Şub
01
2013
0

Sesli kütüphaneler üzerine…

Boğaziçi Üniversitesi’nden Kırtıpil Dergisi taifesi, Eylül 2012’de yayımlanacak ilk sayıları için “sesli kütüphaneler” üzerine bir soruşturmaya yanıt vermemi benden rica etmişti. Ben de soruşturmayı yanıtlamıştım. Ancak sonradan -ne olduysa- soruşturmaya verdiğim cevapları yayımlayamadıklarını bildirdiler. “Sesli Kütüphaneler” konusuna ilişkin soruşturmaya verdiğim cevaplar aşağıdadır…

Kırtıpil Dergisi: Sesli kütüphanelerden nasıl haberdar oldunuz ve kendi kitaplarınızı seslendirmeye nasıl karar verdiniz?

Zafer Yalçınpınar: Kadıköy Görme Engelliler Kütüphanesi görevlilerinden sosyolog bir arkadaşın çağrısı üzerine Kadıköy bünyesindeki sesli kütüphaneden haberdar oldum.  Khalkedon’un -yani Görmezler Ülkesi’nin- antik tarihiyle özdeş bir gayret olarak hissettim bu projeyi… Görmezler için sesli kütüphane oluşturmak bana antik bir düşünce çeşitlemesi gibi çok gizemli bir stil olarak geliyor… Bu delice bağlamda, “Kelimenin Yüzü” adlı içsel sözlüğümü Kadıköy’ün ruhuna, geçmişe ve geleceğe doğru fısıldamak, seslendirmek istedim.

K.D.: Bir yazarın kendi kitabını seslendirmesinin sesli kütüphaneler için nasıl bir önemi olduğunu düşünüyorsunuz?

Z.Y.: Bir kere bu aksiyon biçemi, sesli okuma aksiyonu çok sahici, çok yakın bir teyittir… Yazarın eseriyle bir kez daha buluşması, onu teyit etmesi… Tıpkı bir müzisyene üflemeli çalgıların hissettirdiği özel tuşe gibi bir şey… Yazıcı tarafından eserin biçimsel olarak gözden ve kulaktan geçirilmesi, denenmesi fırsatı…  Öbür taraftan,  yazarlar eserlerini kendi sesleriyle okuyarak çok ilginç bir koleksiyon öğesi de oluşturuyorlar… Gelecekte sesli kütüphanelerin çok değişik ve eşsiz koleksiyonlara sahip olacağı kesin… Tabiî deneysellik ve avangard arayışlar da olacaktır bu doğrultuda…

K.D.: Bir yazarın kendi kitabını seslendirmesinin edebiyat mirası için nasıl bir önemi olduğunu düşünüyorsunuz?

Z.Y.: Bir önceki sorunuza verdiğim “koleksiyon öğesi” cevabı bu soru için de geçerli… Ayrıca sesli okuma sırasında alışık olmadığımız bir geçişi de fark ediyoruz… Yazar, sesli okuma sırasında konum ve perspektif değiştiriyor. Yani, bir karakter, rol geçişi yaşanıyor. Bu geçiş anı, tuşe farkı,  gizleri yakalayabilen edebiyat tarihçileri ve eleştirmenler için çok önemli araştırmalara konu olabilir.

K.D.: Yazarı tarafından seslendirilmiş olsun ya da olmasın, genel olarak sesli kitapların edebiyata nasıl bir katkısı olduğunu düşünüyorsunuz?

Z.Y.: Resim, heykel ve çizim sanatlarına, yani plastik sanatlara fotoğraf ve dijital uygulamaların etkisi nasıl olduysa, bu tip kayıt teknolojilerinin edebiyata etkisi de benzer bir şekilde gelişecektir… Yani olumlu katkıları ve açılımları okura ve edebiyat dünyasına sunabileceği gibi olumsuz ve endüstriyel bir sakıncalar bütünü de oluşturabilir. Zaman gösterecek… Misal, rüküş (kitch) sanat çok tehlikeli bir şey ve teknoloji ile sosyal mühendislik faaliyetlerinden besleniyor… Teknolojinin sanatla girdiği ilişkilerde, bu ilişkiyi kimin yöneteceği, bu eskrimde kimin daha usta olduğu çok önemli ve belirleyici bir şey bence; mühendisler mi yönetecek, yoksa sanatçılar mı? Bu ilişkide dengeyle durmak çok önemli bir rol oynayacak gelecek için…

K.D.: Charles Dickens’ın yazdığı kitapları yayımlamadan önce görme engelli olan bir kalabalığa okuduğu ve onların yorumlarına özel önem verdiği anlatılır. Siz de, bir yazar olarak, sesli kitap okumuş olmanın kendi dilinize, üslubunuza, fonetiğin kullanımına bir katkısı olduğunu düşünüyor musunuz?

Z.Y.: Yaşamda her şeyin bir tınısı ve sonucunda da sesi vardır. Rüzgârın, denizin, ağaçların… Makinelerin… İnsanların, olayların, görüntülerin… Düşüncenin de tınısı vardır ve yazarlar ile şairler bu tınının ustalarındandır. Özellikle de şairler için bir dizenin tınısı ve ritmi çok önemlidir. Bu tınıyı yakalamak, bir dizenin ya da tümcenin ritmini, tınısını, paragraf içerisindeki yerlemini, kendisinden önceki ve sonraki kelimeler, dizeler, tümceler arasındaki ilişkiyi, düşüncenin uzamdaki duruşunu kavramak, sezmek çok önemli… Sesi duymak, tınıyışını bilmek gerekiyor… Şiirde ses, hem sentaksı hem de semantiği çok etkiler… Kısacası yaşamda her şeyin bir armonisi vardır ve yazarlar, şairler bu armoninin gizlerini bilmek, en azından sezmek zorundadırlar.

K.D.: Kitabınızı seslendirmek, kitabınızla ilgili, yazarken farkına varmadığınız şeyler bulmanıza yok açtı mı? Buna da bağlı olarak bir kitabı okumak ve dinlemek arasında bir kavrayış farkı olduğunu düşünüyor musunuz?

Z.Y.: Yazı, önünde sonunda görsel bir öğedir. Görsel öğeden işitsel öğeye geçişte bir tahayyül farkı oluşabilir. Aynı fark sözlü ifade biçimleriyle, yazılı ifade biçimleri için de geçerli… Yani sözlü kültür ile yazılı kültür arasında düşünsel bir fark vardır. Bu bağlamda görme engellilerin günümüzdeki görsel tahakkümün dışında kalmaları aslına bakarsanız çok değerli bir fenomen… Bence, görme engelliler kültürel emperyalizmin hegamonik tahakkümünden daha az etkileniyorlar. Seziş, tuşe farkları da çok önemli… Özellikle de poetikadaki anlam ve imgelem salınımı “ses”le birlikte çok değişiyor. Bence “ses” edebiyata alan derinliği sağlamak adına verimli bir bileşen…

K.D.: Diğer yazarlara bu konudaki öneriniz nedir? Onlarla deneyiminizi paylaşmak isteseydiniz neler söylerdiniz?

Z.Y.: Her şeyden önce, tüm yazarlara birincil önerim dilbilimsel kuramları incelemeleridir… Özellikle de Ludwig Wittgenstein’ın “Dil Oyunu” kavramıyla aşındırdığı sınırları bilmek gerekiyor. Ve yazarlara temel önerim ise kitaplarını, yazdıklarını morfolojik ve fonetik açıdan tekrardan gözden geçirmeleridir. Bu noktada “ses” ve “seslendirme” çok önemli ve somut çıkarımlara ulaşmalarını, geleceğe uzanmalarını sağlayacaktır.

K.D.: Eklemek istediğiniz diğer düşünceleriniz nelerdir?

Z.Y.: Eklemek istediğim bir şey yok… Teşekkür ederim.

Eylül 2012

Oca
19
2013
0

Bütün bu sözler kalkacak ortadan…

(…) Nasıl olsa artık dönmeyeceğim; işaretlerinize aldırmayacak, bir bardak şarap, bir gezi, bir tiyatro gibi davetlerinizi kabul etmeyeceğim. (…) “Sen” demeyeceğim, “Evet” demeyeceğim. Bütün bu sözler kalkacak ortadan, nedenini de sanırım söyleyebilirim. Çünkü soruları herhalde bilirsiniz, hepsi “Neden?” diye başlar. Benim hayatımda soru yok. Suyu seviyorum ben, ondaki yoğun saydamlığı, ondaki yeşili seviyorum, sudaki suskun yaratıkları (ben de çok geçmeden onlar gibi susacağım), bu yaratıklar altında kalan saçlarımı, ondaki, o hak gözeten sudaki, sizi başka türlü görmemi önleyen o umarsız aynadaki saçlarımı seviyorum. Kendim ile kendim arasındaki o ıslak sınırı…
(…)

Ingeborg Bachmann
“Undine gidiyor” adlı öyküsünden…
Çev: Kâmuran Şipal

Ara
24
2012
0

“İmgelem” nedir?

(…)
Tahayyül gücü sorununu deşmek isteyen felsefi bir araştırma, daha başlangıcından itibaren bir dizi engel, paradoks ve ayakbağıyla karşılaşır; çağdaş felsefede tahayyül gücü sorununda yaşanan göreli tutulmanın nedeni belki de budur.

Bir kere genel tahayyül gücü sorunu, “imge” teriminin deneysel bilgi teorisinde kötüye kullanılması  sonucunda kazandığı kötü şöhretten mustariptir. Çağdaş semantikteki “psikolojizm”in yol açtığı itibar kaybı  –mantıkçıların ve dilbilimcilerin gözünde— “anlam”(sense) teorisinde tahayyül gücüne yapılan göndermelere de sirayet eder (bu bakımdan sadece Gottlob Frege’yi ve onun bir önermenin veya sözcüğün –“nesnel” ve “ideal” anlamda— “anlamı” ile onun her durumda “öznel” ve tümüyle “olgusal” olarak kalan “temsili/tasavvuru” arasında yaptığı ayrımı zikretmemiz yeter). Davranışçı psikoloji aynı şekilde, özel, gözlemlenemez ve zihinsel kendilikler olarak gördüğü imgeleri ortadan kaldırma derdindedir.

(…) kökleri geçici bir ruh halinden ya da bir ortam sorunundan daha derinlere uzanan bir şüphe var. Bu şüphe Gilbert Ryle’ın “Concept Of Mind” adlı çalışmasında güçlü bir şekilde dile getirilir. “Tahayyül (gücü)” deyimi tek, yekpare bir görüngüyü mü niteliyor yoksa sadece uzak bir şekilde ilişkilendirilmiş bir deneyimler toplamını mı? Gelenekte, terimin en az dört kullanım şekline rastlıyoruz. Terim her şeyden önce, orada bulunmayan ama başka bir yerde var olan bir şeylerin rastgele zihinde uyanmasını anlatır; bu zihinde uyanma, bulunmayan bir şeyin, herhangi bir şekilde burada ve şimdi bulunan şeylerle karıştırılmasını ima etmez.

Buna yakın ikinci bir kullanımda terim, portreleri, tabloları, çizimleri, şemaları vb şeyleri niteler; bunların hepsi de fiziksel bir varlığa sahiptir ama işlevleri, temsil ettikleri şeylerin “yerini almak”tır.

Anlamını daha da gerdiğimizde, imgeleri, orada-bulunmayan şeyleri değil, var olmayan şeyleri akla getiren kurgular olarak adlandırırız. Ancak bu kurgular, düşlerden –uyku imalatları-, oyunlar ve romanlar gibi tümüyle edebi bir varoluşa sahip icatlara kadar değişen bir yelpaze oluşturur.

Son olarak imge terimi, yanılsama alanına atfedilir, yani dış bir gözlemciye ya da sonraki bir tefekkürün sonucuna göre orada-bulunmayan ya da var-olmayan şeyler alanına havale edilen; ama özne açısından ve öznenin dikkatini onlara yönelttiği durum çerçevesinde kendi nesnelerinin gerçekliğine inanılması için çırpınan temsillere/tasavvurlara atfedilir.

Peki, orada yok-farkındalığı ve yanılsamalı inanç veya mevcudiyet yokluğu ve sahte-mevcudiyet arasında ortak olan nedir?

Bu derin çift anlamlılığı aydınlatmaktan ziyadesiyle uzak bir felsefi geleneğin kaydettiği tahayyül gücü teorileri, sorunu çözmek yerine, bu geniş temel anlamlandırmalar yelpazesinde neyin paradigmatik olarak kabul edilmesi gerektiği konusunda kendi aralarında bölündüler. O nedenle her durum için ayrı, tek anlamlı –ama rakip- tahayyül teorileri inşa etmek gibi bir eğilim ortaya çıktı. Bu teorilerin oluşturduğu yelpaze iki farklı eksen üzerinde kat edilebilir: nesne açısından mevcudiyet ve yokluk ekseninde; özne açısından büyülenmiş bilinç ve eleştirel bilinç ekseninde.

İlk eksen boyunca imge, sırasıyla Hume ve Sartre tarafından resmedilmiş iki karşıt teoriye tekabül eder. Bu ilk eksenin ucunda imge, zayıf bir mevcudiyet anlamında salt bir iz olarak nitelenebilecek bir şeyin algısına gönderilir; tüm yeniden üretici tahayyül gücü teorileri bu kutba meyillidir. Eksenin öteki ucunda imge, esas olarak yoklukla ilişkili olarak, mevcuttan-başka olarak düşünülür; üretici tahayyülün çeşitli anahtar figürlerinin –portre, düş,kurgu- hepsi de farklı yollardan bu asli başkalığa gönderme yapar.

Üretici tahayyül gücü ve hatta yeniden üretici tahayyül gücü, orada-mevcut olmayan şeyin zihinde canlandırılmasından mürekkep asgari bir inisiyatif barındırdığı oranda, ayrıca ikinci bir eksen boyunca da konumlanır; bu eksende ayırt edici etmen, tahayyül-mahsülü ile gerçek arasındaki fark konusunda tahayyül öznesinin eleştirel bir farkındalık göstermeye muktedir olup olmadığıdır. (…) İmge teorileri bu kez noetik (akli faaliyetle ilgili) bir eksen üzerinde yerlerini alırlar. Eksenin bir ucunda –ki külliyen eleştirel bilinç yokluğuyla tanımlanır- imge gerçekle karıştırılır, gerçek diye alınır. (…) Eleştirel mesafenin tümüyle kendisinin bilincinde olduğu eksenin diğer ucunda tahayyül gücü bu kez gerçeklik eleştirisinin bir aracı olarak iş görür. Husserl’ci aşkın indirgeme, bir varoluş nötralizasyonu olarak, bunun kusursuz bir örneklenmesidir.

İkinci eksen boyunca kaydedilen anlam değişiklikleri birinci eksenden hiç de az değildir.
(…)

Paul Ricoeur
“Söylem ve Eylemde Tahayyül Gücü”, Brüksel, 1976
“Tahayyül Gücünü Yeniden Düşünmek”,  Derleyen: G. Robinson & J. Rundell ,
Çev:  Ertuğrul Başer, Ayrıntı Yay., 1999, ss. 171-174

Kas
25
2012
0

Sıkı Sergi: “İşler, Güçler” (Esat Başak)

Artcore Space, 24 Kasım- 4 Ocak tarihleri arasında Esat C. Başak’ın “İşler Güçler” adlı solo sergisini sanatseverlerle buluşturmaktan gurur duyuyor.

İzleyici bu sergiyle Başak’ın son iki yıldır ürettiği yerleştirme,heykel ve baskılar aracılığıyla sanatçının önceki üretimlerinin yansımalarını takip etmenin yanı sıra toplumsal bellekte yer etmiş gündelik objelerin ve imajların eleştirel bir bağlamda yeniden değerlendirilişinin de izini sürüyor. Sanatı ve zanaatı birbirinden ayıran çizgilerin bulanıklığına dikkat çekmeyi amaçlayan İşler Güçler sergisi seri üretim nesnelerinin hızlı tüketilişlerinin ardından nasıl yeniden bakışın alanına dâhil edilebileceklerini cesurca ortaya koyuyor. Bunu yaparken sanatçı sanat tarihi, tasarım,felsefe, psikanaliz ve dilbilim gibi pek çok farklı disiplinle olan dirsek temasını da gözler önüne seriyor.

Sergide yer alan Venüs, The Art of War, Last Man Standing gibi heykelleri aracılığıyla Başak, sanat tarihinin asırlık imgeleriyle diyalog içine girerek bu kollektifleşmiş imgelerin tarihselliği ve biricikliği gibi konuları tartışmaya açarken Gözlük Böcekler isimli heykelleriyle de sıradan, seri üretim nesnelerinin de nasıl birer sanat yapıtına dönüşebileceklerine vurgu yapıyor. Bulunmuş malzemelerin ve genetiği değiştirilmiş oyuncakların sanatçının ince ve yaratıcı müdahalesiyle bir araya getirilişleri izleyiciyi melankoliye direnen, tekinsiz olduğu kadar ironik de bir fantezi dünyasına davet ediyor. Sergideki bu tutarlı biraradalık aynı zamanda sanatçının malzemeyle girdiği ilişkiyi kişisel tarihinin penceresinden yeniden yansıtmayı amaçlıyor. Yerleşik dil ve gösterge kalıplarına yapılan bu müdahale modernite sonrası üretim ve tüketim ilişkilerine dair eleştirel bir pozisyon önerirken yeni bir imge ve düşünce dünyasının da kapılarını aralıyor. (Basın Bülteni’nden…)

*

Artcore Space
H.Cevdet Pasa sok. Çam 2 apt No:1-18
Nişantaşı/İSTANBUL
Tlf: 0 212 2192491

info@artcorespace.com

*

Kas
22
2012
0

Yavaş Yavaş Aydınlanan

Yavaş yavaş aydınlanan
Bir denizaltı âlemi,
Yosunlu bir boşluktan
Çekiyor kendine beni

Bir yıldız uzaklığında
Uyanıyor birer birer
Ürkek bulanıklığında
Zamanı bölen şekiller.

Ey sükûtun bir nefeste
Yaktığı billûr âvize!
Bu esrarlı müselleste
Gökler yakınlaştı bize…

(…)
Hangi güvercin kanadı
Köpükten çırpınışında,
Bu sarayı tamamladı
Her tesadüfün dışında;

Ve hangi el boş geceden
Uzattı bu altın tası,
Sızdıkça bir düşünceden
Günlerin kızıl meyvası?

Ahmet Hamdi Tanpınar
“Şiirler”, Yeditepe Yay., 1961, ss.10-11

Kas
22
2012
0

Ne İçindeyim Zamanın (A. H. Tanpınar)

Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpâre, geniş bir ânın
Parçalanmaz akışında.

Bir garip rüya rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgârda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.

(…)

Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.

Ahmet Hamdi Tanpınar
“Ne İçindeyim Zamanın” adlı şiirinden
Yeditepe Yay., 1961

Kas
19
2012
0

İnsan

“İ N S A N”
Foto: Z. Yalçınpınar

Ayrıca bkz: Kendini Anlatan

*

Kas
18
2012
0
Kas
11
2012
0

Çelişki (Wittgenstein)

(…)

687. Çelişki, bir felaket gibi değil, oradan sonra yola devam edemeyeceğimizi gösteren bir duvar gibi görülmelidir.

688. “Çelişkiden sakınmak için ne yapmamız gerekir?” diye sormaktan çok, “Bir çelişkiye ulaşmışsak ne yapmalıyız?” diye sormak isterim.

689. Çelişkiden niçin totolojiden daha fazla korkulur?

(…)

693. Sonsuz gerilemeye yol açan akıl yürütme, ‘bu şekilde amaca asla ulaşamayacağımız için’ değil, burada hiçbir amaç olmadığı için terkedilmelidir; dolayısıyla “amaca asla ulaşamayız” demenin anlamı yoktur.

Ludwig Wittgenstein
“Zettel”, Çev: Doğan Şahiner, Nisan Yay., 2004

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Ludwig Wittgenstein” ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/ludwig-wittgenstein adresinden ulaşabilirsiniz.

Kas
10
2012
0

Psikolojik Kavramların Tasnifi (Wittgenstein)

(…)
488. Psikolojik kavramların tasnifine devam.
Duygular. Bunlarda ortak olan: gerçek süreklilik, seyir. (Öfke alevlenir, azalır, yok olur; sevinç, keder, korku da öyle.)
(…)
493. Düşünceler korkulu, umutlu, sevinçli, öfkeli, vb olabilir.
494. Duygular düşüncelerle ifade edilir. İnsan öfkeli, çekingen, üzgün, sevinçli, vb konuşabilir; lumbagolu konuşamaz. Bir düşünce, bende duygular uyandırır (korku, üzüntü, vb); bedensel acı uyandırmaz.
495. Neredeyse şunu söylemek isterim: İnsan bedeninde üzüntü hissetmez, tıpkı gözlerinde görme hissetmediği gibi.
(…)
499. Anksiyete korkunç ise ve o sürdükçe nefes alışımın ve yüz kaslarımdaki gerilimin bilincindeysem -bu hisleri korkunç bulduğumu söylemek midir bu? Bunlar korkuyu azaltıyor olamaz mı hatta? (Dostoyevski)
(…)
512. Şöyle söylendiğini düşünelim: Memnuniyet bir histir, keder de memnun olmamaktır. -Bir hissin bulunmaması bir his midir?
(…)
567. İnsan davranışı nasıl betimlenebilir? Elbette ancak çeşitli insanların eylemlerinin birbirine karışmış halde bir taslağı çıkarılarak. Yargılarımızı kavramlarımızı ve tepkilerimizi belirleyen şey, tek bir kişinin şimdi yaptığı şey değildir, bireysel bir eylem değildir, insan eylemlerinin bütün arbedesidir, bütün eylemleri üzerinde gördüğümüz zemindir.
(…)

Ludwig Wittgenstein
“Zettel”, Çev: Doğan Şahiner, Nisan Yay., 2004

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Ludwig Wittgenstein” ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/ludwig-wittgenstein adresinden ulaşabilirsiniz.

Eki
18
2012
0

Yazıdan bir ev… Halki’de…

*

*

*

“Yazıdan Ev”
Heybeliada, 2012

Fotos by Zy

Ayrıca bkz: Kendini Anlatan

Özellikle bkz: DADALIada

*

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Sokak Sanatı” ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/duvarda adresinden ulaşabilirsiniz.

Eki
12
2012
0

Felsefenin Karmaşası

(…)
447. Denebilir ki, felsefede rahatsızlık, felsefeye yanlış bir şekilde bakmaktan, onu yanlış görmekten, yani sanki enine (sonlu) şeritlere değil de boyuna (sonsuz) şeritlere ayrılıyormuş gibi görmekten kaynaklanır.  Kavrayışımızdaki bu tersine çevrilme, en büyük güçlüğe yol açar. Böylece, sanki ucu bucağı olmayan şeritleri ele geçirmeye çalışırız ve bunun parça parça yapılamadığından yakınırız. Elbette yapılamaz, eğer parçadan sonsuz, boyuna şerit anlaşılırsa. Ama enine şerit anlaşılırsa, pekâlâa yapılabilir.-Ama bu durumda işimizin sonunu getiremeyiz!-Tabii getiremeyiz, çünkü sonu yoktur.
(…)
452. Nasıl olur da felsefe bu kadar karmaşık bir yapı olur? Eğer o, anlaşıldığı gibi, bütün deneyimlerden bağımsız, nihai şeyse, tamamen basit olmalıdır elbette.-Felsefe, düşünmemizdeki düğümleri çözer; dolayısıyla, sonucu basit olmalıdır; ama felsefe yapmak, çözülen düğümler kadar karmaşık olmak zorundadır.
(…)
458. Felsefe araştırmaları: kavram araştırmaları. Metafizikte özsel olan: olgusal araştırmalarla kavramsal araştırmalar arasındaki ayrımı silmesi.
(…)
471. Görmek, inanmak, düşünmek, arzulamak psikolojik fiilleri, görünümleri belirtmez. Oysa psikoloji görme, inanma, düşünme, arzulama görünümlerini gözlemler.
(…)

Ludwig Wittgenstein
“Zettel”, Çev: Doğan Şahiner, Nisan Yay., 2004

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Ludwig Wittgenstein” ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/ludwig-wittgenstein adresinden ulaşabilirsiniz.

Eki
01
2012
0

Saat kulesinden zaman görülmez.

(…)

89/
Unutma, ne kadar koşarsan koş, duracaksın.

(…)

91/
Adımlarını sayarak varacağın yere
varamazsın.
(…)

105/
Baltasız kul olmaz.

106/
Saat kulesinden zaman görülmez.

107/
Unutma 9, 8’den sonra değil
10’dan önce gelir.

(…)

Ferit Edgü
“İnsanlık Halleri, Aforizmalar”, Sel Yay., 2003

Eyl
23
2012
0

“Görmenin Açıklaması” diye neye deriz?

(…)
338. Biri “Kırmızı karmaşıktır” diyecek olsaydı -neyi ima ettiğini, bu cümleyle ne yapmaya çalıştığını tahmin edemezdik. Ama “Bu sandalye karmaşıktır” derse, gerçekten de ne türden bir karmaşıklıktan söz ettiğini dolaysızca bilmeyebiliriz, ama bu önesürüm için hemen birden fazla anlam düşünebiliriz. (…)
339. Burada, “öğrenemeyeceğimiz” bir dil oyunu betimliyoruz.
(…)
341. Kırmızı-yeşil renk körü olan birinin ne gördüğünü siz hayal edebilir misiniz? Onun gördüğü haliyle oranın bir resmini yapabilir misiniz?
(…)
343. Yine: “Görmenin Açıklaması” diye neye deriz? Şu mu söylenecek: Eh, “açıklama”nın ne anlama geldiğini başka durumlardan biliyorsun elbette; öyleyse kavramı burada da kullan.
(…)
348. “Uzlaşma olanağı, bir tür uzlaşmayı zaten içerir.” -Birinin şöyle dediğini düşünün: “Satranç oynayabilmek, bir tür satranç oynamaktır”!
(…)
364. Evet ama burada doğanın söyleyeceği hiçbir şey yok mu?
Var elbette-ama o sesini başka şekilde duyurur.
“Bir yerde kesinlikle var oluş ve var olmayışla karşı karşıya geleceksin!” Ama bu olgularla karşı karşıya geleceğim anlamına gelir, kavramlarla değil.
(…)
367. (…) Rengi doğru tanımış olduğumun kriteri nedir? (…)
(…)
371. Herkesin sağır olduğu bir toplum neye benzerdi? Ya da ‘kıt akıllı’ların bir toplumu? Önemli bir soru! Öyleyse, alışılmış dil oyunlarımızdan birçoğunu hiç oynamamış bir toplum neye benzerdi?
(…)
392.’Kum yığını’, keskin sınırları olmayan bir kavramdır-Pekiyi onun yerine keskin sınırları olan bir kavram niçin kullanılmıyor? Bunun sebebi kum yığınlarının doğasında mı bulunacaktır? Bizim kavramımız için, doğası belirleyici olan fenomen hangisidir?
(…)
395. İnsan, bilinci yerinde değil numarası yapabilir; pekiyi bilinci yerinde numarası?
(…)

Ludwig Wittgenstein
“Zettel”, Çev: Doğan Şahiner, Nisan Yay., 2004

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Ludwig Wittgenstein” ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/ludwig-wittgenstein adresinden ulaşabilirsiniz.

 

Eyl
19
2012
0

Sergi: “Sessizlik” (İsmet Değirmenci)

“Sessizlik”, İsmet Değirmenci

18 Eylül-7 Ekim 2012
Mabeyn Galeri

Başmabeynci Köşkü, Nüzhetiye Caddesi No: 63, Beşiktaş

*

Bkz: https://www.mabeyngallery.com/TR/exhibitions-12/

Eyl
11
2012
0

Şiir: “Ehl-i Terk”

(tığ ile…)

1/
yaşayarak
yanıyor
uz

2/
küçük bir çınar
geleceği gözlüyor
iki sokağın kesişiminde

3/
yer
imde
adada

4/
açıp kapaman
__________gözlerini
akrebin ateş çemberinden
______________kurtulması gibi

5/
şiir yazmak için kalktım
____________________sana geldim

6/
kırılmaz bir camla
ördüm kalbimi
___________acıya
sınırsız mutsuzluk
___________acıyla

(…)

14/
neresi kapanmak üzereyse oraya
_________taşıdım
tahta sobayı
________yaktım
bu şiiri
____bir tığ ile yazdım

Zafer Yalçınpınar
7 Eylül 2012 Gecesi
Marmara Adası

Hamişler:

“Ehl-i Terk”in tümüne https://zaferyalcinpinar.com/s103.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Z. Yalçınpınar şiirlerine ise https://zaferyalcinpinar.com/siir.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Tem
31
2012
0

Bilgi… (O. Aruoba)

(…) “Denebilir ki ‘tek doğruyu bulabilirsem, tartışmayı, eleştiriyi bir kenara bırakıp, işleri daha çabuk, daha iyi görebilirim.’ Bu, temelinden çürük bir düşüncedir. Çünkü bilgi, kendisini tek doğru saymağa başladığı anda, bilgi olmaktan çıkar. Bilgi tarihi, ‘tek doğru benim’ demeğe başlamış bilgi sistemlerinin yıkıntılarıyla doludur. Kendini tek doğru saymağa başlamış bir sistem, yapabileceğinin sınırına ulaşmış, tükenmiş demektir; bu noktada da yobazlaşma başlar. Oysa bilgi tarihi, sonu olmayan bir akıştır, dur-durak tanımayan bir ilerlemedir. Bu yol üstünde varılan her nokta, daha ileriye gideceklerin yolunu açar; dayanılan her duvar, geleceğe açılacak bir kapıdır. Ancak bu yol açıcılığı başarabilen bilgi, sahici bilgidir; ancak başka bilgilere kapı olabilen bilgi, bilgi olma işlevini yerine getirebilir. Bilgi yolunun son durağı yoktur, çıkmaz sokağı yoktur. Bilgiye bir son durak bulmağa çalışan tutum ise, onu kendi çıkmaz sokağına sokar —farkında değildir ki asıl çıkmaza giren, kendisidir. Kendini tek doğru sayan bilgi, kanıya dönüşür, yobazlaşır, zorbalaşır; ama sonunda yeni bilgiye yenik düşer, yıkılır, kırılır, geride kalır. Kapı olmak istemeyen duvar, yıkılmağa mahkumdur.” (…)

Oruç Aruoba
“Özerklik Üzerine”,  Arayış Dergisi, Sayı: 19, 1981

1. Hamiş: Hatırlattığı için Ali Rıza Esin’e teşekkür ederiz.

2. Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan Oruç Aruoba ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/oruc-aruoba adresinden ulaşabilirsiniz.

Tem
21
2012
0

Sergi– JOHN’ CAGE” (18 Temmuz-5 Eylül 2012)

JOHN’ CAGE”

18 Temmuz – 5 Eylül 2012 / Kuad Galeri

Süleyman Seba Caddesi, No: 52 Akaretler, Beşiktaş
www.kuadgallery.com

Lynn Criswell, Peter Downsbrough, Esther Ferrer, Tom Johnson, Stéphane La Rue, Teoman Madra, Sarkis, Michael Snow, Taldans | Mustafa Kaplan – Filiz Sızanlı, Su-Mei Tse, Peri Sharpe & Tolga Tüzün, Ilgım Veryeri Alaca

20. yüzyılın en orijinal bestecilerinden John Cage’in 100. yaşı dünyanın her köşesinde kutlanıyor. Kuad Galeri de “Fluxus 50″ sergisinin hemen ardından bu öncü sanatçıyı anmak amacıyla çeşitli disiplinlerden sanatçıların katıldığı bir sergi düzenliyor.

Cage’in çalışmalarının dökümünü çıkarmaya kalkıştığımızda başka hiçbir sanatçıda göremeyeceğimiz, şaşırtıcı biçimde birbirine eklemlenen bir çeşitlilikle karşılaşırız. İlkin bestecidir elbette; ama sadece sesleri, sessizlikleri, gürültüleri bestelemekle yetinmez, asıl hüneri karşılaşmaları, dostlukları, rastlantıları bestelemektir. Schönberg’ten dersler almış, sonrasında kendi tarzında çok uzaklara gitmeyi bilmiştir. Yolu Robert Rauschenberg ve Jasper Johns’la kesiştiğinde her birini ayrı ayrı etkileyen o uzun süreci hemen öngörebilmiştir. Merce Cunnigham, Morton Feldman, David Tudor ve Christian Wolff’la azılı dostluklar kurmuş, Buckminster Fuller, Marshall McLuhan gibi vizyonerlerle fikir tokuşturmuştur. Marcel Duchamp’la karşılaşması belki de yapıtı üzerinde en büyük etkiyi bırakandır: Ondan üçe kadar saymayı ve bekar kalmayı öğrenmiştir.

Cage ilgi duyduğu her şeyi yapıtına davet etti. Dersler verdi, kitaplar yazdı, konuşmalar yaptı, performanslar sergiledi; başta Fluxus sanatçıları olmak üzere birçok kuşağı derinden etkiledi.

Kuad Galeri’deki sergiye katılan sanatçıların neredeyse tamamı ilk kez aynı mekanda yan yana geliyor. Michael Snow daha önce Centre Pompidou’da sergilenen bir ses yerleştirmesiyle katılıyor sergiye; Sarkis doğrudan Cage’e gönderen neonlu bir işiyle yer alacak; Peter Downsbrough her zaman olduğu gibi yine mekana müdahale ediyor; Esther Ferrer iki Eric Satie portresi gönderdi; Cage’in öğrencilerinden Tom Johnson notasyon desenleriyle katılıyor; Su-Mei Tse siyah-beyaz bir fotoğraf seçti Cage için; Stéphane La Rue’den Morton Feldman kağıtları geldi; Teoman Madra altmışlarda yaptığı ışık oyunlarını sergileyecek; Peri Sharpe ve Tolga Tüzün Fontana Mix‘e gönderen interaktif bir iş üretti; Lynn Criswell keçe üzerine yaptığı bir çalışmayla yer alıyor sergide; Taldans’ın eski bir egzersiz videosunu izleyeceğiz; Ilgım Veryeri Alaca bir sanatçı kitabı hazırlıyor. Ayrıca, serginin son günlerinde galeri mekanında çeşitli etkinlikler, performans gösterileri, ve 4 Eylül’ü 5 Eylül’e bağlayan saatlerde küçük bir konser gerçekleştirilecek.

Kesintisiz Avangard sergisiyle yola çıkan Kuad Galeri, Fluxus sanatçılarının hemen ardından, John’ Cage” başlıklı sergiyle “çizgi”yi sürdürüyor.

***

John Cage için: davul tozu, minare gölgesi

Nichi nichi kore ko nichi: Her gün, güzel bir gündür. Kapı açılır, kapı kapanır, bir bulut geçer, mantarlar büyür… Bir şeyler olmuştur, bir şeyler olmaktadır. Cage oldum olası anekdot anlatmayı sever (4’33″).

Müzik yazmak duyulur ve duyulur-olmayan sesleri (sessizlikleri) yeniden icat etmektir. Çağırın onları, kendiliğinden gelenleri sakın geri çevirmeyin, tekrar tekrar değiştirin yerlerini, bırakın üst üste binsinler, alt alta düşsünler, yeni komşuluklar kurun aralarında, mesafeler açın… dünyaya evet demek için fazladan bir şey yapmanıza gerek yok, karşınıza çıkan, sizi kendine çeken her titreşimin peşine düşün, yeter: kaosmos.

I Ching, I Chance, I Change…
Hazır nesne, hazır piyano, hazır zen…
John Cage 100 yaşında.

Söyleyecek bir şeyi yoktu, onu da söyledi, söylüyor…

A. Gültekin

Tem
08
2012
0

Metinlerarası İlişkiler Bağlamında Ece Ayhan Şiiri (Dr. Erdoğan Kul)

Bkz: https://www.ussuz.com/2012/06/metinlerarasi-iliskiler-baglaminda-ece-ayhan-siiri/

Dr. Erdoğan Kul’un 25 Haziran 2012’de yayımladığı bu önemli araştırmasının özeti şu şekildedir:

“Yazıda genel olarak “metinlerarasılık” teriminin tanım ve belirli biçimlerinden hareketle Ece Ayhan’ın şiirleri incelenmeye çalışılmıştır. Metinlerarası ilişkilerin yalnızca yazılı metinlerle sınırlı olmadığı, bu terimin çok daha geniş bir ilişkiler ağını imlediği göz önünde tutularak, mevcut kuramsal yaklaşımların yanı sıra, seçilen örneklerin de gerekli/olanaklı kıldığı ölçüde bir sınıflandırmaya gidilmiş; konuya ilişkin terimlerin, yapılmaya çalışılan tanımlar doğrultusunda yeterli sayıda örnekle desteklenerek somutlanması amaçlanmıştır. Konu Ece Ayhan özelinde irdelenmekle birlikte, aynı zamanda “bir şair”in/“şair”in imgelem ve söylem evrenini belirleyen, ona kaynaklık edebilen metinsel arka planın işlevine de dikkat çekilmek istenmiştir.”

Bkz: https://www.ussuz.com/2012/06/metinlerarasi-iliskiler-baglaminda-ece-ayhan-siiri/

Tem
07
2012
0
Haz
16
2012
0

Gemi

“Eser, ona bindiğinizde sizi daha sahici bir yere götüren bir gemi gibidir.”

Stephan Micus

Haz
15
2012
0

İki Kişilik Ada Sessizliği

(Yedi yıl sonra, bir şiirin negatifi…)

 

Bir adam örgüsünden çıkıyor kadının: Gökyüzü bulutsuz ve yürüyüşsüz.
Bir taşı büyütüyor adamın yalanlı kalbi: Ağaç sallantısız ve meyvesiz.
Bir biletçi para basıyor: Örgücü kadın dimdik ileriye bakıyor.

1.

bir dağdan geri dönüyor rüzgâr
güneş sönüyor muhasebeci gibi beceriksiz

kadın adamı doğru anlıyor, yanlış
_______adam kadının yanlış anladığını biliyor, doğru
_______________bir nokta yerini başka bir noktaya bırakıyor

“gündüz” diye bağırıyor kadın aşağıdan yukarı beyaz bir yelken

kadın ile adamın arasındaki ışıksızlık büyük söngü ustası

(…)

Zafer Yalçınpınar
15 Haziran 2012

Şiirin tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/s100.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Ayrıca Bkz: İki Kişilik Ada Çarpıntısı (2005)

Haz
13
2012
0

Azınlık-Oluş ya da Şair-Oluş (U. Aydoğdu)

Belki de “doğru olmayan sözcükleri” bulmamız gerekiyor. Oluşları, akışları, akışkanlıkları var edecek sözcükleri. “Bir üslup, kendi ana dilinde kekelemektir. Bu çok güçtür, çünkü bu tip bir kekelemenin gerekliliği olmalıdır. Bu, sözlerinde kekeme değil, kendi dilinde kekeme olmaktır. Ana dilinde yabancı gibi olmak. Bir kaçış çizgisi yapmak.” Örneğin, Ece Ayhan, azınlık-oluş ya da şair-oluş’tur. Türkçede müthiş bir ‘yabancılık’ icat etmiştir.

Dil, hiçbir zaman homojen bir sahada hareket etmez. Bir heterojenlik coğrafyasında hareket edebilmek için sık sık kızarıp bozarmak gerekir değil mi? Kekeleyen bir şiir oluşmak, işte güç olan budur. “Tek dilde bile ikili olmamız gerekir, kendi dilimizde bile ergin olmayan bir dilimiz olmalı, kendi dilimizde azınlık bir dil yaratmalıyız. Çok dillilik, her biri kendi içinde bağdaşık (homojen) olan birçok sistemin sahip olduğu şey değildir; kaçış çizgisi veya değişim çizgisi bir sisteme bulaşır ve onun bağdaşık (homojen) olmasını önler.” Örneğin Cemal Süreya, San adlı şiirinde “Seni kucağıma alıyorum / Tarifsiz uzuyor bacakların” derken Türkçeden “bir başka dil çıkartır.” Proust’un dediği gibi “Güzel kitaplar yabancı dildeymiş gibi yazılmışlardır.”

Edip Cansever, Masa’ya “azınlık oluşunu” koyar. Azınlık olmasa masaya “biranın dökülüşünü” ya da “ekmeğin yumuşaklığını” ya da “üç kere üçün dokuz etmesini” koyar mıydı hiç? Masaya konan onca şey “azınlık oluşun” ürettiği şeyleridir.

“Azınlık oluşun” içinde insanın ‘kendi oluşu’ vardır. Diğer bir deyişle insanın ‘kendi oluşu’, “azınlık oluş”tur. “Bir sakarlık” ya da “bir sıhhat eksikliği” ya da “bir zayıflık” ya da “hayati bir kekemelik” icat etmek… Yaşamda “birinin çekiciliğini belirten” neyse yazının kaynağında da üslup olarak bunlar vardır. Bizi bir şiire ya da bir insana götüren ‘çekerler’ yoksa ne şiirin ne de insanın çekiciliğinden bahsedemeyiz. Bizi çekerler, çünkü onlardaki “azınlık oluşu” hemen fark ederiz. Onlara yeterince keskinlik veren bu güç “kendi kendisini doğrulayan yaşam gücü”dür ve “bu güç hiç bıkmadan, sebatkârlıkla yaşamı doğrular.” Öyle değil mi “dörtnala sevişmek lazım”dır. Sonra “sen çıkarıp utancını duvara asarsın” ve “ben masanın üstüne koyarım kuralları”. Bu dizelerde[1] hem nazik hem de güçlü bir yan var. Çoğu zaman etrafından dolaştığımız yaşam bizden bir ‘oluş hamlesi’ ister.

Nietzsche, “Nevrozlunun tersi olan nazik, sağlıklı ve iyi yaşamlı”, şöyle diyordu: “Öyle görünüyor ki sanatçı ve özellikle filozof bulunduğu çağın içinde rastlantıdır… Onun ortaya çıktığı yerde, hiç atlamayan doğa, birdenbire ileriye doğru sıçrar ve bu neşenin sıçramasıdır.” Böylece “doğa ilk defa bir sonuca vardığını anlar.” Işıklar yanar. “Zorunlu olarak galip gelen bir zar darbesidir bu.” Ah, zarlar yuvarlanıyor işte. Bunun tadını neyle kıyaslayabilirim? “Bütün” den çalınan bir öpüşmenin hazzı işte – daha ne -, burada “… zurnanın ucunda yepyeni bir çingene”[2] ye rastlanır. Gökyüzü çileklerine, dalgalanmalara, mini minnacık çakıl taşlarına benzeyen olaylara, korkulara, titremelere rastlanır.

Zaten, “Rastlamak kapmaktır, çalmak.”

Uluer Aydoğdu
“denizsuyukasesi”, temmuz- eylül  2009, sayı 39

 

[1] “Sen çıkardın utancını duvara astın/ Ben masanın üzerine koydum kuralları” Dizelerin aslı böyledir. Önceleyin/ Üvercinka/ Cemal Süreya.

[2] “Ve zurnanın ucunda yepyeni bir çingene” Gül/ Üvercinka/ Cemal Süreya.

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Poetika Çalışmaları”na https://evvel.org/ilgi/poetika-calismalari adresinden ulaşabilirsiniz.

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com