Oca
29
2013

“Çeşitli hapis rejimlerine tâbi olduğumu unutma benim.”

Turi Hapishanesi, 19 Mart 1930

Pek sevgili Tatiana,

… Benim, mahpusluk durumum hakkındaki görüşlerin bir kere daha gülümsetti beni. “Suçlunun cezasını çekmeye hakkı olduğunu” yazan Hegel’i okuyup okumadığını bilmiyorum ama, sen de beni, cezasının en küçük bir dakikasının bile elinden koparılıp alınmasını istemeyen, acı çekmek ve de işkence edilmek benim tabiî hakkımdır diye basbas bağıran birisi olarak canlandırıyorsun herhalde gözünde. Yani ben şimdi senin gözünde, bu dünyanın büyüklerine ve küçüklerine karşı Hint halkının acılarını temsil eden bir çeşit yeni bir Gandhi’yim (…) öyle mi?… Bilmiyorum sana nerden geldi bu çok çocukça, haksızca ve saygısızca görüş. Oysa sana, son derece pratik olduğumu söylemiştim ben kaç kere. Ama öyle sanıyorum ki, bundan neyi kastettiğimi anlamıyorsun. Kendini benim yerime koymak için hiçbir çaba göstermiyorsun çünkü (ve senin gözünde ben, herhalde bir komedyenden farksızım). Şimdi dinle. Pratik olmaktan kastım şunu bilmekten ibaret: İnsan başını duvara vurursa, duvar kırılmaz kafası kırılır. Gördüğün gibi, çok basit bir şeydir bu. Ama, kafasını duvara çarpmayı bugüne kadar hiç düşünmemiş ve bugüne kadar hep, Açıl susam açıl! deyivermenin duvarın açılması için yeterli olduğunu dinleyerekten yetişmiş bir insan için, bunu anlamak çok da güçtür. Bilinçdışı olarak çok zalim tutumun: Sımsıkı bağlanmış bir adam görüyorsun (gerçekte onu bağlanmış hâlde de görmüyorsun ve canlandıramazsın bağlarını gözünde) ve diyorsun ki bu adam hareket etmek istemiyor, oysa istemiyor değil, edemiyor. Sen diyorsun ki hareket etmek istese ederdi (hareket etmek isterken iplerinin vücudunu delik deşik ettiğini aklından bile geçirmiyorsun tabiî) ve hareket etsin diye tutup ucu kızgın demirlerle dürtmeye başlıyorsun adamı. Eline ne geçmiş oluyor böylelikle? Burkulup bükülüyor adam, ve zaten kendisini perişan etmekte olan iplere şimdi bir de yanıklar ekleniyor. (…) Öyle sanıyorum ki, benim durumum üzerinde yeterince düşünmedin ve bu durumun nasıl tahlil edilmesi gerektiğini bilmiyorsun. Çeşitli hapis rejimlerine tâbi olduğumu unutma benim. Bir dört duvarın meydana getirdiği rejim var, sonra parmaklıkların rejimi, vb vb…  Bütün bunları önceden hesaba katmıştım ben, ikinci dereceden önemli birer mühlet şeklinde hesaba katmıştım. Çünkü, 1921’de başlayıp 1926 Kasımında sona eren ilk mühlet, hapishane değildi, hayatın kaybıydı. Hesaba katmadığım, birincisine eklenen ve insanı sadece sosyal hayattan değil aynı zamanda aile hayatından da koparıp alan bu ikinci hapis şekliydi.

…Sevgiyle kucaklıyorum seni.

Antonio (Gramsci)

“Hapishane Mektupları”
Gerçek Yay., Çev: Attilâ Tokatlı, s.45-47

Yorum yapılmamış »

RSS feed for comments on this post.


Leave a Reply

You must be logged in to post a comment.

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com