Tem
21
2012
0

Sergi– JOHN’ CAGE” (18 Temmuz-5 Eylül 2012)

JOHN’ CAGE”

18 Temmuz – 5 Eylül 2012 / Kuad Galeri

Süleyman Seba Caddesi, No: 52 Akaretler, Beşiktaş
www.kuadgallery.com

Lynn Criswell, Peter Downsbrough, Esther Ferrer, Tom Johnson, Stéphane La Rue, Teoman Madra, Sarkis, Michael Snow, Taldans | Mustafa Kaplan – Filiz Sızanlı, Su-Mei Tse, Peri Sharpe & Tolga Tüzün, Ilgım Veryeri Alaca

20. yüzyılın en orijinal bestecilerinden John Cage’in 100. yaşı dünyanın her köşesinde kutlanıyor. Kuad Galeri de “Fluxus 50″ sergisinin hemen ardından bu öncü sanatçıyı anmak amacıyla çeşitli disiplinlerden sanatçıların katıldığı bir sergi düzenliyor.

Cage’in çalışmalarının dökümünü çıkarmaya kalkıştığımızda başka hiçbir sanatçıda göremeyeceğimiz, şaşırtıcı biçimde birbirine eklemlenen bir çeşitlilikle karşılaşırız. İlkin bestecidir elbette; ama sadece sesleri, sessizlikleri, gürültüleri bestelemekle yetinmez, asıl hüneri karşılaşmaları, dostlukları, rastlantıları bestelemektir. Schönberg’ten dersler almış, sonrasında kendi tarzında çok uzaklara gitmeyi bilmiştir. Yolu Robert Rauschenberg ve Jasper Johns’la kesiştiğinde her birini ayrı ayrı etkileyen o uzun süreci hemen öngörebilmiştir. Merce Cunnigham, Morton Feldman, David Tudor ve Christian Wolff’la azılı dostluklar kurmuş, Buckminster Fuller, Marshall McLuhan gibi vizyonerlerle fikir tokuşturmuştur. Marcel Duchamp’la karşılaşması belki de yapıtı üzerinde en büyük etkiyi bırakandır: Ondan üçe kadar saymayı ve bekar kalmayı öğrenmiştir.

Cage ilgi duyduğu her şeyi yapıtına davet etti. Dersler verdi, kitaplar yazdı, konuşmalar yaptı, performanslar sergiledi; başta Fluxus sanatçıları olmak üzere birçok kuşağı derinden etkiledi.

Kuad Galeri’deki sergiye katılan sanatçıların neredeyse tamamı ilk kez aynı mekanda yan yana geliyor. Michael Snow daha önce Centre Pompidou’da sergilenen bir ses yerleştirmesiyle katılıyor sergiye; Sarkis doğrudan Cage’e gönderen neonlu bir işiyle yer alacak; Peter Downsbrough her zaman olduğu gibi yine mekana müdahale ediyor; Esther Ferrer iki Eric Satie portresi gönderdi; Cage’in öğrencilerinden Tom Johnson notasyon desenleriyle katılıyor; Su-Mei Tse siyah-beyaz bir fotoğraf seçti Cage için; Stéphane La Rue’den Morton Feldman kağıtları geldi; Teoman Madra altmışlarda yaptığı ışık oyunlarını sergileyecek; Peri Sharpe ve Tolga Tüzün Fontana Mix‘e gönderen interaktif bir iş üretti; Lynn Criswell keçe üzerine yaptığı bir çalışmayla yer alıyor sergide; Taldans’ın eski bir egzersiz videosunu izleyeceğiz; Ilgım Veryeri Alaca bir sanatçı kitabı hazırlıyor. Ayrıca, serginin son günlerinde galeri mekanında çeşitli etkinlikler, performans gösterileri, ve 4 Eylül’ü 5 Eylül’e bağlayan saatlerde küçük bir konser gerçekleştirilecek.

Kesintisiz Avangard sergisiyle yola çıkan Kuad Galeri, Fluxus sanatçılarının hemen ardından, John’ Cage” başlıklı sergiyle “çizgi”yi sürdürüyor.

***

John Cage için: davul tozu, minare gölgesi

Nichi nichi kore ko nichi: Her gün, güzel bir gündür. Kapı açılır, kapı kapanır, bir bulut geçer, mantarlar büyür… Bir şeyler olmuştur, bir şeyler olmaktadır. Cage oldum olası anekdot anlatmayı sever (4’33″).

Müzik yazmak duyulur ve duyulur-olmayan sesleri (sessizlikleri) yeniden icat etmektir. Çağırın onları, kendiliğinden gelenleri sakın geri çevirmeyin, tekrar tekrar değiştirin yerlerini, bırakın üst üste binsinler, alt alta düşsünler, yeni komşuluklar kurun aralarında, mesafeler açın… dünyaya evet demek için fazladan bir şey yapmanıza gerek yok, karşınıza çıkan, sizi kendine çeken her titreşimin peşine düşün, yeter: kaosmos.

I Ching, I Chance, I Change…
Hazır nesne, hazır piyano, hazır zen…
John Cage 100 yaşında.

Söyleyecek bir şeyi yoktu, onu da söyledi, söylüyor…

A. Gültekin

Tem
08
2012
0

Metinlerarası İlişkiler Bağlamında Ece Ayhan Şiiri (Dr. Erdoğan Kul)

Bkz: https://www.ussuz.com/2012/06/metinlerarasi-iliskiler-baglaminda-ece-ayhan-siiri/

Dr. Erdoğan Kul’un 25 Haziran 2012’de yayımladığı bu önemli araştırmasının özeti şu şekildedir:

“Yazıda genel olarak “metinlerarasılık” teriminin tanım ve belirli biçimlerinden hareketle Ece Ayhan’ın şiirleri incelenmeye çalışılmıştır. Metinlerarası ilişkilerin yalnızca yazılı metinlerle sınırlı olmadığı, bu terimin çok daha geniş bir ilişkiler ağını imlediği göz önünde tutularak, mevcut kuramsal yaklaşımların yanı sıra, seçilen örneklerin de gerekli/olanaklı kıldığı ölçüde bir sınıflandırmaya gidilmiş; konuya ilişkin terimlerin, yapılmaya çalışılan tanımlar doğrultusunda yeterli sayıda örnekle desteklenerek somutlanması amaçlanmıştır. Konu Ece Ayhan özelinde irdelenmekle birlikte, aynı zamanda “bir şair”in/“şair”in imgelem ve söylem evrenini belirleyen, ona kaynaklık edebilen metinsel arka planın işlevine de dikkat çekilmek istenmiştir.”

Bkz: https://www.ussuz.com/2012/06/metinlerarasi-iliskiler-baglaminda-ece-ayhan-siiri/

Tem
07
2012
0
Haz
16
2012
0

Gemi

“Eser, ona bindiğinizde sizi daha sahici bir yere götüren bir gemi gibidir.”

Stephan Micus

Haz
15
2012
0

İki Kişilik Ada Sessizliği

(Yedi yıl sonra, bir şiirin negatifi…)

 

Bir adam örgüsünden çıkıyor kadının: Gökyüzü bulutsuz ve yürüyüşsüz.
Bir taşı büyütüyor adamın yalanlı kalbi: Ağaç sallantısız ve meyvesiz.
Bir biletçi para basıyor: Örgücü kadın dimdik ileriye bakıyor.

1.

bir dağdan geri dönüyor rüzgâr
güneş sönüyor muhasebeci gibi beceriksiz

kadın adamı doğru anlıyor, yanlış
_______adam kadının yanlış anladığını biliyor, doğru
_______________bir nokta yerini başka bir noktaya bırakıyor

“gündüz” diye bağırıyor kadın aşağıdan yukarı beyaz bir yelken

kadın ile adamın arasındaki ışıksızlık büyük söngü ustası

(…)

Zafer Yalçınpınar
15 Haziran 2012

Şiirin tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/s100.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Ayrıca Bkz: İki Kişilik Ada Çarpıntısı (2005)

Haz
13
2012
0

Azınlık-Oluş ya da Şair-Oluş (U. Aydoğdu)

Belki de “doğru olmayan sözcükleri” bulmamız gerekiyor. Oluşları, akışları, akışkanlıkları var edecek sözcükleri. “Bir üslup, kendi ana dilinde kekelemektir. Bu çok güçtür, çünkü bu tip bir kekelemenin gerekliliği olmalıdır. Bu, sözlerinde kekeme değil, kendi dilinde kekeme olmaktır. Ana dilinde yabancı gibi olmak. Bir kaçış çizgisi yapmak.” Örneğin, Ece Ayhan, azınlık-oluş ya da şair-oluş’tur. Türkçede müthiş bir ‘yabancılık’ icat etmiştir.

Dil, hiçbir zaman homojen bir sahada hareket etmez. Bir heterojenlik coğrafyasında hareket edebilmek için sık sık kızarıp bozarmak gerekir değil mi? Kekeleyen bir şiir oluşmak, işte güç olan budur. “Tek dilde bile ikili olmamız gerekir, kendi dilimizde bile ergin olmayan bir dilimiz olmalı, kendi dilimizde azınlık bir dil yaratmalıyız. Çok dillilik, her biri kendi içinde bağdaşık (homojen) olan birçok sistemin sahip olduğu şey değildir; kaçış çizgisi veya değişim çizgisi bir sisteme bulaşır ve onun bağdaşık (homojen) olmasını önler.” Örneğin Cemal Süreya, San adlı şiirinde “Seni kucağıma alıyorum / Tarifsiz uzuyor bacakların” derken Türkçeden “bir başka dil çıkartır.” Proust’un dediği gibi “Güzel kitaplar yabancı dildeymiş gibi yazılmışlardır.”

Edip Cansever, Masa’ya “azınlık oluşunu” koyar. Azınlık olmasa masaya “biranın dökülüşünü” ya da “ekmeğin yumuşaklığını” ya da “üç kere üçün dokuz etmesini” koyar mıydı hiç? Masaya konan onca şey “azınlık oluşun” ürettiği şeyleridir.

“Azınlık oluşun” içinde insanın ‘kendi oluşu’ vardır. Diğer bir deyişle insanın ‘kendi oluşu’, “azınlık oluş”tur. “Bir sakarlık” ya da “bir sıhhat eksikliği” ya da “bir zayıflık” ya da “hayati bir kekemelik” icat etmek… Yaşamda “birinin çekiciliğini belirten” neyse yazının kaynağında da üslup olarak bunlar vardır. Bizi bir şiire ya da bir insana götüren ‘çekerler’ yoksa ne şiirin ne de insanın çekiciliğinden bahsedemeyiz. Bizi çekerler, çünkü onlardaki “azınlık oluşu” hemen fark ederiz. Onlara yeterince keskinlik veren bu güç “kendi kendisini doğrulayan yaşam gücü”dür ve “bu güç hiç bıkmadan, sebatkârlıkla yaşamı doğrular.” Öyle değil mi “dörtnala sevişmek lazım”dır. Sonra “sen çıkarıp utancını duvara asarsın” ve “ben masanın üstüne koyarım kuralları”. Bu dizelerde[1] hem nazik hem de güçlü bir yan var. Çoğu zaman etrafından dolaştığımız yaşam bizden bir ‘oluş hamlesi’ ister.

Nietzsche, “Nevrozlunun tersi olan nazik, sağlıklı ve iyi yaşamlı”, şöyle diyordu: “Öyle görünüyor ki sanatçı ve özellikle filozof bulunduğu çağın içinde rastlantıdır… Onun ortaya çıktığı yerde, hiç atlamayan doğa, birdenbire ileriye doğru sıçrar ve bu neşenin sıçramasıdır.” Böylece “doğa ilk defa bir sonuca vardığını anlar.” Işıklar yanar. “Zorunlu olarak galip gelen bir zar darbesidir bu.” Ah, zarlar yuvarlanıyor işte. Bunun tadını neyle kıyaslayabilirim? “Bütün” den çalınan bir öpüşmenin hazzı işte – daha ne -, burada “… zurnanın ucunda yepyeni bir çingene”[2] ye rastlanır. Gökyüzü çileklerine, dalgalanmalara, mini minnacık çakıl taşlarına benzeyen olaylara, korkulara, titremelere rastlanır.

Zaten, “Rastlamak kapmaktır, çalmak.”

Uluer Aydoğdu
“denizsuyukasesi”, temmuz- eylül  2009, sayı 39

 

[1] “Sen çıkardın utancını duvara astın/ Ben masanın üzerine koydum kuralları” Dizelerin aslı böyledir. Önceleyin/ Üvercinka/ Cemal Süreya.

[2] “Ve zurnanın ucunda yepyeni bir çingene” Gül/ Üvercinka/ Cemal Süreya.

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Poetika Çalışmaları”na https://evvel.org/ilgi/poetika-calismalari adresinden ulaşabilirsiniz.

Haz
09
2012
0

Kargaşa 12’de; Oruç Aruoba Çağrışımı…

KargArt taifesinin 12 senedir yürüttüğü “Kargaşa” adlı karma sergi, 7 Haziran 2012’de, “DİL(EMMA)-Sanatçının Kendi Dilini İnşası” kavramsal arkaplanıyla birlikte açıldı. Açılıştaydım ve şunu gördüm: Kargaşa 12 -tabii ki anlayana, sezene- imgelemi çok sıkı ve dili çok sağlam bir oluşum, özel bir ritim… (Bulduğumuz her fırsatta Özgür İmgelemin Uzgörüsü‘nden bahsediyoruz ya, Kargaşa 12 ve içerdiği dilsel yaklaşım  işbu kavramı kanıtlar gibi görünüyor.)

Kavramsal arkaplanı Emrah Bekdikli tarafından oluşturulan sergideki en beğendiğim yapıt, Gözde Can Köroğlu’nun “isimsiz” heykeliydi:- Oruç Aruoba çağrışımlarıyla biçimlenen bu heykeli herkes yakından görmeli, sezmeli…

12. Kargaşa, 30 Haziran’a kadar Kadıköy-Kargart’ta devam edecek…

Haz
06
2012
0

Kargaşa 12: “Dil(emma)” (7-30 Haziran 2012)

Kargaşa 12 // Dil(emma)
Sanatçının Kendi Dilini İnşası
7-30 Haziran 2012

Kavramsal Çerçeve: Emrah Bekdikli
Prodüksiyon: Murat Mrt Seçkin

KargART’ın geleneksel sezon kapanış sergisi Kargaşa, bu yıl 12. kez açılıyor. Kavramsal çerçevesini Emrah Bekdikli’nin Marx’ın bir metninden esinlenerek oluşturduğu sergide bu yıl; yeni bir -izmin olmadığı günümüzde, sanatçının geçmişin tüm birikimiyle / birikimine rağmen, kendi dilini inşa edebilmesi ikilemini sorgulayan işler sergileniyor. Farklı disiplinlerden 27 genç sanatçının katılacağı sergi 7 Haziran 2012, Perşembe akşamı saat 19:30’da kapılarını açıyor.

Kavramsal Çerçeve:

İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar, ama kendi isteklerine göre, kendi seçtikleri koşullar altında yapmazlar bunu, doğrudan doğruya daha önceden var olan ve geçmişten kalan koşullar içinde yaparlar. Bütün geçmiş kuşakların geleneği, yaşayanların beyinleri üzerine bir karabasan gibi bütün ağırlığıyla çöker. Kendilerini ve çevrelerindeki şeyleri dönüşüme uğratarak yepyeni bir şey yaratma uğraşı içinde göründükleri zamanda bile, tam o devrim bunalımı dönemlerinde, geçmişin ruhlarından kendilerine yardım ararlar, tarihteki yeni sahneyi o eski saygıdeğer kılıkta ve başkasının ağzıyla ortaya koymak için geçmişin adlarını, sloganlarını, kılıklarını alırlar? …Bunun gibi, yeni bir dil öğrenmeye başlayan bir kişi de, bu dili hep kendi anadiline çevirir durur, ancak eski dilini anımsamadan bu yeni dili kullanmayı başardığı ve yeni dili kullanırken kendi dilini unuttuğu zaman yeni dilin ruhunu çözümlemiş olur ve kendisini bu dille rahatlıkla ifade edebilir. – Karl Marx, Louis Bonaparte’ın Onsekizinci Brumaire’i, Sanat ve Edebiyat, Marx – Engels – Lenin

Katılımcılar:

Ahu Aydemir Yüksel, Aksakvenüs, Ali Çetinkaya, Defter Kazıyıcılar Kooperatifi (Ali Mete Sancaktaroğlu),Ayfer Karabıyık, Ayhan Mutlu, Ayşe Bilge Koçoğlu,Ayşe Onucak, Damla Yücebaş, Dicle Erver, Duygu Sabancılar, Eco Elmacı, Gözde Can Köroğlu, Gülderen Cebeci, Harun Töle, Korhan Özsoy, Merve Turan, Munnın, Murat Güzelgün, Mustafa Kemal Yurttaş, Nurol Akbal, Okay Özkan, Özgür Ufuk Ataç, Sevgi Arı, Şenay Ulusoy, Tuğba Şahintürk, Zafer Yalçınpınar

Ayrıntılı bilgi için: 0216 330 3151 – info@kargart.org – www.kargart.org

May
04
2012
0

“Alan Turing” Çalıştayı (4-5 Mayıs 2012)

“Alan Turing’in Mirası”

4-5 Mayıs 2012
Yeditepe Üniversitesi
26 Ağustos Yerleşkesi

Ayrıntılı bilgi ve program için bkz:
https://cse.yeditepe.edu.tr/turingcalistayi/index.html

 

Nis
28
2012
0

Şiirsel… (Jean Pierre Crespel)

“Büyük şairler ve büyük sanatçılar insanların gözünde doğanın düşlediği görünüşü sürekli olarak yenilemek zorundadırlar.” APOLLINAIRE

 

(…) Jean Paul Richter imgelere asla basit süsler gibi değer verilmemesi gerektiğini destekler, zira ona göre “imgeler poetik sanatın tam da özünü oluştururlar; bu imgeler bizi kuşatan ve bizi kendine bağlayan evren ve dünyayı içerik edinmiş şiirsel yükü özgür bırakır.” (…)
Felsefi işlev, dilin mantıksal işleviyle uyuşur. Bu anlamda imgenin önemi kendi yoğunlaşma ya da dünyayı ve gerçeği iyice belirlenmiş bir görüş açısına göre yansıtma kapasitesi içinde idrak edilir. Bu bakış ölçütü, her şaire özgü olarak, şiirde genelde “bakışın” ya da “evrensel görüşün” (cosmovision) çoğulluğunu gerektirir. (…)
Aristo, çağlar öncesinde, imgenin şeyleri görünür kılarak göz önünde canlandırma sanatı olduğunu söylemişti.
(…) Eğretilemelerle ilgili yeniden yaratımların (reproductions métaphoriques) bir metin içinde asla tek başına anlaşılamadıkları olgusu hakkında bilinçliyiz. Şair onları, her zaman kültürel kodu içinde anlamlarını ve asıllarını doğrulayan bir bağlamla verir. (…) Sonuç olarak eğretilemenin, imgesel zabıt tutma ve çeviri aracı isteyen bir belagat yolu olduğunu düşünüyoruz.

JEAN PIERRE CRESPEL
“Gerçek ve İmgelemsel arasında…”
Çev: M. Cengiz, Şiirden Dergisi, Sayı:10, 2012, s.16

Nis
21
2012
0

Mantıksal Anlam Kuramı (Prof. Dr. Teo Grünberg ve Dr. Adnan Onart)

1979’da Türk Dil Kurumu’ndan yayımlanmış…
Sayı saymayı bilenlere…

Bkz: https://zaferyalcinpinar.com/mantiksalanlamkurami.pdf

*

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Dilbilim” ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/sessizligin-dilbilgisi adresinden ulaşabilirsiniz.

Nis
21
2012
0

Fotoğraf’ın Noema’sı…

23.
(…)
Sinema görüntülerine de böyle bir ek yapar mıyım? Sanmıyorum; buna zamanım olmaz: perdenin karşısında gözlerimi kapama özgürlüğüm yoktur; aksi halde gözlerimi açtığımda aynı görüntüyü bulamazdım; sanki sürekli bir oburlukla çevrelenmişimdir; birçok başka nitelik, ama düşünceli olma değil; benim için fotogramın ilgisi buradan gelir. (…)

26.
(…)O halde, var oluşu bizimkinden biraz daha önce gelen birisinin yaşamı, kendi tikelliği içinde Tarih’in asıl gerilimini, bölünmesini kapsar. Tarih isteriktir: yalnızca onu düşünür, ona bakarsak oluşur – ve ona bakabilmek için onun dışında kalmamız gerekir. (…)

29.
(…)Yunanlılar, Ölüm’e tersten girmişlerdir: önlerinde duran onların geçmişiydi aslında. (…)

34.
Sık sık Fotoğraf’ı ressamların bulduğu söylenir (ona çerçevelemelerini, Albert perspektifini ve camera obscura’nın optiğini miras bırakarak). Ben de diyorum ki; hayır, onu kimyacılar bulmuştur. Çünkü “Bu vardı” noema’sı, ancak bilimsel bir olayın (gümüş halojenürlerin ışığa duyarlı olduklarının bulunması), ışıklandırılmış bir nesnenin yaydığı ışınlarını doğrudan geri kazanıp baskısını yapabilmesi ile mümkün olabilmiştir. Fotoğraf, tam anlamıyla göndergenin fışkırmasıdır. Oradaki gerçek bir bedenden çıkan ışınımen sonunda burada olan bana değer; aktarımın süresi önemsizdir; yitik varlığın fotoğrafı, bir yıldızın geciken ışınları gibi bana dokunur. Bir tür göbek bağı fotoğraflanan şeyi benim bakışıma bağlar: burada ışık, elle tutulmaz da olsa bedensel bir ortam, fotoğraflanmış olan herkesle paylaştığım bir deridir.
Öyle görülüyor ki “fotoğraf”a Latincede “imago lucis opera expressa” denebilirdi; yani ışığın etkisiyle açığa çıkan, “özü çıkarılan”…
(…)

36.
Fotoğraf’ın “neyin artık olmadığını” söylemesi gerekmez, o yalnız ve kesin olarak “neyin olmuş olduğunu” söyler. Her şeye de bu ayrım karar verir. (…) Fotoğraf’ın özü, temsil ettiği nesneyi onaylamasıdır. (…)
Hiçbir yazı bana bu kesinliği vermez. Dilin talihsizliği (belki de aynı zamanda şehvetli zevki), doğruluğunu kanıtlayamamasıdır. Dilin noema’sı belki de bu güçsüzlüktür; ya da daha olumlu konuşursak: dil doğası gereği kurgusaldır; dili kurgusallıktan çıkarmaya girişmek için dev bir ölçüm aygıtı gerekir: ya mantığı çağırır, ya da onun yokluğunda yemin ederiz.

(…)

Roland Barthes
“Camera Lucida”, Çev: Reha Akçakaya, 6:45 Yay., 5.Baskı, 2011

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Dilbilim” ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/sessizligin-dilbilgisi adresinden ulaşabilirsiniz.

Mar
22
2012
0

“…tam anlamıyla bir hayalet haline gelirim.” (Roland Barthes)

(…) Doğası gereği Fotoğraf’ta -kolaylık olması bakımından şimdilik yalnızca olumsalın yorulmak bilmez tekrarı anlamına gelen bu tümeli kabul ediverelim:- “totolojik” bir şey vardır: şuradaki pipo, her zaman ve inatla bir pipodur. Her zaman göndergesini yanında taşır gibidir Fotoğraf. (…) Bilimle öznellik arasındaki bu (sonuçta) konvansiyonel tartışmada şu ilginç düşünceye yaklaşıyordum: Neden bir biçimde, her nesne için yeni bir bilim olmasın? Bir mathesis singularis (ama artık universalis değil)? Böylece, kendimi bütün Fotoğraf’ın aracısı saymaya karar vermiştim. Birkaç kişisel dürtüden başlayarak, temel olan özelliği, yani onsuz Fotoğraf’ın bir hiç olacağı tümeli formülleştirmeye çalışacaktım. (…)
(…) Fotoğraf özneyi nesne, hatta bir müze nesnesi haline dönüştürmüştür. İlk portreleri çekmek için (1840’larda) öznenin uzun süre poz vermesi gerekiyordu: Nesne olabilmek, bir ameliyattaki kadar acı çekmek demekti; derken bir cihaz, merceğe görünmeyen ve hareketsizliğe geçişte bedene destek verip onu yerinde tutan protez bulunmuştu: Aslında bu baş dayanağı az sonra olacağım heykelin kaidesi, hayali özümün korsesiydi.
Portre fotoğrafı kapalı bir kuvvetler alanıdır. Burada dört görüntü repertuvarı kesişir, birbirine karşı koyar, birbirini çarpıtır. Mercek önündeki ben, aynı anda: olduğunu sandığım, başkalarının olduğumu sanmalarını istediğim, fotoğrafçının olduğumu sandığı ve fotoğrafçının sanatını göstermek için kullandığıyımdır. Bir başka deyişle acayip bir eylem: durmadan kendime öykünürüm ve bu yüzden her fotoğrafım çekildiğinde (ya da buna izin verdiğimde) bir yanlış olma, bazen de (karabasanlardakiyle karşılaştırılabilecek) bir sahtekârlık duygusunun acısını çekerim. Görüntü repertuvarı bakımından (benim kastettiğim) Fotoğraf, doğruyu söylemek gerekirse, benim ne özne, ne nesne, ama bir nesneye dönüştüğünü hisseden özne olduğum o gizli anı temsil eder: o anda ölümün (arada kalan olayın) bir mikro çeşidini yaşarım; tam anlamıyla bir hayalet haline gelirim. (…)

Roland Barthes
“Camera Lucida”, Çev: Reha Akçakaya, 6:45 Yay., 5.Baskı, 2011, ss. 17-26

Mar
05
2012
0

Şair-şiir-okuyucu (Johannes Poethen)

Şair, şiir ve okuyucu tarafından oluşan karmaşık poetikaya “açıklık”, “benzetme”, “düşünme” ve “karşı koyma” kapsamlarıyla değinen ilginç ve önemli bir yazıya Türk Dili Dergisi’nin 1961 tarihli  “Şiir Özel Sayısı”nda rastladım. Johannes Poethen tarafından kaleme alınan yazıyı Melahat Özgü çevirmiş. Yazının tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/sairsiirokuyucu.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Poetika Çalışmaları” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/poetika-calismalari adresinden ulaşabilirsiniz.

Şub
26
2012
0

Hakikat ve Şiir (Gerard Augustin)

(…)Günlük dil gerçeği ve sadece gerçeği temsil edebilir, fakat gerçeği aşanı yani akıl almazı ve sözle anlatılamazı, ifade edemez. (…)

Hakikat kendisine atfedilen hiçbir şeyle, dahası, hayat, Varlık vb. üzerine büyük sorulara cevap verme iddiasında olan felsefi doktrinlerle ilgili değildir. Ve bunlara daha çok yeni sorularla cevap verir. Şiirin özgün doğası, görünürde çürütülemez mantıksal bir oluşum bağlamında hakikati bulmayı iddia eden felsefi sistemden olduğu kadar bilimsel deneyden de uzakta bulunur. Şiir, imge ve metafor ile günlük dilde anlatılabilenin ötesine geçer. İmge ve şiirsel cümle aksine bunların ötesine geçer: bir deneyimi betimlemek, iletmekle kalmaz, gerçek ve yanlış arasındaki ayrımla ilgili bu tanımlama ve bu iletideki farkı yansıtır. (…)

Gerard Augustin
“Hakikat ve Şiir”, Çev: M. Cengiz, Şiirden Dergi, Ocak-Şubat 2012,  Sayı: 9, s.10

Şub
26
2012
0

Duvarda: “Karşılıklı”

“Karşılıklı” by Wide
Foto: Zy

*

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Sokak Sanatı” ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/duvarda adresinden ulaşabilirsiniz.

Şub
20
2012
0

“Bakışsız Bir Kedi Kara” Notasyonları (İlhan Usmanbaş)

Sağolsun Şükret Gökay bizi yalnız bırakmadı, bırakmıyor; Prof. Dr. İlhan Usmanbaş’ın “Bakışsız Bir Kedi Kara” adlı efsanevi bestesinin notasyonlarından bazılarını Evvel Fanzin’le  paylaştı. Ece Ayhan’ın “sıkı şiir”leri için İlhan Usmanbaş’ın kullandığı ses ve piyano notasyonları büyük bir deha ürünü… Eğer Türkiye’de bir “Görsel Şiir”den bahsediliyorsa ve “bakış”ın disiplinler arası bağlamları veya akışkanlığı dikkate alınıyorsa, İlhan Usmanbaş’ın notasyonlarının “Görsel Şiir” duruşunda bir “zirve” noktası olduğunu -gönül rahatlığıyla- söyleyebilirim. (Zy)

Notasyonların kısa bir episoduna https://zaferyalcinpinar.com/usmanbasbbkk.pdf adresinden  ulaşabilirsiniz.  

Hamiş: Ece Ayhan Web Sitesi’ne https://zaferyalcinpinar.com/bakissiz.html adresinden, Evvel fanzin kapsamında yayımlanan Ece Ayhan ilgilerinin tümüne ise https://evvel.org/ilgi/ece-ayhan adresinden ulaşabilirsiniz.

Şub
19
2012
0

Özgür İmgelemin Uzgörüsü (Z. Yalçınpınar)

Hüsamettin Bozok yönetimindeki Yeditepe Dergisi’nin Şubat 1960’da gerçekleştirdiği “Büyük Anket”ten feyz alarak Şubat 2011’de, İkinci Yeni Şiir Akımı’nın günümüzdeki etkisini deneyimlemeye yönelik bir soruşturma düzenlemiştim. “50 Yılın Ardında; İkinci Yeni” adını verdiğim bu çalışmanın sonuçlarını ve çıkarımlarını 12 Şubat 2011’de E V V E L kapsamında paylaşmıştım.

Şubat 2011’deki anketin icra edilişi ve bu ankete gelen cevaplar, İkinci Yeni şiir akımının Türk Şiiri’ne sağladığı özgürlük alanını ya da alan derinliğini irdelemek yolunda çok önemli bir fırsattı. Bu anket, zaten yıllardır sezdiğim ve imgesel açıdan Türk Şiir Tarihi’ndeki tüm deneyimleri üssel bir biçimde “aşarak kapsayan” önemli ve iddialı bir alacakaranlığı düşünmeye çağırıyordu beni. Zihnimde dönüp dolaşan şu tümceyi ve işaret ettiği olguyu kavramaya çalıştım; “İkinci Yeni’nin sunduğu sezgisel alan derinliği, herhangi bir “t” anında ya da herhangi bir “kısıt fonksiyonu” altında türevlendirilemiyor.”  Sonuçta, İkinci Yeni şiirinde bir “en uygun/optimum” tanımlaması bulunmuyordu;—misal, şu tümce İkinci Yeni’yi kavramakta daha da etkili olabilir: “İkinci Yeni’nin imgelemi, sıfır sayısının çarpanlarına ayrılamayışındadır.”

İkinci Yeni şairlerinin şiirlerinde işaret ettikleri “evren tasavvuru”nun birimi “sözcükler” değildi. Onu herhangi bir “t” anıyla “bağlı” bulunulan “sözlükler” de oluşturmamıştı. Çünkü İkinci Yeni, şiirinin özünü ve birimini “imge” olarak “imgesel” bir düzlemde tasarladı. 2011 Anketi, İkinci Yeni’nin günümüzdeki işlerliğini bana kanıtladığı gibi, daha da önemlisi, farklı okur-yazar-şair nesilleri boyunca İkinci Yeni’nin açtığı imgesel fazların sürekli genişlemekte olduğunu da işaret eder nitelikteydi. Hiçbir zaman tersinin gerçekleşebileceğini düşünmedim. Çünkü İkinci Yeni etkisi, sezgisel varoluşunu tehdit edemeyecek biçimde bir “suskunluğu”, “boşluğu”, “sivilliği”, “sıkılığı”, “anlam arayışını” ya da herkesin İkinci Yeni’yi suçlarken kullandığı gibi bir “anlamsızlığın anlamı”nı seçiyordu. (Hâlbuki insan, anlamsız olanı yazamaz veya düşünemez.) Eğer Türk Şiiri’nde bugünkü kuşakları etkileyen bir imgesel özgürlükten bahsedeceksek ve özellikle de işbu imgeselliğin devasa boyutta bir alan derinliğine dönüştüğünü hissediyorsak, bunda İkinci Yeni akımının üssel -hatta “sayılamaz sonsuz”- önemdeki varoluşunu da kabul etmeliyiz. Mevcut farkındalığı en basitinden, “Artık, Türk Şiiri’nde akımlar dönemi bitti!” söylemiyle -ve işbu söyleme bıyık altından gülerek- gerekçelendirebiliriz. Çünkü birkaç bin yıl önce icat edilen ifadesiyle “Poetika”, bugün, “İmgelemin Özgürleşmesi” yolunda kendini yenilemektedir.

“İmgelemin Özgürleşmesi” ifadesini ilk kez 2011 anketinin çıkarımlarıyla beraber sunduğum “İkinci Yeni ve İmgelemin Özgürleşmesi” başlıklı yazımda kullanmıştım. İkinci Yeni’nin Türk Şiiri’nde oluşturduğu alan derinliğinin geleceğe uzanışı, bir “imgelemin” tıpkı “sonsuzluk” kavramındakine benzer bir genişleme kuramıyla birlikte devinmesidir. Yani, “imgelem” -tıpkı ‘sonsuzluk’ kavramında olduğu gibi- her zaman bir “imgebirim” daha genişleyebilir. Kuramsal olarak, herhangi bir “uç” imgebirimin poetikadan “dışlanamayışı” verili evren tasavvurunu genişleteceği gibi şiirsel algı ortalamasını da yükseltecektir. Bu düzlemdeki tüm “uzgörü”lerin, “imgelemin özgürleşmesi” ifadesinin tüm salınımlarıyla birlikte diğer her şeyden hızla soyutlanarak “yenilenen” bir “poetika” oluşturduğu aşikârdır.

Poetika 2012 Anketi’yle “imgelemin özgürleşmesi” ifadesinin bilişsel sınırlarını ve poetikadaki imgesel dağılımını, verili imgelemin taşıdığı şiirsel yükü ve bu yükün geleceğe uzanışının önündeki engelleri araştırmaya, bir “uzgörü” sağlamaya gayret ettim. Bu kapsamda, anketi yanıtlayan herkese çok teşekkür ederim. Gelecek yıllarda “İmgelemin Özgürleşmesi” ifadesinin kavramlaştığını göreceğiz… Ve poetikanın terk ettiği uzlaşılar ile giriştiği “çekişmeler”e odaklanacağız.

Sonuçta, “Poetika” ile ilgilenen herkesi -geleceğe ilişkin bir ipucu olsun diye- şu sorunun önemini düşünmeye davet ediyorum:

“Okumakta olduğunuz bu tümceye kadar neden bir kez bile ‘dil’ sözcüğü kullanılmamıştır?”


Zafer Yalçınpınar (Zy)

19 Şubat 2012, Pazar Sabahı

Hamiş: Poetika 2012 Anketi’ne verilen yanıtlara https://j.mp/poetika2012  adresinden ulaşabilirsiniz.

 

Şub
14
2012
0

Dil dışı imbilimlerin kuruluşu… (Bilge Karasu)

(…)Tanıma, uzayda, zaman içinde ayırımlama demektir; zamanla, dünya üzerinde edinilen görgüdür. Sürekli, ayrımsız, anlam alanının dışında kalan bir yoz duyulurluğun içinde, söz-öncesi ilk ayırımlamalar, algılarla yapılıyor olsa gerek. Greimas, bu alana, “doğal dünyanın imsel dizgesi” adını vermişti. Ona göre, doğal imsel dizgelerin anlatım düzeyindeki ulamları, sözsel imsel dizgelerin içeriği düzeyindeki ulamlara karşılıktır. Bilişsel zorlamalar insani anlam üreticisini, imbilimsel bir özne durumuna getirir. (…)

Dil dışı imbilimlerin kuruluşu, şimdiye dek ancak doğal dillere bırakılmış olan, dünyanın anlamsal ulamlamasının açıklanışını, elbette değiştirecektir. “Ancak” görsel, musikiye değgin, çalımlara değgin imlenenler var mıdır? “Ancak-görsel” imlenenler imgelemek güç değil. (…)

Bunu yapabilmek için de gözün kendi kendini eğitmesi, sözel dilegetirmenin kabul ettireceği kalıplardan kaçınıp görsel birimleri ille de doğal dünyanın biçimleriyle özdeş kılmaktan geri durması gerekir. Özgül olarak görsel birimleri seçmek, ardından bunları adlandırmak için doğal bir dile başvurmamak, özel bir öte-dil, üst-dil yaratmak gerekiyor. (…)

Uzun sözün kısası, sözel alan dışındaki çalışmalar, düşünceyi, her şeyden önce, doğal dillerin alışılagelmiş zorlamalarından, baskısından kurtulmanın yolunu aramaktadır henüz.

Einstein, matematikte “buluş” konusunda Jacques Hadamard’la yaptığı bir konuşmada, “yazılmış ya da söylenmiş sözcüklerle dil, düşüncenin işleyişinde en ufak bir pay taşımazmış gibi görünüyor” demişti. (…) Bu sezgisel sözler, birçok başka bilim adamının söyledikleriyle destekleniyor. Belki, imlerin altındaki işleyişlerin tümdengelimli bir örnekleştirilmesi, gerçekleşir bir gün.

Bilge Karasu
“İmbilim Ders Notları”, Haz: Cemal Güzel, BilgeSu Yay., 2011, ss. 56-59

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Bilge Karasu” ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/bilge-karasu adresinden ulaşabilirsiniz.

Şub
06
2012
0

Söyle… (René Char)

Söyle ateşin söylemeye çekindiğini
Havanın güneşi, gözüpek aydınlık,
Ve öl, herkes adına söylediğin için.

René Char
“Seçme Şiirler”, Çev: Samih Rifat, Ada Yay, 1990, s.24

Şub
03
2012
0

Öyleyse, hayal edilemezliğin anlamsızlık için bir kriter olduğunu söylemenin doğru bir tarafı vardır. (Wittgenstein)

(…)
247. Zira, “bir cümlenin anlamlı olmadığını keşfetmek” ne anlama gelir?
Ya şu ne anlama gelir: “onunla bir şey kastediyorsam, elbette anlamlı olmalı”?
(…)
260. “Bütün mümkün deneyimleri aşmak” ancak görünüşte mümkündür, bu sözün kendisi bile ancak görünüşte anlamlıdır, çünkü anlamlı ifadelere benzetilerek kurulmuştur.

261. “Sanki felsefesi”nin kendisi bütünüyle benzetme ile gerçeklik arasındaki bu kaymaya dayanır.

262. “Ama aşina olmadığım bir şeye sızmak için sözcükler kullanarak düşüncelerimde gerçekliği öngöremem.
‘Nihil est in intellectu quod non fuerit in sensu’ (Düşüncede hiçbir şey yoktur ki duyuda bulunmamış olsun)
Sanki önden bakınca görülemeyen bir şeye arkadan yaklaşıp göz atmak için düşüncede onun arkasına dolanabilirmişim gibi.”

263. Öyleyse, hayal edilemezliğin anlamsızlık için bir kriter olduğunu söylemenin doğru bir tarafı vardır.
(…)

Ludwig Wittgenstein
“Zettel”, Çev: Doğan Şahiner, Nisan Yay., 2004, s. 67

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Ludwig Wittgenstein” ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/ludwig-wittgenstein adresinden ulaşabilirsiniz.

Şub
02
2012
0

“Bu nasıl olabilir?” (Wittgenstein)

(…)
258. Mantıkta genellik, mantıksal basiretimizin ulaştığından daha öteye uzatılamaz. Ya da daha iyisi: mantıksal bakışımızın ulaştığından.

259. “Pekiyi nasıl oluyor da insan anlayışı gerçekliğe üstün gelip doğrulanamaz olanı kendisi düşünebiliyor? Niçin doğrulanamaz demeyelim? Zira onu kendimiz doğrulanamaz yaptık.

Sahte bir görünüm meydana getirilir mi? Pekiyi o görünümün öyle görünmesi bile nasıl mümkün olabilir? Zira bu ‘öyle’nin hiç de bir betimleme olmadığını söylemek istemez misiniz? Eh, öyleyse o ‘sahte’ bir görünüm de değildir, bize yolumuzu kaybettiren bir görünümdür. Öyle ki, kaşlarımızı çatıp sorarız: Bu nasıl olabilir?
(…)

Ludwig Wittgenstein
“Zettel”, Çev: Doğan Şahiner, Nisan Yay., 2004, ss.66-67

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Ludwig Wittgenstein” ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/ludwig-wittgenstein adresinden ulaşabilirsiniz.

Oca
31
2012
0

“Görüntünün Morfolojik Metaforu” (Necmi Karkın)

(…) Görme nesnesine, algıda yapılan estetik müdehale onun natürel varlığını, zihinsel süreçler içinden geçerek alışılmadık ya da ütopik gerçeğe dönüşecektir. Natürel olan nesne, dışını sarmalayan hava dokusu ve uzamıyla birlikte algılama kavramı içinde kendini somutlayacaktır. Görüntüye yapılan estetik müdehale, bireyin içsel reaksiyonlarına göredir. Görüntünün anlamını sorgulamak üzere yaptığımız yapısal değişim maddenin sanat için yeniden çoğaltılması ya da yalıtılmasını gerektirir.
Sanat, bilince biçim kazandıran görüntüye tanık olma aracı olarak, tekil olanın nesnelliğe açılımıyla insanlık bilincinin biçimsel dramını sahneleyebileceğimiz bir alandır. Bu alan her çağda insanın içkin olan yapısal çelişkilerini çözümleyen tinsel tasarımı, seyredebileceğimiz görüntülere dönüştürür. (…)

Necmi Karkın
“Sanatta Anamnesis Sarsıntıları”, De Ki Yay. 2009, s.71

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com