Ağu
20
2008
1

Marmara Adası ve Kuzgun Acar

(…)
Bayrampaşa Belediye Başkanı, Kuzgun’u Antalya’da Haşim İşcan anıtını yaparken tanımış ve bir sohbet sırasında kendi projelerinden söz ederek Atatürk anıtı düşüncesini açmıştı. Kuzgun, “bir iş bulduk!” diye atlamamış işin üzerine, incecik sormuştu Bayrampaşa Belediye Başkanı’na, “Ben kendi kafamın içindeki Atatürk’ü mü yapacağım, sizin kafanızın içindeki Atatürk’ü mü?” Sonra oturmuş anıtın maketini çıkarmış, başta Belediye Başkanı olmak üzere ortaya çıkan anıt maketine kimse, hiçbir Bayrampaşalı “Hayır” dememişti.
Marmara Adası Belediye Başkanı Ahmet Enön de Antalya Festival gazetesinden Kuzgun’u tanımış ve Kuzgun, bir hafta sonu soluk almak için Marmara Adasına gittiğinde  Kuzgun’a bir heykel için asılmış. Sonunda orada da Bayrampaşa Belediye Başkanı’na sorulan soru sorulmuş, cevap alınmış ve “Balıkçılarla balık ağları çeken” Atatürk anıtı maketi ortaya çıkmıştı.
Kuzgun coşkuyla sıvanmıştı bu anıtlara… Hatta Marmara Adası işini öylesine sevmişti ki “Bu anıt istediğim gibi çıkarsa, en çok bu anıtı özlerim” diyerek yaşamı Marmara Adası’nda kıyıya çekmeyi bile kurmuştu.
(…)

Tanju Cılızoğlu
Tiyatro Dergisi, sayı:32, 1976, s.21-22

Ağu
20
2008
1

“LİVAR” adlı tekne…

Zafer Yalçınpınar -Marmara Adası – 2008

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler: ,
Ağu
20
2008
0

1966: Şair, şiir yazmak zorunda değil.

(…)

Ece (Ayhan Çağlar): Şair, şiir yazmak zorunda değil.

Önay Sözer: Nasıl olur? Sen şiir yazmaktan vazgeçebilir misin? Şiirini besleyen özyaşantıyı canlı tutmaya, yitirmemeğe çalışmıyor musun?

Ece (Ayhan Çağlar): Bak söyliyeyim. Şiir yazmaktan tümüyle vazgeçebilirim. O zaman onun yerine başka birşey yapardım:balıkçılığa başlayabilir, ya da kuzey kutbunu araştırmağa gidebilirdim. Şiir yazıyorsam, şimdilik vazgeçemediğim için yapıyorum bunu: ama şiir yoluyla varolmak şart değil. (…) Birgün istersem şiirden vazgeçebileceğimi düşünmeseydim, belki de şiir yazmayı sürdüremezdim.

(…)

Yeni Ufuklar, 1966

 

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Tem
30
2008
0

Görsel İş: Ginsberg’in Çınlama Odası

“Allen Ginsberg’in Çınlama Odası”-2008

 

Tem
24
2008
0

Köşkün Damında

Piraye’nin ve oğlu Memet Fuat’ın yaşadığı köşk bugün “Ethemefendi 36” adında lüks bir restorana dönüşmüş durumdadır. Geçen sene, köşkün bitişiğindeki arazide yirmi dört katlı iki adet binanın inşaatı başladı. Şimdilerde ise inşaat bitmek üzere; tam bir senedir insanoğlunun yapıcı yıkıcılığını ve özel vahşetini izliyorum. Evimin balkonundan…
Fakat, bu akşamüstü ilginç bir şeye tanık oldum:
İki martı ardı ardına köşkün damına indi. Martılardan biri -daha iri olanı- diğerinin gerisinde duruyordu. Nedendir bilinmez, önce cılız martı köşkün bacasını gagasıyla yoklamaya başladı. Geride duran martı ise hızla havalanıp bacanın üzerine kurulmuş olan uydu antenine saldırdı. Sonra, nerden geldiklerini, çıktıklarını göremediğim birkaç martı daha bacaya indi ve hepsi birden uydu antenini gagalamaya başladılar.
Köşkün bitişiğindeki büyük ve yeni binanın dördüncü katına dizilmiş üç-beş umarsız karga, antene saldıran martılara bön bön bakıyordu.

Zafer Yalçınpınar – 8 Temmuz 2008

Hamiş: Sözkonusu köşkün fotoğraflarına https://zaferyalcinpinar.com/kosk1.JPG ile https://zaferyalcinpinar.com/kosk2.JPG adreslerinden ulaşabilirsiniz.

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Tem
22
2008
0

Girilmez’e Yürür!

“Yürür” , 6:45 Taifesi’nin eserlerindendir.

Tem
16
2008
0

Her şey, her şeyi olduğu gibi kabul etmekteydi.

Halkevinin camlarından aksederek beyaz mermer binayı kan rengi deliklere boğan güneş, akasya ağaçlarının ve çam fidanlarının üzerinde yükselen ve buğu mudur, toz mudur, ne olduğu belli olmayan duman, herhangi bir inşaattan dönen ve parça parça elbiselerinin içinde sessiz ve biraz kambur yürüyen ameleler, üstünde yer yer otomobil lastiği izleri uzanan asfalt… Bunların hepsi mevcudiyetlerinden memnun görünüyorlardı. Her şey, her şeyi olduğu gibi kabul etmekteydi. Şu halde bana yapacak başka bir şey kalmıyordu.

 

Sabahattin Ali

Kürk Mantolu Madonna, YKY, 17. Baskı,2005, s. 12-13

 

Tem
12
2008
0

Fotoğraf: Ece Ayhan’ın Evi

Ece Ayhan’ın Çanakkale-Yalova Köyü’ndeki evinin fotoğrafıdır.

 

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Tem
11
2008
0

HAY HAK! ECE AYHAN ÖLMEMİŞ, DOM! (12 Temmuz 2008)

 

İSKORPİT

Latinceden mürekkep bilim dünyası ona “Scorpaena Porcus” diyor. Anglosakson literatüründe “Akrep balığı” (Scorpion Fish) olarak tanınıyor. Bizim memleketin balıkçıları ise, onu Akdeniz’de “Sokarca”, Ege Denizi’nde “Adabeyi” ve nihayet Marmara Denizi’nde ise “İskorpit” olarak adlandırıyorlar. Kendisinden 20-25 cm kadar daha büyük olan abisi, balıkçılık alemlerinde “Lipsos” olarak nam salmıştır ve balıkların külhanbeyidir. (Lüfer familyasını “bıçkın serseriler” olarak kabul edersek İskorpit familyasını da “ağırbaşlı serseriler” olarak düşünebiliriz…)

Tarihsel başkalaşım sürecinden fazlaca etkilenmeyen diğer balık familyalarında olduğu gibi İskorpit de -göreceli- çirkin, tarih öncesinden kalma, neredeyse “balıkların dinozoru” şeklinde lakap takılabilecek bir dip balığıdır. İskorpit’in kafası vücudunun yarısı kadardır ve kafasında sayısız girinti çıkıntı vardır. Birinci sırt yüzgecinin on bir, anüs yüzgecinin üç, karın yüzgecinin ise bir adet dikeni zehir taşır. İskorpit balığı “lüfer zokası”yla ve ak yemle yakalanabilmektedir. Yakaladığı İskorpiti oltadan çıkarırken zehirli dikenlere çarpılıp eli şişen amatör balıkçılar çoktur. Benim başıma hiç gelmedi, böyle bir şeyi tecrübe etmedim ama denizin dışında kaldığında, derisi yüzüldüğünde ya da sırt dikenleri kesildiğinde bile İskorpit balığının uzun süre canlı kalabildiği söylenmektedir.

Yukarıda saydığım özellikler nedeniyle midir yoksa başka nedenleri de var mıdır tam olarak kestiremiyorum, ama şair Ece Ayhan, Öküz dergisi tarafından yapılan bir söyleşide kendini İskorpit balığına benzetmiştir.

Zafer Yalçınpınar

(Karga Mecmua‘nın Haziran 2008 sayısından…)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Dr. Erdoğan Kul’la yaptığımız ve 11 Temmuz 2008 tarihli Birgün Gazetesi’nde yayımlanan “Haklılığın İnadı: Ece Ayhan!” başlıklı söyleşiye  https://www.birgun.net/life_index.php?news_code=1215767332&year=2008&month=07&day=11    adresinden ulaşabilirsiniz.

Ayrıca;

“BAKIŞSIZ BİR KEDİ KARA” adlı Ece Ayhan Web Sitesi açılmıştır. Siteye https://zaferyalcinpinar.com/bakissiz.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Tem
08
2008
0

Artık toplumsal olmayan bir toplumda yaşamak zorundayız

“Toplumsal bağların oluşturulması kimliğe dayanıyor. Kimlik, bir noktada aidiyetle bağlantılı bir unsurdur. Bu durumda bir ilişkiler birlikteliği ortaya çıkıyor ve eski tabiriyle toplum yeniden cemaatleşiyor. Etrafı güçlerle çevrili birey, yalnız ve çıplak kaldığından bir savunma aracı olarak yıkıcı cemaatçiliğe sığınıyor.(…) Bireyin kendisiyle olan ilişkisi diğerleriyle olan ilişkisinden çok daha önemlidir. Artık iyi veya kötü boyutuyla toplumsala dönüş yok. Biz toplumsalı terk ettik. Toplumsal olmayan cemaatlere de dönmeyeceğiz, çünkü cemaatler de parçalanıyor. Temel insan hakları da gösteriyor ki, birey siyasi tutumu, kültürü ve çalışmasıyla kendi kendini yarattı. Artık toplumsal olmayan bir toplumda yaşamak zorundayız. İşçi sınıfsız bir kapitalist toplum, kadınsız bir feminist toplum, vs. artık aktörler yok. Aktörsüz bir toplum vizyonu, her gün amacına daha çok ulaşıyor. (Touraine)

Bkz: https://bianet.org/bianet/kategori/egitim/108190/artik-toplumsal-olmayan-bir-toplumda-yasamak-zorundayiz?from=bulten

 

Tem
02
2008
0

Görsel İş: Sıkı Şiir Nerdedir?

“Sıkı Şiir Nerdedir VI” – Zafer Yalçınpınar

 

Haz
29
2008
0

El çektirilir…

Denizli Çardak’ta kaymakam olan ECE AYHAN’ın (Saygı ile anıyorum.) dikkatini çeken bir olay olur. Köyleri gezerken köyde bulunan gençlerin benizlerinin soluk, halsiz olması ve başlarındaki terlik (daha çok namaz kılarken başa geçirilen başlık) dikkatini çeker. Araştırmaları sonunda Çardakta bir tarikatın, gençlerin erkeklik organlarını bağlayarak evlenmelerini önlediğini, bunun da dinin gereği olarak uygulandığını öğrenir. Olayın üzerine gitmeye karar verir. Ama aradan çok zaman geçmeden kaymakamlıktan el çektirilir.

ABDURRAHİM SERCAN

Kaynak;
www.68dayanisma.org/?page=duyurularv&event=1&ID=1098

 

Haz
29
2008
0

“Tamam bacım, terk et burayı…”

Karabük Kültür Sanat ve Sanayi Festivali kapsamında düzenlenen konferansta hükümeti ve enerji politikasını eleştiren yazar Latife Tekin, Karabük Belediye Başkanı AKP’li Hüseyin Erer’in tepkisiyle karşılaştı. Erer’in konferansta siyaset yapılamayacağı tepkisi üzerine Latife Tekin konferansı terk etti. 

Haberin devamı için bkz:

https://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=Detay&ArticleID=885594&Date=28.06.2008&CategoryID=77

 

Haz
26
2008
0

“…ürettiğin zaman zarar ediyorsun.”

(…) İş dünyası açısından şu söylenebilir: Özal döneminden sonra, üretmenin değil satmanın değer olduğu bir ekonomi ortaya çıktı. Şu anda Türkiye’de en zor durumda olanlar üreticiler. Bir şey ürettiğin zaman zarar ediyorsun, ama bir şey sattığın zaman kar ediyorsun. (…)Üretmenin sahici değer olduğunu, satmanın bir değer olmadığını anlatmaya çalışmaktayız. Borsa seanslarını gözünüzün önüne getirin. Orası bir tapınak sanki. Bilinmeyen bir Tanrı var. O Tanrı’nın ne yapacağı belli değil. Gönenç de getirebilir, yıkım da getirebilir. Onlar da rahip. O Tanrı’nın ne yapmak istediğini anlamaya çalışıyorlar. Onun arzusu o gün hangi yönde tecelli edecek onu belirlemeye çalışıyorlar, onu insanlara bildiriyorlar. Tek kutsal şey para. Yani kut kalmadı mı, başka kut yok mu? Kut aramak nedir? Kutsal olan ne bulacağız başka? Ya da kutsal olanı nasıl bulabiliriz? Çünkü bugün yok. Paradan başka kutsal olan birşey var mı insanların kafasında? Para kutsal birşey değil ki! Para bir aracı. Parayı kendi başına amaç haline getirdiğin zaman mutsuz olursun. İşte post-kapitalist durum. Kapitalizm üretim üzerine dayalı bir şeydir. Kapitalist toplumun işlemesi hep daha fazla üretim üzerine dayalıdır. Öyle bir nokta geldi ki iktisat tarihinde, tüketime dayalı olmaya başladı. Tüketim de satış demek. Satış da para demek. Amerikan Otomotiv Sanayi, İkinci Dünya Savaşı’ndan çıktıktan sonra, ellerinde müthiş bir üretim potansiyeli ile çıktılar. Zaten devletin desteklediği birşeydi. O sırada otomobilin yaygınlaşmasıyla birlikte rekabet başladı. Rekabette ilk düşünülecek şey nedir? Dayanıklılık. Ömür boyu dayanıklı otomobiller yapmaya başladılar. 1953-54, doruk noktası 1955-56’dır. 55 Chevrolet, 56 Chevrolet, 56 Ford, 57 Ford. Dünyanın en iyi arabalarıdır. Otomotiv tarihinin en dayanıklı arabalarıdır. Ne yapacağız peki? Bir yığın araba üreteceksin, kime satacaksın. Adam almış 56 Chevrolet’yi, en az 20 yıl kullanabilir. Hiç tık etmeden. 58 yılından başlayarak bilinçli olarak dayanıklı araba üretmemeye başladılar. Buruşturup atacaksın ki yenisini satsın sana. Yani artık ne ürettiğin önemli değil, satmayı biliyorsan satacaksın.

Oruç Aruoba

(İpet Altınay tarafından yapılan bir söyleşiden…Söyleşinin tamamına https://www.plan-pr.com/roportaj/oruc_aruoba_rop.htm adresinden ulaşılabilir…)

Haz
22
2008
0

İnsandan çok eşyaya benziyorlardı

(…)

Çoğunun yüzünü unuttum büsbütün,
(…)
Halbuki kaç kere karşımda oturup dizildiler
Bir tek kaygıları vardı, hakkımda hüküm okunurken:
                                                            Heybetli olmak.
                                                            D e ğ i l d i l e r.
İnsandan çok eşyaya benziyorlardı:
duvar saatleri gibi ahmak,
                                kibirli,
ve kelepçe, zincir filan gibi hazin ve rezildiler.
(…)

 

NÂZIM HİKMET 
(Diz Boyu Karlı Bir Gece’den) 

 

Haz
16
2008
0

Sergi: “Kargaşa 8” / Dergi: Karga Mecmua

Karga Mecmua’nın web sitesi açıldı:

www.kargamecmua.org

——–

KARGAŞA 8 / 4-30 Haziran 2008

Bkz: https://www.kargart.org/program.aspx?id=392

Haz
14
2008
0

İyi geceler gece

Işık istedim karanlık çıkıp geldi:

Güneş taş gibi düşüp cam gibi dağıldı

(…)

İyi geceler gece

(…)

Gökhan Demirci  (Yedi Gece’den…)

 

Haz
11
2008
0

Düzineyi Tamamlamak

Biri Berlin’den bildirdi: Bir Rus askerin kontrolünde bir düzine perişan esir bir sokaktan geçiyor; muhtemelen uzak bir kamptan geliyorlar ve genç Rus onları bir yere çalışmaya, o zaman söylendiği üzere, istihdam etmeye götürüyor. Herhangi bir yere; gelecekleriyle ilgili hiçbir şey bilmiyorlar; her yerde rastlanan hayaletler onlar. Tesadüfen, yıkık bir binadan çıkan bir kadın bağırmaya başlıyor, birdenbire caddeden koşarak geliyor ve esirlerden birini kucaklıyor –küçük birlik durmak zorunda, tabii asker de anlıyor ne olduğunu; hıçkırıklara boğulan kadını kucaklayan esirin yanına gidiyor ve soruyor:
“Karın mı?”
“Evet—.”
Sonra kadına soruyor:
“Kocan mı?”
“Evet—.”
Sonra eliyle işaret ediyor:
“Kaçın, kaçın!”
İnanamıyorlar, duruyorlar; Rus asker diğer on bir kişiyle yürümeye devam ediyor; birkaç yüz metre sonra sokaktan geçen birine işaret ediyor, makineli tüfekle grubun içine itiyor zorla: devletin ondan istediği düzineyi tamamlamak için.

Max Frisch
Günlükler 1946-1949, Çev: Dilman Muradoğlu, YKY, 2008, s.54

 

Haz
06
2008
0

Rimbaud’un Mektubu

Aden, 22 Ocak 1882

Sayın Bay DEVISME’e

Gallas(Doğu Afrika) bölgesinde dolaşıyorum; şu sıralarda bir fil avcıları grubu oluşturmaya çalışıyorum; aşağıdaki konularda bana elden geldiğince ivedilikle bilgi verebilirseniz size gerçekten minnettar kalırım:

Fil avı için özel bir silah var mı?

Varsa, nasıl bir şey bu?

Neler salık verilebilir?

Nerede bulunur? Ederi ne?

Mermilerin niteliği ne, zehirleyici mi, patlayıcı mı?

Şimdilik, deneme için, iki silah satın almam söz konusu; denedikten sonra, büyük bir olasılıkla, yarım düzine kadar birşey satın alabileceğim.

A. RIMBAUD

 

Rımbaud’un Mektupları, Çev: Tahsin Saraç, Düşün Yayınevi, s.67

 

Haz
05
2008
0

Yeni Bir Kötülük Dayanışması…

“Ahmet Korhan” mahlasını kullanan birileri ahmet.korhan@yahoo.com adresinden Tübitak Başkan Yardımcıları’nın sekreterlerine “hakkımda pislik, hakaret ve tehdit dolu söylemler içeren, doğrudan işten atılmamı ya da uzmanlık görevimden uzaklaştırılmamı sağlamaya yönelik” mektuplar göndermektedirler… Bu mektupların kopyalarını da bilgilendirme amacıyla Baki Ayhan T, Hakan Arslanbenzer, Metin Celal, Mehmet Öztek, Salih Bolat, Osman Olmuş, Cihan Oğuz, Enver Ercan, Onur Caymaz, Şeref Bilsel ve Ömer Şişman’a da göndermişlerdir.

(Üzülerek söylüyorum ki bilgilendirme mektuplarını alan kişilerin de bu işin içinde, bir köşesinde olduğunu düşünmeye eğilimliyim.)

Bu tehditi yapanların, bu mektupları yazanların kim olduklarından emin değilim ama işime, evime ve hayatıma yönelik bir eyleme ve tecavüz konumuna geçtikleri açıktır. Birçok düşmanım var. Fakat bu mektupları yazan, bu işi planlayanların eski “kötülük dayanışması” takımının başını çeken Reha Yünlüel, Ömer Şişman ve Emrah Altınok olduğundan şüphelenmekteyim.

Fakat şunun bilinmesi gerekir ki kim ne yaparsa yapsın, kime hangi mektubu gönderirse göndersin, hangi gizli elleri ve mekanizmaları çalıştırırsa çalıştırsın, ne olursa olsun, artık benim “ölene kadar yazacağım” ve bir tipolojiyi “sıçtığı yere kadar kovalayacağım” kesindir.

Bunların dışında söyleyecek özel/yeni bir şey yok.

Hiç boşuna “heves” etmesinler…

Zafer Yalçınpınar

Haz
04
2008
0

Ece Ayhan’dan Nilgün (Marmara) ile Kağan (Önal)’a…

Ece Ayhan’ın 11.11. 1984 tarihinde Nilgün Marmara ile Kağan Önal’a ithafen imzaladığı “Yeni Defterler” adlı kitabını koleksiyonuma ekleyebilmiş olmanın sevincini yaşıyorum.

Nilgün Marmara’nın en belirgin özelliği; Mülkiyet Duygusu’nun olmamasıdır. Kızıltoprak’taki evinde oturuyorlardı. Evlenecek. Ev kocasının. Salonun parkeleri bir milim inceltildi, yeniden cila yaptılar. Haftasonları onlarda kalıyordum. “Bak ne güzel oldu” dedim. “Misafirler için artık salonu kullanmayın, benim kaldığım odayı kullanın.” Dedim. O da “İnsanlar kullanmayacaksa ne işe yarar!” demişti. Nilgün Marmara’nın nikâh şahidiydim. Kadıköy’deki nikâhta hiç süslenmedi, gelinlik giymedi. Şöyle bir mavi sürmüştü gözüne, herhalde rimel. Ben bazen Tezer Özlü ile Nilgün Marmara’yı birbirine karıştırırım. Sahi, Nilgün Marmara ile Tezer Özlü yaşadı mı patron?!

Ece Ayhan

Öküz Dergisi, Sayı: 2000/2, s.2

May
28
2008
0

Günler…

947. Gün 

Enis Batur Argos’tan da ayrılmış. Hem de ilk sayının çıktığı gün. Haberi gazetede okuyunca çok üzüldüm. Daha sonra telefonda konuştuk. Fazla bir şey demedi; demek istemedi belki. Ama gösterilen nedenler ne olursa olsun, hatta Enis ne derse desin, bir dram da var burada. Reisin gemi daha yola çıkarken tekneden inmiş olması başka nasıl açıklanabilir!

Başka bir olay geliyor aklıma. Andre Gide NRF’in (Nouvelle Revuo Française) danışmanı. İlk sayıda Gide, dergide yayımlanmasını istediği bir yazının çıkmadığını, buna karşılık istemediği bir yazının da yayımlandığını görüyor. Karşı çıkıyor bu duruma. Basılmış nüshalar yok ediliyor. İlk sayı yeniden basılıyor. Bu da başka bir ölçü. (s.396)
 

824. Gün

Beyaz Yayınevi Ece Ayhan’ın Kolsuz Bir Hattat adlı kitabını 1000 adet basmış ve hepsini ona armağan etmiş. “Dipyazılar 1” adıyla anılması gereken bu kitap Ece’nin gazete ve dergilerde çıkmış bazı yazılarını, notlarını, kendisiyle yapılmış ve kendisinin başkalarıyla yaptığı konuşmaların birkaçını kapsamakta. Üç dört arkadaş kitapların bir kısmını elden satmaya karar verdik. Ben, kendi payıma, Kolsuz Bir Hattat’tan 20-30 tane satabildim.

Yazarlar, hiç değilse şairler, kendi aralarından böylesi fiili satış kooperatifleri kursalar ne iyi olur diye düşündüm. Diyelim, kitap 3000 basıldı; 500 kadarı iyi kâğıda bastırılabilir, desenlerle süslenebilir; ayrı bir cilt özeniyle hazırlanabilir.

Şiir kitabı için tek umut nesne-kitaba giden yolda. (s.293)

 

Cemal Süreya, Günler,YKY, 2.Baskı, 2002

 

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com