Nis
05
2010
0

“Mirror’ı Eksen Alarak Tarkovski İçin” (Semih Kaplanoğlu)

Miror’dan Bir Görüntü…

Semih Kaplanoğlu, 1988’de, Nisan Dergisi’nin 8. sayısında, Tarkovski üzerine bir metin kaleme almış… “Mirror’ı Eksen Alarak Tarkovski İçin” adlı işbu poetik metne  https://zaferyalcinpinar.com/tarkovski.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

*

Nis
02
2010
0

“Jack Dejohnette ile Konuşma”

Nisan Dergisi‘nin 1988 yılında yayımlanan 8. sayısından; Jack Dejohnette ile konuşma… Cemil Türün’ün çevirdiği söyleşiye https://zaferyalcinpinar.com/dejohnettesoylesi.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Hamiş: Nisan Dergisi’nden çeşitli çeviriler ve alıntılar, Nisan 2010 süresince Evvel Fanzin’de yer almaya devam edecektir. (Zy)

*

Nisan Dergisi’nin 1988’de yayımlanan 8. sayısının kapak görüntüsü.

Mar
28
2010
0

Yazarlar ve Caz

Julio Cortázar, trompet çalarken…

*

Nisan Dergisi’nin 1984’te yayımlanan ilk sayısındaki “Yazarlar ve Caz” adlı yazıya https://zaferyalcinpinar.com/yazarlarvecaz.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Michel Contat’ın bir önyazıyla derlediği ve Gila Parisian’ın Türkçeleştirdiği sayfalar arasında Paul Morand’ın, Julio Cortazar’ın, G.  Bataille’in, J. Cocteau’nun, James Baldwin’in ve Sartre’ın cazvari metinlerinden çeşitli alıntılar yer alıyor.

Mar
28
2010
0

“Nisan Dergisi” ve Sıkı Dergiler

Sessizlik suikastına ve “sessiz yığınların gölgesi”ne maruz kalan bazı “sımsıkı” dergiler vardır. Hakkında sımsıkı susulan bu sımsıkı dergilerin en güzel örnekleri 80’lerde ve 90’larda yayımlanmıştır. Araştırmalarım sonucunda, Tayfun Pirsemioğlu ile Serdar Işın’ın yayıma hazırladığı “Sokak”, Mehmet Güreli ve -gene- Serdar Işın’ın yayıma hazırladığı “Nisan”, Turgay Özen ile Ahmet Soysal’ın yayıma hazırladığı “Beyaz” adlı bu “sıkı” dergilerin sessizlik suikastına maruz kalan dergiler içerisinde en önemlileri olduğunu söyleyebilirim. Gerek kadro, gerek çeviri ve içerik dengesi, gerek işlediği konular, gerek yayımladığı şiirler, metinler, gerekse de grafik tasarım özellikleri açısından söz konusu dergilerin döneminde yayımlanan diğer dergilerden çok daha üstün ve “sahici” olduğu aşikârdır. (Bu üstünlükle doğru  orantılı olarak sessizlik suikastına maruz kalmışlardır zaten…) İşbu “sıkı” dergiler “haksızlığın sonsuz arsızlığı” olarak kavramlaştırabileceğimiz birçok olguya hâlâ maruz kalmaktadırlar. Örneğin, Mehmet Can Doğan,  1909-2008 yılları arasında yayımlanmış bazı dergileri incelerken Beyaz, Nisan, Sokak adlı dergileri -nedense!- “es” geçmiştir. 80’ler şiiri ya da dergileri üzerine kaleme alınmış, başlıklanmış ve  miktarı nerdeyse 10000’i bulmuş şunca “yazı, yazar, dergi, editör, soruşturma, söyleşi, dosya konusu”na ve bunların oluşturduğu cürufa baktığınızda da söz konusu “sıkı” dergilerin -bile bile- “es” geçildiğini fark edersiniz. 90’ların sonunda ve günümüzde yayımlanan, iktidar ya da gaddarlık karşıtı olduğunu iddia eden özgür neşriyatların da mevcut sessizlik suikastına paydaş olması, Nisan, Beyaz, Sokak gibi dergileri ele almaması, bu dergilerin fanzinler tarafından da “es” geçilmesi ilginçtir. (Bu durum beni, 2009’un sonunda, denizaltı edebiyatı bildirisine götürmüş, bırakmıştır.)
Şimdi, günümüzdeki fotoğraf böylesine amorflaşmış ve “sözde demokratik bir köylü kurnazlığı” çerçevesiyle süslenerek özel bir cehalet tipolojisine dönüşmüşken ve –ne yazık ki- “bir garabet oligarşisi atı alıp Üsküdar’a geçmişken”,  tüm bunlara karşı/rağmen, Nisan, Sokak, Beyaz gibi sıkı dergilerden söz etmek ve Evvel Fanzin kapsamında bu dergileri işaret etmek yerinde olacaktır. Aymazlar ayılsın diyedir, önümüzdeki günlerde (Nisan ayı boyunca) “Nisan Dergisi”nden birçok yazıyı ve çeviriyi Evvel Fanzin’e alıntılamayı doğru buluyorum.

Sahicilikle
Zafer Yalçınpınar

Mar
22
2010
0

Stefan Zweig’ın Mektupları’ndan…

Buenos Aires, 30 Ekim 1940

Dün İspanyolca ilk konferansımı epeyce güçlükle verdim. 1500 kişilik salona öyle bir saldırdılar ki, üç bin kişi doldu ve polisin karışması gerekti. Öbür gün aynı konferansı tekrarlayacağım. Salonun hemen hemen bütün yerleri bugünden satıldı. Avrupalı bir yazarın İspanyolca konuşması burada heyecanlı bir olay sayılıyor. Dinleyiciler öylesine kendilerini vermişlerdi ki, çıt çıkmıyordu. Sonunda beni okuma odasına kapattılar dinleyicilerin saldırısından korumak için. Kendimi bir tenor sandım. (…)
S.

New Haven, 3 Mart 1941

Sevgili F.,

Uzun yazamayacağım. Dışarısı buz gibi soğuk ve odam cehennem gibi ısıtılmış. New York’ta önemli işim vardı, ama geri bıraktım. Buranın kitaplığında hem rahatlıyorum, hem de teselli buluyorum. Epeyce hüzünlüyüm. Sersemce iyimser kişilere rastlamamak iyi geliyor. Önümüzdeki haftalarda Avrupa’da neler olacağını müthiş bir açıklıkla görüyorum şimdiden. Bütün tarihin en korkunç yılı olacak. Kendini doğrudan doğruya ilgilendirmeyen şeyleri umursamayanlar da -çoğu insanlar böyleydi- şimdi dehşetli acı çekecek. Neler olacağını biliyorum ve bundan ötürü de, aklım başımdan gidiyor.
Şu sıra ikinci planda ve küçük bir çalışmaya (bilimsel de denebilir- Amerigo Vespuci) kendimi vermiş olmam iyi. Başka bir iş başaramazdım. Bunu seçtiğim iyi oldu. Gelmek isteyenler var ama, ben pek azıyla görüşüyorum. Böyle bir ruh halinde kimselere görünmek istemiyorum.

Sevgiler
S.

Stefan Zweig’ın Mektupları
Çev: Burhan Arpad, Düşün Yayınevi, 1983

Mar
21
2010
0

Eşraf Tekerlemesi (Oktay Rifat)

Oktay Rifat’in “Aşağı Yukarı” adlı şiir kitabının ilk baskısı… (1952)
Kapak: Füreya (Kılıç)

Eşraf Tekerlemesi

(…) Boylu mu boylu/ kürkünü giymiş/ tüylü mü tüylü
Astığı astık/ kestiği kestik /apışıp kalmış /Mustafa Mıstık

Domuzun dölü / deli mi deli / curnal yazıyor /akşam üzeri
Yazdığı yazdık / çizdiği çizdik / bir uzun âdem/ kafası bızdık

Köpeğin piçi / avcı mı avcı / bir tüfek almış / burnumda ucu
Attığı attık / tuttuğu tuttuk / iki mum yaktık / seyrine baktık

Oktay Rifat
“Aşağı Yukarı”, Yeditepe Yayınları, 1952

Mar
19
2010
0

Kuzgun Acar’ın İlk Yapıtı, Bir Yorum, Bir Soru ve İki Not!

Kuzgun Acar’ın ilk yapıtı olan “Palyaço”
(Ertel Ailesi Koleksiyonu’ndan…)

Kuzgun Acar’ın İlk Yapıtı, Bir Yorum, Bir Soru ve İki Not!

Grafik sanatımızın ünlü ismi Mengü Ertel ile Kuzgun Acar’ın yakın dostlukları İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde başlar ve Kuzgun Acar’ın göçüne kadar verimliliğini sürdürür.
Borges Defteri’inde yayınladığımız Kuzgun Acar yapıtı onun yaratıcı ellerinden çıkmış ilk heykelidir (Ertel ailesinin aktardığı bilgiler doğrultusunda).
Yapıt Kuzgun Acar tarafından Mengü Ertel’e hediye edilmiş ve şu an Ertel ailesinin koleksiyonunda özenle korunuyor. Kuzgun Acar’ın ilk yapıtı olarak gördüğümüz heykel üzerine çok şeyler yazılabilir, ilk bakışta bir yanılgıya sebebiyet vererek (ki yapıtın ilk çekim ve kuvvet noktasıdır) sanki Auguste Rodin’in ünlü yapıtı Burjuva Heykelleri’ne başka bir enlemden göndermeler taşıyor ama biraz daha dikkatli odaklandığımızda gitmemiz ve varmamız gereken menzili işaretliyor. Binlerce yıllık bir heykel geleneğinin zemininden yükselen yeni bir yaklaşım, kavrayışın habercisi gibi ona odaklanan gözlerin hafızasına yerleşiyor. Bu yapıtı Kuzgun Acar yapıtlarından ayıran nokta sadece malzeme kullanım farklılığı değil, bir gövdenin bütün olarak tüm antik heykel atölyelerine asimetrik bir vurgu yapmasıdır, söylenecek sözlerin, oluşabilecek anlam katmanlarının henüz sonuna gelinmediğini müjdeleyen çok önemli bir yapıttır. Bütün uygarlık katmanlarının arasından süzülerek modern zamanlardan insan ve varoluş sorununa karşı yanıt değil sorunun merkezi gibi duruyor.
Adeta Anadolu’nun bir başka Zümrüdü Ankası Rumi’nin dizesinden çıkıvermiş bir gövde görüntüsünde:
“Çok uzaklardan yürüyen bir adam gibiyim ben.
Çok uzaklardan geçen bir hayal gibi,
yok da sayılmam.. var olan bir şeyim ben..
şimdi, ben bensiz geleyim
sen ise
sensiz gel..”
Kuzgun Acar’ın bütün dönemleri ve yapıtlarının mihenk taşıdır gördüğümüz heykel. Firarı bir zaman diliminden akrep ve yelkovanın donuk anından, kor ve ateşte özenle kapatılan bir mektubu andırıyor. Başlanıp ama tamamlanmamış ve bir gün mutlaka tamamlanacak öznel ve dokunaklı öykünün ilk işaret taşıdır. Yapıtın kendisi kadar gölgesi ve ne kadar çok yaşlanıp ama hiç yaşamayan insan öyküsünü kendi sessiz bakışına kilitlemiş. Çığlıktan eser yok ve yaşarken hatta göçerken “tek başınayız” gibi bir ses de duymanız olası değil ama galiba o itinalı bakıştan ‘içimizdeki hayvanlara yazık ediyoruz’ gibi bir mana damlası suretimize konuyor..
meğerse “görüş” günümüz,kısmet bugüneymiş diye not düşüyoruz iç sayfalarımıza..
“ sen bizim tıpkımızsın ey can
-amma yaptın, dedi
O da ne demek?
Şu gördüklerin hep ben’im
-Yoksa, dedim, sen o musun?
Sus dedi, Sessiz ol
Benim ne olduğum dedi, dile gelmez.
-Öyleyse, sana dilsiz, dudaksız konuşan biri işte…”- Rumi

Kuzgun Acar’la, yapıtlarıyla dilsiz, dudaksız konuşmak gerek,
Sen ey temaşa sekisinde bekleyen varlık,
durma yine konuş onunla:
hoş geldin sevgili Kuzgun Acar’ımız..hoş geldin. ”

Cavit Mukaddes
18.03.2010-İstanbul

 

Borges Defteri’nden Önemli Not: Yapıtı hepimizle paylaşan Ertel ailesine ve özellikle Sn. Murat Ertel’e (Babazula Müzik grubundan) teşekkür ediyoruz. Murat beyin verdiği bilgilere göre Kuzgun Acar adına girişilecek bir müze oluşturma çabalarına bu çok önemli yapıtı bağışlayarak katkıda bulunmak istediklerini bildirdiler, bilgiyi sanat ortamımızla paylaşmayı uygun gördük. Son müzayede işleminde 22 Kuzun Acar yapıtını satın alan koleksiyon sahibine(kim-kimler olduğunu henüz bilmiyoruz???- bu da başka bir garabet) buradan duyurulur. Kalcı ve bu ülkenin gelmiş geçmiş en büyük heykel sanatçılarından birine karşı bir kez, sadece bir kez “ahde vefa” diyerek ve yaşadığı sürece uğradığı haksızlıklar ve göğüslediği onca acıyı az biraz kavrayarak ve hatta akla ve de insafa yakışacak biçimde onun adına ve ona yakışacak nihai adımın atılması (Kuzgun Acar Müzesi) sanat tarihimiz, gelecek kuşaklar adına düşünmemiz gereken en yaşamsal alanlardan bir tanesidir. Kuzgun Acar gibi dünya heykel sanatında kendine özgü yeri olan bir sanatçı bu devasa ve meçhul dağınıklığı asla ve asla hak etmiyor.
Herkesi duyarlılığa davet ediyoruz.
Ama en çok 22 Kuzgun Acar yapıtını haraç-mezat akçe uğruna feda edenlere sitem ediyoruz.
Sanki “başka” bir yaklaşım tarzı hiç yoktu, üstelik bunu kime karşı yaptılar? Hiç farkındalar mı?

Evvel Fanzin’den Önemli Not: İşbu yazı Borges Defteri‘nden alıntılanmıştır. Cavit Mukaddes’in işaret ettiklerini etimizde ve kanımızda hissettik! Katılıyoruz! Kuzgun Acar ve sanatı yıllarboyu araştırılacak ve incelenecek derinliktedir, önemdedir. Kuzgun Acar, bir denizaltıdır. Sıkı yontucu Kuzgun Acar’ın devrimci tiyatro için yarattığı masklar, sanat kâhyalarının veya sanat hamilerinin toplu fotoğraflarına hapsedilemez!

Şu sözleri herkes aklına mıhlasın:

“Kuzgun Acar gibi dünya heykel sanatında ‘sıkı’ yeri olan bir sanatçı bu devasa ve meçhul dağınıklığı asla ve asla hak etmiyor!”
“Herkesi -ayağa kalkarak- Kuzgun Acar’ın eserleri konusunda duyarlılığa ve haklılığın inadına davet ediyoruz!”
“22 Kuzgun Acar yapıtını haraç-mezat akçe uğruna feda edenlere ya da bu eserleri sanat kâhyalarının veya sanat hamilerinin toplu fotoğraflarına dahil edenlere sonsuz karşıyız!”

***

Kuzgun Acar’ın eserlerinin satışıyla ilgili olarak şu adreslere de ayrıca bakınız:

https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=2277

https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=2247

*

Mar
13
2010
1

Sanatın İnsan(sız)laştırılması

(…)Şimdi dikkat buyrulsun: Bu noktayı iyice aydınlatmamızda yarar var. Sanat yapıtının kimi zaman gönderme yaptığı ya da sunduğu insani olaylar karşısında mutlu olmak ya da üzülmek, gerçek sanatsal zevkten çok ayrı bir şeydir. (…)
Pek basit bir bakış açısı sorunudur bu. Bir cismi görebilmez için görme aygıtımızı belli bir biçimde ayarlamamız gerekir. Eğer görüş ayarımız yerli yerinde değilse, cismi doğru dürüst göremeyiz ya da tümüyle gözden kaçırırız. Okur bir pencere camının ardından bir bahçeye baktığımızı düşünsün. Gözlerimiz öyle uyarlanmıştır ki, görüş açımız camda durmayarak ötesine geçer, dalları, çiçekleri kucaklar. Bakışımızın hedefi bahçe olduğundan, görüş açımız ona yöneliktir,, camı hiç görmeyiz. (…) Ama sonra bir çaba gösterip bahçeyi seyretmekten vazgeçerek bakışlarımızı camda toplayabiliriz. O zaman bahçe gözümüzden kaybolur, ancak cama yapışmış gibi duran bazı karışık renk lekeleri görürüz. (…)
Geleneksel tabloda yer alan nesnelerle birlikte yaşamayı hayal edebiliriz. Bir alay İngiliz Gioconda’ya âşık olmuşlardır. Oysa yeni tabloda gösterilen şeylerle birlikte yaşamak olanaksızdır: Ressam onlardan yaşanmış gerçek görünümü çekip alırken, bizi alıştığımız dünyaya iletebilecek köprüyü yıkmış, gemileri yakmıştır. (…) Önceden  hiç hazırlığımız yokken, alışkın olduğumuz o nesneleri yaşayışımızdan farklı bir tutum oluşturuvermek durumunda kalırız; alışılmadık figürlere uygun düşecek yepyeni davranışlar yaratmamız gerekir. İşte o yeni yaşam, önce doğal yaşamımızı silip yok ettikten sonra icat ettiğimiz o yaşam, sanatı anlamanın ve zevkine varmanın ta kendisidir. Duygudan ve tutkudan yoksun değildir, ancak hiç kuşkusuz, o duygular ve tutkular bizim ilk ve insani yaşamımızın doğasını kaplayan ruhsal bitki örtüsünden çok ayrı bir bitki topluluğundandırlar. O nesne-ötesi şeylerin bizim içimizdeki sanatçıda uyandırdıkları ikincil coşkulardır.(Ultraismo’lardır.)(…)
Halk kitleleri sanır ki gerçeklerden kaçmak kolay şeydir, oysa dünyanın en güç işidir.(…) “Doğal”ın kopyası olmayan, yine de belli bir tözlüğü bulunan bir şeyi yapılandırmak sanatçıya çok yüce bir yeteneğin bağışlanmış olmasını gerektirir. (…) Eğer sınırlarını genişletme yolunda müthiş bir atılımla şahlanması olmasa, yaşamın pek önemi kalmazdı. (…)
Geçen yüzyılda şair olmayı isteyen ilk kişi Mallarmé oldu. Kendi söylediğine göre, “doğal gereçleri yadsıdı” ve insani hayvan ve bitki topluluğundan ayrı, ufak lirik nesneler oluşturdu. (…) Eğer bir kadından söz ediliyorsa o “hiçbir kadın”dı, eğer bir saat çalarsa “kadranda yer almayan saat”ti. (…) Ancak tek bir şey: gözden silinmek, buhar olup uçmak, lirik girişimin gerçek başkişileri olan sözcükleri havada tutan, kimin olduğu belirsiz bir sese dönüşüp yok olmak. O kimin olduğu bilinmeyen, dizesinin sesçil tabanından başka bir şey olmayan mutlak ses, çevresindeki insandan kendini soyutlamayı bilen şairin sesidir. (…)
Günümüzde şiir, eğretilemelerin yüksek cebiridir.
Eğretileme herhalde insanoğlunun elinde tutuğu en verimli güç olmalı. Etkisinin büyüklüğü neredeyse mucizeye yaklaşır ve tıpkı hastasının karnında neşter unutan dalgın bir cerrah gibi, Tanrı’nın yarattıklarından birini biçimlendirirken içinde unutmuş olduğu  bir yaratıcılık gerecine benzer.
Tüm öteki güçler bizi gerçeğin, zaten varolanın içine tutsak ederler. Yapabileceğimizin en fazlası bazı şeyleri başka şeylere katmak ya da çıkarmaktır. Yalnızca eğretileme kaçış yolunu açar bize ve gerçekte varolan şeyler arasında düşsel kayalıklar yaratır, tüy gibi hafif adalar yeşertir. (…) Bu yakınlarda genç bir şairin yapıtlarında okudum, yıldırım bir marangoz cetveliymiş, kışın yaprakları dökülen ağaçlar da gökyüzünü temizlemek için birer süpürgeymişler. Lirik silah böylece doğal nesnelere karşı harekete geçiyor, ya yaralıyor onları, ya da öldürüyor.
(…) Yeni sanatın birbirinden en uzak görünen biçimlerini birleştiren bağlantı bu işte. Eğretilemeyle gerçekliğin ötesine geçerken de, gerçekliğin içinde dolanmak diye adlandırabileceğimiz biçimde de, dışavurulan şey hep o aynı olaydır: gerçeklerden uzaklaşma, gerçeklerden kaçış. Şiirsel yücelişin yerini, doğal bakış açısının düzeyinin altına iniş de alabilir. Gerçekliği doruğuna çıkarmak için onu nasıl aşmak gerektiğinin –bu iş için büyüteç elde, yaşantının mikroskopik olaylarını izlemek yeter- en iyi örnekleri Proust, Ramon Gomez de la Serna, Joyce’dur. (…)
Önceleri eğretileme bir gerçeğin çevresinde yer alıyordu; süsleme, çerçeve ya da koruyucu örtü gibiydi. Şimdi işler tersine dönmüştür: Eğretilemenin, şiir dışı ya da gerçek destek olmadan silinerek yapılmasına çalışılmakta, eğretilemenin kendisi şiirsel nesne’ye dönüştürülmek istenmektedir. Estetik sürecin böylesine teryüz edilişi bir tek eğretileme işlemine özgü değildir, tüm düzlemlerde, tüm olanaklarla gerçekleştirilmektedir, hatta bugün yapılmakta olan her türlü sanatın ağırlıklı eğilimler olarak genel çehresi durumuna gelmiştir.

José Ortega y Gasset
“La deshumanización del arte”

1925

Mar
08
2010
0

“Solucanları, sülükleri şımartmayalım.” (Feyyaz Kayacan)

Feyyaz Kayacan’dan senarist Ziya Metin’e,
“Solucanları, sülükleri, şımartmayalım” ithafıyla imzalı…
Tarihsiz.

*

Kaçıncı yüceliği bu
Tek heceli bilginliğin?

Yalvaçlarını ışıldatıp dururlar
Kibrit kutularında.

Biz subaşına oturmuş
Gölgesini tasarlıyoruz bir yaprağın.

Yaprağı bulursak gecikir mi ardından
Okul kitaplarında
Kuş açan ağacın gövdesi?

Feyyaz Kayacan
“Benim Örümceğim Başka” adlı kitabından…

Şub
25
2010
0

“conscience onirique”

Kıymetleri mukayese etmenin tamamile aleyhinde olmakla beraber, herhalde bir itiyat neticesi, Sait Faik’i okuduğum ecnebi muharrirlerden bazısına benzetmek istemişimdir. Buna rağmen doğrusunu söyliyeyim, neticede onu hiç kimseye benzetemedim. Sait Faik kendi ismi içinde mahsur kalacaktır. Hele bizde son zamanlarda onun bazı “rate” taklitleri türemekle beraber muhakkak ne kendisinden evvel ve ne de sonra ona yakın kimse gelmedi.
Sait, uyuşuk ve donuk gibi görünen bir kalıp içinde korkunç bedbinlikler ve acı bir melal taşır. Bununla beraber kayıtsız görünmek ister.
Sait Faik’in nüvelerinde yalnız insanlar değil, kediler bile “morbide” bir yaradılıştadır, buna rağmen o, bu şahsiyetlerin maraziliklerini göstermeğe, çalışmaz; onlar kendi kendilerini gösterirler, tahlil ederler. Sait Faik, yazdığı şeylerle alâkası yokmuş gibi durur, halbuki bütün yazılan münhasıran kendisini anlatır. O, bir “conscience onirique” içinde, daima rüya gören bir adam gibidir. Onun en çok sevdiğim tarafı da için için kendisiyle alay etmesidir (Şehri Unutan Adam) da, (Ölü) de koyu bir “spleen” İçinde bunalmış, şaşkın, muztarip bir Sait Faik vardır; bununla beraber kendinin bu haliyle alay eden bir Sait Faik..
Bazı muharrirler vardır ki yazılarını sevip okumuşumdur ve geçip gitmişimdir; halbuki Sait Faik’in okuduğum hikâyeleri daima tesirini duyduğum müstesna şeylerdir.

Asaf Halet Çelebi
Küllük Dergisi, Sayı:1, 1940

Şub
24
2010
0

İlhan Berk için Önsöz (Kenneth White)

Kenneth White tarafından kaleme alınan “önsöz”e https://zaferyalcinpinar.com/ilhanberkonsoz.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.  “Önsöz”, Argos Dergisi’nin 1989 yılında yayımlanan 7. sayısında yer almıştır. Kenneth White’ın yazısı İlhan Berk’in Fransızca’ya çevrilen kitaplarından birine önsöz olarak düşünülmüştür.

Şub
20
2010
0

Francis Picabia ve “391” ve bir ihtimal “491”

Francis Martinez Picabia hakkında çeşitli bilgilere ve 1917’de yayımlamaya başladığı “391” adlı derginin görüntülerine https://zaferyalcinpinar.com/picabia391.pdf adresinden ulaşabilirsiniz.

Duygusal Hamiş:
Bu karanlık, döneklik, arsızlık ve retorik dolu ikibinlerde “insan” olanın (insan olarak kalmayı başarabilenin) içinden  “491” adlı sıkı bir neşriyat çıkarmak geliyor. Ama işte, bu neşriyata -her anlamda ve görüngüde-destek olacak o sıkı taife nerde, hangi işlerle veya işsizliklerle uğraşıyorlar? İşimize ya da işsizliğimize değil de göğe bakacaktık hani? Kimbilir, belki yarın, belki de seneye…
Sonuçta, gelmeyecek olanı çağırıyorum;
“Ey 491! Ben burdayım, sen nerdesin?”
Hâlâ bekliyoruz ki zaten bekleyelim ve görelim, neler olacak…

Zafer Yalçınpınar

Şub
19
2010
0

Seni ve Yazdığım Üç Kitabı Kazandım… (Tezer Özlü)

Deniz Kıral (Tezer Özlü’nün kızı) 1985 yılının Aralık ayında annesine
bir dizi soru yöneltir. Tezer Özlü kızının sorduğu soruları
duyarlılık ve içtenlikle yanıtlar… Borges Defteri taifesi tarafından 22 Şubat 2009’da yayımlanan bu özel söyleşiye ve arşiv çalışmasına https://zaferyalcinpinar.com/tezerozlu.pdf adresinden ulaşabilirsiniz.

Şub
17
2010
0

“Celal Bey’in Albatros’u Uçup Gitti” (Oruç Aruoba)

Argos Dergisi’nin 1990 yılı 25. sayısında yayımlanan “Celal Bey’in Albatros’u Uçup Gitti” başlıklı yazıya https://zaferyalcinpinar.com/albatrosalmanak.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. Yazıyı Oruç Aruoba kaleme almış…

Şub
16
2010
0

Antonin Artaud’un Senaryoları

Artaud’un kaleme aldığı “Moğolistan Sınırındaki İki Ulus” ve “18 Saniye” adlı iki senaryoya https://zaferyalcinpinar.com/artaudsenaryo.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. Uğur Ün’ün çevirdiği senaryolar Gergedan Dergisi’nin “Gerçeküstücülük Özel Sayısı(1987-6)”nda yayımlanmıştır.

Şub
15
2010
0

Bir Üçüncü Gerçeküstücülük Manifestosu ya da Başka Şey İçin Ön Kavramlar (André Breton)

Gergedan Dergisi’nin 1987’de yayımlanan 6. sayısında (Gerçeküstücülük Özel Sayısı’nda) yer alan çeviriye https://zaferyalcinpinar.com/breton3.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. Breton’un manifestosunu Ragıp Ege çevirmiş.

Şub
12
2010
0

Biter miyiz?

“Gitarın Asi Çocukları” adlı projede yer alan ve Yavuz Çetin‘e ithaf edilen  “Biter miyiz?” adlı sıkı şarkıya https://zaferyalcinpinar.com/bitermiyiz.mp3 adresinden ulaşabilirsiniz. “KAYGI” adlı sıkı grubun bu kaydında gitarlar Süleyman Bağcıoğlu’na ait… Şarkının bestesi ise, sanıyorum, Armağan Sönmez’e ait…

Şub
11
2010
0

Kendi Kendinin Sürgünü (İlhan Berk)

Milliyet Sanat Dergisi’nin  12 Aralık 1977 tarihli 255. sayısında yayımlanan “Kendi Kendinin Sürgünü” adlı yazıya https://zaferyalcinpinar.com/ilhanberksurgun.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. İşbu yazıda İlhan Berk, sürgünlüğünü, kendine olan sürgünlüğünü anlatıyor…

Hamiş: “Evvel Fanzin” kapsamında yer alan, İlhan Berk konulu yazıların ve buluntuların tümüne https://zaferyalcinpinar.com/blog/?tag=ilhan-berk adresinden ulaşabilirsiniz.

Şub
09
2010
0

Paris’te Bir Mezat Ya da Fikret Mualla’nın Serüveni (Abidin Dino)

Abidin Dino’nun kaleme aldığı ve Milliyet Sanat Dergisi’nin  12 Aralık 1977 tarihli 255. sayısında yayımlanan yazıya https://zaferyalcinpinar.com/dinomualla.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Şub
09
2010
0

Orhan Kemal’den Kemal Sülker’e…

Seçilmiş Hikâyeler Dergisi’nin 1951’de yayımlanan “Orhan Kemal” konulu özel sayısının, Orhan Kemal tarafından Kemal Sülker’e imzalı nüshasıdır. Kitap, Zafer Yalçınpınar koleksiyonundandır.

Şub
03
2010
0

Kuzgun Acar’ın Vefat İlânı (1976)

13 Şubat 1976 tarihli Milliyet Sanat Dergisi Kapak Görüntüsü

***

*

Kuzgun Acar’ın vefatına ilişkin ilânlar…

***

Kuzgun Acar’ı saygıyla anıyoruz…

*

Ayrıca bkz: https://www.kuzgunacar.com/yasami.htm

Şub
02
2010
0

Kuzgun Acar’ın Maskları

Kuzgun Acar’ın masklarının görüntülerine
https://zaferyalcinpinar.com/kuzgunacar.pdf
adresinden ulaşabilirsiniz.

***

“1984 yılında Paris’te, Kuzgun Acar’ın maskelerini ilk kez görmüştüm. Mehmet Ulusoy tarafindan sahnelenen Kafkas Tebeşir Dairesi(Brecht) adlı oyun için ürettiği maskeleri oyun sahneye koyulurken görüyordum.Yakın dostum Simon Telvi, Ulusoy’un asistanı idi. Bu maskeleri elime de almıştım. Aynı zamanlar içinde, bir kez, atölyemde, hatıramda kalan bir maskeden bu suluboyayi yapmıştım. Kollar ve ayaklar çataldan, başın üstünde kaşık olan maskeden bahsediyorum. Acar’in maskeleri beni çok heyecanlandırmış ve tesir etmişti.” (Paris’ten, Ody Saban)

***

Şub
02
2010
0

Kuzgun Acar hakkında kupürler…

Kuzgun Acar hakkında basında yeralan bazı kupürlere https://www.kuzgunacar.com/basindan.htm adresinden ulaşabilirsiniz.

Şub
02
2010
0

Kuzgun Acar Paris’te… (1961)

(…) Kuzgun Acar, bir şakası anımsandı mı ardından bir başkası anlatılanlardandı. 1961 yılında Genç Sanatçılar Bienali’nde birincilik kazanınca ilk kez Paris’e gidişlerini anlatmıştı bir arkadaşımız. Havaalanında (daha bizde pek benzeri olmayan) güvenlik kapısından bir türlü geçemiyorlar. Çünkü Kuzgun habire ötüyor. Kuzgun’un sırtında parasızlıktan kendi uydurduğu bir kılık, cübbe ile harmaniye arası bir şey var, boynunda takı gibi bir şeyler, kuşağı da püsküllü. Her ötüşte takılarından, kılığından bir şeyler eksiltiyor. A-ah! Yine çıngır mıngır ötüyor. Adamlar iyice sinir durumdalar. Bu sinirin biraz da Kuzgun’un rengine ve kılığına olduğu sanılıyor. Kuzgun’un yanındaki arkadaş neredeyse ağlamak üzere. Kuzgun kahkahalarla “Söyle şunlara” diyor “Boşuna aramasınlar, ben bugün ıspanak yedim, onun demiri ötüyor.” (…)

Sennur Sezer, 2004

***

Milliyet Gazetesi’nden Kuzgun Acar’a ilişkin 1961 tarihli bir kupür…

*

Paris Modern Sanatlar Müzesi’nde Kuzgun Acar’ın gerçekleştirdiği serginin davetiyesi… Kuzgun Acar, davetiyenin üzerine, Bige Berker’e ithafen çeşitli notlar  yazmış. (Kaynak: Murat Ural)

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com