“Cahil Cühela” mahlasını kullanan birinin “LİVAR” adlı ilk şiir kitabım hakkında yazdığı bir yazı aşağıdadır:
LİVAR: PARÇALARIN DIŞI
Yazıldığı gibi incelenmeli; kapalı. Yazıyı anlamanın mümkünü var mı bilmem; öyleyse ben de bir yineleme yapacağım; tamamlayacağım. Çünkü ‘Livar’ her şeyden önce bir kapalılık hali. Dolayısıyla, modern olan için bir soruşturma bağlamı var. Vurgunun her zaman özne de aranmadığı; öznenin tanımını ve eylemini taş binalara devredişi gibi, söz ve sözcük de yüklenici, taşıyıcı; devreden. Bu bir çoğullama yöntemi aynı zamanda. Bilmeyen yok; kapalılık sivilliğin ruh hali. Anlatı tam da burada şekilleniyor aslında; ses ve anlam ilişkisinde bir parçalanma başlıyor. Evet; kırılmıyor anlatı, parçalanıyor. Demek ki, bütünlük algısının teorik ifşasına karşı, onu aktarmanın duyumsal yolu olarak, sözlerin birbirlerini oluşturdukları yerlerde ciddi bir sarsıntıya ihtiyacımız var. Şiirin gerginliği, anlatıyı eritiyor böylece. Bir biçimsizlik durumuyla, doğallık algısı oluşuyor ve şiir kalıyor geriye; anlamaya çalıştığımız ‘şey’, alışık olmadığımız bir biçim.
Bu noktada ‘Livar’la olan ilişkiyi bir müddet Ponty üzerinden kurmak işimize yarayabilir; şeylerin doğasına erişmek adına Descartes vurgulu bir alan yaratabiliriz. Çünkü Yalçınpınar şiirinde, gördüklerimiz ve algıladıklarımız arasındaki farklar ve ortaklıklar, bize sözcüğün parçalanmasında tesadüfün ötesinde, bir kurallar zincirinin yattığını söylüyor/söylemeye çalışıyor gibi. Tam açılımıyla, “gerçek dünya gördüklerimiz değil, onları oluşturan dalgalar ve parçacıklar”. Burada önem kazanan ve şiire başkalık katan da, gerçekliğin içinde olan şeylerin tanımlanış sürecinde oluşan sözcüklerin, (bu cümlenin içinde olduğu gibi) kendiliklerinden yarattıkları ‘olan’ ve ‘oluşan’ ayrımı. Sözcüğün görevi, ‘başka’yla olan ilişkisinden ancak böyle ayrıştırılabilir. Çünkü, sözcükten sökülen her harf ya da hece, başka olanın tanımıdır/tanımı olabilir. Yalçınpınar’da Livar’ın içinden, dışarıya sızın anlamın ancak bu yolla ortaya koyulabileceğinin farkındadır; ‘Yüzü’, ‘Kıyı’ ve ‘Su Yolcu’ gibi şiirler, bu anlamda Livar’ın temelidir.
“yüzü
gök
yüzü
sissiz
ben
siz
yüzü” ;
“bir
sus
ayakta kalmaktır
iç
indeki
pus”
Bütün bu parçalanmışlık hali, nesnenin soyutluğu üstünden kurulur aslında. Çünkü, Yalçınpınar’ın soyut ve somut ayrımı, onun bir şair olarak kendiliğine dayanır. Kendilik durumu ise, eyleme gerek duymadığı sürece özne olma durumundan ayrı tutulabilir. Kendilik bir aktarım aracı olarak kullanıldığında, her ne kadar araçsallaşmış olsa da pasiftir. İş bu pasiflik, Yalçınpınar’ın kendi anlatısına karşı, sözcüğü parçalayarak giriştiği eylem nihayetinde, özneleşir. Ama, bu öyle bir durumdur ki, elle tutulanın ötesinde, başka bir alanda anlatı her şeyi yeniden kurmuş ve tanımlamış olur. Bu yüzden şiirin eksik kalan bir yanı vardır; bu yan şiirin bütünlüğünün dışında, maddesinin ötesinde aurasında bir eksikliktir. Bu yüzden okuyanla ilişkilendiğine, şiir anlamını başkasının algısına da sunmuş olur; çoğullaşır.
Tanımlama ve yönelme, şiirde izlenmeye başladığında ise, soyut ve somut olan sessizce yer değiştirir; anlam ve yapı, aralıklarla var olmaya başlar. Bu yaklaşım bir önceki paragrafta yazdığımız gibi, bütüne müdahaledir; yöntem farklıdır ancak; çünkü müdahale edilen artık çok daha somut bir duruma (gerçeğin içindeki, özne) tekabül etmektedir. Dolayısıyla daha tematik bir alana geçildiği söylenebilir. Tematik bir tercih, sorgulama sürecinin de kesinliğini belirler. Yalçınpınar’da da durum böyledir. Yargıya varma isteği göze çarpar.
“yokuşlardan iniyoruz
düzayak bir mantığa doğru
zarları bırakıyoruz”
“deniz suyu içelim
uçurumdan
hiç korkmayalım”
Bu noktadan sonra Yalçınpınar, bir eleme sistemi işletmeye başlar; artık tıpkı bir sonsuzun noktaları gibi, belirleyenleri su yüzüne çıkarmayı hedefleyecektir. Böylece soyuttan somuta geçiş süreci Livar üzre tamamlanmış olur. Livar bu anlamda bir çemberdir. Kapalılık hadisesi de asıl önemini, bu sonsuzun noktalarının kullanımında kazanır. Şiir hep yeniden; yalnız kendine başlar. Böylece tanımlanan da, tanımlayış biçimi gibi, bir bütünün içinde devinecektir.
“1. İnsanların kapısını çalıp çalıp kaçardı.”
“9.Çalardı davulunu renkli sağlam ağır aksak” (renkli sağlam uzun aksak)
Maddelemek, sonsuzun noktalarını kapsayıcı kılmaktır. Sayıların, şiirin bir parçası olmasını sağlayan da bu kapsayıcılıktır. İşte bu noktada gerçekleşen, en başta değindiğimiz şeylerin moleküler yapısına ilişkin yanılsama sürecine ait bir “gerçekleşme”dir. Parçalar ne kadar adlandırılırsa, sonuca varılabilir. Maddelenen belirleyenler, bir gövde olarak anlamla iki yönlü bir ilişkinin kurulmasına olanak tanır.
Sonuç olarak, Yalçınpınar’ın yazdıkları, süreçle ilişkilenmiştir. “Olan” da “oluşan” gibi bir süreçtir. Yalçınpınar şiiri bu yüzden okunmaz, düşünülür.