(…) Özgürlük duygusu bir yaşam biçiminden diğerine geçerken ortaya çıkar ve bu yeni biçim de kendini bir zorlama biçimi olarak gösterene kadar sürer. Böylece özgürleşmenin ardından yeni bir tabiyet gelir. (…)
Bugün tabi durumda bir özne (Subject) değil, özgür, kendini sürekli yeniden tasarlayan, yeniden icat eden bir proje (Projekt) olduğumuza inanıyoruz. Özneden projeye bu geçişe özgürlük duygusu eşlik ediyor. Ancak bizzat bu projenin zorlama altında bir varlık, dahası tabiyet ve boyun eğişin daha da etkin bir biçimi olduğunu görüyoruz. Dışsal baskılardan ve kendine yabancı zorlamalardan kurtulmuş olduğunu sanan bir proje olarak ben, daha iyi bir performans sergileme ve mükemmelleşme şeklindeki içsel baskılara ve zorlamalara tabi kılıyorum kendimi.
Bizzat özgürlüğün zorlamalara yol açtığı kendine has bir tarihsel dönemde yaşıyoruz. Yapabilme özgürlüğü, emir ve yasaklar dile getiren yapmalısından daha fazla zorlama üretiyor hatta. Yapmalısının bir sınırı vardır. Yapabilme ise sınır tanımaz. Bu yüzden de yapabilmeden kaynaklanan zorlamanın sınırı yoktur. Böylece kendimizi bir ikilemin içinde buluruz. Özgürlük aslında zorlamanın karşıtıdır. Özgür olmak zorlamalardan arınmış olmak demektir. Ama zorlamanın karşıtı olması gereken bu özgürlüğün kendisi zorlamalar yaratır. Depresyon ya da ruhsal tükeniş (burnout) özgürlüğün derin krizinin dışavurumlarıdır. Bunlar günümüzde özgürlüğün pek çok açıdan zorlamaya dönüşmekte olduğunun patolojik işaretleridir.
Kendini özgür sanan performans öznesi aslında bir köledir. Efendisi olmaksızın kendini gönüllü olarak sömürmesi ölçüsünde mutlak köledir. (…)
Bir girişimci olarak neoliberal özne başkalarıyla amaçtan yoksun ilişkilere girmekten acizdir. Girişimciler arasında amaçtan yoksun bir dostluk oluşmaz zaten. (…)
Neoliberalizm bizzat özgürlüğü sömürmeye yarayan çok verimli, hatta zekice bir sistemdir. Heyecan, oyun ve iletişim gibi özgürlüğün pratiğine ve dışavurum biçimlerine ait ne varsa sömürülür. (…)
(…) Sermaye, özgür rekabet üzerinden başka bir sermaye olarak kendisiyle ilişki kurarak ürer. Kendisinin ötekisiyle bireysel rekabet üzerinden çiftleşir. İnsanlar birbirleriyle özgürce rekabet ederken sermaye çoğalır.(…) Yani sermaye üremek için bireyin özgürlüğünü sömürür: “Özgür rekabette özgür olan bireyler değil sermayedir.”
(…) Günümüzde aşırı bir biçime bürünen bireysel özgürlük sonuçta bizzat sermayenin aşırılığından başka bir şey değildir.
Kapitalizmin mutasyon geçirmiş biçimi olarak neoliberalizm işçiyi bir girişimci haline getirir. (…) Bugün herkes kendi şirketinin kendini sömüren işçisidir. Herkes birey olarak hem efendi hem köledir. Sınıf mücadelesi de insanın kendisiyle iç savaşı haline dönüşür.
(…) Neoliberal sistem gerçek anlamda bir sınıf sistemi değildir. Aralarında uzlaşmazlık bulunan sınıflardan oluşmaz. Sistemin istikrarını sağlayan da işte budur.
(…) Günümüzdeyse herkesin, kendini özgürce tasarlayan bir proje olarak, sınırsız bir öz-üretim imkânına sahip olduğu yanılsaması yaygınlaştırılmaktadır. (…)
Neoliberal performans toplumunda başarısız olan kişi, toplumu ya da sistemi sorgulamak yerine başarısızlığından kendini sorumlu tutar ve utanç duyar. Neoliberal rejimin kendine has zekâsı burada kendini gösterir. Sisteme karşı direnişe izin vermez. (…) Neoliberal öz-sömürü rejiminde insan öfkesini daha ziyade kendine yöneltir. İnsanın kendine yönelttiği bu saldırganlık sömürüleni devrimci değil depresif yapar.
(…) siyaset böylece tekrar (…) sermayenin yamağı haline geldi.
Gerçekten özgür olmak istiyor muyuz? Özgür olmak zorunda kalmamak için icat etmemiş miydik Tanrı’yı? Tanrı karşısında hepimiz suçluyuzdur/borçluyuzdur. (Schuld Almancada hem “suç” hem “borç” anlamına gelir, schulding de hem “suçlu” hem “borçlu” anlamına -ç.n.) (…) Sermaye bizi tekrar borçlu/suçlu kılan yeni bir Tanrı değil mi? Walter Benjamin kapitalizmi bir Tanrı olarak görür. Kapitalizm “günahtan arındırmak yerine günah yükleyen bir kültün ilk örneği”dir.
Şeffaflık aygıtının bir başka sonucu topyekûn bir uyumdur. (…) Sanki herkes herkesi, üstelik de gizli servislerin gözetim ve yönlendirmesinden önce, gözlüyormuş gibi bir uyumluluk etkisi yaratır. Günümüzde gözetleme, gözetleme olmaksızın da gerçekleştirilmektedir. (…)
Neoliberalizm yurttaşı tüketici haline getirir. Yurttaşın özgürlüğü yerini tüketicinin edilginliğine bırakır. (…)
(…) Big Data şahsın ve özgür iradenin sonunu ilan eder. Her aygıt, her iktidar tekniği boyun eğdirmekte kullanılan kendi kutsal nesnelerini (Devotionalie) üretir. Bunlar iktidarı maddileştirir ve sabitleştirir. Devot, boyun eğmiş demektir. Akıllı telefon dijital bir kutsal nesne, hatta dijital kutsal nesnenin ta kendisidir. Tabi kılma aracı olarak tıpkı elde taşınma kolaylığıyla bir tür cep telefonunu (Handy) andıran tesbih gibidir. Her ikisi de insanın kendini sınamasına, kendini kontrol etmesine hizmet eder. İktidar, gözetleme işini bireylere devrederek verimliliğini arttırmış olur. Like/Beğendim dijital “Amin”dir. Like‘ı tıklarken iktidar düzenine tabi kılarız kendimizi. Akıllı telefon sadece etkili bir gözetleme aracı değil, aynı zamanda taşınabilir bir günah çıkarma sandalyesidir. Facebook dijitalin kilisesi, sinagogudur.
Byung-Chul HAN
“Psikopolitika” Neoliberalizm ve Yeni İktidar Teknikleri,
Çev: Haluk Barışcan, Metis Yay., 5. Baskı, 2022, s.12-22