Şub
16
2013
0

“OT” Dergisi filan…

Metin Üstündağ’ın yürüttüğü “Öküz” ve “Hayvan” adlı dergilerin devamı olarak lanse edilen ya da piyasalandırılan “OT” dergisinin ilk sayısı yayımlandı. Dergiyi aldım, okudum ve büyük bir hayal kırıklığına uğradım.

Üzülerek söylüyorum ki OT, Öküz’den 100 kat, Hayvan’dan da 50 kat daha zayıf bir “duruş” sergiliyor… (Belki de böyle bir “duruş”u kabullenerek, bile isteye yola çıkmışlardır.) “Dönemlerin Retoriği” başlığında olumsuzlanarak ve karşılaştırmalı bir biçimde incelenebilecek son derece zayıf, geçmişiyle çelişkili bir dergi olmuş. İhsan Oktay Anar romanlarında yer alan karakterlerin ünlü çizerlerin kaleminde vücut bulmasını saymazsak, dergide hiçbir “içeriksel” kıymet göremedim. Metin Üstündağ’a -özellikle Ece Ayhan için yaptığı iyilikler kapsamında- saygı duyuyorum. Ancak, bu dergi (OT) böyle devam ederse malesef “otlak” olur. Yani, okunmaz olur.

Özel Hamiş:  Dergide “İçimizden Biri” diye bir köşe var: OT taifesi ilk sayıda “Ali Enver Ercan“ı, “İçlerinden Biri” olarak işlemiş. Bence, böyle köşelere itibar da tenezzül de etmemek lazım -Çıracıyan, sana diyorum-. Çünkü biz Enver Ercan’ın -orada yazılanların tersine, gerçekte- ne menem biri olduğunu, neler yaptığını, Türk Edebiyatı’na “olumsuz” etkisini, amacını, görevini filan yıllardır biliyoruz.  (Bkz: https://evvel.org/ilgi/enver-ercan)

 

Şub
15
2013
0

Bedri Rahmi’nin “Tatlıcılar Rölyefi” (1965)

Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun, “Karaköy Meydanı”nda
yer alan “Tatlıcılar Rölyefi”nden bir ayrıntı…

*
Bkz: https://bengiozkan.blogspot.com/2012/01
/kent-miras-tatlclar-rolyefi-bedri-rahmi.html

Ayrıca bkz: https://bengiozkan.blogspot.com/2012/07
/kent-miras-bedri-rahmi-eyupoglu-kagn.html

*

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yer alan “Bedri Rahmi Eyüboğlu” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/bedri-rahmi adresinden ulaşabilirsiniz.

Written by in: Buluntular (Efemeralar) | Etiketler: ,
Şub
13
2013
0

48. “Mersenne Asal Sayısı” bulundu…

Şu ana kadar bilinen en büyük Mersenne asal sayısının bulunduğu açıklandı.

Mersenne Asalları Araştırma Büyük İnternet ( GIMPS) projesi gönüllüsü ve Missouri Üniversitesi Matematik bölümünde görevli Dr.Curtis Cooper şu ana kadar bilinen en büyük Mersenne asal sayısını buldu.

Asal sayılar yalnızca 1’e ve kendisine bölünen sayılardır. Asal sayıların sayısının sonsuz olduğu M.Ö 300 yılında Öklid tarafından ispatlanmış bir gerçek. Ancak asal sayılarının nasıl bir kalıba sahip oldukları henüz bilinmiyor. Asal sayılar ailesi içerisinde özel formda bulunan asalların kendisi ve sayıları da matematikte sayılar teorisi için önemli bir araştırma konusu.

Mersenne Asalları da 2^P(2 üstü p)-1 biçiminde yazılabilen özel bir asal sayı ailesidir. Bu asallar ailesine adını veren Marin Mersenne, 1588-1648 yılları arasında yaşamış köylü bir anne-babanın oğlu felsefe ve müzik teorisiyle ilgilenmiş bir matematikçidir. Örneğin ilk Mersenne asalları, P’yi sırasıyla 2,3,5 ve 7 seçtiğimizde elde ettiğimiz 3, 7, 31, 127 sayılarıdır. Şu an kadar bilinen Mersenne asallarının sayısı 48. Ancak Mersenne asallarının sayısının sonlu olup olmadığı matematik için çözüm bekleyen problemlerden biri.

1996 yılında Büyük Mersenne Asalları Arama Ağı (GIMPS), George Woltman tarafından en büyük Mersenne Asal sayısını keşfetmek için kuruldu. Bu ağ, saniyede 150 trilyon hesaplama yapan 360 bin işlemci kullanıyor. Dünyanın her yerinde güçlü bir bilgisayara sahip insanlar bu ağa gönüllü olarak üye olabilir. Tüm gerekli yazılımlar www.mersenne.org/freesoft.htm sitesinden elde edilebiliyor.

GIMPS gönüllüsü ve Merkez Missouri Üniversitesi Matematik ve Bilgisayar Bilimleri’nde öğretim üyesi Dr. Curtis Cooper, www.mersenne.org sitesinde 25 Ocak 2013 tarihinde yapılan açıklamaya göre şu ana kadar bilinen en büyük Mersenne asalını buldu. Bulunan sayı 17,425,170 basamaklı 2^57,885,161 -1 sayısı. Bu rekor Dr. Cooper ve üniversitesi için 3 kez kırılan rekor. Daha önce 2005 ve 2006 yıllarında da bu rekor aynı üniversite tarafından kırılmıştı. Bu alanda bilinen son rekoru Kaliforniya Üniversitesi (Los Angeles)’nde bulunan bilgisayarlar 2008 yılında kırmıştı ve bulunan Mersenne Asalı 12,978,189 basamaklıydı.

Daha önce bulunan GIMPS Mersenne Asal sayıları farklı ülkelerdeki üyeler tarafından bulundu. Nisan 2009’da Norveç’te 47. Mersenne Asalı, Eylül 2008’de Almanya’da 46. Mersenne Asalı, Ağustos 2008’de Amerika’da 45. Mersenne Asalı, Eylül 2006’da Amerika’da 44. Mersenne Asalı, Şubat 2005’te Almanya’da 42.Mersenne Asalı, Kasım 2001’de Kanada’da 39.Mersenne Asalı, Kasım 1996’da Fransa’da 35.Mersenne Asalı bulundu.

Kaynak: soL

Şub
11
2013
0
Şub
10
2013
0

Çifte uçurum…

(…)ve Vergilius, seziyordu bunu, hep sezmişti- her zaman konuk olanın, her zaman sadece konukluğuna izin verilenin duyduğu özlem, insanoğlunun özlemi- sevgiyle harmanlanmış kulak kabartışı, soluk alıp vermesi, düşünmesi hep bu olmuştu; evrenin akıp giden ışıklarıyla, evrenin o hiçbir zaman bilgiye dönüşemeyecek bilinmezliğiyle, evrenin sonsuzluğunu yakalamaya yönelik, ama hiçbir zaman sonu gelmeyecek yaklaşma çabasıyla kaynaşmış bir kulak kabartma, bir soluk alıp verme, bir düşünme, bu sonsuzluğun en dıştaki etekleri bile erişilemez uzaklıktaydı, öyle ki, özlem dolu tutkunun egemenliğindeki el, o eteklere dokunmaya bile cesaret edemiyordu. Fakat yine de bir yaklaşma çabasıydı, bir yaklaşma niteliğiyle varlığını koruyordu, ve Vergilius’un düşünme eylemi, aslında soluk alıp veren, bekleyişle dolu bir kulak kabartmaydı; Poseidon ile Vulcanus’un egemenliğinde olan, ama ikisinin de üzerinde aynı gökyüzü, Jüpiter’in göğü yükseldiği için, onları birleştiren çifte uçurumu dinleyen bir kulak kabartış;(…)

Hermann Broch
“Vergilius’un Ölümü”, Çev: Ahmet Cemal, İthaki Yay., 2012, s.9-10

Şub
06
2013
0

Selahattin Pınar, Todori’de…

https://www.fenerbahce.org/fb2008/detay.asp?ContentID=18561

Eski adıyla Todori Meyhanesi’nde, 6 Şubat 1960’da geçirdiği kalp krizi sonucu vefat eden  Klasik Türk Müziği bestecisi Tanburi Selahattin Pınar için, Fenerbahçe Spor Kulübü Todori Tesisleri’nde bir anma gecesi düzenlendi. Gecede, Selahattin Pınar’ın eserleriyle eski günler yad edildi.

Şub
05
2013
0

Marmara (Mermer) Adası’ndan Simalar

“Marmara (Mermer) Adası’ndan Simalar” adlı yazı
Collection Dergisi’nin 50. sayısında yayımlandı.
Bkz: https://zaferyalcinpinar.com/marmaraadasindansimalar.pdf

*

Şub
03
2013
0

Kendi hayatına konuk…

(…)
(…)

Hermann Broch
“Vergilius’un Ölümü”, Çev: Ahmet Cemal, İthaki Yay., 2012, s.3

Şub
03
2013
0

Martin Stoner

(…)
Hector H. Munro (Saki)
“Kaderin Tazıları” adlı öyküsünden…
Çev: Fahri Öz

Şub
02
2013
0

Kitap: Hatırda Kalmaz Satırda Kalır: 58 Portre (Ümit Bayazoğlu)

Bkz: https://www.pandora.com.tr/urun/hatirda-kalmaz-satirda-kalir-58-portre/289390

Aras Yayıncılık, gazeteci-yazar Ümit Bayazoğlu’nun kaleme aldığı 58 portreden oluşan Hatırda Kalmaz Satırda Kalır’ı okuyucularla buluşturuyor.

Ümit Bayazoğlu, kamuoyunun gözü önünde yer almış figürlerin saklı kalmış yönlerini gün yüzüne çıkarırken, bir yandan da zamanla unutulup hatırlardan silinen insanların hayat hikâyelerini sunuyor.

Ahmet Rifat Çalıka, Cemal Granda, Limancı Hamdi, Sami Günzberg, John Godolphin Bennett, Atatürk, Pierre Loti, Namık Kemal, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Melek Kobra, Karekin Deveciyan, Necip Fazıl Kısakürek, Sami Sabit Karaman, Yahya Kemal, Hasan Amça…

İçkici, dişçi, yasaklı karikatürist, İttihatçı, tarihçi, figüran, Milli Mücadeleci, ressam, milletvekili, Beyaz Rus, padişah, mimar, yazar, ağaçsever, Çerkez, gurme, kafatasçı, Kürt, külhanbeyi, uşak, Osmanlıcı, vatan haini, Yahudi, sahaf, dolandırıcı, manav, Ermeni, talancı, vatan şairi…

Osmanlı ve Cumhuriyet tarihinden 58 “aykırı” portre.

Tanıtım metninden…

Şub
01
2013
0

Sesli kütüphaneler üzerine…

Boğaziçi Üniversitesi’nden Kırtıpil Dergisi taifesi, Eylül 2012’de yayımlanacak ilk sayıları için “sesli kütüphaneler” üzerine bir soruşturmaya yanıt vermemi benden rica etmişti. Ben de soruşturmayı yanıtlamıştım. Ancak sonradan -ne olduysa- soruşturmaya verdiğim cevapları yayımlayamadıklarını bildirdiler. “Sesli Kütüphaneler” konusuna ilişkin soruşturmaya verdiğim cevaplar aşağıdadır…

Kırtıpil Dergisi: Sesli kütüphanelerden nasıl haberdar oldunuz ve kendi kitaplarınızı seslendirmeye nasıl karar verdiniz?

Zafer Yalçınpınar: Kadıköy Görme Engelliler Kütüphanesi görevlilerinden sosyolog bir arkadaşın çağrısı üzerine Kadıköy bünyesindeki sesli kütüphaneden haberdar oldum.  Khalkedon’un -yani Görmezler Ülkesi’nin- antik tarihiyle özdeş bir gayret olarak hissettim bu projeyi… Görmezler için sesli kütüphane oluşturmak bana antik bir düşünce çeşitlemesi gibi çok gizemli bir stil olarak geliyor… Bu delice bağlamda, “Kelimenin Yüzü” adlı içsel sözlüğümü Kadıköy’ün ruhuna, geçmişe ve geleceğe doğru fısıldamak, seslendirmek istedim.

K.D.: Bir yazarın kendi kitabını seslendirmesinin sesli kütüphaneler için nasıl bir önemi olduğunu düşünüyorsunuz?

Z.Y.: Bir kere bu aksiyon biçemi, sesli okuma aksiyonu çok sahici, çok yakın bir teyittir… Yazarın eseriyle bir kez daha buluşması, onu teyit etmesi… Tıpkı bir müzisyene üflemeli çalgıların hissettirdiği özel tuşe gibi bir şey… Yazıcı tarafından eserin biçimsel olarak gözden ve kulaktan geçirilmesi, denenmesi fırsatı…  Öbür taraftan,  yazarlar eserlerini kendi sesleriyle okuyarak çok ilginç bir koleksiyon öğesi de oluşturuyorlar… Gelecekte sesli kütüphanelerin çok değişik ve eşsiz koleksiyonlara sahip olacağı kesin… Tabiî deneysellik ve avangard arayışlar da olacaktır bu doğrultuda…

K.D.: Bir yazarın kendi kitabını seslendirmesinin edebiyat mirası için nasıl bir önemi olduğunu düşünüyorsunuz?

Z.Y.: Bir önceki sorunuza verdiğim “koleksiyon öğesi” cevabı bu soru için de geçerli… Ayrıca sesli okuma sırasında alışık olmadığımız bir geçişi de fark ediyoruz… Yazar, sesli okuma sırasında konum ve perspektif değiştiriyor. Yani, bir karakter, rol geçişi yaşanıyor. Bu geçiş anı, tuşe farkı,  gizleri yakalayabilen edebiyat tarihçileri ve eleştirmenler için çok önemli araştırmalara konu olabilir.

K.D.: Yazarı tarafından seslendirilmiş olsun ya da olmasın, genel olarak sesli kitapların edebiyata nasıl bir katkısı olduğunu düşünüyorsunuz?

Z.Y.: Resim, heykel ve çizim sanatlarına, yani plastik sanatlara fotoğraf ve dijital uygulamaların etkisi nasıl olduysa, bu tip kayıt teknolojilerinin edebiyata etkisi de benzer bir şekilde gelişecektir… Yani olumlu katkıları ve açılımları okura ve edebiyat dünyasına sunabileceği gibi olumsuz ve endüstriyel bir sakıncalar bütünü de oluşturabilir. Zaman gösterecek… Misal, rüküş (kitch) sanat çok tehlikeli bir şey ve teknoloji ile sosyal mühendislik faaliyetlerinden besleniyor… Teknolojinin sanatla girdiği ilişkilerde, bu ilişkiyi kimin yöneteceği, bu eskrimde kimin daha usta olduğu çok önemli ve belirleyici bir şey bence; mühendisler mi yönetecek, yoksa sanatçılar mı? Bu ilişkide dengeyle durmak çok önemli bir rol oynayacak gelecek için…

K.D.: Charles Dickens’ın yazdığı kitapları yayımlamadan önce görme engelli olan bir kalabalığa okuduğu ve onların yorumlarına özel önem verdiği anlatılır. Siz de, bir yazar olarak, sesli kitap okumuş olmanın kendi dilinize, üslubunuza, fonetiğin kullanımına bir katkısı olduğunu düşünüyor musunuz?

Z.Y.: Yaşamda her şeyin bir tınısı ve sonucunda da sesi vardır. Rüzgârın, denizin, ağaçların… Makinelerin… İnsanların, olayların, görüntülerin… Düşüncenin de tınısı vardır ve yazarlar ile şairler bu tınının ustalarındandır. Özellikle de şairler için bir dizenin tınısı ve ritmi çok önemlidir. Bu tınıyı yakalamak, bir dizenin ya da tümcenin ritmini, tınısını, paragraf içerisindeki yerlemini, kendisinden önceki ve sonraki kelimeler, dizeler, tümceler arasındaki ilişkiyi, düşüncenin uzamdaki duruşunu kavramak, sezmek çok önemli… Sesi duymak, tınıyışını bilmek gerekiyor… Şiirde ses, hem sentaksı hem de semantiği çok etkiler… Kısacası yaşamda her şeyin bir armonisi vardır ve yazarlar, şairler bu armoninin gizlerini bilmek, en azından sezmek zorundadırlar.

K.D.: Kitabınızı seslendirmek, kitabınızla ilgili, yazarken farkına varmadığınız şeyler bulmanıza yok açtı mı? Buna da bağlı olarak bir kitabı okumak ve dinlemek arasında bir kavrayış farkı olduğunu düşünüyor musunuz?

Z.Y.: Yazı, önünde sonunda görsel bir öğedir. Görsel öğeden işitsel öğeye geçişte bir tahayyül farkı oluşabilir. Aynı fark sözlü ifade biçimleriyle, yazılı ifade biçimleri için de geçerli… Yani sözlü kültür ile yazılı kültür arasında düşünsel bir fark vardır. Bu bağlamda görme engellilerin günümüzdeki görsel tahakkümün dışında kalmaları aslına bakarsanız çok değerli bir fenomen… Bence, görme engelliler kültürel emperyalizmin hegamonik tahakkümünden daha az etkileniyorlar. Seziş, tuşe farkları da çok önemli… Özellikle de poetikadaki anlam ve imgelem salınımı “ses”le birlikte çok değişiyor. Bence “ses” edebiyata alan derinliği sağlamak adına verimli bir bileşen…

K.D.: Diğer yazarlara bu konudaki öneriniz nedir? Onlarla deneyiminizi paylaşmak isteseydiniz neler söylerdiniz?

Z.Y.: Her şeyden önce, tüm yazarlara birincil önerim dilbilimsel kuramları incelemeleridir… Özellikle de Ludwig Wittgenstein’ın “Dil Oyunu” kavramıyla aşındırdığı sınırları bilmek gerekiyor. Ve yazarlara temel önerim ise kitaplarını, yazdıklarını morfolojik ve fonetik açıdan tekrardan gözden geçirmeleridir. Bu noktada “ses” ve “seslendirme” çok önemli ve somut çıkarımlara ulaşmalarını, geleceğe uzanmalarını sağlayacaktır.

K.D.: Eklemek istediğiniz diğer düşünceleriniz nelerdir?

Z.Y.: Eklemek istediğim bir şey yok… Teşekkür ederim.

Eylül 2012

Oca
31
2013
0

Sergi: “Alnımın Çizgilerindesin Memleketim” (Nâzım Hikmet’in Yolculuk Fotoğrafları)

“Alnımın Çizgilerindesin Memleketim”
Nâzım Hikmet’in Yolculuk Fotoğrafları Sergisi
Küratör: M. Melih Güneş

*

30 Ocak-28 Şubat 2013
Yapı Kredi Kültür Merkezi-Beyoğlu

Bkz: https://www.ykykultur.com.tr/sergi/yapi-kredi-kultur-merkezi-nazim-111-yasinda-alnimin-cizgilerindesin-memleketim

*

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Nâzım Hikmet” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/tas-ucak adresinden ulaşabilirsiniz.

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler:
Oca
29
2013
0

“Çeşitli hapis rejimlerine tâbi olduğumu unutma benim.”

Turi Hapishanesi, 19 Mart 1930

Pek sevgili Tatiana,

… Benim, mahpusluk durumum hakkındaki görüşlerin bir kere daha gülümsetti beni. “Suçlunun cezasını çekmeye hakkı olduğunu” yazan Hegel’i okuyup okumadığını bilmiyorum ama, sen de beni, cezasının en küçük bir dakikasının bile elinden koparılıp alınmasını istemeyen, acı çekmek ve de işkence edilmek benim tabiî hakkımdır diye basbas bağıran birisi olarak canlandırıyorsun herhalde gözünde. Yani ben şimdi senin gözünde, bu dünyanın büyüklerine ve küçüklerine karşı Hint halkının acılarını temsil eden bir çeşit yeni bir Gandhi’yim (…) öyle mi?… Bilmiyorum sana nerden geldi bu çok çocukça, haksızca ve saygısızca görüş. Oysa sana, son derece pratik olduğumu söylemiştim ben kaç kere. Ama öyle sanıyorum ki, bundan neyi kastettiğimi anlamıyorsun. Kendini benim yerime koymak için hiçbir çaba göstermiyorsun çünkü (ve senin gözünde ben, herhalde bir komedyenden farksızım). Şimdi dinle. Pratik olmaktan kastım şunu bilmekten ibaret: İnsan başını duvara vurursa, duvar kırılmaz kafası kırılır. Gördüğün gibi, çok basit bir şeydir bu. Ama, kafasını duvara çarpmayı bugüne kadar hiç düşünmemiş ve bugüne kadar hep, Açıl susam açıl! deyivermenin duvarın açılması için yeterli olduğunu dinleyerekten yetişmiş bir insan için, bunu anlamak çok da güçtür. Bilinçdışı olarak çok zalim tutumun: Sımsıkı bağlanmış bir adam görüyorsun (gerçekte onu bağlanmış hâlde de görmüyorsun ve canlandıramazsın bağlarını gözünde) ve diyorsun ki bu adam hareket etmek istemiyor, oysa istemiyor değil, edemiyor. Sen diyorsun ki hareket etmek istese ederdi (hareket etmek isterken iplerinin vücudunu delik deşik ettiğini aklından bile geçirmiyorsun tabiî) ve hareket etsin diye tutup ucu kızgın demirlerle dürtmeye başlıyorsun adamı. Eline ne geçmiş oluyor böylelikle? Burkulup bükülüyor adam, ve zaten kendisini perişan etmekte olan iplere şimdi bir de yanıklar ekleniyor. (…) Öyle sanıyorum ki, benim durumum üzerinde yeterince düşünmedin ve bu durumun nasıl tahlil edilmesi gerektiğini bilmiyorsun. Çeşitli hapis rejimlerine tâbi olduğumu unutma benim. Bir dört duvarın meydana getirdiği rejim var, sonra parmaklıkların rejimi, vb vb…  Bütün bunları önceden hesaba katmıştım ben, ikinci dereceden önemli birer mühlet şeklinde hesaba katmıştım. Çünkü, 1921’de başlayıp 1926 Kasımında sona eren ilk mühlet, hapishane değildi, hayatın kaybıydı. Hesaba katmadığım, birincisine eklenen ve insanı sadece sosyal hayattan değil aynı zamanda aile hayatından da koparıp alan bu ikinci hapis şekliydi.

…Sevgiyle kucaklıyorum seni.

Antonio (Gramsci)

“Hapishane Mektupları”
Gerçek Yay., Çev: Attilâ Tokatlı, s.45-47

Oca
26
2013
0

“Sanatçıların Nâzım’ı, Nâzım’ın Sanatı” Özel Sergisi’nden Görüntüler

Kadıköy-Caddebostan CKM’de devam eden  “Sanatçıların Nâzım’ı, Nâzım’ın Sanatı” Özel Sergisi’nden çeşitli görüntülere https://zaferyalcinpinar.com/nazim111yasinda.pdf adresinden ulaşabilirsiniz.

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Nâzım Hikmet” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/tas-ucak adresinden erişebilirsiniz.

Oca
23
2013
0

Kitap: Vergilius’un Ölümü (Hermann Broch)

Hermann Broch
“Vergilius’un Ölümü”

İthaki Yayınları, 2012
Çev: Ahmet Cemal

*

Hermann Broch’un “Vergilius’un Ölümü” adlı kitabı üzerine Tekin Budakoğlu’nun “edebiyathaber”de kaleme aldığı “Şairin Poetik Ölümü” başlıklı yazıya https://www.edebiyathaber.net/sairin-poetik-olumu-tekin-budakoglu/ adresinden ulaşabilirsiniz.

Oca
19
2013
0

Bütün bu sözler kalkacak ortadan…

(…) Nasıl olsa artık dönmeyeceğim; işaretlerinize aldırmayacak, bir bardak şarap, bir gezi, bir tiyatro gibi davetlerinizi kabul etmeyeceğim. (…) “Sen” demeyeceğim, “Evet” demeyeceğim. Bütün bu sözler kalkacak ortadan, nedenini de sanırım söyleyebilirim. Çünkü soruları herhalde bilirsiniz, hepsi “Neden?” diye başlar. Benim hayatımda soru yok. Suyu seviyorum ben, ondaki yoğun saydamlığı, ondaki yeşili seviyorum, sudaki suskun yaratıkları (ben de çok geçmeden onlar gibi susacağım), bu yaratıklar altında kalan saçlarımı, ondaki, o hak gözeten sudaki, sizi başka türlü görmemi önleyen o umarsız aynadaki saçlarımı seviyorum. Kendim ile kendim arasındaki o ıslak sınırı…
(…)

Ingeborg Bachmann
“Undine gidiyor” adlı öyküsünden…
Çev: Kâmuran Şipal

Oca
18
2013
0

Ödül ya da ceza… İşte bütün sorun bu! (Halit Payza)

John Le Carre, kendi istemi dışında Man Booker Jurisi’nin Onur Ödülü Verilecekler Listesi’ne alınması üzerine, bir açıklama gönderdi. Carre listeden adının silinmesini istiyordu. “Bir ödüle aday gösterilmek kuşkusuz her yazar için büyük gurur kaynağı. Ben bunu reddederek ödülü ya da veren kurumu küçümsüyor değilim. İyi niyetli olduklarını biliyorum ama bu benim yaşam biçimim.” Çok basit, ödüllere karşıydı. Hepsi o kadar. Carre bu açıklamayı The Guardian’a yapma gereksinimini duyumsamıştı.

Jean-Paul Sartre,  1964’te Nobel Edebiyat Ödülü’nü geri çevirdi. Onun da gerekçesi çok basit ve anlaşılabilirdi; Sartre de yaşamı boyunca tüm resmi ödüllere karşıydı.

Yazınsal ödüller dışında diğer ödülleri de geri çevirenler vardı. Le Duc Tho bunlardan biri. 1973’te Vietnam Başbakanı olan Le Duc Tho, ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ile birlikte barışa yaptıkları katkılardan dolayı Nobel Barış Ödülü’nü kazandıkları açıklandığında, savaşın taraflarından ve sürdürümcülerinden ABD Dışişleri Bakanı ile birlikte aynı ödülü almayı içine sindiremedi ve ödülü geri çevirdi. Le Duc ödülü geri çevirmesinin gerekçesi olarak Vietnam’ın düşürüldüğü durumu gösteriyordu.

Ödüllerin tanrısı olan Nobel için Alfred Nobel’in o farkı yaratan “bir idealist eğilimi en farklı şekilde ifade eden yazara” sözü çok tartışmalıdır. Nesnel hiçbir gerekçesi yoktur. Tanrı buyruğu ya da kral sözü gibidir, ucu açık ve her anlama gelebilir. Salt bu kavram kargaşası nedeniyle Lev Tolstoy, Henrik İbsen  “idealist eğilimli” bulunmamış ve asla ödüllendirilmemişlerdir. Ödül kazanamayan yazarlar arasında; Jorge Luis Borges, Bertolt Brecht, Paul Celan, René Char, Anton Çehov, Joseph Conrad, Julio Cortázar, Graham Greene, Aldous Huxley,  James Joyce, Nikos Kazancakis, Arthur Koestler, D.H. Lawrence, Arthur Miller, Robert Musil, Vladimir Nabokov, George Orwell, Ezra Pound, Marcel Proust, J.D. Salinger,  Tennessee Williams, Virginia Woolf, John Fowles, Lawrence Durrell gibiler vardı. Ödülleri veren siyasal el, yazarları seçen siyasal göz onları “idealist eğilimi en farklı şekilde ifade eden yazarlar” olarak görmemiştir.

Şimdi ödüle geri çeviren yazarlara bir yenisini daha ekleyebiliriz; Javier Marias.

Javier Marias Los enamoramientos (“Âşıklar”) romanıyla Narrativa Ödülü’ne layık görülmüştü.

Marias, İspanyol yazınının en önemli ödülleri arasında olan Narrativa Ulusal Ödülü’nü almayı reddetti. Narrativa Ulusal Ödülü İspanya Kültür Bakanlığı tarafından veriliyordu.

Salt bu bile ödülün geri çevirilişinin gerekçesi olarak kabul edilebilir. İspanya sağ görüşlü, muhafazakâr yapısıyla bilinen Halk Partisi tarafından yönetiliyor. Javier Marias’ın iktidardaki Halk Partisi’nin Kültür Bakanlığı’nca verilen Narrativa Ulusal Ödülü’nü almaması siyasal bir tepki, onurlu bir başkaldırı olarak nitelendirilebilir.

Javier Marias’ın ödülü geri çevirmesinde, Jean-Paul Sartre’nin, John Le Carre’in aynı soylu tutumu da söz konusu olabilir. Marias, “Kurumsal ödüllere her zaman olumsuz yanıt veren biri olarak biliniyorum. Kabul etmiyorum, çünkü babam -Julian Marias- dâhil benim hayran olduğum birçok yazar asla resmi bir ödül almadılar” gerekçesini göstermek gereksinimini duyumsadı.

Ödüllerin veriliş gerekçeleri bütünüyle saçmadır. Hiçbir ödül gerçekten de ödül alanın ne anlattığı algılanarak verilmez. Soyut bir yazınsal etkinlik, somut bir ödülle ne kadar bilinçle ödüllendirilebilir? Her ne kadar soyut yazınsal etkinliğin ürünü olarak yapıt somut bir nesne olarak, hatta giderek kapitalizmin evrensel yasası gereği metalaştırılsa da…

Jorge Luis Borges, Bertolt Brecht, Paul Celan, René Char, Anton Çehov, Joseph Conrad, Julio Cortázar, Graham Greene, Aldous Huxley ya da Arthur Koestler, D.H. Lawrence, Arthur Miller, Robert Musil, Vladimir Nabokov, George Orwell, Ezra Pound, Marcel Proust, J.D. Salinger,  Tennessee Williams, Virginia Woolf, John Fowles, Lawrence Durrell anlaşılamadığı, siyasal gerekçelerle aslında anlaşıldıkları gerekçesi ile mi Nobel’ce ödüllendirilmedi?

Başka bir söylemle, Javier Marias’ın da gerekçesinde ileri sürdüğü gibi, oğul Marias’a bu ödülü uygun bulanlar, neden baba Marias’a ödül vermeyi uygun bulmamışlardı?

Javier Marias’ın şu sözü yeterince açıklayıcıdır; “Bu veya başka bir hükümet tarafından kayrılmış bir yazar olarak görülmek istemiyorum”.

Kurumsal ödüller nedir? Neden bir kurum, özellikle de siyasal yapısıyla bilinen, gündelik politikaları iktidardaki bir parti tarafından belirlenen kurumlar, kendi adlarına kurumsal ödüller verir?

Kurumsal ödülü, iktidardaki partinin kahvaltı vermesine indirgemek, ödül verdiğini ya da kahvaltıya çağırdığını ideolojik yapısına bağlamak, en başta o ödülü alana, o kahvaltıya katılana verilmiş ödül değil, ceza olabileceği neden düşünülmez?

Ödül ya da ceza…

İşte bütün sorun bu!

Halit Payza
13. 01. 2013, Aydınlık Gazetesi

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Oca
17
2013
0

P.E.N. ayakta!

Uluslararası PEN, Türkiye PEN Hakkındaki Soruşturmayı Kınadı
Bkz: https://www.pen.org.tr/tr/node/1762

Bu Kez Fazıl Say’dan PEN’e Destek Geldi…
Bkz: https://www.pen.org.tr/tr/node/1763

Ayrıca bkz: https://evvel.org/pen-turkiye-merkezine-sorusturma

Oca
17
2013
0

Her zaman, her yerde, Fenerbahçe…

“Lefter Kütüphanesi” hizmete girdi
Bkz: https://www.fenerbahce.org/fb2008/detay.asp?ContentID=32790

“Fenerbahçe Destanı” İstanbul’da sahnelenmeye başladı
Bkz: https://www.fenerbahce.org/fb2008/detay.asp?ContentID=32814

*

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Fenerbahçe Spor Kulübü” ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/kara-deryalarda-bir-fenersin adresinden ulaşabilirsiniz.

Oca
16
2013
0

12. Kalem: “Nefret”

“Kalem” Dergi’nin “Nefret” başlıklı 12. sayısı yayımlandı…
Bkz: https://kalemdergi.com

*

Oca
14
2013
0

Ölüm mü? Ne buluş! (Abidin Dino)

Abidin Dino’nun ölüm döşeğinde çizdiği yedi desenden biri..
(Ölüm mü? Ne buluş!, Sel Yay., 2005)

*

(…)
Uyku dibinden tırman bakalım.
Kuyu ben’im, tırmanan, ben.
Bacak, kol, gövde, baş yabancı, hepsi kendine buyruk, nasıl olmuş da bir araya gelmişler:
Taş bir heykelsin, sırtüstü. Doğrul, doğrulabilirsen.
(…)
Mektep çocukları 3000 yılında bize çok gülecekler.
Farfara.
Birtakım anlamsız sözcüklerin ağlarına takılmış balıklar gibi çaresiz, çırpınıp durduk.
(…)
Zil. Gelen giden yok.

Nefes. Gittikçe daralıyor.

Bakış. Gördüğüm ne ki?

Yatak. Kurşun bir kalıp.
(…)
Bir borusun. Beş paralık.
(…)
İlaç saati!
Yemek saati!

Ölüm mü?
Ne buluş!

Abidin Dino
6. XII.93 (Vefatından bir gün önce…)
“Ölüm mü? Ne buluş!” adlı kitaptan… (Sel Yay., 2005)

*

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Abidin Dino” ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/abidin-dino adresinden ulaşabilirsiniz.

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com