Eki
21
2023
--

Upas Yayın, 5 Yaşında!

Sıkı şiire öncelik vermek ve imgelemin
özgürleşmesini sağlamak için oluşturduğumuz
Upas Yayın5 yaşında!

Yayımladığımız 46 kitabımızla birlikte
tüm dostlarımızı selamlıyoruz…

Eki
15
2023
--

Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı saygıyla anıyoruz…


15 Ekim 2008’de vefat eden büyük şair
Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı saygıyla anıyoruz…


“Dağlarca’nın Şiirlerindeki Sonsuzluk”
https://evvel.org/daglarcanin-siirlerindeki-sonsuzluk-zafer-yalcinpinar


Fazıl Hüsnü Dağlarca Kitap Kapakları Seçkisi
https://evvel.org/fazil-husnu-daglarca-kitap-kapaklari-seckisi



“Yaşamamalarda”
https://evvel.org/yasamamalarda-fazil-husnu-daglarca


Haydi-2’den Dörtlükler (1)
https://evvel.org/haydi-2den-dortlukler-fazil-husnu-daglarca

Haydi-2’den Dörtlükler (2)
https://evvel.org/haydi-2den-dortlukler-2-fazil-husnu-daglarca

Haydi-2’den Dörtlükler (3)
https://evvel.org/haydi-2den-dortlukler-3-fazil-husnu-daglarca


PEGÜ HÖS
https://upas.evvel.org/?p=1423


‘Dağlarca’nın Haysiyeti’ bizim meşru direnişimizdir!
https://evvel.org/daglarcanin-haysiyeti-
bizim-mesru-direnisimizdir-z-yalcinpinar


Dağlarca’nın Önemi
https://evvel.org/daglarcanin-onemi


Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Sivaslı Karınca’sı için Çizimler
https://evvel.org/fazil-husnu-daglarcanin-sivasli-
karincasi-icin-cizimler-nurullah-berk-1960


Oranın Kör Basamakları
https://evvel.org/daglarca-oranin-kor-basamaklari


Dar olan…
https://evvel.org/dar-olan-daglarca


“Dağlarca 100 Yaşında” Sergisi’nden İzlenimler:
https://evvel.org/daglarca-100-yasinda-sergisinden-izlenimler


Başlangıç Olayı
https://evvel.org/baslangic-olayi


Üç Şiir: “Yanmak, Gündüz, Yeşil”
https://evvel.org/uc-siir-yanmak-gunduz-yesil-f-h-daglarca


Ece Ayhan ve Dağlarca:
https://evvel.org/ece-ayhan-ve-daglarca


Denizden Gelen…
https://evvel.org/denizden-gelen


Görmek
https://evvel.org/gormek


“Bir sanat eseriyle karşı karşıya olduğumuzu anlasak,
daha doğrusu anlasalar, bize yetecek.” (O. Rifat)
https://evvel.org/bir-sanat-eseriyle-karsi-karsiya-oldugumuzu
-anlasak-daha-dogrusu-anlasalar-bize-yetecek-o-rifat


Sessizlik
https://evvel.org/sessizlik


Meçhul Çocukların El İşi Vazifesi
https://evvel.org/mechul-cocuklarin-el-isi-vazifesi-daglarca


Kalıt
https://evvel.org/kalit


Kişilik
https://evvel.org/siir-kisilik-fh-daglarca


Dağlarca İmzaları ve “Karşı Duvar” Dergisi
https://evvel.org/daglarca-imzalari-ve-karsi-duvar-dergisi


Eki
14
2023
--

TÜM ŞİİRLERİMİ DERLEYİP TOPARLAMA DENEMESİ (Zafer Yalçınpınar)


Bilindik anlamıyla -şiir kitabı normlarına uygunluk açısından- baktığımızda, 2007-2024 yılları arasında altı şiir kitabım yayımlandı. Bu şiir kitaplarımın üçü (Livar-2007 , Meydansız-2009 ve Dipsiz Göl-2023) ISBN standartlarında (uluslararası yayıncılık uygunluğuyla) indekslendi. Diğer kitaplarım ise ISBN standartlarıyla uyumluluk göstermiyor fakat Çalmayan-2014 , Kötü-2018 ve Dipsiz Göl-2023 adlı kitaplarım Avrupa Birliği çerçevesinde kullanılan Creative Commons (CC) Lisansı kapsamında yayımlandı. Tarihinsancısı-2017 adlı kitabım ise hiçbir uluslararası uygunluğa sahip değil.

Altı şiir kitabımda toplam 149 şiir, ortalama olarak A5 ebatlarına yakın toplam 323 kitap sayfasında yer bulmuş. (11 şiirim ise dışarıda kalmış; henüz “şiir kitabı” normunda bütünlenmemiş ve kâğıda geçmemiş.) Sanıyorum, şiir kitabı formunda olmayan diğer kitaplarıma serpiştirilmiş şiirlerimle, eski dergilerde yayımlanan şiir deneylerimle, çok eski defterlerde, kâğıt parçalarında ve internetin dehlizlerinde kalanlarla filan birlikte düşündüğümüzde; 180’e yakın şiirden oluşan bir yazım hayatım olmuş-oluyor, diyebiliriz. Okuyucular, yayımlanmış olan şiir içerikli tüm eserlerime, diğer edebiyat çalışmalarıma ve edebiyat hayatım kapsamındaki özgeçmişime https://zaferyalcinpinar.info adresinden ücretsiz olarak erişebiliyor.

Başta ifade ettiğim -şiir kitabı normlarına uygun- altı şiir kitabımda yer alan tüm şiirlerim için -okuyucu/takipçi isteklerini dikkate alarak- bir indeks oluşturdum. İndeksi kromatik olarak aşağıda detaylıca paylaşıyorum. Daha ne olsun! Şiiri seven, şiiri arayan, şiirden anlayan ve şiir okumak isteyenler için büyük bir hizmet…

İyi okumalar dilerim.

Zafer Yalçınpınar
Son Güncelleme: Şubat 2024


Livar, tam metin pdf:
https://zaferyalcinpinar.com/livar.pdf


Meydansız, tam metin pdf:
https://zaferyalcinpinar.com/meydansiz2009.pdf


Çalmayan, tam metin pdf:
https://zaferyalcinpinar.com/calmayansiir.pdf


Tarihinsancısı, tam metin pdf:
https://zaferyalcinpinar.com/tarihinsancisi.pdf


Kötü, tam metin pdf:
https://upas.evvel.org/kotu.pdf


Dipsiz Göl, tam metin pdf:
https://upas.evvel.org/dipsiz.pdf


Hamiş: Yalçınpınar’ın tüm edebiyat çalışmalarına ve özgeçmişine https://zaferyalcinpinar.info adresinden ulaşabilirsiniz.

Eki
13
2023
--

Nilgün Marmara’yı saygıyla anıyoruz…


13 Ekim 1987’de yaşamını sonlandıran
Nilgün Marmara‘yı saygıyla anıyoruz.


EVV3L kapsamında yer alan Nilgün Marmara arşivini
https://evvel.org/?s=Nilgün+Marmara adresinden inceleyebilirsiniz.

Eki
11
2023
--

Julio Cortázar’ın yedi kısa öyküsü yıllar sonra çöpe gitmek üzereyken bulundu…


Arjantinli yazar Julio Cortázar’ın kaleme aldığı yedi kısa hikâye çöpe atılmak üzereyken bulundu. Öykülerin yazara ait olup olmadığını kanıtlamak bir yıl sürdü…


Haberin tam metnine https://www.ntv.com.tr/n-life/kultur-ve-sanat/yazar-cortazarin-yedi-kisa-oykusu-yillar-sonra-cope-gitmek-uzereyken-bulundu adresinden ulaşabilirsiniz.


Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan Julio Cortázar başlıklı ilgilere
https://evvel.org/ilgi/julio-cortazar adresinden ulaşabilirsiniz.

Eki
09
2023
--

“Hasta la victoria siempre!”


Emperyalizme karşı mücadele kararlılığı
ve devrimle özdeşleşen Che Guevara‘yı
saygıyla anıyoruz. Büyük devrimciyi
ve tarihsel mücadelesini Julio Cortazár’ın
“Buluşma” adlı efsanevi metniyle
selâmlıyoruz: https://bit.ly/cortazarbulusma


Eyl
30
2023
0

Gördüm, gördüm, gördüm: “Gerçeklikte gemiler terketmektedir fareleri.” (Ece Ayhan)

eceanma2


12 Temmuz 2002’de vefat eden sıkı şair
Ece Ayhan’ı saygıyla anıyoruz…


“Beni kafakola alamıyorlar. Şu anda bile -ki 60 yaşındayım- kafakola alamıyorlar.Bir beklentim yok. Bir şey istemiyorum. Ev istemiyorum, rüşvet istemiyorum, para istemiyorum, ödül istemiyorum.” Ece Ayhan


EVV3L’in Ece Ayhan İlgileri İndeksi (2007-2023)
https://bit.ly/eceindeks


Ece Ayhan Web Sitesi:
https://zaferyalcinpinar.com/bakissiz.html


Zafer Yalçınpınar’ın İnceleme Yazıları

1/ Ece Ayhan Hakkında Bilinmeyenler (2016)
Okumak için: https://bit.ly/eceayhanbilinmeyenler

2/ Ece Ayhan’ın İktidar Karşıtlığı (2017)
Okumak için: https://bit.ly/eceayhaniktidarkarsitligi

3/ Ece Ayhan Çağlar Adası (2012)
Okumak için: https://bit.ly/eceayhanadasi


Eyl
05
2023
--

Marmara Adalar Müzesi açıldı…


Marmara Adalar Müzesi, Ağustos 2023’te Marmara Adası’nda açıldı… Müzenin macerasını tüm hatlarıyla kaleme alan H. Can Yücel’in inceleme yazısına https://adalidergisi.com/tum-sayilar/2023/eylul-sayi-219/ada-muzesi-hayaldi-gercek-oldu/ adresinden ulaşabilirsiniz.



Müzenin “Marmara Adası’na Değer Katanlar” bölümünde
Yaşar ve Eleni Meral Yalçınpınar‘ın yaşam hikâyesi…
(Hikâyeyi kaleme alan H. Can Yücel’e özel teşekkürlerimizi sunarız.)
Ağu
30
2023
--

“Rüzgâr Defteri” 8 yaşında!

Zafer Yalçınpınar​, “Rüzgâr Defteri”
YAYINPasaj69.org, Ağustos 2018, 2. Edisyon, 34 Sayfa

Okumak için: https://zaferyalcinpinar.com/ruzgardefteri2.pdf


(…) “Rüzgârı düşünüyorum” deseydim, inanır mıydın buna? Örneğin, rüzgârın resmi nasıl çizilir, nasıl boyanır? Evet, eğilmiş ağaçlar, uğuldayan tepeler, dolgun yelkenler, sallanan yapraklar, vuran kapılar, kepenkler, toz bulutları: Hızla büyüyen sarmaşıksı bir duygu. Ancak, hiçbirisi rüzgârın anlamını karşılamıyor: Bunlar rüzgârı algılamamızı sağlayan imgeler, göstergeler; yani, gördüklerimiz: Rüzgârla -rüzgârın etkisiyle- devinen şeyler bunlar, rüzgâr değil. (…)


2015 yılında Uğur Yanıkel’le birlikte ‘Rüzgâr Defteri’ adlı metnimi orjin alarak başladığımız, ardından da ‘İmgelemin Özgürleşmesi’, ‘Ece Ayhan’ ve ‘İkinci Yeni’nin şiirsel alan derinliğine doğru genişlettiğimiz söyleşiden bir bölüm aşağıdadır. Bu söyleşinin özel bir öneme sahip olduğunu dile getirmeliyim: Bu söyleşi, yazdığım bir metnin imgesel imkânlarının yanı sıra semantik etkileşimlerini de sınayan, beni yeni düşünce merhalelerine götüren, kendi metnimin anlamını daha tutarlı bir şekilde görebilmemi sağlayan tam bir ‘poetika çalışması’ oldu. Uğur Yanıkel’e ne kadar teşekkür etsem azdır… (Zy)

Uğur Yanıkel: Oyun Yayınevi tarafından geçtiğimiz ay yayımlanan Rüzgâr Defteri, adalarda ‘örülmüş’  bir anlatı, zaten kitabın giriş kısmında da bunu açıkça dile getiriyorsun. Kitabı okuduğumda şunu fark ettim; evet, ada kültürünün etrafında yoğun bir şekilde ‘dolaşıyorsun’ ancak bir şeyi ‘yakalıyorsun’, rüzgârı… Rüzgârı yakalıyorsun ve rüzgâr üzerinden derinlemesine bir sorgulama, analiz sürecine girişiyorsun. Ancak, burada bahsettiğim sorgu ve analiz, duyusal alan üzerinden ilerliyor. Bu süreçten sonra da rüzgârı adeta modelliyorsun. İfade etmeliyim ki bahsettiğim bölüm, beni en çok heyecanlandıran, etkileyen bölümdü. Çünkü rüzgârın işlevini, oluşumunu biliyoruz ve tüm bunların doğaya ve canlılara yansımasını görebiliyoruz, ancak kendisini göremiyoruz somut bir şekilde. Görünmeyeni görünür kılman beni heyecanlandırdı açıkçası. Ayrıca bu modellemeyi yapabiliyor olmanda imgelem gücünün yanı sıra geçmişteki eğitim sürecinin ve çalışma hayatının da etkisi olduğunu düşünüyorum. Sen bu konuda neler diyeceksin?

Zafer Yalçınpınar: Ne diyeyimtutarlı, doğruya yakınsayan sözler bunlar… Sorduğun soruda ‘analiz ve modelleme’ diyerek tespit ettiğin durumun nedeni, Rüzgâr Defteri’ni yaşarken -ya da ‘rüzgâr’ denen şeyi düşünürken- elde ettiğim bulguları, görüngüleri alegorik bir dille işlemeye, örmeye çalışmamdır. Bu alegorik dilin bir tür eksiltme hareketi sonucunda oluştuğunu söyleyeyim: Defterin başlangıçtaki, yaşandığı ândaki gerçekliğini değiştirerek ‘rüzgâr’ olgusunun işaret ettiği düşünsel alanı daha belirgin, göz önüne getirilebilir ve nihayetinde ‘sorgulanabilir’ kılmaya çalıştım. Yani, matematikle özdeşleştirerek ifade edersem; yazdığım metnin sürekli olarak türevini aldım ve ‘rüzgârın anlamı’ diyebileceğimiz alegorik bir katmana ulaştım. Bahsettiğim bu işlek kulağa zor, karmaşık, saçma ve tuhaf geliyor olabilir. Basitleştirirsek; ‘rüzgâr’ denen şeyi önce anlayıp sonra da anlatmaya çalıştım. Bunu da metindeki düşünselliği ve imgeselliği dengeleyerek kotarmaya gayret ettim. Aslında, Rüzgâr Defteri’ndeki işleğin ne olduğunu anlatmak için Almanca’da güzel bir fiil vardır: ‘dichten’. Oruç Aruoba bu kelimeyi “şiir olarak kurmak” şeklinde çevirir. Ludwig Wittgenstein bir yazısında “Felsefenin aslında şiir olarak kurulması gerekir.” diyor. Ben de bunu yapmaya çalıştım. ‘Rüzgâr’ olgusunu şiirlemeye, rüzgârın varoluşunu ‘şiir olarak kurmaya’ gayret ettim. Rüzgâr Defteri’nin adalar kültürü ve geçmiş çalışma hayatımla olan ilgisinden önce, bu bahsettiğim ‘şiir olarak kurmak’ meselesi çok daha belirleyici ve önemli… Bunun üstünde durmalıyız sanırım. Bütün bu sözlerimden ve açıklamalarımdan ne anlaşılıyor? Sence nedir Rüzgâr Defteri? Felsefi bir metin mi, şiir mi? Nedir sence?

Uğur Yanıkel: Aslında tüm bu bahsettiklerinin bir çıktısı olarak şunu söyleyebilirim, Rüzgâr Defteri tek tığ ile örülmemiştir. Yani, oluşma, örülme evresindeki ilerleyiş, izlenen yol, yöntem bakımından baktığımızda ve bunun yanında kitabın içeriğindeki rüzgârı anlamaya yönelik sorulan soruların yönlendiriciliği bakımından felsefi bir ‘tığ’ kullanılmış diyebilirim. İkinci tığ ise senin de bahsettiğin ‘şiir olarak kurmak’  fiilinden de yola çıkarak erişilen şiirsellik ya da içeriğinde şiirsel bir tını barındıran imgelem. Tüm bu söylediklerimden de anlaşılacağı üzere Rüzgâr Defteri için yalnız başına bir ‘felsefi metin’ ya da bir ‘şiir’ diyemem. Rüzgâr Defteri, yazarının gördükleri, yaşadıklarının bir sonucudur en nihayetinde, dilin kendine özgü bir biçimde kullanılmasından dolayı yine bu temel üzerinden tanımlanabilir, diye düşünüyorum. Zaten, Rüzgâr Defteri dahilinde ve haricinde de böyle düşünüyorum. Yani mesela, bugün artık, ‘şiir’ kavramını gördüğümüzde ya da duyduğumuzda ‘kafamızın içinde’ ne kendini gösteriyor? Bu çok önemli. Şiirin ‘dinamik öz’ diyebileceğim ya da kavramlar üstü bir ‘şey’ olduğunu düşünüyorum. ‘Dinamik öz’ dememi şöyle bir örnek vererek açıklamaya çalışayım: Ateş böcekleri geceleri parıldayan bir böcek türüdür, yani gündüzleri ışık saçmazlar, hâl böyleyken gündüz bir ateş böceğini -tanıyıp- gördüğümüzde, gözümüzü kapatıp elde ettiğimiz ‘karanlık’, ateş böceğinin parıldamasına neden olmaz. Üstelik ateş böceğini de göremeyiz. Bu örnekte bana göre asıl ‘şiir’ ateş böceğidir. Yani o ‘dinamik öz’ dediğim kısıtlandırılamayan, ‘gözümüzü kapattığımızda’ görünmeyen ‘şey’dir.  Buradan hareketle şiirin alışılmış bir biçime(forma) artık gerek duymadığını söyleyebilirim. Bana kalırsa şiir bunu aşan tek türdür; bir biçime(forma) ihtiyaç duymadan varlığını sürdürebildiği için… Bu bağlamda dilin ve kelimelerin göz önünde olmadığı ‘şeylere’ bakalım; yanmış bir filmi banyo ettiğimizde elde ettiğimiz görüntü, ufak bir çocuğa oyalanması için verilen kâğıt ve kalem ile çocuğun yaptığı çizim -ki çocuk genelde o kâğıdı rastlantısal olarak karalar yani ‘rüzgâr’ı çizer-. Verdiğim örnekler çoğaltılabilir elbette. Ancak bu verdiğim örneklerin ve daha fazlasının kişisel sezme yetimiz ile farkında olabiliriz. Rüzgâr Defteri’nin benim için asıl önemi, senin bahsettiklerini saklı tutarak söylüyorum, buradan geliyor. Çocukken hepimiz rüzgârı ‘modellemişizdir’ ancak bunun rüzgârı görünür kılıyor olduğunu bilmeden, farkında olmadan. Rüzgâr Defteri ile şahsen bu farkındalığı kendime kazandırdım. Peki, sen, Rüzgâr Defteri’ni oluştururken, ‘rüzgârı keşfettin’ diyebilir miyiz? Eğer öyleyse, bu keşfin Rüzgâr Defteri dışında bir yansıması oldu mu sende?

Zafer Yalçınpınar: Doğduğumdan beri her yılın belli bir dönemini adada yaşıyorum. Ada yaşamında, denizin hareketini belirleyen rüzgâr çok önemlidir. İnsan için ‘düşünmek’ ne ise ada için de ‘rüzgâr’ odur. Rüzgâr sürekli yaşamı değiştirir, hemen her şey rüzgâra bağlıdır adalarda… Rüzgâr Defteri’nin yazım sürecini yaşamsal düzlem üzerinden anlatayım o zaman… 2013 yılında Duygu Gündeş’le birlikte Bozcaada’da tatile gittik. Bu tatilde, konaklamak için Bozcaada’nın kıyı şeridinde bulunan popüler mevkilerden birini değil de, daha içrek, adanın kuzeydoğuya bakan tarafında bulunan bağ ve bahçelerin ortasında, salaş diyebileceğimiz bir yer seçtik. Bu mevkide, tatilin ilk ânından son ânına kadar rüzgâr hiç durmadı, sürekli ve kuvvetli olarak kendini hissettirdi. Sürekli esiyor, bir şeyler anlatıyor, sürekli bir şeyleri düşünüyor, düşündürtüyor gibiydi. Bu yaşantı parçasında, Rüzgâr Defteri’nin ilk orjini oluştu; belirleyici kavram, metne eşlik edecek olan odak noktası bu ‘süreklilik’ti. Diğer orjin ‘rüzgârın etkinliği, etkililiği’ydi. ‘Devinim’ olgusuyla birlikte  ‘rüzgârın yaşama düşünce katması’ da defterin temel eğretilemesidir. Bu orjinler ya da ‘mihenk noktaları’ üzerinden defterin örülümü, yazımı bir tam yıl boyunca sürdü. Marmara Adası’nda, 2014 yılında, fırtınalı bir gecede deftere son noktayı koydum. Bu başlangıç ve bitiş arasında oluşan imgelemin, evet, konuşmamızın başında da vurguladığın gibi matematik ağırlıklı eğitim sürecimden, para kazanmak için bir on yıl kadar çalıştığım bilim kurumundan tut da bulanık mantığa veya dilbilim felsefesine olan ilgime ve araştırma çalışmalarıma kadar uzanan bir arkaplanı olduğunu söyleyebiliriz. Ancak, önemli olan defterin yazımındaki tetikleyici kıvılcımlardır. İlk denklemdir. Daha önce de ‘Çalmayan’(Eylül 2014, Kendi Yayınları) adlı şiir kitabımı okuyan bir arkadaş şiirlerimi ‘matematiksel’ bulduğunu ifade etmişti. Sence, şiir ve matematik arasında belirgin bir ilişki var mı? Sembolik anlatım ekolünde, Bilge Karasu’da veya Rüzgâr Defteri’ndeki alegorik katmanda bu türden bir ilişki mecburiyet hâline mi dönüşüyor? Ece Ayhan, bir yazısında, ‘İkinci Yeni logaritmalı şiirdir.’ der. Peki, şimdi ben kalksam, ‘şiirsel önerme’ ya da ‘imgesel önerme’ diye bir şeyler, kavramlar atsam ortaya, bu ifadeleri duyduğunda aklına neler gelir, ilkin?

Uğur Yanıkel: ‘Şiir ve matematik’ dendiğinde akla ilk gelen şey ‘ölçülü şiirler’ oluyor. Ancak buradaki biçim odaklı ilişkiyi bir kenara bırakırsak, sanırım şiir ve matematik arasındaki ilişkinin temel belirginliği soyut düşünce ya da soyut düşünebilme becerisinden geliyor. En genel tabiri ile matematik, evren ve zaman içerisinde bulunmayan ancak akılda varlığını sürdüren, soyut zeminde düşünebilmenin sonucudur. Şiirde de böylesi bir soyut zeminin varlığından söz edebiliriz. Formüleri, sayısal bir dili olsa da bu sayısal dilin çözümlenme süreci analitik düşünceyi ortaya çıkarır, sonrasında da güçlendirir. Bu analitik düşünce hayatla, yaşamla, varlıklarla bir bağ kurmaya yönlendirir insanı. Bu bağ ile imgelem gücünün birleşimi de Rüzgâr Defteri’nde kendini hissettiriyor. İlk başta söylediğin ‘…matematikle özdeşleştirirsem sürekli türevini aldım’ sözü de buna delil olarak gösterilebilir… Şimdi, Rüzgâr Defteri’ndeki alegorik katmanda ise tüm bu ilişkinin mecburiyet hâlinden ziyade kendiliğinden oluştuğunu düşünüyorum, az önceki açıklamalarıma dayanarak. (…)

Eylül 2015


Not: Söyleşinin tam metnini PDF dosyası biçeminde https://zaferyalcinpinar.com/ruzgarisiirlemeksoylesi.pdf adresinden arşivleyebilirsiniz.


Ağu
17
2023
--

KADIKÖY 2023

ağustos’un 17’si
cumhuriyetin 100. yılı
hava sıcak, kuşlar sıçıyor
__çöpler kokuyor,
____________rüzgâr esmiyor
halkımız metroyla beldemize geliyor
rantçılar ve sökülü kapılar ve molozlar
_______günlerdir çöp arabası bekliyor
çöpçüler yıllık izinde
______Dersim’in köylerini geziyorlar
ağaçlar ve çiçekler, rahatsız ve hareketsiz…
müteahhitlerden kaçamayacaklarını biliyorlar
sinekler ile emlakçılar kan emmekten mutlular
kendilerini ezecek motorsikletli göçmenleri
___ve hiç gelmeyecek taksileri
____________________bekliyor
_______________________kediler ve yaşlılar
adamın biri Bostancı’da köşebaşına işiyor,
_________________işiyor ve gidiyor
meyhaneler dolup boşalıyor
tekel bayileri para basıyor
başkanlar delegelerini güzel güzel yemliyor
belediyemiz yerel seçimlere hazırlanıyor

Zafer Yalçınpınar


Yalçınpınar’ın tüm şiirlerine ve şiir kitaplarına https://bit.ly/zypsiir adresinden ulaşabilirsiniz.

Ağu
17
2023
--

Ece Ayhan’ın yayımlanan ilk şiiri… (kendi el yazısıyla…)

Ece Ayhan’ın yayımlanan ilk şiiri…
(Türk Dili Dergisi, Şubat 1954, Sayı: 29, s. 291)


“Adım Ece Ayhan Çağlar…”
Hazırlayan: Tunç Tayanç, YKY, 2014, 1.Baskı, s.63



Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “Ece Ayhan” başlıklı ilgilere https://evvel.org/ilgi/ece-ayhan adresinden, Ece Ayhan ilgilerinin indeksine https://bit.ly/eceindeks adresinden, Ece Ayhan web sitesine ise https://zaferyalcinpinar.com/bakissiz.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Ağu
14
2023
0

Yavuz Çetin’i çok özlüyoruz…

15 Ağustos 2001′de vefat eden
sıkı gitarist Yavuz Çetin’i, saygıyla anıyoruz…


 yavuzcetin

“Yavuz Çetin, ‘soundcheck’ yaparken… “

Fotoğraf:  Z. Yalçınpınar
1999, Shaft Blues Club-Kadıköy

*

SIKI GİTARİST YAVUZ ÇETİN

Sıkı gitarist Yavuz Çetin’in ölümünün üzerinden yaklaşık olarak sekiz yıl geçmiş. Demek ki Yavuz Çetin hakkında bir şeyler yazmaya ancak sekiz yıl sonra cesaret edebiliyorum.

Her şeyden önce Yavuz Çetin’i “sıkı gitarist” yapan şeyin ondaki eşsiz “tuşe” olduğunu -tüm ağırlığıyla- ortaya koymalıyız. Tuşe; bir şarkının, bir melodinin ya da bir müzikal tipolojinin ruhunu/özünü dinleyiciye aktarabilmedeki ustalıktır. Bir tür içtenliktir.  Senelerini gitar tekniğini güçlendirmekle harcamış biri, evet, her türlü şarkıyı çalabilir, gitar üzerinde her türlü akrobasiyi yapabilir, fakat çaldığı şeyin ruhunu içselleştiremeyip ömrü boyunca tuşesiz bir gitarist olarak kalabilir de… Böylesine sportmen bir gitaristin çaldığı her şey saman gibi gelir dinleyiciye.  Yavuz Çetin ise bastığı her notayı içselleştirebilen nadir gitaristlerdendi. 1998 yılının kış aylarından birinde Yavuz Çetin’in “İLK” adlı albümünü “ilk” kez dinlediğimde, albümü hemen beğenmemin nedenlerinden biri de -sanırım- bu güçlü tuşeydi. Özellikle de şarkılardaki blues rifflerinin zamanlamasından, yerlemlerinden ve şarkının armonisine pürüzsüzce eklemlenebilmiş olmalarından dolayı çokça etkilenmiştim. Albümü defalarca dinledim ve albümdeki dinginliğin nasıl olup da bu kadar “enerji dolu” olduğunu, olabildiğini düşündüm, durdum. Hatta bu kimyayı -kendimce- matematiksel (modal/makamsal) olarak hesaplamaya bile çalıştım. O zamanlar cevabı bulamamıştım fakat şimdi, bugün, özellikle de gitar için düşündüğümüzde bu sorunun cevabının Blues Ruhu’yla açıklanabileceğini biliyorum.

1998’in yazında Kadıköy’ün cafe-barlarından birinin tüm masalarında Yavuz Çetin ve grubunun tanıtım broşürünü gördüm. Bu tanıtım broşürleri aynı zamanda da indirim biletleriydi. Yavuz Çetin ve grubu Çarşamba akşamları “Kallavi Bar” diye bir yerde çalıyordu ve indirim biletleri bu barda geçerliydi. Biletlerden birkaç tane aldım ve ilk Çarşamba gününün gelmesini bekledim.

Söz konusu ilk Çarşamba gecesi Blues tutkunu bir arkadaşımla birlikte soluğu Kallavi Bar’da aldık. Barı gördüğümüzde çok şaşırdığımızı itiraf etmeliyim. Kallavi Bar, Şükrü Saraçoğlu Stadı’nın yanında, Kurbağlıdere’ye paralel olarak inşa edilmiş, köşkten devşirme bir yapıydı. Barın “üst” katından bol rakılı fasıl ezgileri filan geliyordu. Kapıdaki görevliye Yavuz Çetin’i izlemek istediğimizi ve fasıl seslerini duyunca şaşırdığımızı söyledik. Görevliden Yavuz Çetin’in ve grubunun “alt” katta çaldığı bilgisini alınca rahatladık.  (Aslında rahatlamamalıydık, çünkü gerçekte –yani bu memleketin “kara” gerçeğinde- Yavuz Çetin isimli sıkı gitarist, o köşkün alt katında değil de yandaki stadyumda çalmayı hak eden biriydi.)

Köşkün bodrum dairesine benzeyen alt katına girdiğimizde sahnede Yavuz Çetin ve grubu,  Jimi Hendrix’in “Voodoo Chile” adlı şarkısının solo bölümünü çalıyorlardı. Ardından, Cream’den “Sunshine Of Your Love” geldi. Şarkıların sololarında Yavuz, bir nota bile teklememişti. Büyülenmiştik.  Daha önce Kadıköy’de hakkını vererek Jimi Hendrix çalan bir grup da görmemiştik. Yavuz, bu eski ve sıkı şarkıyı çalarken şarkının ruhunu kendinde hissediyordu ve bu ruh Yavuz Çetin’den bize doğru akıyordu.

Bütün gece hayranlıkla Yavuz Çetin’i izledik, dinledik, içki içtik.  Blues tutkunu arkadaşım, programın sonuna kadar beklemişti ve sonunda sahneden indiğinde Yavuz’un yolunu kesip, onun elini öpercesine;

“Bu sıkı şarkıları bu kadar sıkı çalmaya devam ederseniz size dinozor diyecekler…” dedi.

Yavuz Çetin gülümseyerek:

“Desinler, önemli değil… Bir gün gelecek bugün bana dinozor diyenlere de başkaları dinozor diyecekler. ” diye cevapladı ve içkisini almak üzere bara yöneldi.

Şimdi, bugün, 2009’da, kime “dinozor” diyebileceğimizi bilemiyorum, fakat hangi gitaristlere ve gruplara “geyik” denilebileceğini çok iyi biliyorum. Açıkça söyleyeyim; Yavuz Çetin bugüne kadar sahnede izlediğim en tuşeli ve sıkı gitaristlerden biridir. Belki de birincisidir.

Yavuz Çetin’in ölümünün üzerinden sekiz yıl geçmiş.  Bunca zamana rağmen zorlukla –ellerim titreyerek ve kafa karışıklığıyla-  yazdığım bu yazıyı, Yavuz Çetin’in şarkı sözlerinden bir bölüm alıntılayarak bitirmek “yerinde” olacaktır:

“Sahil sakin ve sessiz
Motel ışıkları durgun deniz
Karşıda bir balıkçı teknesi
Kırık dökük iskele 

Sıcak günlerin yorgunluğu üzerimde
Umutsuzluk görünürde
Henüz batan güneşin özlemi
Ve bu yalnızlık çekilmez gibi”

Zafer Yalçınpınar, 2009
“Sıkı Gitarist; Yavuz Çetin”, “kargamecmua müzik yazıları (2007-2011)”,
G Yayın, Geniş Kitaplık, 2011, s. 62


yavuzcetin2

“Bend’e çıkarken Yavuz Çetin…”

Fotoğraf:  Z. Yalçınpınar
1999, Shaft Blues Club-Kadıköy

*


Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “Yavuz Çetin” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/yavuz-cetin adresinden ulaşabilirsiniz.

Ağu
05
2023
--

Türkiye’de ilk fanzini yayımlayan -Mondo Trasho- Esat Cavit Başak vefat etti…


Eylemsel sanatın en güçlü temsilcilerinden Esat Cavit Başak,
5 Ağustos 2023’te İzmir-Menemen’de vefat etti…


Esat Cavit Başak, 26 Ağustos 1965’de Kuşadası’nda doğdu. 1981’de Devlet Tatbiki Sanatlar Yüksek Okulu-İç Mimarlık bölümünü kazandı. Aynı fakülte içerisinde İç Mimarlık’dan Endüstri Ürünleri Tasarımı’na yatay geçiş yaparak oradan mezun oldu. Sanat eleştirmeni ve kuratör Beral Madra’nın galerisi BM’de Madra’nın sergi asistanlığını ve grafik sanatçısı Mengü Ertel’in çıraklığını yaptı.


Esat Cavit Başak, 1990’ların başından günümüze eylemsel sanatın en etkili isimlerinden biriydi. Onu anlatan en güzel ve samimi yazılardan biri Murat Beşer tarafından 2016 yılında kaleme alındı: https://haber.sol.org.tr/yazarlar/murat-beser/mondo-trasho-esat-141371



Tayfun Polat‘ın kaleme aldığı ve Karga Mecmua’nın Mayıs 2010 tarihli 38. sayısında yayımlanan “Endüstri devrimi bitti, Esat Başak kazandı” adlı yazının tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/esatbasak.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.


Şubat 2011’de Esat Cavit Başak’ın Açık Radyo’da Janset Karavin’le birlikte gerçekleştirdiği söyleşiyi dinlemek için tıklayın…


2017 yılında Express dergisinde yayımlanan “Fanzin bir örgütlenme biçimidir” başlıklı söyleşisinde eylemsel yöneliminin detaylarını, yakınlaştığı ve uzaklaştığı sanatsal kapsamı dile getirmişti. Söyleşinin tam metni şurada: https://birartibir.org/fanzin-bir-orgutlenme-bicimidir/



Esat Cavit Başak’ın son dönem çalışmalarının çoğunu
https://www.instagram.com/novakozmikova/ adresinden inceleyebilirsiniz.


Esat Başak‘ın Ece Ayhan Çizimleri



Sub-Yayın (Şenol Erdoğan) tarafından yayıma hazırlanarak arşivlenen Mondo Trasho’nun tüm orjinal sayılarına https://archive.org/details/mondo-trasho adresinden pdf dosyası biçeminde ulaşabilirsiniz.


Fanzin kültürünün Türkiye’deki ilk örneği olan Mondo Trasho‘yla (ve Esat Cavit Başak’la) ilgili güzel bir araştırmaya https://kiyimuzik.com/fanzin-kulturunde-bir-manifesto-olarak-mondo-trasho/ adresinden ulaşabilirsiniz.


2010 yılında Esat Başak’la gerçekleştirilen bir başka söyleşi de şu adreste bulunuyor: https://istanbulmuseum.org/artists/esat%20cavit%20basak.html

Tem
13
2023
0

Bilge Karasu…

Bilge Karasu’yu saygı ve özlemle anıyoruz…

Bkz: https://evvel.org/ilgi/bilge-karasu


(…)
Alışılagelmiş bir deyimi kullanacağım şimdi: “Dile getirmek” deyimini… Yazarlığın bir şeyleri dile getirmeğe uğraşmak olduğunu söyleyeceğim.
“Dile getirmek” Türkçenin övüneceği bir deyim. Yazarın çalışmasını, çabasını, birçok dile göre çok daha güzel anlatıyor. Yazarın yaptığı, bir şeyler “anlatmak” değil; yazarın gereci olan, her şeyi olan dile, dilin ölçülerine, kalıplarına getirmek o “bir şeyleri” dilin olanaklarına dayamak. O dilde söylenmemişi söylemek. Dilde olmadığı için varlığı da olmayan şeyi, dile getirerek var etmek.

Dile getirilen bu “bir şeyler”, gerçeklik karşısındaki durumumuz, sorularımız; düşlerimiz, korkularımız, yaratılarımız.
Yazarlık, bir bakıma, bunları dile getirmenin yöntemini arayıştır. Yazar, bunları nasıl dile getirmeli, nasıl dile getirebilir? Hepimizin, daha işin başında, kendi kendimize sormak zorunda kaldığımız bir soru bu. Bu sorunun karşılığını bir yaşam boyu arayanlarımız da vardır. (s.161)

(…)
Okurun öğrendiği, öğreneceği şeylerden biri de, her kitabın, her yazının ille kendisi için yazılmış olmayacağıdır. (s.184)

(…)
Anlamak, beğenmek, okur için bir sınav niteliği taşıyor ise, okur, kendisine meydan okunduğunu duyuyor ise, bu okurun karşısında iki seçenek var demektir: Ya metnin gerektirdiği okurluğu başarmak, ya da, kendi okurluğu konusundaki kurgusunda düzeltmeler yapmak… Böylelikle, okurluğu öğrenmede bir adım daha atmış olur, ya da, kendini biraz daha iyi tanımış olur.(…)

Okuma alanında kimsenin kimseye dalkavukluk borcu yoktur. Metnin kötülüğünden okur sorumlu değildir, okurun tembelliğinden metin sorumlu değildir. Herhangi bir kitabı okumak üzere verdiğimiz karar, daha önceki bir okumamızın gerekli görünen bir sonucu olsa bile, temelde, bir rastlantıdır. (s.185)

(…)
Okurluk bir birikim işidir, demiştim. Okumalarımızın rastlantısal niteliği, bu noktada büyük önem kazanır. Bir sonra okunan kitap, bir öncekinin, ondan önce okunmuş kitapların (kuramsal olarak, ondan önce okunmuş kitapların hepsinin) sağladığı birikimin üzerinde okunmaktadır. Birikim, elbette, yalnız o güne dek okunmuş kitaplar değildir; o güne dek yaşanmış her şeydir. (s.187)

(…)
Okuduğuna saygı göstermek, okurun kendine de saygı göstermesi anlamına gelir: Kafasına, beğenisine, okurluğuna saygı göstermesi… (s.186) (…)

Bilge Karasu
“Susanlar”, Metis Yayınları, Ocak 2009


(…)
İhsan Yılmaz:
Gece’nin yavaş yavaş gelip her yeri karanlığa boğmasından sonra bu karanlığın içinde yaşayabilirmiş gibi görünen tek şeyin dil olacağını söylüyorsunuz. Dili tek umut ışığı olarak mı görüyorsunuz?

Bilge Karasu: Baygın yatmıyorsanız, ölü değilseniz, ya da acıyla kıvranmanın dayanılmaz bir noktasında değilseniz, dil, içinizden çıkamıyor bile olsa, içinizde işlemektedir. İşitecek tek bir kulak varsa, sizinki değilse o kulak, büyük olasılıkla bir dil daha işleyebilir. Karanlığı kudurtmağa yeter bu!

Hürriyet Gazetesi’nden… (1991)


E V V 3 L  kapsamında yayımlanan “Bilge Karasu” ilgilerinden bazıları:

Bilge Karasu üzerine…(Oruç Aruoba, 13 Haziran 2013)

Dil dışı imbilimlerin kuruluşu… (Bilge Karasu)

İmbilim Ders Notları’ndan… (Bilge Karasu)

Bilge Karasu’dan Masallar

“Ioakim’in Tilki’si” (Oruç Aruoba)

“Her yapıtın tarihinde ölü noktalar olabilir.”(Bilge Karasu)

Söylenecek söz yok…

Kendi kendini aşar.

Gece

Bu yokuşun ölçüsünü…

Tem
08
2023
--

MFÖ’den Özkan Uğur vefat etti…

Tam adı, Raif Özkan Uğur’dur. 17 Ekim 1953 yılında İstanbul’da doğdu. Ailenin beşinci çocuğu olan Uğur, Reşat Nuri Güntekin İlkokulu’nda okurken mandolin ile tanıştı. Fenerbahçe Lisesi’nde okurken müzik sevdası ağır bastı ve ilk olarak “Atomikler” adında amatör bir grup kurup, dönemin popüler şarkılarını yorumladı.

Müzik hayatına 1970’te birçok ünlü ismin de zaman zaman yer aldığı Şerif Yüzbaşıoğlu Orkestrası’nda başladı. 1971 senesinde Kızıltoprak’ta tanıştığı Mazhar Alanson ve Fuat Güner ile ilk grubu Kaygısızlar’la profesyonel bas gitaristliğe başladı. O dönem Sadık Kuyaş da grupta bas gitaristlik yapmaktaydı. Bir süre beraber çaldıktan sonra Kuyaş gruptan ayrıldı ve Uğur grubun tek bas gitaristi oldu. Kaygısızlar’ın dağılmasından sonra 1972’de Barış Manço’nun kendisine eşlik etmesi için kurduğu rock grubu Kurtalan Ekspres adlı grubun ilk kadrosunda yer aldı ve Ankara Dedeman’daki ilk konserde yer aldı. İlk plaklarından sonra Barış Manço askere gitti. Grup bir süreliğine dağılınca Özkan Uğur, Aydın Çakuş ve Nur Yenal ile birlikte Ter grubunu kurdu. Grup, o dönem kendi grubunu dağıtmış Erkin Koray ile birleşti ve 1972’de “Hor Görme Garibi / Züleyha” 45’liğini çıkardı.

Barış Manço’nun askerden dönmesiyle Özkan Uğur tekrar Kurtalan Ekspres’e döndü. 1973-1974 yılları arasında bu grupla çalıştı. 2 plak kaydında yer aldı. 1974’te gruptan ayrıldıktan sonra bu dönemden eski arkadaşları Mazhar – Fuat’ın hazırladığı stüdyo albümünde de bas çaldı. Kurtalan Ekspres’e 1976’da kısa süreli bas gitarist, 1978’de bir Anadolu turnesi için de gitarist olarak grupta yer aldı. 1974’te Kurtalan Ekspres’ten arkadaşı Murat Ses ile bir süre Edip Akbayram’ın Dostlar Orkestrası’nda yer aldı. Ancak müzikal anlaşmazlıklardan dolayı ayrıldı. Anadolu Rock’ın başka bir ünlü ismi olan Ersen ve Dadaşlar grubuna Taner Öngür’ün yerine bas gitara geçti. Üç 45’likten sonra dönemin siyasi koşulları nedeniyle Ersen Dinleten ile Dadaşlar’ın yolları ayrıldı. Özkan Uğur bir süre daha Dadaşlar’da kaldı ve Selda Bağcan ile “Selda ve Dadaşlar” adıyla çıkan Türkülerimiz LP’sinde bas gitar çaldı. 1976’da Seyhan Karabay ve Kardaşlar grubunun bir 45’liğinde yer aldı.

1976’da yine Fuat Güner ve Mazhan Alanson ile İpucu Beşlisi’ne geçti. Bir 45’lik yayımlayıp, Seyyal Taner ile çalıştılar. Grubun dağılmasıyla 1978’de Galip Boransu ve Cengiz Teoman ile Grup Karma’yı kurdu. Bu grup ile katıldıkları 1978 Türkiye Eurovision elemelerinde bestesi Galip Boransu’ya ait “İmkansız” adlı şarkıyla 4. olmuştur.

1980’lerin başında Özkan Uğur, Mazhar Alanson ve Fuat Güner, ünlü isimlerin de arkasında çalıp para biriktirdiler. 1980-1983 tarihleri arasında Fuat Güner’le birlikte, Ferhan Şensoy’un “Şahları da Vururlar” ve “Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı” adlı oyunlarında müzisyen ve oyuncu olarak yer aldı. 1984’te MFÖ olarak ilk albümleri Ele Güne Karşı Yapayalnız ile şöhreti yakaladılar. 1985’te Diday Diday Day ve 1988’de Sufi şarkısı ile olmak üzere iki kez Türkiye’yi Eurovision’da temsil etmiştir. Özkan Uğur, MFÖ’de bas gitar çalarken, aynı anda inanılmaz zor derecedeki vokalleri tenor ses rengi ile başarıyla icra etmektedir. Ayrıca sanatçının hiçbir anlama gelmeyen sözlerle yaptığı şarkılar bulunmaktadır. Yayınladıkları birçok şarkıda besteciliğiyle dikkat çekti. “Lay Lili Lili Lay”, “Mecburen”, “No Problem”, “New York Sokaklarında” gibi şarkıların bestesinde yer almış, “Hep Aynı” şarkısının bas performansıyla dikkat çekmiştir. “Bazen”, “Amanın Aman”, “O Neydi O” gibi bestelerinin vokalinde de yer almıştır. “Ali Desidero” ve “İdare Edip Gidiyoruz” şarkılarında ses rengini değiştirerek vokalle düet yapmıştır.

Özkan Uğur, grup üyeleri içinde solo albüme sahip olmayan tek sanatçıdır. İlk yayınladığı solo şarkı Karışık Pizza filminin müziği “Maksat Muhabbet Olsun”dur. G.O.R.A. filmi için yazdığı “Olduramadım” da kendisinin bir klibe de sahip olan ikinci şarkısıdır. Özkan Uğur, müzik dünyasında birçok ismin albümlerinde vokallerde yer almıştır. Bunlardan bazı örnekler Sezen Aksu, Tarkan, Nev, Yavuz Çetin, Baba Zula, Ayhan Sicimoğlu, Asya’dır. Sezen Aksu’nun “Dert Faslı” şarkısının bestecilerinden biridir. Ayşegül Aldinç’in “Bir Kız”, “Ne Güzel”, “Nenni” isimli parçalarının müzikleriyle, Sertab Erener’in “Kera” ve Yavuz Çetin’in “Fanki Tonki Zonki” parçalarının sözleri de ona aittir. En son 2016’da DMC’den “Aynada” single’ını çıkartmıştır.

Öte yandan 1996 yılında Yavuz Turgul’un yönettiği, Şener Şen ve Uğur Yücel’in başrollerini paylaştığı Eşkıya filminde rol almıştır. Atv kanalında yayınlanan İkinci Bahar dizisinde zabıta rolünde oynamıştır. Atv’de yayınlanan Ağırlığınca Altın yarışmasını sunmuştur. Komser Şekspir filminde oynamıştır. Atv’de yayınlanmış olan Yeter Anne dizisinde anne rolündeki Suna Pekuysal’ın oğlunu canlandırmıştır. Alacakaranlık adlı dizide Bedir Büyükdereci rolünü canlandırmıştır. G.O.R.A. filminde Garavel rolünde oynamıştır. A.R.O.G. filminde ise Dimi rolünde oynamıştır. 2009 yapımı olan Yahşi Batı filminde de Kızılderili şefi Kızılkayalar rolüyle beyazperdede Cem Yılmaz’a eşlik etmiştir. 2010 yılında başlayan Türk Malı dizisinde oynamıştır. 2014 yılında Pek Yakında filminde Ejder rolüyle beyazperdeye bir kez daha çıkmıştır.

Kaynak: https://www.birgun.net/haber/sanatci-ozkan-ugur-yasamini-yitirdi-451449

Tem
08
2023
--

“Bir beklentim yok. Bir şey istemiyorum. Ev istemiyorum, rüşvet istemiyorum, para istemiyorum, ödül istemiyorum.” (ECE AYHAN)

12 Temmuz 2002’de vefat eden sıkı şair
Ece Ayhan’ı saygıyla anıyoruz…


“Beni kafakola alamıyorlar. Şu anda bile -ki 60 yaşındayım- kafakola alamıyorlar. Bir beklentim yok. Bir şey istemiyorum. Ev istemiyorum, rüşvet istemiyorum, para istemiyorum, ödül istemiyorum.” (Ece Ayhan)


EVV3L’in Ece Ayhan İlgileri İndeksi (2007-2023)
https://bit.ly/eceindeks


Ece Ayhan Web Sitesi:
https://zaferyalcinpinar.com/bakissiz.html


Zafer Yalçınpınar’ın İnceleme Yazıları

1/ Ece Ayhan Hakkında Bilinmeyenler (2016)
Okumak için: https://bit.ly/eceayhanbilinmeyenler

2/ Ece Ayhan’ın İktidar Karşıtlığı (2017)
Okumak için: https://bit.ly/eceayhaniktidarkarsitligi

3/ Ece Ayhan Çağlar Adası (2012)
Okumak için: https://bit.ly/eceayhanadasi


Not: Kupür ile fotoğraf için Tekin Deniz‘e (ve twitter kapsamında gerçekleştirdiği kıymetli paylaşımlara) özel teşekkürlerimizi sunarız.

Tem
05
2023
--

Ece Ayhan’ın İktidar Karşıtlığı… UPAS’ta…


Ece Ayhan’ın İktidar Karşıtlığı… UPAS’ta…
Okumak için: https://upas.evvel.org/?p=894


Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “Ece Ayhan” başlıklı ilgilerin indeksine https://bit.ly/eceindeks adresinden, Ece Ayhan web sitesine ise https://zaferyalcinpinar.com/bakissiz.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Tem
04
2023
--

Ece Ayhan’a ilişkin olarak Devlet Arşivleri’nde bulunan Resmî Belgeler (1966)

EVV3L taifesinin emektarlarından Uğur Yanıkel, sıkı şair Ece Ayhan Çağlar‘ın yaşamına ve poetikasına dair gerçekleştirdiği araştırmalar sonucunda resmî gazete -ve diğer devlet arşivleri- kaynaklı çeşitli buluntulara ulaştı. 1966 yılında Ece Ayhan’ın kaymakamlık görevinden ayırılmasına ilişkin olarak devlet arşivlerinde rastlanılan çeşitli belgeleri/kararları https://bit.ly/eceayhanresmigazete adresinden inceleyebilirsiniz.

İşbu evrakları incelerken 12 Temmuz 2016 tarihinde Aydınlık Gazetesi’nde yayımlanan “Ece Ayhan Çağlar Hakkında Bilinmeyenler” başlıklı makaleyi de dikkatlice okumanızı öneririz. (Zy)


Ece Ayhan’a ilişkin olarak devlet arşivlerinde rastlanılan
çeşitli belgeleri/kararları https://bit.ly/eceayhanresmigazete
adresinden inceleyebilirsiniz.


Hamiş: EVV3L  kapsamında yayımlanan Ece Ayhan ilgilerinin indeksine https://bit.ly/eceindeks adresinden, “Bakışsız Bir Kedi Kara” adlı Ece Ayhan web sitesine ise https://zaferyalcinpinar.com/bakissiz.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Haz
03
2023
--

Haziran’da ölmek zor…

Orhan Kemal ve Nâzım Hikmet (Bursa Cezaevi yılları…)

2 Haziran 1970’te vefat eden
“gerçek toplumcu” Orhan Kemal’i saygıyla anıyoruz:
https://evvel.org/?s=Orhan+Kemal


3 Haziran 1963’te vefat eden büyük şair
Nâzım Hikmet’i saygıyla anıyoruz:
https://evvel.org/ilgi/tas-ucak

Haz
02
2023
--

Söyleşi: ORUÇ ARUOBA, USTA, USTALIK VE USTA DEFTERİ’NE DAİR… (Zafer Yalçınpınar)


31 Mayıs 2020 tarihinde vefat eden ustamız Oruç Aruoba’yı saygıyla anıyoruz: Upas Yayın’ın dostlarından Emrah Sönmezışık, Alparslan Beyhan, Cem Onur Seçkin ve B. Emir Alisipahi geçtiğimiz ay 6:45 Yayın tarafından kitaplaştırılan Oruç Aruoba, Usta Defteri hakkında Zafer Yalçınpınar’a çeşitli sorular yönelterek, usta ve ustalık olgularını irdeliyor…


ORUÇ ARUOBA, USTA, USTALIK
VE USTA DEFTERİ‘NE DAİR…


Emrah Sönmezışık: Oruç Oruoba ile gerçekleştirdiğiniz görüşmelerin “ustalık ile yaşama onuru” kıymeti taşıdığını belirtiyorsun. Usta ve ustalık kavramları birbirini oluşturan ve birbirinden ayrılması güç kavramlar. Kitabın girişindeki söylemin usta-çırak ilişkisinin ötesinde bir anlam mı taşımakta?

Zafer Yalçınpınar: Oruç Aruoba, 80’ler öncesi akademik yaşantısında da akademiden ayrıldıktan sonraki dönemde de “anlama, anlatma, öğrenme, öğretme” gibi işlevleri usta-çırak ilişkisi şeklinde biçimlendirmiştir. Evet, Aruoba akademiyi terk etmiştir, fakat anlamayı, anlatmayı, öğrenmeyi ve öğretmeyi bırakmamıştır. 90’ların sonunda ve 2000’lerin başında Gümüşlük Akademisi ile Açık Üniversite kapsamında gerçekleştirdiği çalışmalar da bunu gösteriyor. Bu örneklerle birlikte bizim tüm görüşmelerimizde de bize aynı şekilde yaklaşmıştır. Hatta edebiyat, yayıncılık ve felsefe çevresinden yaşça büyük isimlere “Oruç Aruoba benim ustamdır,” dediğimde karşı taraftan “Oruç Aruoba hepimizin ustasıdır!” cevabını, tepkisini alıyorum. Burada önemli olan şey, Oruç Aruoba’nın hiçbir zaman, hiçbir durum karşısında bir “üstat” gibi davranmamasıdır. Üstat, tek başınadır. Üstatlar uğraştığı işleğin gizlerini ve özünü üçüncü kişilere aktarmazlar. Buna karşın “usta” öyle değildir. Usta, işleğin gizini ve özünü “yaşayarak” en iyi şekilde kavrar ve çeşitli yöntemlerle işleğin gizini-özünü yani zanaatını çırağına (hatta, çırak bu aktarımın idrakine eşzamanlı olarak kavuşmasa bile) aktarmaya çalışır. Usta iyiyse, çırak (çırağın kendisi farkına varmadan) zamanla ustalaşır. Usta öldüğünde yaşamının anlamı ve özü, çırağına, çıraklarına geçer. Aruoba’nın en önemli sözüdür çıraklarına: “Anlam, hep, sonradan gelir.” Bu silsile, ahilikten günümüze uzanan bir şekilde, ustanın hayatının anlamı ve sonucudur da. Fakat, üstat tek başınadır. Üstat öldüğünde yaşamının anlamını da kendisiyle beraber götürür. Bu bağlamda kesin bir şekilde söylüyorum: Oruç Aruoba ustaydı, ustamdı, ustamızdı. Günümüzün üstatları gibi yapmazdı ustamız! Örneğin, yaşarken kendi heykelini diktirtmemiştir, örneğin kendini yaşayan en büyük şair seçtirtmemiştir. Usta, diğer her şeyle birlikte “zamanlama”nın ve “yaşamın anlamı”nın da ustasıdır. Ustalık; ustanın kendi işleğiyle birlikte yaşamının anlamını önce yüklenmesi, sonra da çıraklarına özgün yöntemlerle aktarmasıdır.      

Alparslan Beyhan:Bir mühendis, ne kadar ahmaksa o kadar mühendistir. İyi bir mühendisse, yani, ahmaktır zaten. Üzülme!” Bu sözü biraz açar mısın?

Zafer Yalçınpınar: Açıklayayım. Mühendis tipolojisi, matematiksel modelleme (algoritma), mantık ve bilgi teorisi açısından deterministik sınama, ölçme ya da deneyleme yöntemleriyle çalışır. Fakat özellikle de kapitalist endüstri devrimi sonrasında matematiksel modellemenin değiştiği, deterministik bileşenlerin yanına her zaman %3, %5, %10 oranında bir stokastik bileşen, “hata payı” eklendiği görülür. Yani, matematiksel modeldeki deterministik bileşenlerinin açıklayamadığı her şey kendini stokastik bileşende ifade eder. Bunun felsefedeki karşılığı “bulanık mantık” veya “dilsel görelilik” olarak tanımlanabilir. Buna bilim dünyasında “entropi”,“insan faktörü”, “metal yorgunluğu” veya başka isimler de koyuldu. Mühendis tipolojisi ister ki modelinde “stokastik” bileşen olmasın. Her şey keskin, pürüzsüz, hatasız, sıfır hatayla işlesin ve kurduğu model 6 Sigma teorisindeki gibi mükemmelleşme yolunda çalışsın falan… Tamam, belki üretim, makineler, robotlar ve yazılım dünyasında durum böyledir veya özellikle endüstri 4.0 tipi büyük veri algoritmalarıyla teorik bir mükemmeliyete yaklaşılıyor. Ama hiçbir zaman bu mükemmeliyet hayali pratikte gerçekleşmeyecek. Çünkü hesaplama dili olan matematikte “sayılamaz sonsuz” diye bir kavram var. Ya da örneğin “pi sayısı” diye deterministik açıdan tam olarak ne/kaç olduğu kesinleşmemiş bir sayı var hâlâ… Şimdi bu tip bilinmezler varken tutup, “Ben pi sayısını tam olarak biliyorum, ben her şeyi mükemmelleştirdim, mükemmel bir model yarattım.” diyen bir mühendis -en hafif tabiriyle- ahmaktır. Fakat aynı mühendis söz konusu “hatasız modelleme gayreti” yolunda ilerlediği, çabaladığı için de deterministik gelişim açısından -yani hata payını azaltmak yolunda- iyi ve başarılı bir mühendistir. Aruoba, “ahmak” ifadesiyle bu çelişkiyi ve imkânsızlığı anlatmaya çalışıyor. Endüstri 4.0’ın ve dijitalleşmenin konuşulduğu çeşitli mecralarda şu şiirsel soruyu dile getiriyorum hep: “Robotlar düşünebiliyorlar, tutarlı hesaplarla öngörüler yapabiliyorlar ve hatta şiir yazabiliyorlar. Fakat rüya görebilecekler mi?” Ya da Ece Ayhan’ın efsanevi bir dizesiyle sorarsak; “düzayak çivit badanalı bir kent nasıl kurulur abiler?” Bilmem, anlatabildim mi…

Alparslan Beyhan: Aruoba’nın yazılarının toplanacağı iki ayrı çalışmanın bahsi geçiyor kitapta. “Yerli Yersiz Felsefe” ve “Benzemezler“. “Yerli Yersiz Felsefe” yazısını ve başka birtakım yazıları da ayrı ayrı yayımladın. Fakat sanırım “Benzemezler“i henüz bir araya getirmedin? Böyle bir niyetin veya çalışman var mı?

Zafer Yalçınpınar: Var… Yıllardır bu çalışmaları evvel.org kapsamında gerçekleştiriyor ve Aruoba’nın kitaplaşmamış metinlerini araştırıyoruz. Önümüzdeki yıllarda, acele etmeden, ustamızın istediği gibi “doğru bir işlekle” bu araştırmaları toparlayacağız, değerlendireceğiz ve başka birçok önemli yaklaşımla birlikte önce Türkçe’nin zihnine -sonrasında da insanlığın zihnine- sunacağız.

Alparslan Beyhan: Aruoba’nın yazmaya niyetlenip de yazamadığı, başlayıp da bitiremediği bir metin var mıydı son döneminde?

Zafer Yalçınpınar: Aruoba’nın yayımlanan son yazısının gezi parkı direnişi zamanında Tayyip Erdoğan’a ithafen kaleme aldığı açık mektup (Cumhuriyet Gazetesi, 17 Ağustos 2013) olduğunu tahmin ediyorum. Fakat, Usta Defteri’nde aktardığım görüşme sırasında (Mayıs 2011’de) “Bülent Arınç, Şevket Kazan ve Kasaba Avukatlığı” başlıklı bir yazıyı sürdürdüğünü ancak tamamlayamadığını ifade etmişti.

Alparslan Beyhan: Üst dudağını dik tutmanın mânâsı… Alternatif bir okuma olarak, bunu, dişlerimizi sıkarak mücadele ederken üst dudağımızın aldığı şekle yorabilir miyiz? Yani Usta, burada “terzi“liği bırakmamanı salık veriyor olabilir mi acaba? Eğer öyleyse, bu vasiyeti tutuyor musun?

Zafer Yalçınpınar: “Bilemiyorum Altan.” Bu tip şeylere zaman karar verir. Dahası, sizler, gelecek kuşaklar karar verecek. Ve şu kesin: “Anlam, hep, sonradan gelir.” Çeşitli iniş-çıkış ve türbülanslarla birlikte, Aruoba’nın öğüdünü uygulamaya ve işaret ettiği yolda ilerlemeye çalışıyorum…

B. Emir Alisipahi: “Yer görelidir; mutlak olan, yoldur —ya da, yürümek…” (Yürüme, s.123) “Hiç umut etme kazanacağın yolunda!” diyor sana Oruç Aruoba. Usta için yolu kazanmak -atımızdan inmeden- salt yolda olmak anlamı mı taşıyordu? Bu tümce, senin yaşamında neleri uyandırmıştır?

Zafer Yalçınpınar: Oruç Aruoba’nın “Yürüme” adlı kitabı -gerçekten de- en kuvvetli ve yol gösterici eseridir. Bir telefon görüşmemizde Aruoba’ya kendi hayatımla ilgili özel bir durumdan bahsetmiş ve anlatının sonuna da Yürüme’den şu tümceyi eklemiştim: “Yeni yer yoktur.” Aruoba anlattığım olaya gülmüş ve şöyle demişti: “Evet, yeni yer yoktur. Çünkü, yeni yol vardır.” Şimdi, sorduğun soruya Aruoba’nın tümceleriyle cevap vermek çok daha iyi olacak, sanıyorum: “Yaşamın, seni ulaşman gereken düzeyin altında tutmağa çalışan eğilimlerle (bu arada kendininkilerle de)savaşmakla geçecek. –Bu yüzden de, ulaşman gereken düzeye ulaşamayacaksın; yani, başarılı olacak o eğilimler, sonunda. Zaten, belki, istedikleri de budur: Senin, onlarla savaşmak yüzünden, ulaşman gereken düzeyin altında kalman… Ama savaşacaksın, gene de: sonuç her iki durumda da aynı olmayacak mı zaten – sen, zaten, ulaşman gereken düzeyin altında kalmayacak mısın ki? –Ama, savaşırsan, en azından (nereye gelebilirsen) geldiğin düzeye savaşarak gelmiş olacaksın –bu da boşuna olmayacak.” (De Ki İşte, s.44)

B. Emir Alisipahi: “Kurtuluş yoktur masalardan.” (İlhan Berk, Şeyler Kitabı, s.64) İlhan Berk, şeylerin tabiatını kurcalarken masa hakkında “Etik, masanın doğası gereğidir.” diyordu. Bu söylemin bir yansıması olarak usta, sandalyenin, sandalyelerin, masaya, masalara göre biçimlenmesi gerektiğini mi tembihliyordu bize?

Zafer Yalçınpınar: Güzel bir analoji kurdun kafanda… Fakat, hayır, Aruoba Gümüşlük Akademisi’ndeki masa-sandalye hikâyesini anlatırken benim “Ustamın tahtı…” söylemimle dalga geçiyordu sanki… “Gözünde büyütüyorsun her şeyi…” der gibiydi. Gülüyordu bana, masa-sandalye hikâyesini anlatırken…

Cem Onur Seçkin: “Şimdi, siz evlisiniz. Mutlu olmak için -kimsenin haberi olmadan- gidin, boşanın. Kimseye haber vermeyin. Sadece siz ikiniz bilin bunu. Daha mutlu olacağınızdan eminim. Ben bunu kendi eşime önermiştim. Ama o kabul etmedi. Sonra, gerçekten boşandık.” deyişiyle  ilginç bir diyaloga giriyor Usta. Aruoba’nın burada bahsetmek istediği şeyi biraz daha açabilir misin? Sence bir duygu-düşünce diyalektiği savunucusu günümüzde bu “evlilik” denilen kamu sponsor şirketlerini tamamen mi reddetmelidir?

Zafer Yalçınpınar: Bir kere, senin de vurgulamaya çalıştığın gibi evlilik dediğimiz resmî birliktelik türü (eğer boşanma ile sonuçlanırsa işbu boşanma süreçleri de dâhil olmak üzere) düğün, kiralama, lojistik, ev sahibi olma, eşya satın alma, doğum, çocuğun eğitimi falan gibi çekirdek aile konularını (özellikle de son 20 yılda) endüstrileştirdi. Eskiden -yarı şakayla- “evlilik müessesesi” denirdi. Şimdilerde ekonomik işlem hacmi olarak koskocaman bir “evlilik sektörü ve endüstrisi”nden bahsedebiliriz. Fakat Oruç Aruoba, senin de aktardığın söylemle, mevcut düzeneğin kapitalist bileşenlerine işaret etmiyordu. Aile ve evlilik kavramının toplumsal katman ve halkalardaki sosyolojik etkileşimini, bu etkileşimin bireyler ve ilişki üzerindeki olumsuzluğunu anlatmaya çalışıyordu. Evlilik, şu veya bu biçimde farklı bir sosyal statü oluşturuyor ve bazı teamüllerle birlikte sosyolojik katmanları ilişkiye dâhil ediyor. Bu da birbirini seven iki insan arasındaki ilişkinin saflığını, özünü ve niteliğini -üstelik de resmî bir şekilde- değiştiriyor. Diğer sosyolojik katmanların müdahalesiyle ilişkinin özü değişiyor; sosyolojik açıdan saflığını ve sivilliğini kaybediyor. Basitçe söylersek; evlilik sonrasında -zamanla- evlenen insanların “bağlılık biçimi” değişiyor, sosyal statü nedeniyle duygusal aşınmalar, farklı öz-değerlendirmeler ve sosyal baskılar oluşuyor. Oruç Aruoba, “İle” adlı eserinin bazı epizotlarında böylesi duygusal erozyonlardan bahseder ve bu tip konuları detaylıca irdeler.   

Alparslan Beyhan: Kitabın takdiminde “Aruoba’nın yayıncılık, yayınevleri ve editörlük ortamına dair anlattığı bazı olaylar ile dile getirdiği bazı isimler -ustanın kendisinin de işbu olaylarla ve isimlerle anılmak -istemediği” için kitaba alınmadı, diyorsun. İsim vermeden de olsa, Aruoba, nelerden/kimlerden dertliydi o sıralar?

Zafer Yalçınpınar: Bu sorunun cevabını geleceğe bırakıyorum. Fakat bu soruna -zamanı gelince- en yüksek perdahtan cevap vereceğimden emin olabilirsin. Tüm taifeye, hepinize, bu güzel sorular ve yaklaşımlar için çok teşekkür ediyorum…

31 Mayıs 2021
upas.evvel.org



Oruç Aruoba, Usta Defteri
(Aktaran: Zafer Yalçınpınar)
6:45 Yayın, Nisan 2021
Satın almak için tıklayın…


Hamiş: Yaklaşık 15 yıldır, EVV3L kapsamında gerçekleştirilen “Oruç Aruoba Arşivi” çalışmalarının tümüne https://evvel.org/ilgi/oruc-aruoba adresinden ulaşabilirsiniz

May
26
2023
--
May
25
2023
--

Kadıköy’ün İmge Sahaf’ı kapandı!

Bugün, Kadıköy’ün merkezi kültürel kıymetlerinden biri olan İmge Sahaf’ın artan kiralar ve dönemsel ekonomik zorluklar nedeniyle kapandığını öğrendim. İmge Sahaf (ve sonradan İmge Sahaf’la birleşen Gençler/Dostlar Sahaf) yirmili yaşlarımdan bu yana vazgeçilmez uğrak mekânımdı. Efemeratik edebiyat koleksiyonumdaki en kıymetli eserlerden bazılarına ulaşmamda (evvel.org’da paylaştığımız edebiyat ve şiir buluntularında) İmge Sahaf’ın önemi/payı büyüktür. Haluk Ceylandağ ile Babür Bey hiçbir zaman, hiçbir koşulda benden entelektüel dostluklarını ve desteklerini esirgememişlerdir.

Özellikle Kadıköy’e musallat olan “hızlı tüketim, eğlence, dükkân-emlak-rant baronları ve vurgunculuk tipolojisi” nedeniyle Kadıköy öz niteliklerini hızla kaybediyor. (Belki de çoktan kaybetmiştir, işler kontrolden çıkmıştır ve Kadıköy’ün ruhu çoktan tükenmiştir bile! Maşallah… Kadıköy Belediyesi de bu duruma ses çıkarmayıp en kritik konularda bile rantçıların kulağına ‘yürü ya kulum’ diye fısıldayarak mevcut hızlı tüketim ve rant ortamını eksiksiz bir şekilde ruhsatlandırıyor!) Ve sonuçta Kadıköy’de harcadığım gençlik yıllarımın en önemli, en kıymetli kültürel mekânlarından biri daha kapanıyor yine! (Büyük ihtimalle İmge Sahaf’ın yerine meyhane, kebapçı veya yeni nesil türevi cafe-bistro vs açılır…) Kim ne derse desin; yerden göğe kadar üzülüyorum! Kadıköy can çekişiyor!

Hem böylesi tükenişlere şahit olacak kadar yaşlandığım için, hem Körler Ülkesi şiirsel geçmişi en güçlü noktalarından birini kaybettiği için, hem de mevcut Kadıköy’ün içine düştüğü bu kötücül nihai ahval için -gerçekten ve gerçekten- çok üzülüyorum.

Sahicilikle
Zafer Yalçınpınar
25 Mayıs 2023


Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “imzalı” ilgilere https://evvel.org/ilgi/imzali adresinden ulaşabilirsiniz.

May
11
2023
0

Çakır Hikâyeci Sait Faik’i saygıyla anıyoruz…

(…) Onu şair, küskün, anlaşılmayan biri yapacağız. Bir gün hassaslığını, ertesi gün sevgisini, üçüncü gün korkaklığını, sükûnunu kötüleyecek, canından bezdireceğiz. İçinde ne kadar güzel şey varsa hepsini, birer birer söküp atacak. Acı acı sırıtarak (…) İlk çağlardaki canavar halini bulacak.

Bir kere suyumuza alışmağa görsün. Onu canavar haline getirmek için hiçbir fırsatı kaçırmayacağız.

SAİT FAİK
“Dülger Balığı’nın Ölümü” adlı hikâyesinden…


EVV3L kapsamında yer alan
‘Sait Faik İlgileri ve Çalışmaları’ (2007-2022)

https://evvel.org/ilgi/sait-faik
https://evvel.org/ilgi/sait-faik/page/2
https://evvel.org/ilgi/sait-faik/page/3
https://evvel.org/ilgi/sait-faik/page/4
https://evvel.org/ilgi/sait-faik/page/5
https://evvel.org/ilgi/sait-faik/page/6


1954 yılında İlhan Berk’in Sait Faik
için yazdığı “requiem”lerden biri…

(Bu şiir öncelikle “Yenilik” Dergisi’nde,
ardından Seçilmiş Hikâyeler’de yayımlanmıştır.)


Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com