25. Bölüm’ün yayın tarihine/saatine ilişkin bilgiler/güncellemeler/değişiklikler için lütfen sosyal medya hesaplarımızı takip ediniz. (instagram: @evvelfanzin twitter: @calmayan)
Yankı Odası‘nın 23. Bölümü’ndePlüton Yayın Kolektifi‘nin kurucusu Toprak -Şems- Tezcan‘la yeni nesil yayıncılık ve şiir dünyası üzerine sohbet ettik, dertleştik…
24. Bölüm’ün yayın tarihine/saatine ilişkin bilgiler/güncellemeler/değişiklikler için lütfen sosyal medya hesaplarımızı takip ediniz. (instagram: @evvelfanzin twitter: @calmayan)
Yankı Odası‘nın 22. Bölümü’nde Dipsiz Göl adlı şiir kitabımı anlatmaya devam ettim…
23. Bölüm’ün yayın tarihine/saatine ilişkin bilgiler/güncellemeler/değişiklikler için lütfen sosyal medya hesaplarımızı takip ediniz. (instagram: @evvelfanzin twitter: @calmayan)
Yankı Odası‘nın 21. Bölümü’nde Dipsiz Göl adlı şiir kitabımı anlattım. (22. Bölüm’de Dipsiz Göl’deki şiirleri, imgeleri irdelemeye devam edeceğiz…)
22. Bölüm’ün yayın tarihine/saatine ilişkin bilgiler/güncellemeler/değişiklikler için lütfen sosyal medya hesaplarımızı takip ediniz. (instagram: @evvelfanzin twitter: @calmayan)