Ağu
13
2007
0

“Şiirim Nasıldır?” ya da “Ön-Akort”

Şiirimin gövdesini, köklerini, geleneğini veya benzeri bütünsel genellemeleri bir kenara bırakmalıyız, boş vermeliyiz. Çünkü şiirimdeki ayrıntılar ve yan anlam salınımları gövdenin bütününden çok daha büyük ve önemlidir. Ben şiirde belirleyici olanın “ayrıntının ayrıntısı”nda (1) gizlendiğine, yuvalandığına inanıyorum. Örneğin, Titanik’in batmasının sebebi denizcilik, gözetleme, morfoloji, kaptanlık hataları ya da buzdağının büyüklüğü değildi. Onun batışının asıl sebebi, gövdesindeki demir ve çelik perçinlerin dökümündeki yanlış metalürjidir. Titanik’in batışı ayrıntıda gizlidir, isteyenler araştırabilir.

Gövde ve bütünsellik, ortalama zekâ(2) tarafından işgal edilip, yıkılıp, sömürülüp bana ait olmayan bir sığ algıya tıkıştırılacağı için fazlaca önemli değildir. Günümüz sanatı bu algı uzlaşmasına, düzeltmesine ya da geribildirimine maruz kalmak gibi bir bağımlılık içindedir ve bu çeşit ölümcül hatalar nedeniyle debelenerek, “bata çıka” ilerliyordur. Bu yüzden şiirimin gövdesini, bütününü umursamıyorum; ben, aslında, şiirimin motorları durunca onu taşıyacak gizli yelkenlerin büyüklüğüne ve sağlamlığına bakıyorum, bu gizi önemsiyorum, bunu kurdum. Gizli yelkeni gövdeye bağlayan direklerin (ayrıntıların, tuşelerin) uzunluğuna ve direkle yelken arasındaki makaraların düzgün, etkin çalışıp çalışmadığına (ayrıntıların, tuşelerin niteliğine, eczasına) bakıyorum. Bir “şiir yazarı” (3) olarak, şiirimin hangi rüzgârla nereye gidebileceğine, hangi rüzgâra ne kadar dayanacağına karar vermek benim birincil görevimdir. Şiirimde bulunan ikincil öğeler ise mayınlardır. Benim şiirimde sığlıklara, sığ insanlara karşı mayınlar vardır. Şiirimin tözünü bulduğunu (yakaladığını) zanneden ve şiirimi çürütmek için elinden geleni yapmaya hazır “eğretileme keli” eleştirmenler, ikincil öğelerin üzerine giderek o mayınlardan elini eteğini çekemeyecek kadar tehlikeli bir konuma düşmüşler ve “berber muhabbeti” benzeri yarım yamalak (ve yarım ağızla) bir şeyler söylemek zorunda kalmışlardır.

Ece Ayhan’ın poetikasına baktığımızda şöyle bir ilkeyle karşılaşırız: “İktidarın tezgâh altında gizlenen” ve buna karşın “bağımsızlık üzerine kurgulanan” dizgelerde, dizelerde değişik eczalar veya farklı kırılımlar yaratmak…” Benim derdim ise bütün bütün böyle değil. Benim derdim “şiirimin gizli yelkenleri yeterince sağlam mı ve mayınlar doğru yerde mi?” sorusudur. Ece’nin şiiri pusuda yatar -ki amacı da, yöntemi de budur- ancak benim şiirim ise gizli ve kara yelkenler açar… Benim şiirim, ışığını kaybetmiş bir madencinin yedekte bulunan ufak bir tornavidayı kullanarak, yoluna kara, akkor bir heyecan içinde kör adımlarıyla devam etmesidir. Bununla birlikte, şu söyleyeceğim de sıkı bir ilkedir : “Tipolojiyi bilen kazanır.” (4)

Tüm bu imgesel açıklamalar şiirimin nasıl olduğunu sezmenizi sağlayacaktır. Ancak bunlar şiirimin ne olduğunu göstermez. Çoğu şairin şiirinde yapamadığı, yoklayamadığı şeyleri bir “şiir yazarı” olarak deniyorum ben: Tipolojinin ve duygudurumların tuşelerini, saklı tınılarını sezdirmek, üstelik bunu da bir eskrim inceliğinde yapmak… Şiir bir tipolojiyi verebilecek beceride kurulmalıdır. Şiirimdeki imgecilik, lirizm, dizge, biçem, iş, şu, bu, her şey… yukarıda bahsettiğim şeyi dışsal olarak, ikincil olarak desteklemelidir, destekler de. Şimdi, beni ve şiiri eleştirmek “heves”iyle ortaya çıkışan o ufak, böcek sürüsü benzeri çetesel cemaatlerin (kendi aralarında kurdukları bağımlılıklar, süreçler, çelişkiler ve ilişkiler nedeniyle özgürlüğünü kaybeden o zevatların) düşüncelerini tekrardan akort etmeleri gerekiyor. Ve evet, düşüncelerin de tınısı vardır. Bundan eminim.

——————-

1-Duygudurum tınılarından ve bunlara ilişkin tuşelerden, eskrim inceliğinden ve çeviklikten bahsediyorum.

2-Modern Cehalet, Yeni Sinsiyet ve Eskimiş Köylü Kurnazlığı

3-Ben şair değilim.Ben bir “şiir yazarı”yım.

4-Ece Ayhan

13 Ağustos 2007

Zafer Yalçınpınar

Ağu
11
2007
0

Küçük Çeteler

“Halka doğruyu söyleme iddiasında olanlar, onlara güncel başarılar sağlayacak küçük hesaplar peşinde koşarlarsa önce halkın karşısında saygınlıklarını yitirirler. Sanatçının vazgeçilmez bir tutkusu saydığım özgürlüğü, böyle küçük çeteler içinde yitirmeyi hiç anlamıyorum.”

Oğuz Atay

Ağu
11
2007
0

Görsel İş: Görülmüştür…

Yukarıdaki görsel iş Yıldız Üniversitesi-Mimarlık Fakültesi’nin 3. katındaki bir duvarda “görülmüştür”…

Ağu
03
2007
0

Cumartesi ŞİİR-29

Enver Topaloğlu tarafından yayıma hazırlanan şiir dergisi “CUMARTESİ”nin 29. sayısı yayımlanmıştır.

Dergiyi PDF dosyası halinde şu adresten indirebilirsiniz:

https://zaferyalcinpinar.com/cumartesi29.pdf

Ağu
03
2007
0

sizi tutukluyorum

(…) Asansörün aynalı kabini, içindeki iki Korotkov’la birlikte aşağıya inmeye başladı. İlki, asıl Korotkov, ikinci Korotkov’u kabinin aynasında bırakarak tek başına serin koridora yöneldi. Orada epey şişman ve pembe bir adam, Korotkov’u şu sözlerle karşıladı. “Gerçekten de mükemmel, sizi tutukluyorum.” 

Mihail Bulgakov,

Şeytanî, Çev: Osman Çakmakçı, Salyangoz Yayınları Simsiyah Dizisi , s.92

 

Ağu
01
2007
0

Dinar Bandosu: Saykodelikdeşik

2007 Haziran’da ilk albümü “Saykodelikdeşik”i yayınlayan Dinar Bandosu’nun öyküsü 2003 yazında başlar. İlk olarak dünyanın her ülkesinden bir grubun katıldığı Syd Barrett şarkıları toplaması “Have You Got it Yet”te Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden Dinar Bandosu, adını kült yazar Ece Ayhan’dan almaktadır.

2003 yazından sonra üyelerinin çoğu askere alınan Dinar Bandosu, 2005 yılında yeniden kuruldu ve Mart ayında ilk konserini Peyote’de verdi. İlk günden itibaren kabız ve her an krizde olan müzik piyasasının günlük trendlerinin yozlaştırıcı etkisinden uzak durarak Türk indie’si çizgisini geliştirerek sürdüren grup, kısa sürede birçok müzik yazarı tarafından geleceğin en iyi gruplarından birisi olarak gösterildi. Türkiye’nin en iyi müzik yazarlarından Murat Beşer ve Mehmet Atılgan’a göre:
“Dinar Bandosu”, bir yandan yetmişlerin Can, Neu gibi önde gelen Alman krautrock ve doksanlar başlarının efsanevi İngiliz “Creation” plak şirketinden çıkan Primal Scream gibi indie gruplarına özgü bir rock sound’u, diğer yandan ise Erkin Koray’ın öncülüğünü yaptığı bir tür Türk psychedelic rock’undan besleniyor. Altyapılarındaki çeşitliğin müziklerine bire bir ve isabetli bir biçimde yansıdığını gözlemlemek mümkün. Theremin, analog synthesizer gibi erken dönem elektronik enstrümanların yanında kaşık da dahil olmak üzere bir çok yerli perküsyon aletine yer veren grup, kullandıkları enstrümanların zenginliği içerisinde, kakofoniden uzak, tutarlı bir sound elde etmeyi başarmıştır. Sahnedeki rahat ve eğlenceli tavırlarıyla da izleyiciyi ihya ediyorlar.

Vokalde Ali Asaf Sarıca, gitarda Ali Ece, bas gitarda douglasvegas, davullarda Yılma Karatuna ve başta ney, teremin, su boruları olmak üzere birçok marjinal alette Asaf Zeki Yüksel’den kurulu olan Dinar Bandosu’na zaman zaman Baba Zula’dan Murat Ertel başta olmak üzere birçok konuk müzisyen de katılıyor. İlk albümleri “Saykodelikdeşik”in yayınlanması ile beraber bu yaz başta Zeytinli Rock Festivali ve Barışarock festivallerinde sahne alacak.”Saykodelikdeşik” sonrası ikinci albüm çalışmalarına başlayan Dinar Bandosu uzun yıllar çizgisini bozmadan, geliştirerek sizlerle olmayı hedefliyor…

www.dinarbandosu.com

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler:
Tem
26
2007
0

“Güneş’in etrafında 28 defa dönmek” ya da “Canlı bir erkek çocuğu”

“hiçbir temel ilke, hiçbir sadakat, hiçbir yasalar bütününü tanımıyordum; eğer işime gelirse dostuma da, düşmanıma da son derece vicdansızca davranabilirim. iyiliklere kırıcı sözlerle ve küfürlerle karşılık vermem olağan bir şey. utanmaz, küstah, hoşgörüsüz, katı önyargılarla dolu ve katır gibi inatçıyım. kısacası tam anlamıyla tahammül edilmez olan tabiatım benimle her türlü ilişkiyi olağanüstü zorlaştırıyordu. yine de çok seviliyordum; öyle bir cazibe, öyle bir heyecan yayılıyordu ki benden, insanlar kötü yanlarımı affetmeye hevesli görünüyorlardı. bu tavır beni daha da küstahlaştırıyor ve daha da serbestleşiyordum. tanrılaşıyordum ve etim bedenim kelimelerdi. kendime aynada baktığımda cümlelerden örülü bir yüz görüyordum.” Rimbaud

——————————————

Hamiş: “Rahatı Kaçan Ağa甑ın ilk baskısı dünyanın en güzel hediyesidir.

 

 

 

Tem
23
2007
0

Ümmetvekili

 

23 Temmuz 2007 itibariyle” millet” yerini “ümmet”e bırakmıştır.

“Milletvekili” kavramı yerini “ümmetvekili” kavramına bırakmıştır.

Artık ülkemiz karanlıktadır, aydınlık azınlıktadır.

Aydın insanlar olarak, başımızın çaresine bakmalıyız.

 

Tem
16
2007
0

Kırmızı Çaydanlık

GÜRBÜZ DOĞAN EKŞİOĞLU

Kırmızı Çaydanlık, 2003

Tem
16
2007
0

Kırmızı Suratlı Adamlar…

Ellerinde ve ceplerinde şarap şişeleri taşıyan, kırmızı suratlı adamlarmış bunlar; yürürken ikide bir durup kavga edercesine ateşli ateşli konuşuyor, konuşurken de ellerini kollarını sallayarak sürekli şehri gösteriyorlarmış. Hatta, hep birlikte dönüp bakıyorlarmış şehre doğru. Kimi zaman birbirlerine tutunup abartılı bir nezaketle hafifçe hafifçe öne eğilerek, kimi zaman kendi varlıklarının dışında kalan her şeye meydan okurcasına ısrarla geriye kaykılarak, kimi zaman da tıpkı ipi kopmuş kuklalar gibi komik ve acınası bir şekilde iki yana sallanarak bakıyorlarmış. Nasıl bakacaklarını bilemiyorlarmış sanki. Ya da, bir şehre bakmanın kaç türlü yolu varsa hepsini baştan sona deneyip kendilerine uygun olanı bulmaya çalışıyorlarmış.

(…)

Böyle alelacele içince, çok geçmeden suratları kırmızıdan da kırmızı olmuş tabiî. Hem de öyle kırmızı olmuş ki, sonunda içlerinden biri bu rengin ağırlığına daha fazla dayanamayıp yerinden fırlamış ve gözlerini kısarak şehre doğru kıpkırmızı bir sesle uzun süre küfretmiş. Midesinde, ruhunda ve aklında ne kadar kırmızı varsa, bir hamlede hepsini kusmuş sanki.

Hasan Ali Toptaş

Uykuların Doğusu, Doğan Kitap, s.s. 39 – 40

 

Tem
15
2007
1

Ali Enver Ercan kimdir?

Yukarıdaki fotoğraf Enver Ercan’ın “Eksik Yaşam” adlı çok eski bir şiir kitabının (belki de ilk şiir kitabının) arka kapağıdır. Arka kapakta Enver Ercan’ın fotoğrafının altında bir de özgeçmişi var:

“1958’de İstanbul’da doğdu. Lisedeyken bazı nedenlerden dolayı okulu bırakmak zorunda kaldı. Şimdi bir şirkette satış elemanı olarak yaşam savaşını sürdürüyor.”

Enver Ercan, yaşam savaşını şu an Varlık Dergisi’nin editörü, Yasakmeyve ve Komşu Yayınları’nın sahibi ve Türkiye Yazarlar Sendikası’nın başkanı olarak sürdürüyor.

Ayrıca Bakınız:

TYS Askısı:

https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=284

Ali Enver Ercan dersini almamış;

https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=280

TYS, bir halay takımının çalgısı olmamalıdır; https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=264

Hz. Müptezel ile ikinci karşılaşma;

https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=261

Tem
11
2007
1

Görsel İş: Ece Ayhan Yaşıyor!

 

Zafer Yalçınpınar-12 Temmuz 2007

Tem
11
2007
0

12 Temmuz 2007, Ece Ayhan’ın Ölümünün 5. Yıldönümüdür.

(…)’Çok Eski Adıyladır’ gerçekten de benim 40’a yakın insan yılını bulan yazı yaşamımda varabileceğim en yetkin ve en sıkı kitabımdır; ve tabii en karamsarı da!(Karanlık! Da, aynı zamanda.) Alt adı, ‘meclislikler’dir.(Meclislik, bir minyatürde, figürlerin istifidir.) (…) Ben en güzel, en yetkin… filan diyorum ama ‘Çok Eski Adıyladır’ kitabı 6 yıldır Adam Yayınları’nda ancak 300-400 kadar sattı, kalanı da hiç kıpırdamadan olduğu gibi duruyormuş.(…) Yazdıklarım bin yıllık algı ortalamasının çok altında da olabilir bakın, hepten başarısız da. Ama, sorarım; yeni bir sözdizimi ve yeni bir dilbilgisi neden böyle batırılır? Batırılıyor? Kimsenin aklına nedense benim yüzmeyi derin yerde öğrendiğim, ve çırılçıplak yüzdüğümüz gelmiyor!(…) ‘Çok Eski Adıyladır’ için, aynı zamanda karamsardır da dedim, hem de koyusu ve zifiri. Böylesi bir ‘topluluk’ta, uçsuz bucaksız bu ‘kötülük dayanışması’ ortamında karamsar olunmaz da, ne olunur bilemem. Ama benim karanlığımın rengi akkor’dur, o ayrı.

Ece Ayhan – Şiirin Bir Altın Çağı, Yky,1993, s.137

12 Temmuz 2007, Ece Ayhan Çağlar’ın ölüm yıldönümüdür. Ece Ayhan Çağlar toprağın altına girdikten sonra Dünya, Güneş’in etrafında yaklaşık 5 kez dönmüştür.

Ece Ayhan için ayağa kalkarak şiirler:

YILANKAVİ:   https://zaferyalcinpinar.com/s39.html

ECEDİR:         https://zaferyalcinpinar.com/s18.html

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Tem
11
2007
0

Poelitika: Kötülük Toplumu’ndan Haklılığın İnadı’na

Kötülük Toplumu’ndan Haklılığın İnadına – 11/07/2007 – Ragıp DURAN

https://www.bianet.org/2007/07/11/99122.htm

Çuvalında çocuk ölüsü taşıyan korsan, körfeze öyle bir girdi ki 2002’den beri semaforlar hiperaktif. “Ben şair sayılmam, etikçiyim” derdi ya, dizelerini ezberleyenden çok, savunduğu ahlakı yaygınlaştırmaya çalışanlar var etrafta. Seveceğiz seni hep Ece…

***

Ece başını eğmemiş ama yere bakıyor. Sırtında ekose bir ceket, saçları biraz uçuşuyor rüzgardan.Yaklaşık on basamaklık tribün gibi bir oturma alanı.

Yazlık giysileriyle çoğu kadın, insanlar oturmuş basamaklara. Arka fonda dikenli teller var. Yüksek dikenli tellerin arkasında da askerler duruyor, silahlı. Askeriyede görüşme günü sanki.

Ece’nin tarafı sipsivil, sonra insanlar ardında da dikenli teller ve askerler. Ece’yi, Ece’nin şiirini ve düşüncesini bu kadar iyi anlatabilen, betimleyebilen, sembolleştiren başka bir fotograf görmedim şimdiye kadar.

Bir Ece kitabı

Bu fotograf, galiba Doğan Kemancı çekmiş, yakında çıkacak bir kitapta yayınlanacak: Orta Dünya Yayınları ve tesmeralsekdiz Yayınları adı altında, Eren Barış’ın editörlüğünde, tam da Ece’ye yakışan bir kitap oldu. Son provaları gördüm, sevdim.

Kitabın ilginç bir öyküsü var: Tutku, hatta kimi zaman delicesine tutku, hastalık düzeyinde sevgi ve sadakat olmayınca doğru dürüst bir şey, ilginç bir yapıt doğurmak mümkün değil. Eren sıkı ve kara ve bir Ece Ayhan okuru.

Ankara’da genç bir edebiyat öğretmeni. Bir yandan yüksek lisans yapıyor. Bir yandan da hakiki ve olumlu anlamda alternatif/marjinal işlerle uğraşıyor: Şiir yazıyor, Siyahi dergisine eğitim konusunda dosya hazırlıyor, Derrida okuyor, Foucault içiyor, Deleuze kokluyor.

Dersimli olağandışı genç bir aydın. Heyecanlı mı heyecanlı. Beyni proje deposu. Yüreği azgın Fırat.

Eren oturdu, üşenmedi neler yaptı neler: Milli Kütüphaneye girdi; Ece’yle ilgili ne varsa aradı taradı buldu. İçişleri Bakanlığından Ece’nin Kaymakamlık yaptığı yıllara ilişkin belgelere ulaştı. Ece’ye mektup yazan, Ece’den mektup alan onlarca insanı keşfetti. Yayınlanmamış şiirlerini buldu.

Üniversite kütüphanelerinde gezindi Ece hakkında yazılmış yüksek lisans ve doktora tezlerini gözden geçirdi. Özel Ece fotograflarını gün yüzüne kavuşturdu. Ece’yi tanıyanların yüzde 90’ına ulaştı onlarla bıkmadan usanmadan mailleşti, telefonlaştı. Gerçek bir “euridit” çalışması…

Poelitika

Ben de Eren’le öyle tanıştım zaten. Bir kaç kişi ya da fikir vardır, adı geçince akan seller durur. Ece Ayhan için ben, kim ne isterse yaparım. Anlaşılan bu konuda yalnız değiliz.

Poelitika kitabında kimlerin yazısı yok ki: Mahmut Mutman, Burak Delier, Ahmet Orhan, İlhan Berk, Dinar Bandosundan Ali Ece, Doğan Kemancı, Akif Kurtuluş, Rafet Arslan, Muzaffer İlhan Erdost, Uygar Asan, Utku Özmakas, Özgür Yalçın, Altay Öktem, Seyhan Erözçelik, Onur Akyıl, İzzet Yasar, Zafer Yalçınpınar, Celal Gözütok, İbrahim Yıldırım, Süreyya Berfe, Sinan Fişek, Enis Batur

Bir yılı aşkın süredir bu kitap üzerine çalışıyor Eren ve arkadaşları. Kitap Ece’ye yakışır bir şekilde önümüzdeki aylarda piyasaya çıkacak. Üstelik Eren ve arkadaşları kitabı yayınlamak için gerekli olan finansmanı bir kafede garson ve bulaşıkçı olarak çalışarak topluyorlar. Gerçekten helal süt, ak emekle yapılan bir yayıncılık faaliyeti.

Ece aramızdan ayrılalı tam beş yıl oldu. 12 Temmuz günü Ece’yi İzmir’den Bakunin ve Proudhon’un yanına gönderdik. Eş-dost Spartaküs, Pir Sultan ve Çanakkaleli Melahat’a göndereceği mektupları, taze meyve sepetiyle birlikte Ece’ye vermişti o gün.

“Şair sayılmam, etikçiyim…”

Eren de ben de biraz şaşırdık. Deşince, araştırınca, sağa sola haber salınca ne çok Ecesever varmış, anladık ve tabi ki sevindik. Çünkü mesela bizim şiir dünyasında şeyhliğe özenip mürit toplamak için arka cebini yırtan çok adam vardır da, Ece, sadece yazı ve konuşmaları, alay ve gülümsemeleri ile onlarca, yüzlerce sadık okur yarattı.

O zaten ağalığa, şeyhliğe, müritliğe filan karşıydı. İnsanlar onu okusun, tartışsın, eleştirsin, anlasın, sevgi ve saygı duysun, yeterdi ona. Nitekim de öyle oldu.

“Ben şair sayılmam, etikçiyim” derdi ya, dizelerini ezberleyenden çok, savunduğu ahlakı yaygınlaştırmaya çalışanlar var hala etrafta. Eşcinselliği, anarşiyi, sivilliği, sarışın ve karaşınları, Osmanlıları ve Osmansızları soktu fikrimize, belleğimize, gönüllerimize.

Ermenileri, Kürtleri, Süryanileri başrole çıkarttı dizelerinde. Elinde hep kara bayrak. Fikir okyanuslarında atonal müzik eşliğinde, Cihat Burak’ın kedileriyle, Avrupa’yı Asya’yı cebine koyup, Şeyh Galip’ten girip İdris Küçükömer’den çıktı yazılarında sohbetlerinde.

Son beş yılda Ece’yi çok özledik. Yarın daha da fazla özleyeceğiz.

RAGIP DURAN

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler: ,
Tem
07
2007
0

Philipp Hotz’un Büyük Öfkesi

 

(Oda boştur. HOTZ girer, yüzü öfkeden sol­muş, üstünde önü açık bir yağmurluk, küçük bir el çantasını yerleştirir.)

HOTZ. Bak, haberin olsun, çantamı yerleştiriyo­rum. Gömlek, diş fırçası, pijama. Geri kalanları nasıl olsa yabancılar lejyonundan verirler. (Bir kadın hıçkırığı duyulur.)

Elimden geldiği kadar acele ediyorum. Merak etme! işim biter bitmez çıkaracağım seni dolaptan  (El çantasını kapatır.) Bak, çantamı hazırladım bile. (El çantasını hazır durumda kenara koyar.) Şimdi yalnız evi yakıp yıkmak kaldı –(Nereden bağlıyacağını kestirmek için çevresine bakınır, perdelerden birini çe­kip koparır, buruşturup der-top eder; sonra – sanki buruşturduğu perdeyi görüp de uyan­mış gibi – ön sahneye iner.)

HOTZ. Biliyorum, bayanlar, baylar, sizler de he­piniz karımdan yanasınız. Evet. Sizler de (biliyorum!) evliliğin devam edebileceğine ina­nıyorsunuz. (Bir sigara çıkarır.) Heyecanlandığım’ filân yok. (Sigarasını içer.) Bilmem, ba­yanlar, baylar, Dorli size neler söyledi –

(Telefon çalar.) Özür dilerim! (Telefonu alır, konuşur.) Bir dakika, lütfen. (Telefonu bırakır, yine ön sah­neye iner.) Eğer sizler de, bayanlar, baylar, Ömründe Dorli’yle hiç evlenmemiş olan herkes gibi, bizim barış yargıcıyla aynı fikirdeyseniz, hani bir kere daha denemeliymişiz, böyle bi­zim gibi değerli iki insan, ya da barış yargı­cının sık sık söylediği gibi, son adıma atma­dan bir kere daha düşünmeliymişiz — (Tele­fonu açık bıraktığı aklına gelir.) Bir dakika…s.(7-9)

 

Max Frisch

Philipp Hotz’un Büyük Öfkesi, Çev: Hasan Kuruyazıcı, De Yayınları, 1964

Haz
28
2007
0

Yeni Görsel İşler…

Zafer Yalçınpınar- “Yerim Senin Varlığını”

——————————————————

Zafer Yalçınpınar-“Modüler Şiir Yoktur!”

——————————————————–

Zafer Yalçınpınar- Ş inside

Haz
28
2007
1

Ezeli Mağlup: E. M. Cioran

(…) 

Bu kitap 1952’de iki bin adet basıldı, dört franga satılıyordu, yirmi yılda yaklaşık iki bin adet satıldı. Ve sonunda kendime dedim ki: “İnsanlar haklı, bu kitap bir hiç, var olmayı hak etmiyor, neyse, başı¬na geleni hak etti.” Gallimard birkaç yıl önce bu kitabı cep dizisinde yayımlayınca, yolunu şaşırmış gençlik için bir tür elkitabı haline gel¬di, günümüzde en çok sivrilen kitaplarımdan biri… Kısa süre önce evime bir hanım geldi, yayıncılıkla uğraşan bir kadın, “Bu türde bir başka kitap yazmanız için ne isterseniz veririm,” dedi bana. Ona, “Yapamam…, böyle şeyler ısmarlama yazılmaz,” dedim. Ama size bir kitabın kaderinden bahsedersem: Asla, ama asla bu kitabın gö¬müldüğü yerden çıkarılacağına inanmazdım. Bu sadece Fransa’da böyle değil, Almanya’da bile kısa süre önce Berlinli bir solcu gazete benim hakkımda iki sayfa yaptı; bu kitap söz konusu ediliyor ve ma¬kalenin adı: “Nichts als Scheisse” (Sadece pislik).Ve bir dışkı denizinin içinde boğulma noktasında olduğum görülüyor. Fakat tuhaf olan, bu makalenin bana karşı olmaması. Normal olarak bunun çok sert bir eleştiri olması gerekirdi, ama hiç öyle değil. Size bu şeylerden bahsetmemin tek nedeni, her şeyin öngörülebileceğini, ama bir kitabın kaderinin öngörülemeyeceğini söylemek. Gördüğüm bütün genç yazarlara diyorum ki: “Bakın, tahminler yürütmek yarar¬sız; bir kitap yazdığınız zaman, kaderinin ne olacağı asla bilinmez. Ve bu herkes İçin geçerlidir, ama bu tecrübeyi kendimiz yaşamamız gerekir. Dolayısıyla, çok fazla yanılsamaya kapılmak veya bir kitap ilgi görmedi diye bunalıma girmek yararsız. Unutulmuş veya batmış bir kitabın birdenbire yeniden ortaya çıkma ihtimali vardır daima.” Görüyorsunuz, pek fazla iyimser olmayan ben bile, bazen iyimserleşiyorum. Böyle devam etmeyeyim, yoksa kendini beğenmişin biri zannedeceksiniz beni. (s.46)

(…)

İktidarın kötü, çok kötü olduğuna inanıyorum. Onun varlığı karşısın­da mütevekkil ve kaderciyim, ama bir musibet olduğunu düşünüyo­rum. Bakın, iktidara ulaşmış kimseler tanıdım ve bu korkunç bir şey. Ünlü olmayı başaran bir yazar kadar korkunç bir şey. Üniformalı ol­mak gibi bir şey bu; üzerinizde bir üniforma varsa, artık aynı insan olamazsınız: İşte, iktidara ulaşmak da, daima aynı olan görünmez bir üniformayı giymektir. Kendime soruyorum: Normal olan, ya da nor­mal gibi görünen bir insan, iktidarı neden kabul eder? Sabahtan ak­şama meşgul yaşamayı neden kabul eder? Muhtemelen hükmetmek bir zevk, bir zaaf olduğu içindir bu. Bunun içindir ki kendi isteğiyle iktidardan feragat eden hiçbir diktatör ya da mutlak şef örneği yok­tur. (…)İktidar şeytanidir: Şeytan, iktidar hırsı olan bir melekti sadece. İktidarı arzulamak insanlığın uğradığı en büyük lanettir. (s.22) 

E.M. Cioran

Ezeli Mağlup (söyleşiler), Çeviren: Haldun Bayrı, Metis Yayınları, 2007,

 

Haz
26
2007
0

Görsel İş: Aşkın Bezdik Hali

Aşın Bezdik Hâli – Janset Karavin

Haz
25
2007
0

ŞANS ESERİ: “Ben Ali Enver Ercan, Varlık Dergisi’nin Sahibi…”

Bazen yaşam insanın başına öyle raslantılar (kesişimler) getiriyor ki şaşkınlık içinde kalıyorsunuz ve “Her şey olabilir ya da oluyor” diye düşünüyorsunuz. Yani “Yahu bu kadarı da olmaz!” diye düşündüğünüz her olay başınıza gelebiliyor veya oluyor. Geçenlerde yaşanılanlar buna sıkı bir örnektir:

Yakın editör dostlarımdan biri taşınma telaşı içindeydi. Zorlukla Kadıköy’de kiralık bir ev buldu. Taşınma sırasında yerleşeceği apartmanın kapısının önüne kitaplarını  yığdı. Tam o sırada karşı kaldırımda duran bir adamın kendisine dik dik(bön bön) baktığını fark etti. Önce adamı umursamadı ve kitapları dairesine taşımaya devam etti. Arkadaşım birkaç sefer yaptı, ama kaldırımdaki adam hâlâ yerinden kıpırdamamıştı ve bön bön (dik dik) bakmaya devam ediyordu. Sonunda, kadırımdaki adam arkadaşıma seslendi:

 

-Kaça kiraladınız bu evi?
Arkadaşım:
– 750 YTL…
-Çok vermişsiniz…
-Ne yapalım, ama biz şimdilik memnunuz…
Kaldırımdaki adam, apartman girişine yığılmış kitaplara bakarak:
-Kaç kitap var burada?
Arkadaşım:
-3000 civarında…
-O kadar yoktur…
-İçerdekilerle birlikte 3000 eder… diyor…
Bunun üzerine kaldırımdaki adam:
Benim adım Ali Enver Ercan. Ben “varlık dergisi”nin sahibiyim….Ayrıca, sizin üst komşunuzum, bir de bendeki kitaplara gör sen!
diyor ve aşağılayıcı bir bakış atıyor…
Arkadaşım da kendini tanıtıyor ve editörü olduğu dergiden bahsediyor ve “Zafer Yalçınpınar’la neden kavgalısınız?” diye soruyor.
Ali Enver Ercan:
-Zafer Yalçınpınar’ın psikolojik sorunları var. Ben onunla muhatap bile olmam! diyor.
Arkadaşımın yanındaki başka bir arkadaşım da Enver Ercan’a:
-Zafer Yalçınpınar iyi şairdir… Sizin derginizdeki şairler piyasa adamıdır. diyor…
Ali Enver Ercan da bunun üzerine arkadaşımın mesleğini soruyor ve onun reklâm yazarı olduğunu öğrenince, asıl, arkadaşımın “piyasa adamı” olduğunu söylüyor, bir şeyler daha geveliyor ve çekip gidiyor…
Arkadaşım bana bu olayı anlatınca gülmekten yerlere yatıyorum.
Kendi kendime, “Ulan Zafer, bak, tıpkı Ece Ayhan’a yaptıkları gibi yapıyorlar sana da… Deli diyorlar… Demek ki doğru yoldasın!” diyorum.
Şimdi, Ece Ayhan’ın İlhan Berk’e yazdığı bir mektupta yer alan aşağıdaki sözleri Enver Ercan’a cevap olarak alıntılamakta fayda var:
(…)”Her alanda derin yanlışlık var. (Sözgelimi, düşünüyorum, İstanbul’daki üç fırsatçı ‘yaratık’ […, …, …] aşağı yukarı biliyorum ki ‘aman canım, söyler söyler durur, biz dalgamıza bakalım, koskoca toplum, herkesin de kendi sorunu var üstelik, sonra gerçekleri söyleyen kişiye ameliyatlar geçirmiştir deriz olur biter’ diyebilirler. Acaba kazın ayağı böyle midir? Bir adam kafaca üşütmüş olsa bile, dolaylı yoldan da olsa, gerçekleri söyleyebilir olgusu hiç değilse üç-beş kişice biliniyordur. Ben de amma iyimserim ha, dum dumalığı, bu ilkel topluluğun ilkellik gerçeğini göz önünde   bulundurmadım, yazıyorum sana.(…)Acımasızlık, gaddarlık, ölüsoygunculuk, fırsatçılık kuyuları meğerse ne denli yakınmış bizlere İlhan?”
Haz
22
2007
0

Tümceler Geliyorum

***

Bir tümce bir şeyin nasıl olduğunu söyleyebilir
ne olduğunu değil

***

Ancak bir biçimi olan vardır.

***

Kâğıt yanızlığı biliyor.
beklemeyi de…

***

Akarsuyun vakti yoktur.

***

Ölüm üstüne konuşan vardır ama
açıklık getiren yoktur.

İLHAN BERK, Tümceler Geliyorum, YKY, 2007

Haz
14
2007
0

Görsel İş: Zıkkımın Kökü

Janset Karavin’in görsel işidir…

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com