Kas
25
2008
0

6’nın 8’e benzemediği gibi…

(…)Binbaşı Hunter, işi gücü rakamlarla uğraşmak olan bu ufacık tefecik adamcağız daima başkalarının kudretine dayandığından olacak, bütün insanları ya başka kuvvete dayanarak yaşayan veya yaşamaya uygun olmayan varlıklar addederdi. Binbaşı Hunter mühendisti. Harb dışında, kimse ona başka insanlara emredecek bir mevki vermeyi aklından bile geçiremezdi. Binbaşı adamlarını rakamlar gibi sıraya dizer, toplar çıkarır, çarpardı. Matematikçiden çok aritmetikçiydi. Daha ileri matematik ilminin inceliğini, âhengini havsalası alamazdı. Binbaşıya göre, insanlar, boyları bosları, ağırlıkları itibariyle tıpkı altının sekize benzemediği gibi birbirlerinden ayrılırdı, fakat bunun haricinde aralarında pek az fark görülürdü. (…)

John Steinbeck
“Ay Battı” adlı romanından…

Nis
15
2008
0

S Gazetesi (gaSte): “Evler vardı Zaman’ın altında kaldılar!”

“S” Şehir Gazetesi’nin (eski adıyla gaSte’nin) Nisan 2008 tarihli 112. sayısında yer alan “Evler vardı Zaman’ın Altında Kaldılar!” başlıklı yazım aşağıdadır:

“EVLER VARDI ZAMAN’IN ALTINDA KALDILAR!”

25 Kasım 2007 tarihli Birgün Gazetesi’nde “İmzacılık Oynamak Yerine Faydalı Bir Şey Yapmak” başlıklı bir yazım yayımlanmıştı. Bu yazıda bazı yazarlar ve şairlerin sahaflarda, hurdacılarda ve eskicilerde bulduğum “ithaflı, imzalı kitapları”nın yolculuğundan, o garip maceradan -maceranın oluşmasında etkili olan çeşitli güdüleri ve tahminleri de ortaya koyarak- bahsetmiştim. Bu yazı umduğumdan daha fazla bir ilgiyle karşılanmıştı ve çeşitli çevrelerden birçok olumlu ya da olumsuz geribildirim almıştım. Yazıda bahsettiğim yazarların, şairlerin ve ithaf edilen kişilerin hepsi hayattaydı. Bu sefer -okumakta olduğunuz işbu yazıda ise- koleksiyonumda yer alan ancak şu an hayatta bulunmayan tanınmış yazarların ve şairlerin bazı imzalı kitaplarından bahsedeceğim.

Sahaf Celal Gözütok’un bana Eylül 2007’de “düğün hediyesi” olarak verdiği bir imzalı kitap, bahsedeceklerimin içinde en ilginç olanıdır; Kemal Tahir, “Rahmet Yolları Kestiğinde” adlı romanını Yahya Kemal’e ithafen 4.10.1957 tarihinde “Üstat şairimiz Yahya Kemal’e derin saygılarımla…” şeklinde imzalamıştır. İşin ilginç tarafı ise kitabın sadece ilk sekiz sayfasının açılmış, forması kesilmiş olması ve geriye kalan formaların ise matbaadan çıktığı gibi hiç açılmamış, kesilmemiş olmasıdır. Demek ki Yahya Kemal -eğer kitap eline ulaştıysa- Kemal Tahir’in romanını okumamıştır. Bu durum şairlerin -özellikle de Yahya Kemal’in- düzyazıyı sevmediğinin, roman türüne fazlaca önem vermeyişinin ya da bizzat Kemal Tahir’i önemsemeyişinin kanıtıdır.

İstanbul-Kartal’da bir çingenenin, “kışın yakmak üzere” istiflediği kitapların arasından çıkan, Ahmet Muhip Dıranas imzalı bir kitap da oldukça ilginçtir. Dostoyevski’nin bir piyesini türkçeleştiren Dıranas, bu kitabı dönemin İçel milletvekili olan Ferit Celâl Güven’e “Sanatkâr ve politikacı ve idealist dostum ve ağabeyim Ferit Celâl Güven’e…” şeklinde imzalamıştır.

İstanbul-Kaynarca’daki bir hurdacının büyük deposunda bulduğum iki imzalı kitap ise başka bir örnektir: Eski bir merdaneli çamaşır makinesinin içine yığılmış kitapların arasından Can Yücel imzalı “Bir Siyasinin Şiirleri” ile Memet Fuat’ın çevirisini yaptığı ve kendisi tarafından imzalanmış “John Steinbeck-Kasımpatları” çıkmıştır. Can Yücel, “Bir Siyasinin Şiirleri” adlı kitabını “Beyoğlu Ocakbaşı kuruluşuna iç köfte yemek üzre, sevgiler…” ithafıyla imzalamış. Memet Fuat ise “Kasımpatları” çevirisini “Sayın büyüğüm Dr. S. Oğlancı’ya saygılarımla…” şeklinde imzalamıştır. Kayserili hurdacıya bu –değerli- kitapları nerden bulduğunu sorduğumda “Kitaplar Erenköy’deki bir evden çıktı…” cevabını alıyorum. Şaşırıyorum. Erenköy’deki evin sahipleri (ya da mirasçıları) bu kitapları “hurdacı”ya satmak kolaycılığını, değerbilmezliğini niye sergilemişlerdir? “Baştan savmak!” Başka da bir şey değil.

Sonuç olarak, tüm bu imzalı kitaplar, gerek bulundukları yer, gerekse bu kitapları buluş biçimim açısından Oktay Rifat’ın şu ünlü dizesine işaret etmektedir:

“Evler vardı Zaman’ın altında kaldılar!”

Zafer Yalçınpınar

Oca
11
2007
0

Yukarı Mahalle’den fikirler

(…)
Bir ara Pablo: “Bütün çiğ taneleri elmas olsaydı.” Diye söylendi. “Ne zengin olurduk. Oh, kek â! Ölünceye kadar sırtüstü uzan, sarhoş yat.”
Fakat ekibin en realist görünüşlüsü olan Pilon: “O zaman herkesin yığınla elması olur, hiç işe yaramazdı.” Diye itiraz etti. “Bence bir gün şarap yağsa yeterdi. Fıçı fıçı doldur, sakla.”
(…)
Pilon’un gözleri parlamıştı: “Bir fikrim var.”dedi. “Küçükken teren yolunun kenarında oturuyorduk. Her gün tren geçerken toplanır, lokomotife taş atardık. Makinist de yanında taş olmadığından, tutar, bize kömür atardı. Biz de kömürleri toplar eve getirirdik. Belki şimdi de aynı şeyi yapabiliriz. Kayıklar yanaşınca taş atarız. Onlar da bize küreklerini , yahut ağlarını atacak değiller ya. Tabii balık atacaklar.”
Danny sevinçle ayağa fırladı: “Çok güzel fikir be!”


John Steinbeck, “Yukarı Mahalle”,  Çev:Orhan Azizoğlu, 5. Baskı,Varlık Yayınları, 1967

 


Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com