Tem
10
2010
0

Blind Cat Black (Bakışsız Bir Kedi Kara) Çanakkale Gösterimi!

Amerikalı şair ve yönetmen Chris King ile şiir çetesi Poetry Scores’un, Ece Ayhan şiirlerinin çevirisi üzerinden yaptıkları müziklerle hazırladıkları zombi filmi, Bir Sivil Girişim Kara, Çanakkale İçinde (www.canakkaleicinde.com) ve Futuristika! Enteresan Mevzular Dergisi ortak çalışmasıyla İstanbul gösterimiyle eşzamanlı olarak Çanakkale’de!

“Blind Cat Black / Bakışsız Bir Kedi Kara”
2008 // 58 Dakika – Renkli – Amatör Sürrealist Zombi Sessiz
12 Temmuz 2010 Pazartesi, Saat: 21:00 – Ücretsiz gösterim
Mekân: Yalı Hanı
Adres: İstasyon Sanat Merkezi Çanakkale
Facebook Etkinlik Bağlantısı için tıklayınız

Ayrıntılı bilgi için: onur@canakkaleicinde.com

Ayrıca bkz: https://www.futuristika.org/trend/etkinlik/blind-cat-black-bakissiz-bir-kedi-kara-filmi-canakkale-gosterimi/

Tem
02
2010
1

Evde Yoklar! (Metin Altıok)

Durmadan avuçlarım terliyor,
İnildiyor ardımdan
Girdiğim çıktığım kapılar.
Trenim gecikmeli, yüreğim bungun,
Bir bir uzaklaşıyor sevdiğim insanlar.
Ne zaman bir dosta gitsem,
Evde yoklar.

Dolanıp duruyorum ortalıkta.
Kedim hımbıl, yaprak döküyor çiçeğim,
Rakım bir türlü beyazlaşmıyor.
Anahtarım güç dönüyor kilidinde,
Nemli aldığım sigaralar.
Ne zaman bir dosta gitsem,
Evde yoklar.

Kimi zaman çocuğum,
Bir müzik kutusu başucumda
Ve ayımın gözleri saydam.
Kimi zaman gardayım
Yanımda bavulum, yılgın ve ihtiyar.
Ne zaman bir dosta gitsem
Evde yoklar.

Bekliyorum bir kapının önünde,
Cebimde yazılmamış bir mektupla.
Bana karşı ben vardım
Çaldığım kapıların ardında,
Ben açtım, ben girdim
Selamlaştık ilk defa.

Metin Altıok
“Kendinin Avcısı” adlı kitabından…

Sivas katliamında hayatını kaybeden aydınlarımızı saygıyla anıyoruz…

Ayrıca bkz: https://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/binlerce-kisi-sivasta-bulustu-haberi-30416

Tem
02
2010
0
Tem
01
2010
0

‘Zaman’sız Bir ‘Meydan’sız (Aylin Güven)

Eksik olmasın, Aylin Güven, ta Londra’lardan -o uzaklığa rağmen- şiirlerimi içselleştirmiş ve Meydansız adlı kitabım üzerine bir yazı kaleme almış. Yazıyı aşağıda paylaşıyorum ve kendisine yerden göğe kadar teşekkür ediyorum. (Zy)

‘ZAMAN’SIZ BİR ‘MEYDAN’SIZ

‘bir topal ki doğuştan düzgün
ve öylesine hesapsız:

‘Ey meydansız!’’

Günlerce Londra meydanlarında bir meydansız gibi dolaştım.

Sevgili Zafer Yalçınpınar’ın ‘Meydansız’ adlı kitabını kavrayabilmek için; bir içinden dışına, bir de dışından içine doğru okumam gerekti ki, ‘ben aşağıdan yukarıya yazarım’ diyerek, kendisi bizi baştan uyarmıştır. Görmek istemeyene, muğlâk gelebilir kitabın şiirleri ancak görmek isteyene çok net ve keskindir. İçindeki kızgınlığı hayret uyandıracak kadar sakin dizginlemesiyle, meydanları yıkmadan aşar ‘meydansız’ şiir ve kaçmak isteseniz de çağırır sizi, der:

‘hizasına gel aklın’

Meydansız şiirleri ile şair; zamanın, zamansızlığın, yoklukların, boşlukların ve zamanımızın boşluklarının, hesapsız felsefesini yaparken; içimizi havalandırmakla kalmaz, aynı zamanda boşluklarımıza bakmamızı, görmemizi, duymamızı ve hissetmemizi sağlar.

‘kuyulara benzer yokluk’ der ve sonra başka bir yerde yokluğa karşı varlığı koyar ortaya:

‘ yalnız değilim ama
tek başımayım
el örgüsü bir sabah aradım
ve bulamadım’

Kitabın benim için en etkileyici özelliği boşluk-zaman sarmalındaki korkusuzca gezintisidir: ‘uzun zamanın sonunda, bir boşluk gibi asılı kaldık ortada’ dese de sanki hep buna karşı çıkmak için direnir:

‘ölesiye zamana böylesine karşıyım!
hafife alırım’

‘ölesiye gösterir zaman ve zamana böylesine
karşıyım’

Zamanın bizi içine aldığı kıskaçta, kavramın üzerimizdeki etkisini, ‘zaman gülüyor elleri belinde’ ve ‘yahu bu zaman gerçekten bizden akıllı’ diyerek şiddetle vurgularken, etkiye tepki ile cevap vermekten inatla kaçınmaz:

‘ulan şu geceye bir nokta koymalı
ve gündüzün dışında bir çözüm olmalı’

Yeri gelir, ‘tokadım kartvizittir’ diyerek iddiasını dile getirir, yeri gelir kendisini ve okuyucuyu kışkırtır:

‘korkuturuz
bizzzzz bir şairi şiir yazsın için ölümle
korkuturuz.’

An gelir çaresizce kabul eder:

‘yer gök yer gök
kırmızı dolu kırmızı
boşluk dolu boşluk
zaman dolu zaman’

An gelir kendine özgü diliyle reddeder:

‘tam tersine doğru kazmalama bir düz tavır
senin sabahından akşamına karışır
gecenin körünü ucundan yakar
havanı canını alır
sonra da söndürür ve satarım’

Ve son olarak şair;

‘ki ben o ki ben dağa çıkmaya çalıştım tekneyle
o zamanlar ‘zaman’ vardı’

diyerek belki de hem kendisini hem de bizleri yeni bir zamana çağırır, ancak ve ancak yazarak;

‘bu boşluğu kapat’

Aylin Güven
29.06.2010, Londra

Hamiş: İşbu yazının pdf dosyası biçemine  https://zaferyalcinpinar.com/zamansizmeydansiz.pdf adresinden ulaşabilirsiniz.

Haz
29
2010
0

Füg Defteri’nden…

(…)
12.

İki sayı arasındaki sonsuz sayıyı düşünebiliyor musunuz? Teori, iki sayı arasında sonsuz sayı olduğunu söyler. İki sayı arasındaki büyük boşluğu görebiliyor musunuz?
(…)
16.

Okun yaydan çıkışını düşünelim. Ok yaydan çıktığında, ok da yay da önemsizdir. Okun boşlukta bıraktığı iz, giderken bütünlüğünü birazcık da olsa bozmaya çalıştığı şey, daha doğrusu boşluğun bir anlığına yanıp sönmesi, önemlidir.
(…)
26.

Boşluk, sonsuza kadar garantilidir.
(…)

38.


39.

38. maddenin boşluğunda Artaud’un payı büyüktür.

40.
38. maddenin boşluğunda Rimbaud’un kesilen bacağının büyük payı vardır.
(…)
43.
Gişe rekoru kırması gerekirdi bu boşluğun…
(…)
47.
Boşluk nasırsızdır.
(…)
59.
Bir sarmaşıktan şu sözü duydum: “Çiçeklerim beni yordu!”
(…)
63.
Adalar yeryüzünün fügleridir kalbleridir yeryüzünün adalar.

Zafer Yalçınpınar

Hamiş: Füg Defteri 63 maddeden oluşmaktadır.

Ayrıca bkz: https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=509

Haz
27
2010
0

“Gene Anlam Üstüne” (İlhan Berk)

(…) Anlam (çağdaş anlamda) ilk kez Ahmet Haşim’le kırılmıştır.
Asıl tokadı ondan yemiştir. Sezgi, duyum, cinas onunla kısa da olsa yaşanır olmuştur. Böndür anlam. Her şeyi onun yarattığı sanılır.(…) Bizim anlamla ilgimiz dolaylıdır, tek erk değildir. Büyük bir şiir hiç mi hiç anlam kokmaz, yoksa da dolaylı kokar. Şiiri us yürütmez çünkü. Şiirde us hiç mi işe yaramaz: yarar: aksak bir us olarak ancak. (…)
Francis Ponge: İnciri anlıyorum ama şiiri anlamıyorum, der. Şiir gizli bir tarih kor, o gizliliktir yeri, orda boy atar, yaşar. Ele gelen bir şey değildir şiir. Yalnız ele gelmez de değildir: Görülmezdir de. Ele alındığında her seferinde değişir. Daha önce de söyledim: Şiir minareden yere düşen bir taşın düşmeyip asılı kalmasıdır.

İlhan Berk
“Ben İlhan Berk’in Defteriyim”, Alkım Yay., 2003, s. 110

Haz
27
2010
0

Özdek

Özdek, kalıcı bir duyum olanağıdır. (John Stuart Mill)

Aktaran ve Çeviren: İlhan Berk

Haz
25
2010
0

Blasé

(…)Georg Simmel’e göre metropol insanı olağandışı miktarda uyarıma maruz kalır ve bunun sonucunda onu kökünden koparacak dış çevredeki unsurlara karşı kendisini koruyacak bir zihinsel yapı geliştirir. Bu, onun kalbinden ziyade kafasıyla haraket etmesi gerektiği anlamına gelir–derin duygusal tepkilere teslim olmak, yok olmakla eşdeğerdir. Metropol insanının yaşadığı ortam zihnin egemenliğine yol açacak şekilde bilincini güçlendirir, duygularını değil. Kent ortamının uzmanlaşmasıyla pekçok doğrultulara yayılan zihinsellik şehre ait bir özelliktir.
(…)Karşıtlık içindeki deneyimlerin  çok çabuk değişen çerçevesinin bir ürünü olarak şehirde bezgin (blasé) bir tavır gelişir. Aşırı uyarılma, tepki gösterme yetisinin kaybolmasıyla sonuçlanır. Bezgin tavrın temeli, ayırdetme yetisinin körelmesinde yatar. Ve burada da kentsel para ekonomisinin rolü açık olup, kentsel tavra uygundur. Tüm değerlerin ortak paydasını oluşturan para ekonomisi, renksiz ve kayıtsızdır. Şeylerin en derinlerdeki nüvesini –bireyselliklerini, kendilerine mahsus değerlerini ya da kıyaslanmazlıklarını– oyup aşındırır.
(…)Metropol insanının başkalarına yönelik tavrı, resmî ve ihtiyatlı bir tavırdır. Simmeli bu ihtiyatın içyüzünün sadece kayıtsızlıktan ibaret olmadığına, fakat hafif bir tiksinti ya da en azından karşılıklı yabancılık ve iticiliği de barındırdığına inanıyordu. Bu tiksintiyle karışık ihtiyat, bireye, başka koşullar altında imkânsız olan kişisel bir özgürlük sağlar. (…)

Don Martindale
“Şehir Kuramı”, Çev: Fırat Oruç, Şehir ve Cemiyet, Haz: ahmet aydoğan, İz Yayıncılık, 2.Baskı, 2005, ss.63-65

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Haz
22
2010
0

Dilbilgisi ve Sözlük

(…) Yararlı bir başka ayrım da dilbilgisel anlambirimleri sözlüksel anlambirimlerinden ayırt etmeyi sağlayan ayrımlardır. İkisi arasındaki ayrım ölçütü sayısal düzeydedir: Söz zincirinde dilbilgisel öğelerin ortalama sıklığı, sözlüksel öğelerin ortalama sıklığından çok fazladır. (…)
İşlevsel anlambirimler dilbilgiseldir. Yönetilen anlambirimler dilbilgisel ya da sözlüksel olabilirler; yönetilen dilbilgisel anlambirimler adıllardır. Aynı biçimde belirleyenler dilbilgisel ya da sözlüksel olabilirler. Dilbilgisel belirleyenlere kiplikler adı verilir.
Uzun zaman kiplikler ile işlevsel anlambirimleri karıştırılmıştır; ikisini birbirinden ayırmamızı sağlayan ölçüt, işlevsel anlambirimlerle birlikte bulunan dizimlerin sözdizimsel bağımsızlığıdır.

Mortéza Mahmoudian
“İşlevsel Sözdizimin Temel İlkelerine Genel Bir Bakış”, Çev: Ayşe Eziler Kıran

Haz
20
2010
1

zamanı yürürlükten kaldırmak

İlhan Berk’in “Lettera Amorosa” adlı eserinden iki görüntü…

(Hayy Kitap, 2005)

Haz
20
2010
0

Dökülüyor alçıları saçlarının

XXVIII

Dökülüyor alçıları saçlarının
Omuzlarından paramparça kaldırıma
Seller akıyor şarıl şarıl
Eteklerinin camından

Dükkânlar sandal sandal sokakta
Demirli gözlerine
Çırpınıyor martıları tentenin
Yüzlerce parmaklı ellerin
(…)

Bacakların adımlarım kadar çok
Yaklaş yaklaşabildiğin fenerlere
Emzir yollarda bulduğumuz
Kaldırım taşlarını
(…)

Oktay Rifat
Perçemli Sokak’tan…

Haz
19
2010
0

Başlangıç…

(…)Bu riskli bir girişim ve kötü bitebilir, Ama gördük ki riskli olmayan girişimler bile kötü bitebiliyor. Cipriano kızına sessizce baktı, ardından bir parça kil alıp buna kabaca bir insan şekli verdi. Nereden başlayacağız, diye sordu. Her zamanki gibi en başından, hem biliyorsun, başlamak bitirmenin yarısıdır, dedi Marta.(…)Kafası karışık olanlara, Kendini bilmek gibi erdem olmaz, deriz, sanki insanın kendini bilmesi, dört işlem adıyla anılan aritmetik hareketlerinin en zor ve karmaşık, üstelik adı sanı bilinmeyen beşinci değilmiş gibi, çevresinde olan bitene kayıtsız kalanlara, İsteyen başarır, deriz, sanki dünyanın acı ve acımasız gerçekleri her gün bu sözün aksini kanıtlamıyormuş gibi ve kararsızlara, Başlamak bitirmenin yarısıdır, deriz, sanki başladığımız nokta gevşekçe sarılmış bir yün çilesinin apaçık önümüzde duran ucuymuş ve onu çekmeye başladıktan sonra çilenin sonuna rahatça ulaşacakmışız, üstelik bu arada hiç kördüğüme, eprimiş yünlere rastlamayacak, bir basmakalıp söz daha kullanacak olursak, sessiz sedasız çile dolduracakmışız gibi. Marta babasına, Başlamak bitirmenin yarısıdır dediğinde, sanki yapmaları gereken masa başına oturup uzunca bir dinlenmeden sonra aniden tüm hünerini ve çevikliğini geri kazanmış parmaklarıyla birbiri ardına biblolar yapmaktan ibaretmiş gibi konuşmuştu. Bunlar saf ve hazırlıksız insanların hülyalarıdır, başlangıç hiçbir zaman yün çilesinin ucu gibi açıkça meydanda değildir, bilakis, başlangıç dediğimiz uzun ve insana acı veren bir süreçtir, işin hangi yönde ilerlediğini görmek için ağır ağır ve titizce araştırmalar yapılır, değneğiyle yönünü bulmaya çalışan kör bir adam gibi yol alınır, başlangıç bitirmenin yarısı falan değil, salt başlangıçtır ve ondan önce ne olup bittiyse beş para etmez.

José Saramago, “Mağara”
İşbankası Kültür Yayınları, 2005, Çev: Sıla Okur, s.68-70

Haz
18
2010
0

Koyulaşan

(…)

koyu.
beyaz.
yüklendik.
sözler içerde.
ağırlaştı ağızlarımız.
passız bir kilitle kilitli.
yüzlerde kesişen çizgiler.
bir çift yoğun göz ki birisi kör.
dünyayla dolu ve dünyayla kör.
evsiz duvarsız toprağın valiliği gibi.
dümdüzayak bir aklın makine yağı gibi.
yalanlarıyla kaygan bir kent kendisine birikti.
evlerini yapa çapa dike kiralaya kendisini bitirdi.

(…)

Zafer Yalçınpınar
17 Haziran 2010

Hamiş: Şiirin tamamına https://zaferyalcinpinar.com/s83.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Haz
15
2010
0

Sait Faik’le Tavla Oynardık (Mehmed Kemal)

Sait’le Meserret kıraathanesinde tavla oynardık. Bir kadeh içkisine… Yekleri üst üste koyarak, düşeş atmak ister, aklınca zar tutardı. Böyle yaptıkça da zarlar elinden düşer, aramaya koyulur, söverdi. Sövmesinde bile sanatçı yanı belirirdi. Küfürler özel bir incelik kazanırdı. (…)
Her seferinde de mızıklardı. Mızıkladıkça da, boyuna, zarları düşürür söverdi.
-Buna düşeş derler.
-Onu ben atamıyorum!
-Ulan, sen kimsin ki atacaksın?
-Öyle mi, al bakalım…
Eğer düşeş gelirse, çat tavlayı kapatırdı.
-Zar tutuyorsun.
(…)
Sait’i iyi tanıyanlar,ona edebiyatçı gözü ile balkmazlardı. Halktan bir adam. Hoş, keyifli, babacan… arada hikâye de yazıyormuş gibi görünürdü. Nitekim yıllarca ahbaplık ettiği Burgazlı motorcünün:
“Bu kadar büyük adam olduğunu bilmiyordum.” demesi bundandır.
Edebiyat tartışmalarına katılmaz, teorileri üzerine söz söylemez, şu mısra iyi, şu mısra kötü demezdi. Hatta edebiyat kavgası da etmezdi. Kendine güveni olan, tartışmalara boş veren, gülüp geçen bir mizacı vardı.
(…)
Kalabalık edebiyatçı toplantılarında bir süre oturur, sonra yavaşça, çaktırmadan sıvışırdı. Besbelli, incie çekirdeğini doldurmayan tartışmalardan sıkılırdı.
Bizim kuşak, (şimdi bitnikler gibi) giyim kuşamı ile de edebiyatçı olduğunu belli ederdi. Sakal, dar paça pantalon, uzun ceket -Bob stil dedikleri- ağızda pipo…
Sait bunların hepsine boş verirdi. Kravat bile takmazdı.
Adına ödüller verileceğini, müzeler açılacağını bilse;
-Bu kadar masrafa girmeyin, parasını bana verin.. bile derdi.
İnsan yaşamalıydı.

Mehmed Kemal
Acılı Kuşak, Toplum Yayınevi, 1967, s.46-49

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Haz
13
2010
0

Bir şey ifade etmeyen…

(…) Demek oluyor ki bir şey ifade etmeyen, istenmeden kendiliğinden gelen birçok şekiller vardır. Fakat evrimin ileri bir aşamasında daha becerikli ve daha iyi gözlemci haline gelen sanatçı, onlara ifade gücü veriyor ve bilinçsizlik bilinç haline geliyor. Bu geçişi şu yolla ifade edebiliriz: “İlkel sanatçının elinde bilinçsiz olarak doğan ve bu sanatçının değerini anlamadığı ifade şekilleri, sanatın daha ileri bir devrinde, gerçeği dikkatle inceleyen sanatçı tarafından bilinçli bir yolda araştırılmış ve ortaya konmuş olarak yeniden görülüyor.”
(…) Bu geçişin örnekleri antik sanatta çoktur. Heykel sanatında, baş kısmında teknik birer hata olan boynun uzaması, oransızlık, sonraları zarifliğin alâmeti ve nihayet gerçeğin taklidi oluyor; kendiliğinden meydana gelen benzerlik daha sonraları özenle aranıyor. Bir şey ifade etmeyen ve daima aynı şemaya uydurulan jestler bir şeyler ifade etmeye başlıyor.

W. Deonna
Sanatta Ritimler ve Kanunlar, Çev: Süleyman Kazmaz, Remzi Kitabevi, 1974, s.116

Haz
13
2010
0

Homonculuslar (Melike Kılıç)

Melike Kılıç’ın Kargaşa 10 kapsamında yer alan “Homonculuslar” adlı çalışması…

Kasım 2009’da gerçekleştirdiği  “Yok Ülke” adlı sergisiyle birlikte düşündüğümde Melike Kılıç’ın öykülemine, tipoloji yaratmadaki ustalığına ve bunların çevresinde oluşan o büyülü imgeleme hayran kaldığımı da -özellikle- bildirmeliyim. (Zy)

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Haz
12
2010
0

Sait Faik (Bedri Rahmi Eyüboğlu)

İstanbul deyince aklıma Sait Faik gelir
Burgaz adasında kıyıda sımsıcak bir çakıl ıslanır
Mavi gözlü bir çocuk büyür döne döne
Mavi gözlü ihtiyar balıkçı gencelir, küçülür
İkisi bir boya geldiler mi sait kesilirler.
Bütün İstanbul’u dolaşırlar
El ele, kol kola, baş başa
Ana avrat küfrederler
Eşe dosta, uçan kuşa
Sivriada’da martı yumurtası toplarlar çilli çilli
Zibâ mahallesinde gece yarısı…
Sabaha Galata’dan geçer yolları
Kahvede maytaba alırlar zararsız bir deliyi:
-Ula Hasan! derler. Gazeteyi ters tutaysun!…
Çaktırmadan gazetesinin ucunu yakarlar fakirin
Sonra… oturup ağlarlar.
(…)

Bedri Rahmi Eyüboğlu
Yeditepe Dergisi, Sayı: 106, 1956

Haz
12
2010
0

Yeditepe Dergisi ve Sait Faik (1956)

Yeditepe Dergisi’nin 1 Mayıs 1956 tarihli 106. sayısını Kadıköy’de, İmge Sahaf’ta buldum. Derginin çoğu sayfası 1954’te (derginin yayımlanışından iki yıl önce) vefat eden Sait Faik’i anmaya yönelik yazılara ayrılmış. Dergide en çok ilgimi çeken Şerif Hulusi’nin aktardığı “Sait Faik’le Geçen Günler” adlı anı yazısı  ve Sait Faik’in kendi elyazısıyla çeşitli tashihler içeren “Ormanda Uyku” adlı öyküsünden bir sayfanın görüntüsüydü.
Bunlarla birlikte, Tahsin Yücel’in 1956 Sait Faik Hikaye Armağanı’nı kazanışına ilişkin bir haber (anlaşılıyor ki Ahmet Hamdi Tanpınar ve eseri yarışmadan çekilmeseydi, Tahsin Yücel’in “Haney Yaşamalı” ile bu ödülü kazanması zordu), Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun “Sait Faik” adlı şiiri (ah Zibâ ah!) ve Turgut Uyar’ın “Göğe Bakma Durağı” adlı şiirinin tarihte ilk kez Yeditepe’nin Sait Faik’e ayrılmış işbu özel sayısında yayımlanmış olması (anlaşılıyor ki Turgut Uyar’ın “Göğe Bakma Durağı” adlı şiiri Sait Faik’le ilişkilendirilmiştir ya da Sait Faik’e ilişkindir) ve Orhan Kemal ile Sait Faik’in Burgaz Adası’nda (Kalpazankaya’da, sahilde… Anlaşılıyor ki Orhan Kemal ve Sait Faik birbirlerine düşman değildirler) çekilmiş bir fotoğrafı beni çoşkuyla doldurdu. (Zy)


***

***

1936 yılının soğuk bir aralık ayı gecesiiydi. İstiklal caddesindeki Petragot kahvesinde cadde tarafındaki pencereye yakın bir masada Cahit Sıtkı Tarancı, Baki Süha Ediboğlu oturuyorduk. Yahya Kemal’in o günlerde Foto Magazin‘de çıkan şiirlerinin güzelliği üzerinde Cahit Sıtkı’nın hayranlık dolu sözlerini dinliyordum. O sırada Sait Faik yanımıza gelip oturdu. Çakır keyif bir hali vardı. Yahya Kemal lâfını yarıda kesip:
-Ölüm kartviziti basan bu şairin methiyesinden bıktık birader! dedi
Cahit Sıtkı’nın şairce;
-Ölümü yaşamak kadar güzel anlatıyor, insanın ölesi geliyor! lafına kulak asmadı, ayağa kalkıp elimden tutarak bana:
-Haydi, kalk, gidelim! dedi.
(Parmakkapı’dan çıkıp, tramvayla Nişantaşı’na Suphi Nuri İleri’nin evine giderler. Evde misafir olan genç bir şair Yahya Kemal’in “Rintlerin Ölümü” adlı şiirini okur.)
Suphi Nuri İleri:
-Doğrusu güzel bir şiir. Güzel, ama hiçbir cazibesi olmayan, insanı allak bullak eden o iç zenginliklerinden yoksun, mermer kadar duygusuz bir kadın gibi güzel. Hatta, mutfak duvarlarını kaplayan süt beyazı fayanslar gibi. Güzel, tertemiz, ama ne yazık ki hiçbir mânası yok. Yahya Kemal’in bu şiiri de öyle. Hemen hepsi de öyledir, diyebiliriz.
(…)

ŞERİF HULUSÎ

***


Haz
10
2010
0

Shakespeare And Company (Barış Yarsel)

“Shakespeare & Co’ya ait bir damga…”

*

Futuristika taifesinden Barış Yarsel, Paris’in en ünlü kitapçısını ziyaret etmiş…
Bkz: https://www.futuristika.org/trend/gezimekan/kitapci-degil-mabed-shakespeare-co

Haz
10
2010
0

Gösteri Toplumu

32.
Toplumdaki gösteri, somut bir yabancılaşma imalatına tekabül eder. İktisadi yayılma, esas olarak bu özgül endüstriyel üretimin yayılmasıdır. Kendisi için hareket eden ekonomiyle birlikte gelişen şey, bu ekonominin başlangıçtaki çekirdeğinde bulunan yabancılaşmadır.

33.
Ürettiği şeyden ayrılmış olan insan, kendi dünyasının bütün ayrıntılarını daha güçlü bir şekilde üretir ve böylece kendini dünyasından giderek daha fazla ayrılmış hisseder. Yaşamı kendi ürünü olduğu ölçüde yaşamından ayrı düşmektedir.

34.
Gösteri, öyle bir aşamasındaki sermayedir ki imaj haline gelir.

(…)

44.
Gösteri, sürekli bir afyon savaşıdır; malları metalar ile, kendi yasalarına göre giderek büyüyen ayakta kalma mücadelesini tatmin ile özdeşleştirmeyi insanlara kabul ettirmeyi hedefler. Fakat eğer tüketilebilir ayakta kalma mücadelesi sürekli büyüyen bir şey ise bunun nedeni ayakta kalmanın mahrumiyeti daima kapsıyor olmasıdır. Eğer giderek büyüyen ayakta kalma mücadelesinin ötesinde hiçbir şey yoksa, eğer bu büyümenin durabileceği hiçbir nokta yoksa, bunun nedeni bu büyümenin mahrumiyetin ötesinde olması değil, tam tersine zenginleşmiş mahrumiyet olmasıdır.

Guy Debord
Gösteri Toplumu, Çev: Ayşen Ekmekçi-Okşan Taşkent, Ayrıntı Yay., 2. Baskı, 2006

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Haz
10
2010
0

Yitiksiz (Turgut Uyar)

Bkz: https://www.ykykultur.com.tr/kitap/?id=2245

Biliyorsunuz bütün kapıları omuzladım
Kimini açtım kimini açamadım
Bütün gemileri dolaştım limanlarda
Hepsi rıhtımlara bağlıydılar
Bütün adalar yitikti

Turgut Uyar

Haz
09
2010
0

Yedinci Yıl

“Sonrasızlık” adıyla yola çıkıp Ağustos 2009 itibariyle adını “Evvel” olarak  değiştirdiğim ve şu an okumakta, takip etmekte bulunduğunuz bu büyük betiği (aksak kolajı) yayımlamaya/oluşturmaya başlamamın üzerinden tam yedi yıl geçmiş…
Kuzey Yıldızı Edebiyat Dergisi günlerinin ardı sıra Sonrasızlık Fanzin’i, Puşt Ahali Edebiyat Platformu’nu, Puşt Ahali Tarifesi’ni (P.A.T!’ı), 491’i, poetik bildirileri, Taş Uçak’ı, görsel işleri, değinileri, duyuruları, anlatıları, şiirleri, dizeleri, ifşaatları, lobutları, buluntuları, efemeraları, Ece Ayhan, İlhan Berk, Kuzgun Acar, Kerim Çaplı, Yavuz Çetin, Sait Faik, Oruç Aruoba gibi hususi ilgileri,  alıntıları, etkinlikleri, tartışmaları, incelemeleri, kitapları, Kadıköy’ü, söyleşileri, izlenimleri, deneyimleri, sahafları, e-kitapları, dergileri, sokak sanatını, dilbilimi, paylaşımları, mücadeleleri ve tüm bunların etrafında yer alan insanları (ve aksine insan olamayanları, o muhterisleri) kısacası her şeyi -ama her şeyi- aklıma getirdiğimde sözkonusu yedi yıl bana yetmiş yıl gibi geliyor…
Bu kalabalık beni yoruyor ama mutsuz etmiyor. Aksine umut veriyor, zinde tutuyor… Ve bu yükün insanı insan eden akkor sahiciliğini yaşamım boyunca taşımaya, çoğaltmaya devam edeceğim.
Sonuçta, ölene kadar yazmaya kararlıyım, ama bunu kimseye önermiyorum. (Zy)

“Aksak Kolaj Nedir, Niyedir?”
ya da
“Tarihçe”

Çünkü,

bu kadar retoriğe ve kozmopolit yaşama karşın çelişkisiz bir bütün olmak çok zor artık. Bunu kabul etmeliyiz. Günümüz metinlerinde dizge, kurgu ve kronoloji yavaş yavaş değerini, işlerliğini yitiriyor. En başta bunu hissettim. Sonra da kendimi şurada buldum;  “çağrışımlar” ve “yan anlamlar”la ilerleyen, anlatmak yerine sezdirmeyi yeğleyen, “öncesi” ile “sonrası” yitmeye yüz tutmuş, nedensellik, planlama ve mühendislik güdüsü  azaltılmış -hatta yok edilmiş- bir şeyler (betik) oluşturulmalı… Ancak tümüyle de saçmacılık oynayamayız; yani “aksak” da olsa üç aşağı beş yukarı bir tını, bir duruş olmalı, sezdirilmeli… “Parçalar” olmalı ve araya “sus”lar konmalı… Bu garip betik, hangi edebiyat akımından ya da yazınsal türden, hangi eserden olursa olsun sadece fragmanlar tarafından oluşmalı… Metinler ve onların oluşturduğu kolaj, İlhan Berk’in deyişiyle “bir cehennem provası” gibi işlenmeli, seçilmeli… Bir adım daha ileri giderek, oluşturulan bu kolajın fragmanları da aksamalı, serbestleşmeli, yeni metinlerle, geribildirimlerle ve kesitlerle büyümeli, stokastik süreçler gibi, bir sarhoşun bir çizgi doğrultusunda yürümesi -aslında yürüyememesi- gibi ilerlemeli ve bütününe bakıldığında atonaliteye benzer bir şeylere(betik) ulaşılmalı…
İşte okuduğum, dinlediğim ve yazdığım metinlerin  arasından tuttum, “parçalar” aldım. Bunlar benim “yazın” sezgilerime ve  kafama  göre güzel “şey”ler; deyişler, söylemler, olaylar, dizeler, tümceler, haberler, karakterler… Sonra da onları buraya -bu blog sitesine- kaydettim. Aynı zamanda benim için büyük bir “alıntı defteri” varoldu. “Aksak Kolaj” fikri böyle çıktı; bir büyük “betik” oluşturmanın coşkusu –belki de özgürlüğü- tüm bunlar…  Ve bir akıl karışıklığı, bir yandan da “kayıt altına alma güdüsü”…
Daha önce (2003-2006) bu işi “sonrasızlık” adında basılı bir fanzin yayımlayarak gerçekleştiriyordum. Fanzin İstanbul/Kadıköy’de 100 adet basılıyor ve dağıtılıyordu. 2006′da internet üzerindeki yeni teknolojiyle (blog sistemiyle) birlikte  “sonrasızlık” adını verdiğim/dikiş attığım bu “aksak kolaj” daha büyük, sınırsız ve işlek hale geldi… Geribildirimlerin, yan metinlerin, açılımların da eklenebileceği bir “cehennem yeri” oldu.
Olsun da.

 

Not: “Sonrasızlık Fanzin”, Ağustos 2009′da adını “Evvel” olarak değiştirmiştir.

 

Vurgu Hamişi:
Kısacası, tüm dediklerim bir yana, büyük bir “betik” oluşturmak düşüncesinin coşkusu yüzünden oldu her şey.

*

Zafer Yalçınpınar (2003-2010)

Haz
07
2010
0

Ey nesneler deniziyle aramdaki solungaçlar…

Deniz, aşkta yaşanana benzer bir kendini aşmadır… Tıpkı sürrealist gibi, tıpkı “Aşk, önce, insanın kendi kendisinden çıkmasıdır” diyen Aragon gibi,  Saint – John Perse de aşkı, insan ile eşyaların ve tarihin tümünün arasında bir aracı (médiateur) bir dolayım (médiation) olarak görür:

“Ey nesneler deniziyle aramdaki solungaçlar…”  (S.J. Perse)

Roger Garaudy
“Gerçeklik Açısından Saint-John Perse”

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com