Azimet Avcu, Zafer Yalçınpınar | Bir Ölüm Kalım Meselesi Olarak Dipsiz Göl // M.Ş.Ş | Poetik, Nevrotik // Neeli Cherkovski | Hapis Şiiri // Bengt O Björklund | Rüzgâr // Ali Yiğit Kahya | Sanki // Turgay Yıldırım | Sessizlik // Toprak Şems Tezcan | Dipsiz Dünya // János Pilinszky | Bağır // Müge Koçak | Sütçü İmam – Başkaldırı(sız) // Eşref Ozan Baygın | Ölmeden Ölümsüz Olamazdık // Sully Prudhomme | Asma İskele // Ömer Yıldız | Açtık Parantez Kapadık Çok // Afrâ Kutluğ | Sû Kayıtları – I // Gizem Aktan | Antimatrix // Hüseyin Avni Dede | Düşünen Şiirler // Kuzey Topuz | Sessiz Alfabe // Melisa Parlak | Aramızdaki Çatlaklar János Pilinszky | Ted Hughes’a Saygıyla// Aldous Huxley | Koruluktaki Maden // Tupac Shakur | Betondan Büyüyen Gül // Ahmet Ali Uzun | Ben Şeytan // Batuhan Çağlayan | “Sonsuzluğa Kiracı” Kitabı Üzerine // Mojtaba Nahani | İlk // Müge Kartal | Günün Birinde Kalbini Çiçeğe Basan Yerliler // Mahmut Aksoy | Atlarımız Sürülenlerdendiler Sürdük Gitmediler // Furkan Çirkin | Bir Çikolatanın Güneş Altında Erimesi > Bizim Yerimize Yürüyen Merdivenler // Charles Baudelaire | Söyleşi // Erdoğan Alkan | Oyun // Oğuz Ziya Anıl | Orman // Arthur Rimbaud | Garipler // Lord Byron | Gözyaşını Gördüm // Tozan Alkan | Hisar // Samet Özkan | Bornova-Beyoğlu Dolmuşu // Elif Burcu Özkan | Yol Buraya Kadar // Eyüpcan Yenilmez | SVB // Miguel Hernández | Ağıt // Betül Yılmaz | İkircikli Çekirdek // Gary Snyder | Yaşlı Kemikler // Hakan Kaya | Buradan Uzağa // Richard SIKEN | ŞEHRAZAD // Alperen Kalıp | Sinek // Otomo no Tabito | Saké’ye Övgü // Tahsin Aladağ | Toprağın El Verdiği // Ahmet Ali Uzun | Atom Bombası ve Milyonlarda Karınca Sonrası: Them! (1954) // İlker Sedat Dikeç | Sen ve Ben Tam Sayıları, Verilen Bir Pozitif Aşk Sayısına Bölündüğünde Aynı Kalanı Veriyorsa ”Sen Tam Sayısı, Ben Tam Sayısına, Aşk Modülüne Göre Denktir! (Sen Sayısının Aşk Sayısına Bölümünden Kalanın Ben Olduğuyla İlgili Şiirdir) // Nedim Gökhan Aydın | Şöyle Bir Fikrim Var; “Hisli Gökyüzü Yollarında Sabah” // Cengiz Yılmaz | Muhayyel // Gültekin Emre | küçük İskender’den Kalanlar: “Masım” // Onur Sakarya | 30’uncu Sanat Yılım // Gonca Royem Gündoğan | Hatıralar // Selen Şimşek | İki Dakika // Halit Asım | Gecelerin Gelmiyen Baharı // Onur Temel | Meskalinli Toprak // Uğur Yanıkel | Tanya Çıkışı // Işıl Nur Güraslan | Okula Gidiyorum // Shiraz Dilara | Gelir Gider Duygu // Can Taşan | Spotify, Video Yıldızını Öldürdü // Zehra Çise | Ait Olamayan Yapboz Parçası // Selma Cengiz | Düalitede Kalalı Oluyor 25-29 Yıl // Serdar Aydın | Uzak Bir Diyarken Hint // Charles Burns‘ın “Last Look” Grafik Romanı | Zihinsel Labirentlerin Derinlikleri // L. Y. | Şiir // William Douglas O’Connor | Hayalet // Fanzin | Akasya // Azıcık Bir Seçki | Amerikan Jisei’leri // sabahattin umutlu | inuit ile yupik // Serhat Fırat Çakıcı | Comedia Dell’arte Kılavuzu // Band | Change the Password // DeepSeek | Deliliğin Lastik İzleri, Çılgın Sokakların İlahisi & Parçalanmış Cennet Haritası
Çok fazla söylenecek bir şey yok aslında… Her zamanki kötücül düzenek İlhan Berk adına da işliyor: Bir belediye, birkaç mutat zevatı jüri/danışman olarak kiralayıp/gösterip İlhan Berk adına şiir ödülü (para veya itibar) dağıtmış ve ardından da tören/müsamere tertip etmiş falan…
Ödüllendirme sistemine karşı duruşumuz ve haysiyetli mücadelemiz 10 yıllardır sürüyor, bu konuda kafamız hiç karışık değil. Bizim temellendirmelerimizin özünde şu iki söylem bulunuyor: Ödüller insansızdır! Ödüller kötücül besinlerdir!
İşbu kötücül konunun ödüllendirme sistematiğini de kapsayan bir “edebiyat sosyolojisi” meselesi olduğunun anlaşılması için, şu alıntıyı kaç on yıl daha tekrar etmem gerekecek? 2009 yılında şöyle demişim:
“Ödül konusu son derece karışık bir konu… Şimdi, her şeyi bir kenara bırakalım ve meseleye dil açısından bakalım: Bugün, “Ödül” dediğimiz anda imgesel olarak ödülü alan kişiyi ya da eseri değil “ödül sistematiği”nin kendisini ya da ödülün metasını işaret ediyoruz, yüceltiyoruz, ayrıcalıklandırıyoruz. Eskiden böyle değildi. Şimdilerde, rekabet, kazanmak, yarışmak, hırs, farklılık, üstünlük filan gibi şeyler doğrudan aklımıza geliyor. Ödüllendirme denen şey, Yeni Kapitalizm’in yönetim süreçlerinin içerisinde düşünüldüğünde bir “isteklendirme” türüdür ve iktidar heveslileriyle iktidar sahiplerinin buluştuğu bir podyumdur. Ödül, iktidarın, kendi iktidarını kuvvetlendirdiği bir araçtır. Ödüller sahici değildir. “Ödül Sistematiği” denen şeyden podyumu, ışıkları, jüriyi, ödülü takdim edeni, alkış seslerini, o kırıtışları, gazetelerdeki haberleri, duyuruları filan kaldırın, geriye ne kalır? Şiltler, plaketler filan kalır. Zaten, bu şiltler, plaketler filan birer “simge” değil midir? İmgelemi kuvvetli bir şair için “ödül” denen şeyin karşılığı böylesi bir “sıradan simge” olamaz. Çünkü ödül sistematiğinin demin saydığım bileşenlerinin hiçbiri de imgelemin özgürleşmesiyle bağlantılı değildir. Şairin ödülü sıkı şiir yazmak, yazabilmektir. Şairin ödülü; tüm baskılara rağmen özgür bakışını, imgeselliğinin biricikliğini kaybetmemektir. Derdi şudur şairin; töze nüfuz edebilmek, tözü imlemek… Şair, şiirinin sıkılığını, dizelerinin gücünü yarışmalarla, ödüllerle filan teyit ettiremez. Bakın, bugünün edebiyat ortalığını birazcık araştırdığınızda “ödülsüz” bir şair bulmakta zorlanırsınız. Herkesin bir yığın ödülü var yahu… Nerede kaldı bu adamların ayrıcalığı filan? Ama benim dediğim anlamda, yani imgelemin özgürleşmesi ve töze nüfuz edebilmek yönünde ödüllendirilmiş şair sayısı bir elimin parmaklarının sayısını geçmez. Bu nedenle “Ödüller insansızdır” diyorum.
Akademik bir alıntı da yerinde olacak:
“(…) Sanat koruyuculuğu, yazarın bir kişi veya kurum tarafından bakılıp korunmasıdır; ama yazardan karşılığında kültürel bir ihtiyacın tatmini beklenir. Müşteri ile patron arasındaki münasebetler ortaçağda sadakat yemini etmiş insanla efendisi arasındaki münasebetlere pek yabancı değildir. Sanat koruyuculuğu feodal teşkilâtlanma gibi, bağımsız hücreler üstüne kurulmuş bir yapıdır. (…) İmparatorluğun zengin Romalısının familia’sı sanat koruyuculuğunun belirmesine en elverişli yapıdaydı. Zaten sanat koruyuculuğu (mécénat), ismini Augustus’un dostu ve Horatius’un koruyucusu Maecenas’ınkinden almıştır. Fakat sanat koruyuculuğu özellikle prenslerin, kralların veya papaların saraylarında gelişmiştir. (…) Devlet koruyuculuğu, çağlar boyunca az çok muntazam ödenek ihsanları veya İngiltere’de “poet laureate”, Fransa’da “Kralın vakanüvisi” benzeri resmî görevler vererek uygulanmıştır. (…) Bu anlamda koruyuculuk yanında, bir de edebiyat pazarına etki yaparak, yazara başka türlü ümit edemeyeceği gelirler sağlayan dolaylı koruyuculukların varlığına işaret edilebilir. Bir hükümet bu şekilde genel kitaplıklar ve propaganda servisleri için, bir eserden büyük miktarda sipariş edebilir. Bununla beraber en fazla kullanılan metot, ismi büyük parası az edebiyat ödülleriyle yazara fazla satış yaptırıp gelirini arttırmaktır. (…) Mısırlı yazar Taha Hussein meseleye gerçek iktisadî anlamını vermiştir: “Burada namuslu olmayan bir pazarlık vardır: Yazar, koruyucunun verdiği altını ve parayı aldıkça harcar; yazar, ona hiçbir şekilde harcanamayacak sanatını veya düşüncesini vermektedir.” (…) (Robert Escarpit, “Edebiyat Sosyolojisi”, Çev: Ali Türkay Yazıcı, Remzi Kitabevi, 1968, ss. 50-53)
Önemli bir tarihsel noktayı ‘sonuç’ olarak işaret etmekte fayda var: 19 Şubat 2016’da Milano’da 84 yaşındayken ölen ünlü yazar Umberto Eco, önümüzdeki -en az- 20 yıl boyunca ne kendi ne eserleri adına ne de düşünceleri üzerine ödüller, konferanslar, buluşmalar ve akademik etkinlikler gibi şeylerin düzenlenmesini istemedi.
Bizimkilerde ise durum on yıllardır aynı… Aynı tas, aynı hamam! Kendileri çalıyor, kendileri oynuyor… Hâkezâ, çalmadan da oynadıkları vardır tabiî!
Bu videonun çekimine hazırlanırken arşivimin dehlizlerinde yeni gezintiler yapmak zorunda kaldığımdan, İlhan Berk’e dair bazı öğeleri tekrardan irdeleme fırsatı buldum. Böylece, İlhan Berk’in söyleşilerinin bütünlendiği kitaplarda yer almayan çeşitli buluntu parçalarının yeni bir efemeratik araştırma alanı oluşturduğunu fark ettim. (Bkz: İlhan Berk’in Çeşitli Söyleşileri Hakkında Açıklama)
İlhan Berk’in ‘dışarda bıraktığı’ söyleşiler, Türk Şiiri’nde temel problematik olarak anılan birçok konuya ve ‘şiir dili’ne dair müthiş söylemler, önemli odaklar ve pratik çözümler sunuyor.
Sait Faik Abasıyanık (18 Kasım 1906 – 11 Mayıs 1954) (Bazı kaynaklarda Sait Faik’in doğum tarihi 22 Kasım 1906 olarak geçmektedir.)
“Şimdi Sevişme Vakti”, Sait Faik Abasıyanık (Sait Faik’in Şiirlerine dair Önemli Bulgular’la birlikte…) İlk Baskı 1953 Replikası, Ocak 2025, 62 Sayfa okumak ve arşivlemek için: https://upas.evvel.org/simdisevismevakti.pdf
1954 yılında İlhan Berk’in Sait Faik için yazdığı “requiem”lerden biri… (Bu şiir öncelikle “Yenilik” Dergisi’nde, ardından Seçilmiş Hikâyeler’de yayımlanmıştır.)
kadıköyü’nün kadılarından arındırılmış halleri dahil çeşmedeki söğütler annemin sevdiği türküdür ve sağda çaycı, solda market ve solda bir market daha ve solda hasanpaşa, ozanpaşa, bekirpaşa, gülpaşa ve sağda bir market daha, sağda ciğerciler ve tekel ne kadar geriye gidersen o kadar uzaklaşırsın ne kadar ileriye gidersen çığlıklaşır türküler numara otuzdokuz yani otuz yedinin yanı ve geride otuzbeş ve otuzüç ve ilerisinde kırkbir yok binanız sokağa köşe
apartmanın merdivenlerinden hatta tavanından arındırılmış olsa bile bir apartmanı en üst katından arındıramazsın hiç denizi koynunda saklar düz gidersen haliç ve solda piyanocu, solda kilise, solda kârhane ve solda hastane ve pastane ve örgü evi sağda deniz, sağda şopar ve sağda bütün unutulmuşlar ve yasak lehçeler ve yosun ve sağda park ve bahçeler erkek adam çakmağını arka cebinde taşır erkek adam en üst kata çıkarken nefeslenmez kırkağaç’ta yerde süründü dayım şimdi mapusta ben söğütlü’de hatta hasanpaşa’da koynunda saklandım elimde beşlik su dünyada benden özgür tek şey gök dünyada benden sarı tek şey zer ve gökten önce çatı ve önce avize ve önce komşuların ve gökten sonra uzay, gökten sonra başka gök ve sonra ben ve sonra sen ve allah ve ilerisinde kırkbir yok binanız sokağa köşe
Ozan R. Kartal “Kışkır” adlı şiir kitabından… Ketebe Yay., Kasım 2025
“(…) Ozan R. Kartal, bu kitabında çağın gürültüsü içinde sıkışmış bireyin yalnızlığını, sessizliğin ve hatırlamanın ağırlığıyla buluşturuyor. “Kışkır”, dilin sınırlarında dolaşan, ironiyi lirizmle harmanlayan, kendine özgü bir şiir sesi kuruyor. (…) “Kışkır”, bireyin içe dönüşünü, kent yalnızlığını ve modern çağın kırılgan ruh halini incelikli bir dille işliyor. Şair, sıradan nesneleri beklenmedik metaforlarla dönüştürürken, şiirin hem duygusal hem düşünsel sınırlarını zorluyor. (…) Ozan R. Kartal’ın “Kışkır”ı, günümüz Türk şiirinde yeni bir damar arayan okurlar için dikkat çekici bir buluşma noktası sunuyor.” (Tanıtım Metni’nden…)
evvel.org‘da yayımlanan 20 yıllık İlhan Berk arşiv çalışmalarımızın ve efemeraların tamamına https://evvel.org/ilgi/ilhan-berk adresinden ulaşabilirsiniz.
İlhan Berk odağında gerçekleştirmeyi planladığımız özel yayınlarımız kısımlar halinde devam edecek…
17. Bölüm’ün yayın tarihine/saatine ilişkin bilgiler/güncellemeler/değişiklikler için lütfen sosyal medya hesaplarımızı takip ediniz. (instagram: @evvelfanzin twitter: @calmayan)
Yankı Odası‘nın 27. Bölümü’nde çakır hikâyeci Sait Faik Abasıyanık‘ı saygı ve özlemle andık, evvel.org arşivinin içerisinde gezindik. (Sait Faik arşivimize ve araştırma çalışmalarımıza https://evvel.org/ilgi/sait-faik adresinden ulaşabilirsiniz.)
27. Bölüm’ün yayın tarihine/saatine ilişkin bilgiler/güncellemeler/değişiklikler için lütfen sosyal medya hesaplarımızı takip ediniz. (instagram: @evvelfanzin twitter: @calmayan)
Upas Yayın taifesi ile dostları, 9 Kasım 2025 Pazar günü 15.00-01.00 saatleri arasında üçüncüsü gerçekleşen Art’n Party kapsamında Taksim-60m²‘de buluştu…
Çok tuhaf şiir-işitsel icraatlarımıza Pazar günü saat 15.00‘da başladık ve atraksiyonlarımızı Taksim‘de saat 01.00‘a kadar sürdürdük… Sözün özü şu:- Kemikleşmiş taifemiz; Emir Alisipahi, Cem Onur Seçkin, Emrah Sönmezışık, Zafer Yalçınpınar ve yakın dostlarımız; Ozan R. Kartal, Azimet Avcu ile hep beraber yaşamı şiirlemeye (Almancası: Dichten) devam ettik. Yani, gerçeği yedeğe aldık; karekodlarla özgür şiir kitapları dağıttık, imgelemin özgürlüğünün nerede sağlanabileceğini tartıştık ve tuhaf senkoplu deneylere giriştik. Ayrıca, festival kapsamında sıkı gitarist Bora Çeliker ile Cansun Küçüktürk (gitar) Trio‘nun (kontrbas: Çağatay Öncü, davul: Cihan Kahvecioğlu) eşsiz/büyüleyici caz cümlelerine tanık olduk.
Sonuçta, sıkı şiir ile imgelemin özgürleşmesi bahsimizde ısrarcıyız: Devam ke!
Yeditepe Üniversitesi Hastanesi’nin yoğunbakım ünitesinde yaşam mücadelesi veren annem emekli Eczacı Z. Meral Yalçınpınar, 17 Ekim Cuma günü 76 yaşında vefat etti. Biricik annemin naaşını 19 Ekim Pazar günü öğle namazına müteakip Erenköy Galip Paşa Camii’nden kaldırarak, Karacaahmet’te bulunan aile kabristanımıza defnettik.
Annem 1949 Üsküdar/Koşuyolu doğumluydu, Çamlıca Kız Lisesi’nin ardından İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden mezun oldu. Maltepe-Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Hastanesi B Blok’ta eczacı olarak 27 yıl görev yaptı ve aynı hastaneden emekli oldu.
Her daim Cumhuriyet modernitesine bağlı kalmış bir sosyalistti. Kültür-sanat (özellikle sahne sanatları, sinema ve klasik müzik) ilgisi -bu alanlardaki bilgisi/deneyimi de- çok kuvvetliydi. En sevdiği müzik grubu The Beatles ve en sevdiği bestekar Ludwig van Beethoven’dı.
Yaşamının büyük bölümünü Erenköy-Bağdat Caddesi’nde, yazları ise Marmara Adası-Aba Koyu’nda geçirdi. İkiz kardeşi Kamil M. Kırca’nın yaşadığı Antalya-Kaş’ı 1980’lerin ortasından itibaren birçok kez ziyaret etti. Kaş’ı çok severdi.
Aile bütünlüğüne bağlı, ahlâklı ve modern bir Cumhuriyet kadınıydı. Ailesini her zaman destekledi, ailesinden hiçbir şeyi esirgemedi ve hiçbir zaman, hiçbir koşulda ailesinin mahsur kalmasına izin vermedi.
Huzur içinde dinlen, mekânın cennet olsun anneciğim…
(…) Anlamsız korkular giyinmez miydi ki evleri Tanıdık yüzlerin çıkmazıydı sonuçta Duvarlarda hep aynı kalınlık
Hiçbir yere sığmaz sokaklardı sonra Kaçtığım ne varsa bakışlarımı arardı Kimsesiz çocukların dolandığı parklardı Neyi düşünsen kurtulan bir balon olurdu Sonra uçuşan harfler, sonra üniformalı suskunluklar Sonra kurt ateşleriyle dağlamıştım dilimi Yarım yamalak uykulardı sonra Unuttuğum anılar örterdi üstümü (…)
Yankı Odası’nın 35. bölümünde Upas Yayın‘ın geçmiş 7 yılını tanıttık, dostlarımıza, okurlarımıza ve takipçilerimize selam gönderdik…
36. Bölüm’ün yayın tarihine/saatine ilişkin bilgiler/güncellemeler/değişiklikler için lütfen sosyal medya hesaplarımızı takip ediniz. (instagram: @evvelfanzin twitter: @calmayan)
UPAS YAYIN MI? O DA NEDİR Kİ! (Söyleşi, EKİM 2019)
Zeynep Meriç: Upas Yayın’ı kurmaya ne zaman karar verdiniz? Bu oluşumda sizi tetikleyen en önemli olay veya olgu nedir?
Zafer Yalçınpınar: Tahakkümlerden ve ezberlerden uzak bir özgür yayıncılık projesi oluşturmayı yıllardır düşünüyordum. 15 yıldır evvel.org kapsamında çeşitli edebiyat çalışmaları gerçekleştiriyorum. Çevremdeki dostlar, özellikle şiir ve poetika kapsamında evvel.org’un çok değerli bir arşiv ihtiva ettiğini, bununla birlikte fazlasıyla kişisel olduğunu sürekli dile getiriyorlardı. Haklılardı. En başından beri evvel.org’u kişisel not defterim, edebiyat ve şiir kapsamında tutulmuş bir not defteri olarak tasarlamıştım. Tuhaftır, okuyucunun ilgisini çekti falan… Neyse… 2018 yılında, evvel.org’un sub-domain’i olarak “upas” başlığını kullanmaya ve burada özgür bir şekilde dijital kitaplar yayımlamaya karar verdim. Balzac’ın bir kitabında ‘Upas’ ismiyle ve ‘Upas Ağacı’nın hikâyesiyle karşılaşmam, çok belirleyici ve tetikleyici oldu. Şu an Türkiye’de, Upas’ın dışında, şiiri, poetikayı ve imgelemin özgürleşmesi gibi kavramları yayın politikasının orjinine yerleştiren, şiiri öncelikli gören, bu kapsamda elini taşın altına koyan sadece bir-iki yayınevi var. Çünkü şiir -özellikle de sıkı şiir- iktisadi bir varoluş sergileyemiyor, satmıyor, okuru ve takipçisi az… Anlayanı ve ilgileneni de az… Bu duruma, böylesi bir çaresizliğe ve imkânsızlığa -kendimce- bir son vermek istedim.
Zeynep Meriç: Upas’ın poetikaya öncelik veren özgür bir yayın girişimi olduğunu belirtiyorsunuz. Peki, Upas’ta sadece şiir mi yer alıyor, diğer edebi türlere yer veriyor musunuz? Okurların arzuları mı size ışık tutuyor?
Zafer Yalçınpınar: Upas Yayın’da yer alan eserlerin özünü şiir ve poetika oluşturuyor. Bizim mihenk taşımız da turnusol kâğıdımız da şiirdir. Şibolet gibi… -Araştırın bakalım ‘Şibolet’ ne demekmiş- Sonuçta, öyküler, roman parçaları, roman karakterleri, polisiye, mizah, popüler kültür falan bizim dışımızda. Bizim önceliğimiz şiir… Sıkı şiir… Deneysellik, avangard, dada, gerçeküstü, letterizm, görsel şiir gibi kavramları kapsam-içi görüyoruz. Bu konuda azıcık katıyız. Sıkı şiiri ve imgelemin özgürleşmesini dert edindik. Yaşamdaki şiirselliğin arttırılması, şiir birikiminin arttırılması, şiir dilinin geliştirilmesi, sezgisel ve bilişsel bir auranın yaratılması, şiirin dilimizdeki sürdürülebilirliği, şiirsel yükün ihtiva ettiği kalp, vicdan ve hakikat duygusu bize yol gösteriyor. Tabiî ki okurumuzu da önemsiyoruz: Sıkı, olgun, güçlü ve geleceği belirleyen bir şiir dilini ve poetikayı okura sunarak, böyle yaparak okurlarımızı önemsiyoruz.
Zeynep Meriç: Upas’ın varoluşunda İlhan Berk ve Ece Ayhan’ın önemi nedir? Bu doğrultuda şiirsel çizginizden ödün verdiniz mi hiç? ‘Dilin imkânlarının genişletilmesi’ gerekliliğinden mi yanasınız sürekli?
Zafer Yalçınpınar: Şiirsel çizgimizden ve şiirsel maksadımızdan ödün vermeyiz. İlhan Berk ve Ece Ayhan da taviz vermemiştir. Sıkı şairlerin en büyük özelliği budur. Tarihsel varoluş, yazgı veya lanetimiz böyledir maalesef… Ece Ayhan ve İlhan Berk’in önemi, Dünya’daki 1950 şiir hareketinden yola çıkarak 2020’lere uzanmayı başaran dilsel uzgörü çizgilerini Türkçe’de oluşturabilmelerinde gizlidir. Felsefi bir boyut, yaşama alan derinliği katan dilsel bir sınırsızlık… Türkçe’deki şiir dilinin günümüze uzanan en başarılı motiflerini bu iki şairin zihnindeki bilişsel harita belirlemiştir. Dikkat ederseniz ‘İkinci Yeni’ akımı demiyorum. 1950 şiir hareketi diyorum. Ve bu durumu derinlemesine araştırmayı sizlere bırakıyorum.
Zeynep Meriç: Basılı nüshalarınızın olmadığını söylemiştiniz. Peki, ilerleyen süreçte bu mümkün mü? Basılı nüshaya geçiş için Upas’ta büyük değişiklikler olabilir mi?
Zafer Yalçınpınar: Olabilir. Fakat şu an böyle iyiyiz. Gidebildiğimiz yere kadar gideceğiz. Ne kendimizi ne de şiir okurunu ekonomik bir külfet altına sokmak istemiyoruz. Şiiri neo-liberal sisteme sokmak istemiyoruz. Dijital yayıncılığın, yeni nesil yayıncılığın güzelliği de budur zaten… Şiire neo-liberal girişimci bir tavır yüklemek isteyen muhteris tipolojiden de yıllardır -açıkça söylüyorum- nefret ediyoruz.
Zeynep Meriç: Okurlarınız yayınlarınıza nasıl ulaşabilir? Sitedeki etkinlikleri nasıl takip edebilir?
Zafer Yalçınpınar: Cevap sorunuzda bulunuyor zaten… Cep telefonunuzdan, tabletinizden veya bilgisayarınızdan upas.evvel.org adresini ziyaret etmeniz yeterli… Tek tıklamayla kitaplarımızı, tüm paylaşımlarımızı ücretsiz olarak indirip pdf biçeminde okuyabiliyorsunuz, arşivleyebiliyorsunuz. Sosyal medyada da çok aktifiz. Duyurularımız da etkinliklerimiz de… Kısacası, her şey bir tık uzağınızda… Daha ne olsun. Büyük hizmet!
Zeynep Meriç: Bilginin bu denli karmaşık ve kirli olduğu dönemde basılı yayının azalmasını ve dijital yayınların çoğalmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu durum yayımlanan eserlerin değerini arttırıyor mu, azaltıyor mu?
Zafer Yalçınpınar: Vallahi, bizim yayınladığımız eserler Mars gezegeninin dilinde yazılmıyor. Türkçe yazıyoruz… (Gülüyor) Aynı harfler, aynı dil… Kâğıdın üzerinde veya kitabın içinde olsun ya da ekranda dijital kitap biçeminde olsun son derece özenli ve titiz çalışıyoruz. Şiir dili, redaksiyon, mizanpaj ve diğer tasarımsal öğeler konusunda basılı yayınların çoğundan özenliyiz. Belki, koleksiyonerler için bazı basılı deneylerimiz de olacak gelecekte… Bakacağız.
Zeynep Meriç: Upas’ı bundan sonra nerede göreceğiz?
Zafer Yalçınpınar: Upas Yayın’ın poetikası bir fısıltı gibi yayılır. Hiç ummadığınız bir anda bizim yayınlarımızla veya bizatihi bizimle karşılaşabilirsiniz. Fakat şunu söyleyebilirim; kitap fuarlarında, mikrofon arkalarında ya da ışıltılı podyumlarda birer dünya güzeli veya doksozof gibi kırıtmayacağımız kesin!
Zeynep Meriç: Devam eden veya başlayacağınız yeni bir proje var mı? Son olarak neler söyleyeceksiniz?
Zafer Yalçınpınar: Birçok gayretimiz var. Şiir aurasına, şiirsel alan derinliğine görsel ve işitsel eklemler sağlamak istiyoruz yakın gelecekte… Sıkı şiiri desteklemeye ve şiire öncelik vermeye devam edeceğiz. Son olarak, ne diyeyim, gözünüz, kulağınız upas.evvel.org’da olsun. Ve tabiî ki bu çevik söyleşi için de sana çok teşekkür ederim.
Zeynep Meriç:Ben teşekkür ederim… Samimi yanıtlarınız için asıl….
John Steinbeck & Robert Capa (Steinbeck’in ‘Rusya Günlüğü’ adlı kitabı için Moskova’daki bir otelde… 1947)
Fotoğrafı bizlerle paylaşan ve bize haber veren Sn. Arda Altuntaş ile Emir Alisipahi’ye çok teşekkür ederiz. Ayrıca bkz: Robert Capa, “Hafif Flu”, Çev: Arda Altuntaş, 1. Baskı, 2020, Espas Yayınları