Mar
13
2014
0

Kendini Anlatan: “Adanın Kış Geceleri”

 

*

“Adanın Kış Geceleri”
Heybeli Ada, 2014

Fotoğraflar: Z. Yalçınpınar

*

 

 

 

 

ayrıca bkz: kendini anlatan

*

Mar
11
2014
0

Berkin’im… Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek.

berk

Bkz: https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/49423/Berkin_imizi_kaybettik….html

“Gezi Parkı direnişi sırasında ekmek almaya giderken, polisin attığı gaz bombasıyla başından vurulan Berkin Elvan, 269 gün süren yaşam savaşını kaybetti.

Berkin’in ailesi Twitter’dan, “Halkımıza: Saat 07.00 Berkin Elvan’ı evladımızı kaybettik. Başımız sağolsun” ifadeleriyle acı haberi duyurdu.”

Cumhuriyet Gazetesi, 11 Mart 2014

Mar
08
2014
0

“Bence ölümün alternatifi hayat değil, hakikat.” (Michel Foucault)

Michel Foucault: (…)Batı şüphesiz Mallermé’yle birlikte yazının kutsal bir boyutu bulunduğunu, başlı başına bir etkinlik olduğunu, geçişsiz olduğunu öğrendi. Yazı kendi kendisinden yola çıkılarak kurulur; bir şey söylemek için, göstermek için, öğretmek için değil, sırf orada olsun diye. Bu yazı, şu an için bir bakıma dilin varlığının adeta anıtıdır. Kendi yaşanmış deneyimim açısından, yazının bana kendini bu şekilde sunmadığını itiraf edeceğim. Yazıya karşı neredeyse ahlaki bir güvensizliğim olmuştur hep. (s.28)

(…)

Yazma zevkini keşfedebilmem için yurtdışına çıkmam gerekti. İsveç’e gitmiştim ve iki seçenek vardı önümde: Ya İsveççe konuşacaktım ki çok az biliyordum, ya da İngilizce ki onu da konuşmakta çok zorlanıyordum. Bu dilleri iyi bilmemem haftalarca, aylarca, hatta yıllarca asıl söylemek istediğimi söylemekten alıkoydu beni. Söylemek istediklerimin ağzımdan çıkar çıkmaz gözğmğn önünde kılık değiştirdiğini, basitleştiğini, adeta küçük, komik kuklalara dönüştüğünü görüyordum. (s.29)

(…)Cerrah uyutulmuş bedende lezyonu bulur, bedeni kesip diker, ameliyat yapar; bunların hepsi suskunluk içinde, sözün mutlak yokluğu içinde olur. Sarf ettiği sözler, teşhis ve tedaviyle ilgili kısacık değinilerden ibarettir. Hekim tek kelimeyle hakikati söylemek ve reçeteyi yazmak için konuşur. Hiç şüphe yok ki  sözün bu klinik tıp pratiğinde işlevsel olarak çok değersiz olması, üzerimde uzun süre etkili olmuştur, bundan on-on iki yıl öncesine kadar söz benim için hep hava civaydı. (s.31)

(…) Söylem, şeylerle aramızda duran ve onları görmemizi engellemeyen saydam bir film değildir sadece, olanın ve düşünülenin aynası değildir sırf. Söylemin kendi kıvamı, kalınlığı, yoğunluğu, işleyişi vardır. Ekonomik yasalar gibi söylemin de yasaları vardır. Anıtlar gibi var olur söylem, teknikler gibi, toplumsal ilişki sistemleri gibi var olur. (s.32)

(…) Bence ölümün alternatifi hayat değil, hakikat. Ölümün beyazlığı ve ataleti içinde bulunacak şey, kaybedilmiş hayat ürpermesi değil, hakikatin titiz konuşlanmasıdır. (…) Yazmak, esasen başta görmediğim bir şeyi sonunda bulmamı sağlayan bir işe girişmektir. Bir inceleme, kitap falan yazmaya başladığımda nereye gideceğini, nereye varacağını, neyin doğruluğunu göstereceğini bilmem gerçekten. Neyi göstereceğimi ancak yazma hareketim içinde keşfederim, yazmak adeta yazmaya başladığım anda söylemek istediğimi teşhis etmektir. (s.37-38)

Michel Foucault
Güzel Tehlike (Söyleşi, 1968), Çev: Savaş Kılıç, Metis Yay., 2013

 

Mar
08
2014
0

Şiir: “Heybeli’de Kış Mevsimi” (Z. Yalçınpınar)

heybelidekis

(…)

martılarla
yükleyip
evimizi
gemilerle
adaya
çektik

3/
Ey hatırlamasız!
“sorun neydi yahu?”

4/
tek derdimiz şöyle;
denize sarınmak istiyoruz biz
dört kez sarılmak denizle
artık kandıramazsın bizi
dragos’un gece kolyesiyle

5/
çünkü göz göze bir açıklıkta
tüm şehirlerin kapanına karşıyız
adalardaki ağaçlar gibi
birbirimize özgürce
____________bağlıyız
(…)

Zafer Yalçınpınar
7 Mart 2014, İstanbul

Hamişler:

1. Şiirin tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/s108.html adresinden ulaşabilirsiniz.

2. Yalçınpınar’ın tüm şiirleri şurada yer alır: https://zaferyalcinpinar.com/siir.html

3. Fotoğraf:  Z. Yalçınpınar

Mar
04
2014
0

Tahayyül ve İmgelemin Özgürleşmesi Üzerine…

2013 yılının Şubat ayında, Poetika 2013 Odaklanmaları kapsamında Hande Edremit ile birlikte önemli bir söyleşi gerçekleştirmiştik. Söyleşinin odağını “tahayyül ve imgelemin özgürleşmesi” olarak belirlemiştik. İşbu önemli söyleşiden konuya ilişkin bazı vital bölümleri, 2015’te tamamlamayı düşündüğüm büyük analize dair ipucu vermek açısından aşağıda paylaşıyorum:

Z.Y.: “(…)tahayyül etmeye yöneldiğimiz şeyin yol açacağı meseleler, sanıyorum, önünde sonunda, şairin şiirine olan uzaklığıyla ilişkilenecek gibi geliyor bana… Ama bir şairin poetikasındaki ya da işte poetikadaki ontolojisini nasıl tanımlarız, nasıl başlatırız? Üstelik de tahayyül gücüyle birlikte sürekli genişleyen, yenilenen bir alan derinliğini (ya da Wittgenstein’ın ifadesiyle söylersek—bir “özel dili”) düşündüğümüzde, şair nereye, ne kadar uzaklıktadır? Onun imgelemi, imgebirimlere ayrıldığında hangi imge veya dize nereye, ne kadar uzaktadır? Bu imgebirimler geçişken/geçişli midir? Bir merkez var mıdır, yok mudur? Bu sorular karmaşasına çözüm bulmak için değil de, en azından “imgelemin özgürleşmesi” kavramına “yön” bulmak için, önce, şu biricik soruya bakalım:  İmge uzayı ve şairin şiir(sel) eyleyişi, mevcut dilin “t” anındaki sınırları açısından “içrek” mi, yoksa “aşkın” mı? Habermas, Lavinas, Weber ve tabii ki Kant (Bkz: Saf Aklın Eleştirisi) gibi düşünürler, tahayyülün değişkenliğini ve klasik bilgi teorisinin tersine olarak imgelemin “özel bir aşkınlık” gösteren varlığını (ontolojisini) araştırmışlardır. Etika ile poetika farkının -belki de birinin diğerine tercihinin- sorgulanarak, didiklenerek geçtiği koca bir yüzyıl bile vardır düşünce tarihinde… Bu doğrultuda düşündüğümüzde “görme”nin “içrek” bir bilgi teorisine sabitlendiğini, “bakış”ın ise “aşkın” bir imgelem pratiğiyle devindiğini söyleyebiliriz. “Bakışımıza sahip çıkmalıyız” ifadesini, bunlardan biraz daha farklı olarak, ama gene de doğru noktaya işaret ederek, anti-emperyalist bir eksende söylemiştim. Çünkü poetika kendini sınırsız kılarken, kapitalist ve endüstriyel unsurlar da P. Bourdieu’nun bahsettiği simgesel metalar ekonomisi gibi araçları kullanarak hareket alanını sınırsız kılmaya çalışıyor. Basitçe sorarsak, endüstriyel düşüncenin dağıttığı ya da somutlaştırdığı simgeler veya simgesel metalar ekonomisi (en basitinden bilgi teknolojisinde Facebook, endüstriyel logolar, kurumsal kimlik ve dükkânlar, sinema endüstrisinin hikâyeleri, müzeleşmiş, vitrinleşmiş tarih, galerilerle biçimsizleşmiş plastik sanatlar, yaratıcılığı körelmiş ve ezber dolu bir aktivizm vb) bizim tahayyül gücümüzün özgürlüğünü, aşkınlığını kısıtlıyor ya da olumsuz etkiliyor mu sence?

(…)

Z.Y.: Simge -felsefedeki “logos” bağlamında düşündüğümüzde- aşkın bir özüt-biçim ya da sağaltım-biçim olmalıydı. Husserlci düşünceye yakın bir bilinç fazı olmalıydı. Ama bugün geldiğimiz noktada -bırak öncüllüğünü, simgenin bizatihi kendisi bile- çelişkilerle dondurulmuş şekilde içkin ve kaotik! Nasıl desem, “sınırlı kaos” gibi bir şey bu… İnsanın, ama sahici insanın, kendine ve kendine dair olan her şeye -kendini tahayyül etmeye de- mesafesi sorununu araştırmak isteyen biri, mutlaka, Maurice Blanchot’un “Son İnsan” adlı kitabını okumalı… “Son İnsan”daki yerlem değişimlerinin, sürekli bir “insanlık” imgelemi değişimlerine -formüllerine- de “vesile” ya da ne bileyim, bir “tetik” olduğunu fark edersiniz. Bana göre o kitap, “bakıştaki” değişkenliğin ve arılığın dünyadaki en önemli kılavuzudur. Bir “kim” sonsuzluğu, insanın kendisi ile kendine uzanan sonsuz yollar arasında -ve hiçbirinde- kimsenin ve hiçbir şeyin bulunmaması… Bu arı kutbu “Blanchotvari hümanizm ve hakikat” diye adlandırırsak, diğer uçta da -üzülerek söylüyorum ki- “Facebookvari hakikat ve işler güçler” filan var! Şimdi, bence, karmakarışık ettiğimiz uzamsal bileşenleri bir kenara bırakalım da şu zamansallık içeren soruya cevap arayalım birlikte: Bir imgenin kuruluşu (tahayyül edilişi) zihnimizde nasıl, ne zaman oluyor? Apansız bir şey mi bu imge, yoksa öncesi ve sonrası var mı?

(…)

Z.Y.: İnsanlığın zihnini düzlemsel olarak modellemeye çalışalım: Zihnimizi yatay eksende bir “yaşam” düzlemi -jilet gibi- kesip geçsin. Yaşam düzleminin üzerinde tüm gündelik veriler, bilindik nedensellik ilişkileri olsun -ne bileyim: iş, para, aile, eğitim, hesap, siyasa, şu, bu…  Bir de dikey eksende benim “poetika” ya da “imgelem” dediğim düzlem kessin zihnimizi… Bu dikey eksende de imgeler, kolaylıkla adlandıramayacağımız şeyler olsun, -ne bileyim; ara duygulanımlar(örneğin, sevgi ve öfke arasında bir duygu), nedensizlikler, ikinci yeni şiiri, atonal müzik, gayri resmi dünya tarihi, toplumsuzluk, rüyalar, dinler, mitolojiler… Bu iki düzlemin (poetika ve yaşam) kesiştiği yeri (ki bu yer bir çizgi olacaktır), şimdilik, “dil” olarak kabul edelim. Bu modelde, o dar dil çizgisi üzerinde düşünerek, düzlemler arasında çevirmeye çalıştığımız, anlama kavuşturmaya yöneldiğimiz her nokta herhangi iki düzlemden birinde kayıplara, mesafelere neden olacaktır. Bu durum çevrilemezliğin ilk ve bilindik senaryosu… Oysa kimse ikinci senaryoyu düşünmüyor; ikinci senaryo daha imkânsız bir “zamansallık veya fizik” ihtiva eder: Biz söz ettiğim bu çevirileri herhangi bir “t” anında, donuk ve durağan bir şekilde yaparız. Oysa düzlemler arasındaki muhtemel kesişimler, devinim halindedir (“t1″,”t2″,”t3”,…, “tsonsuz” gibi…). Düzlemler, görüngülerin fiziğine göre değişir ve sürekli hareket ederler. Bu ikinci senaryoda dil dediğimiz şey “sonsuzca” değişen ve eğrisel bir alan derinliği oluşturur, yani üçüncü ve yeni bir düzlem oluşturur. Bu devinimin riyaziyesi de fiziği de kimyası da henüz hesaplanamadı. Çünkü riyaziye de, fizik de, kimya da birer dildir! Şiir, bence nedir biliyor musun, hani ilk senaryoda düzlemlerin çevriminde yaşanan anlam kayıpları, anlam kaymaları vardı ya, o anlam kaymalarının dil çizgisine olan uzaklığından oluşan “hata”ların tümüdür. İşte buna “dördüncü” boyut diyebiliriz: Bu dördüncü boyut imkânı, bize, geleceği doğurur…”

Zafer YALÇINPINAR

Poetika 2013 Odaklanmaları’ndan…
Bkz: https://bit.ly/poetika2013
Şubat 2013

 

Mar
04
2014
0

intihar karası bir olay…

İntihar karası bir olay bu! Ey Ece! Seni hatırlıyoruz! İntihar karası devam ediyor! Eğer Ece Ayhan yaşıyor olsaydı, şu haberde yer alan intihar karası olayı mutlaka şiirlerinden birinde işlerdi: https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/
46741/Bu_ilani_veren_anne_intihar_etti.html

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler:
Mar
01
2014
0

2014: Julio Cortázar Yılı

Julio Cortázar

*

Sıkı çevirmen Bülent Kale, newalaqasaba adlı mekânı kapsamında Cortázar’dan bir şiir çevirerek hatırlatıyor: 2014, Julio Cortázar’ın doğumunun yüzüncü, ölümünün otuzuncu yılı…

(…)

Kaşından seviyorum seni, saçının telinden, seni tartışıyorum
ışık çeşmelerinin oynaştığı bembeyaz koridorlarda,
seni ele alıyorum her isimde, yaranın içinden özenle temizliyorum seni
saçlarına şimşek külleri takıyorum boyuna,
yağmurda uyuyan kurdeleler.

(…)

Julio Cortázar

 

Hamişler:

Bülent Kale’nin şiir çevirisinin tam metni için https://newalaqasaba.wordpress.com/2014/02/27/julio-cortazar-siir/adresini ziyaret edebilirsiniz.

Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Julio Cortázar” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/julio-cortazar adresinden ulaşabilirsiniz.

Şub
26
2014
0

“Paco de Lucia ile tanışmak” (Z. Yalçınpınar)

Şaka maka, aradan 20 yıla yakın zaman geçmiş: 1995’ti sanırım, gitar çalmaya yeni başlamışım -bir sene filan olmuş- ve lise öğrencisiyim.

Yaz tatili için (o zamanlar sahip olduğu tüm özellikleriyle, Türkiye’nin en güzel akdeniz kasabası olarak gördüğüm) Antalya-Kaş’a gitmiştim. Uzun Çarşı yokuşunda, dayımın ortağı olduğu ve Kütahya tipi el-boyaması seramik ürünlerin satıldığı bir dükkânda çalışıyor, boş vakitlerimi de akustik gitar çalarak, müzik dinleyerek, okuyarak yani akdeniz avarelikleri diyebileceğim şeylerle meşgul olarak geçiriyordum.

sokak

Bir gece, dükkânı kapadıktan sonra, Uzun Çarşı’ya paralel küçük ve sevimli ara sokaklarda avare avare  gezinirken, etkileyici bir gitar ezgisi kulağıma çarptı. Duraksadım, dikkatlice dinlemeye başladım. Sonra, gitar ezgilerine keman ezgileri de eklendi. Müziğin geldiği yöne doğru yürüdüm ve tuhaf bir mekânla karşılaştım. Eski plakların, kitapların, müzik kasetlerinin ve notaların satıldığı bu tabelasız, tuhaf, yarı dükkân yarı ev diyebileceğim mekânda iki uzun saçlı adam, enstrümantal bir parçayı son derece serbest (önlerinde nota olmadan) ve coşkulu biçimde çalıyorlardı. Gitaristin, klasik gitar klavyesindeki müthiş gezintisi, parçanın kulağa değişik gelen armonisi ve ritmi beni çok etkilemişti. (Sonradan, bu etkinin nedenlerinin “arpej ustalığı” ve “flamenko ruhu” olduğunu öğrenecektim.)  Onları rahatsız etmemeye çalışarak, gittim bir kenara oturdum, bu iki müzisyeni hayranlıkla izledim. Parça bittiğinde çok etkilendiğimi ve hatta bu şarkıdan büyülendiğimi söyledim iki tuhaf müzisyene… Birbirlerine bakıp bana güldüler. Gitarist, kısık bir sesle “Paco de Lucia’nın parçası bu, flamenkocudur ve yurtdışında çok ünlüdür.” dedi.  İşte, Paco de Lucia’nın ezgileriyle tanışmam, 1995 yılında Kaş’ta, Erkan Abi’nin o tuhaf dükkânvari evinde böylece gerçekleşmiştir.

Ardından, Erkan Abi’nin dükkânına her gün bir saat kadar uğrar oldum. İlk olarak, Paco de Lucia’nın “Entre Dos Aquas”  (1975) (bkz:https://www.youtube.com/watch?v=0o8vszqVL2U) adlı eserini çalışmaya başladık. Birkaç haftada parçanın genel hatlarını çıkarmıştım, öğrenmiştim. Bu parça -göreceli olarak- Paco de Lucia’nın en kolay çalınabilir parçasıydı. İkili olarak (iki gitarla da) genel hatlarıyla icra edilebiliyordu. Sonra, Erkan Abi, Paco de Lucia’nın John Mclaughlin ve Al Di Meola ile birlikte trio olarak gerçekleştirdiği “Friday Night in San Francisco” (1981) adlı efsane performans kayıdını (kasetini) dinletti bana. Performansın açılış (A1) şarkısı olan “Mediterranean Sundance” (bkz:https://www.youtube.com/watch?v=nlaCZ106b5w) iyi bir gitarist ve müzisyenin ne demek olduğunu kavramak açısından çok önemliydi. Erkan Abi’de ‘Friday Night in San Francisco’nun notaları da vardı. Notaların fotokopisini ve kasetin bir kopyasını aldım ve tüm yaz, boş vakitlerimi  şarkıları dinleyerek, çeşitli bölümleri gitarda çalmaya çalışarak geçti. 1996 kışı da öyle…

images

Sonuçta, bu ufak akdeniz kasabası hatıram, Paco de Lucia’nın müziğiyle tanışıklığım ve ‘Friday Night in San Francisco’ adlı albüm, müziğe-müzisyene bakışımı kökünden değiştirmiş, geliştirmiş, daha da önemlisi o dönemki pop gitaristi geyiklerinden de beni sonsuza kadar korumuştur, diyebiliriz.

Zafer Yalçınpınar
26 Şubat 2014

Hamiş: Müziğe ve müzisyene bakışımı geliştiren bir trio proje albümü daha vardır: “Rite Of Strings” (Al Di Meola, John Mclaughlin, Stanley Clarke)

Şub
26
2014
0

Paco de Lucia Röportajı

Alişan Çapan tarafından Paco de Lucia ile gerçekleştirilen bir söyleşinin tam metnine https://flamencoistanbul.com/flamenko-hakkinda/roportajlar/roportajlar-paco-de-lucia/ adresinden ulaşabilirsiniz.

Şub
25
2014
0

“Portakallı Yarim” ya da Yeni Sinsiyet Tipolojisi edebiyat alanında başarıdan başarıya koşarken…

Yeni Sinsiyet Tipolojisi edebiyat alanında başarıdan başarıya koşarken; kalb ve vicdan sahibi olanların aklından “Portakallı Yarim” adında yeni bir film çekmek geçiyor. Misal, şiirimizin şerrrefli, bıyyyıklı ve kuzzzeyli delikanlısını başrole koysak, diğer mutat zevatları ve avaneyi de çeşitli rollere üleştirsek… Böylesi bir filmle ödül alır mıyız la Altın Portakal’da? Alırız la. Jüriyi de filmin yapımcısı olarak bağladık mı, tamamdır la! Bir dakika, sahiden, asıl meseleyi unuttuk, yönetmen kim olacak la? Edebiyatımızın cumhurbaşkanını ya da varlığlı bir editörü yönetmen yaptık mı, tamamdır. Kesin birinciyiz olm… E, ne duruyoruz sayın izleyiciler, sayın büyük şiir okuyucuları, üleştirmenler, çekin la şaheser filminizi!

Untitled-1

Şub
24
2014
0

Kızgın Bir Sait Faik Mektubu

Geçenlerde, adalar kültürünü ilgilendiren coşkun ve kızgın bir Sait Faik mektubuyla karşılaştım. Mektup, Sevengül Sönmez tarafından yayıma hazırlanan “Karganı Bağışla” (2003, YKY) adlı kitap ile Sait Faik Müzesi arşivinde yer alıyor. İşbu mektubun tam metnine https://issuu.com/adabeyi/docs/saitfaikkizgin adresinden ulaşabilirsiniz.

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan Sait Faik başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/sait-faik adresinden ulaşabilirsiniz.

Şub
23
2014
0

Söyleşi: “2011-2014 Poetika Çalışmaları Üzerine…” // 16 Şubat 2014

Tekin Deniz: İkinci Yeni çalışmalarınızı yakından takip edenlerdenim. Öncelikle, bu özverili ve güzel çalışmalarınız için teşekkür ederim. 2014 yılında, hâlihazırda tamamlanmış bir çalışmanız var mı? Bizimle ne zaman paylaşacaksınız?

Zafer Yalçınpınar: 2013’teki odaklanma çalışmalarının, yani, farklı katılımcılara yöneltilmiş farklı sorular üzerinden yoğunlaşma gayreti içeren söyleşilerin ardından, 2014 yılında bir anket veya poetika soruşturması düzenlemeyeceğimi, 2013 yılı sonuçlarını paylaştığım dosyadaki sunuş yazısında ifade etmiştim. (Bkz: https://bit.ly/poetika2013) Zaten, geçmiş 2011-2013 poetika çalışmalarında yeterince veri toplamıştım. (Bkz: 2011, https://zaferyalcinpinar.com/ikinciyeni2011.pdf) (Bkz: 2012, https://bit.ly/poetika2012) Bir de, her yıl yeni gelen verilerin, katılımcıların söylemlerinin önceki çalışmalardan üssel olarak bir farklılık göstermemesini, marjinal faydanın ve poetik bulguların azaldığını, yaptığımız araştırmanın “zorlama” diyebileceğimiz bir noktaya yaklaştığını hissetmem kararımda etkili oldu. Çünkü İkinci Yeni ve imgelemin özgürleşmesi meselesi için yöntemsel olarak ters bir durum bu. İkinci Yeni konusu üssel derecede aşkın bir poetika meselesidir. Yani, incelendikçe bulguları, anlamları, imgelemi genişleyen büyük bir meseledir. Tıpkı, Ece Ayhan’ın yaşamını ya da şiirindeki tarihselliği araştırmak gibi… Yani, diğer meseleleri her düzlemde katbekat aşan bir alan derinliği, genişliği vardır. Bu nedenle Şubat 2013 ile Şubat 2014 arasındaki zamanı, 2011-2013 dönemindeki geçmiş anket ve söyleşilerden elde ettiğim verileri incelemeye adadım. Ancak, şu an içinde bulunduğumuz tarihsel ya da çevrimsel dönemde karşılaştığım haysiyet yoksunu birçok kötülük, şeytanlık, vicdansızlık ya da “müsibet” diyebileceğimiz olay, analizi tamamlamama, çalışma hızımı optimize etmeme engel oldu. Şu an kaleme aldığım diğer iki büyük konuyla birlikte, poetika analizi de karınca adımlarıyla ilerliyor. 2015’in Şubat ayında, gelecekte yapacağım diğer poetika çalışmalarına süreksel ve üssel yollar açabilecek analitik çıkarımları ortaya koyarak, toparlayarak, 2011-2014 döneminin poetika analizini tamamlamayı umut ediyorum.

T.D.:Sizi, “50 yılın ardında İkinci Yeni” anketini hazırlamaya iten koşullar nelerdi? Sizce edebiyat ve diğer dallarda bugün bu alanda ne tür boşluklar, ne gibi eksiklikler var?

Z.Y.: Beni 2011 anketine yönelten en önemli neden, her şeyden önce, İkinci Yeni akımının bitmediğini görmem, aksine, İkinci Yeni’nin diğer her şeyden çok daha etkin bir biçimde geleceğin şiirini biçimlendirdiğini sezmemdir. Bilimde de vardır bu. Bir hakikati hissedersiniz, sonra araştırmaya, kanıtlamaya başlarsınız. Düşünsenize, 50 küsur yıldır bu topraklarda dile getirilen tüm şiirlerin, dergilerin, şunun bunun, hepsinin aurası, hâlâ, İkinci Yeni şiirinin imgelemini geçemedi. Bütün o antoloji rezaletleri, ödüllendirme mekanizmaları, jüricilik ya da editörcülük salınışları, mikrofon arkasından sabuklamalar, gerdan kırmalar, şiir seçkileri, şiir dergileri, eleştiri numaraları, kavgalar, icat edilmeye çalışılan püsür, karışık akımlar, kitap olmayan kitaplar, “şiir ve x” başlıklı dosya konuları, kendini büyük şair zanneden küçük şiir heveskârları filan… Tüm bu “yapaylamasına etkin” şiir ortamında yer alan hiçbir unsur İkinci Yeni’den daha güçlü bir şiirsel alan derinliğinin oluşmasını sağlayamadı. Sağlayamaz da. Çünkü hepsi, hepsi, hepsi türev… Hepsi de fos çıktı. Bu dev başarısızlığın yanına “edebiyat körlüğü” veya bir tür “öğrenilmiş çaresizlik” kavramı da eklendi. Yani, okuyucu da şair de neyin şiir olduğunu veya şiirin nerde olduğunu, neyin hangi bağlamda eşsiz değere sahip olduğunu anlayamayacak, dahası sezemeyecek duruma geldi. “Bilmediğini, bilmiyor olduğunu da anlayamaz, yani bilmediğinin de farkına varamaz” türünden bir körlük sarmalına düşüldü. Ece Ayhan bu durumu “derin bir çatlak var” diyerek ifade eder. Dünya kadar büyük bir armuz… Sonuçta, “okumamak” ya da “araştırmamak” gibi şeyler de hasıl oldu. Bu durum 2011 anketini başlatmamdaki birincil neden… Ayrıca, Yeditepe Dergisi kapsamında Fahir Aksoy’un hazırladığı 1960 tarihli büyük anketi (bkz: https://evvel.org/50-yilin-ardinda-ikinci-yeni-anketi) inceledim ve o çalışmadan çok feyz aldım. Orada çok önemli şeyler var. Analize oradaki cevapları da ekleyeceğim. Aslında, bakıyorum şu son 20 yıla, İkinci Yeni hakkında dirsek çürütüp, akımın özünü doğru kavrayıp, doğru yordam ve yöntemlerle hakiki bir araştırma yapılmamış. Bir kümelenme analizi, diskur analizi, dendogram çalışması ya da bir imgesel etkileşim-nedensellik haritası, sezgisel de olsa bir “sınır ağları” çalışması filan koyulmamış ortaya… Denenmemiş bile. Herkes aynı şeyleri ezberden geveleyip durmuş. Çünkü kendine eleştirmen ya da araştırmacı diyen o üleştirmenler, gerçekte, yordam ve yöntem bilmiyorlar. Yordam ve yöntem, İkinci Yeni’nin alan derinliğinin incelenmesi kapsamındaki en önemli isterlerdir. Son 20 yılda kimse İkinci Yeni’nin sezgisel alan derinliğini ve etkileşimlerini doğru yordam ve yöntemlerle inceleyememiş. İsterleri bilmiyorlar. Çok zor tabiî… Emek, rahle, izan, görgü, bilgi ister, aidiyet duygusu ister böyle şeyler… Kısacası, göz ister! Böyle şeyleri, bilginin içerdiği özütü dirsek temaslarıyla, yeni sinsiyet tipolojisiyle, retorik arsızlığıyla ya da saygınlık cukkalama enstrümanlarıyla, ödüllendirme sistematiğiyle, antolojicilikle kısacası damperli, fikir keli bir kafayla elde edemezsiniz.

T.D.: Çağdaşı olan birçok şaire göre Cemal Süreya’nın ölümünden sonra şiirimiz ciddi bir tutukluk dönemi geçiriyor. İkinci Yeni sizce edebiyatımızda büyük bir çıkmaz sokak mı oluşturdu yoksa ortaya koyduğu yeni imgelemler ile yarattığı derinlik henüz anlaşılamadı mı?

Z.Y.: Tutukluğun nedeni, sadece Cemal Süreya’nın vefatı değil, tüm İkinci Yeni’nin aşkın, üssel derecede güçlü bir şiir akımı olarak belirleyici etkisini hâlâ sürdürmesidir. “Çıkmaz sokak” söylemini ağzına dolayan belediye şairleri hiçbir şeyin farkında değiller, kendilerinin bile… Sanki, bir tür ezberle hayatlarını sürdürüyorlar, ezbere yaşıyorlar. Misal, ben bu “çıkmaz sokak” söylemini ilk duyduğumda çok hoşuma gitti: Çünkü bu sözün İkinci Yeni imgelemindeki ve söylemindeki karşılığı bir tür övgüdür aslında. İkinci Yeni şiiri, üzerinde AVM’ler ya da türlü türlü gaddarlıklar, bilinçsiz tüketim, kampanya, görsel taciz, hile, endüstri, itiş kakış ve hatta rezilleşmiş trafik taşıyan işlek bir cadde değil. İkinci Yeni’nin meselesi şu dizede vurgulanır: “Düzayak çivit badanalı bir kent nasıl kurulur abiler?” Yani, İkinci Yeni imgelemi mağazalaşacak, endüstrileşecek, ızgara sistemiyle sokak sokak, cadde cadde şebekesi kurulacak bir şey değil, akışkanlar mekaniğiyle hesaplanacak bir emlak meselesi değil. İnsanlığın ve tüm zamanların tahayyül gücüne hitap eden çok önemli bir poetika meselesidir İkinci Yeni.

T.D.: Anket ve odak çalışmalarının öncesini ve sonrasını düşünürsek, Zafer Yalçınpınar olarak hangi çıkarımlara vardınız?

Z.Y.: Bunları daha sonraki yıllarda dile getireceğim. Ama, 2011 yılında gerçekleştirdiğim anketin sunuş yazısından bir alıntıyla soruna cevap vermeye gayret edeyim: (Bir kâğıttan okumaya başlıyor) “Türk şiirinde İkinci Yeni, imgelemin özgürleşmesine odaklanan tek şiir akımıdır. Dilin yapıtaşının sözcükler olmadığı “hakikati”, İkinci Yeni akımının şiirselliğiyle birlikte edebiyatımıza mıhlanmıştır. İmgelemin özgürleşmesi yönündeki bir tasavvur, sözcüklerin belirli bir ‘t’ anındaki sözlük anlamının ön-kabulüyle ya da sözlü kültürün “zihinsellik taşımayan” dolaşımına odaklanarak gerçekleşemeyecektir. İkinci Yeni şairlerinin -hepsinin- bu durumu fark ettiği aşikârdır. İkinci Yeni’ye göre dilin yapıtaşı “imge”dir.”

T.D.:Sizin imgeleminizi esaret altına alan temel olgular nelerdir? İmgeyi özgürlüğüne kavuşturabilmek için nasıl bir söylem içinde olunmalı? Birey ile toplum ilişkisi göz önüne alındığında İkinci Yeni’nin nefes alıp verdiği dönem ile bugün arasındaki kopukluklar veya bağlar nelerdir?

Z.Y.: Bu konuda da fazla bir şey söylemek istemiyorum. Söyleyeceklerimi 2011-2014 yılları arasındaki poetika çalışmalarımın analizine, geleceğe saklamak istiyorum. Ancak, basitçe şöyle diyelim;“insandan çok eşyaya benzememek”. Bu tümce benim için değişmez bir şiardır. Söz özün giysisidir. Bir de tutup söze giysi giydirmeye çalışırsanız, haysiyetsizliğe ve melanete yol açan retorik arsızlığının esiri ya da kölesi olursunuz. İmgelemin özgürleşmesinin önündeki en büyük engel de retorik arsızlığıdır. Aslında, senin sormak istediğin bağ da kopukluk da bu noktadadır.

16 Şubat 2014

     

*

Hamişler:

1. Söyleşinin tam metnine https://issuu.com/adabeyi/docs/poetikacalismalarisoylesi adresinden de ulaşabilirsiniz.

2. Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Poetika Çalışmaları” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/poetika-calismalari adresinden ulaşabilirsiniz.

Şub
23
2014
0

#eceayhanengellenemez

#eceayhanengellenemez çünkü #siirsokakta #şiirheryerde

*

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler: ,
Şub
23
2014
0

Seminer: “Edebiyatı Felsefe ile Okumak” (Doğan Yaşat)

Bkz: https://www.akbanksanat.com/detay/06-03-2014/cagdas-sanat-atolyesi-edebiyati-felsefe-ile-okumak

“Edebiyat ile felsefe, dil ile derdi olan, dil aracılığıyla iş gören, şu veya bu şekilde dilin sınırlarını zorlayan, tüm bunları ise tam da dilin içinde gerçekleştiren iki alan. Bu sebeple olsa gerek, kimi felsefe metinlerinin edebiyata, kimi edebiyat metinlerinin ise felsefeye çokça yaklaştığını, hatta bunların birbirlerinin konusu haline geldiğini görmek olanaklıdır. Edebiyatçı ile filozofu yan yana düşünmek yeni bir buluş olmasa da dil bağlamındaki kesişme noktalarında kimin, hangisine ışık tutacağını düşünmek, yeni ve deneysel okuma olanaklarını içinde barındırmaktadır.

Doğan Yaşat düzenlediği bu seminerler dizisinde Batı yazınından ve Türkçe edebiyattan seçilmiş metinleri, modern felsefe, ağırlıklı olarak ise 20. yüzyıl felsefesi ile birlikte düşünerek yeni okuma biçimleriyle ele alacaktır.” (Seminerin tanıtım metninden…)

*

6 Mart Perşembe 18.30-20.30
Franz Kafka ve Derrida: “Dava”

7 Mart Cuma 18.30-20.30
Thomas Mann ve Nietzsche: “Venedik’te Ölüm”

13 Mart Perşembe 18.30-20.30
Samuel Beckett ve Adorno: “Watt”

14 Mart Cuma 18.30-20.30
Yusuf Atılgan ve Heidegger. “Anayurt Oteli”

20 Mart Perşembe 18.30-20.30
Sevim Burak ve Deleuze: “Ford Mach-I”

21 Mart Cuma 18.30-20.30
Bilge Karasu ve Agamben: “Göçmüş Kediler Bahçesi”

*

cagdas-sanat-atolyesi-edebiyati-felsefe-ile-okumak_1360

Şub
22
2014
0

Belgesel: “Düşlerinde Özgür Dünya”

ozgurdunya

Ali İsmail Korkmaz’ın Ailesinin İstanbul Ziyareti Belgesel Oldu:
“Düşlerinde Özgür Dünya”
Bkz: https://www.baskahaber.org/2014/02/ali-ismail-korkmazn-ailesinin-istanbul.html

*

Şub
17
2014
0

Kör Fare

*

“Vakıf sabununu yiyen farenin gözleri kör olur.” Mevlânâ

*

Şub
14
2014
0

Kitap: Bilge Karasu / Şiir Çevirileri (Haz: Tunç Tayanç)

siircevirileriBkz: https://www.pandora.com.tr/urun/siir-cevirileri/334799

Bilge Karasu’nun 50’li ve 60’lı yıllarda, özellikle Frederico Garcia Lorca’da yoğunlaşarak yedi şairden, İngilizce ve İspanyolca iki dilden yaptığı ve çeşitli dergi ve gazetelerde yayımladığı şiir çevirileri, araştırmacı Tunç Tayanç’ın emeği sayesinde ilk defa bu kitapta bir araya geliyor. Okur ve araştırmacıların, büyük bir dil ustasının şiir çevirisi konusundaki yaklaşımını daha iyi değerlendirebilmeleri için şiirlerin orijinalleri de kitaba eklendi. (Tanıtım Metni’nden..)

Şub
14
2014
0

Haber: Yeniden, Sansürsüz; “Medarı Maişet Motoru”

medarimaiset

Bkz: https://kitap.radikal.com.tr/Makale/medari-maiset-motoru-nihayet-sansursuz-391878

İş Bankası Kültür Yayınları, Medarı Maişet Motoru üzerinde yıllardır süren “sansürü” kaldırdı ve “tehlikeli” bulunarak çıkarılan kısımları koyu harflerle vererek yapıtı eksiksiz haliyle yayımladı.

Yeni Mecmua’da tefrika edildiği sırada (1940-41) dönemin baskıcı siyasi ortamında sakıncalı olduğu gerekçesiyle yayımcı bulmakta zorlanan Sait Faik, annesinin maddi desteğiyle romanı Ahmet İhsan Basımevi’nden 1944 yılında yayımlar. Ancak kitap henüz dağıtım safhasında bakanlar kurulu kararıyla toplatılır, kimi paragrafları çıkarılarak Birtakım İnsanlar adıyla 1952’de okura sunulur.

E V V E L fanzinin notu: İşbu kitabın Nisan 2014’te kitabevlerinde satışa sunulacağı bilgisine ulaştık.

Şub
14
2014
0

Amerika’da Nâzım Hikmet Sempozyumu

Bkz: https://kitap.radikal.com.tr/Makale/nazim-amerikayi-da-fethetti-392168

“ABD’nin New England kentinde bulunan köklü eğitim kurumu Brown Üniversitesi, 11 Şubat’ta “Nâzım Hikmet; bir şair, bir ulus, bir dünya” adlı bir sempozyum düzenledi. Nâzım Hikmet üzerine ABD’deki ilk akademik sempozyum olma özelliği taşıyan etkinliğe Brown Üniversitesi’nden İngilizce profesörü Mutlu Konuk Blasing, Karşılaştırmalı Edebiyat ve Almanca üzerine çalışmaları bulunan Prof. Dr. Azade Seyhan, yine aynı üniversiteden asistan profesör Robyn Creswell ve gazeteci Stephen Kinzer konuşmacı olarak katıldı. Türkiye’den ise yazar- psikolog Gündüz Vassaf ve Prof. Dr. Talat Halman oldu. Sempozyumda Nâzım’ın yaşamı, eserleri ve kişiliği konuşuldu. Gösterilen yoğun ilgiden dolayı üniversitenin web sitesinden canlı olarak yayınan sempozyum tüm gün sürdü.”

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler:
Şub
13
2014
0

Müstecip Onbaşı ve Denizaltı

musteciponbasi1

Müstecip Onbaşı ve aynı isimli denizaltının hikâyesi, “Atlas Tarih” dergisinin 23. sayısında yayımlanmış. İşbu yazının tam metnine https://issuu.com/adabeyi/docs/musteciponbasi adresinden ulaşabilirsiniz.

 

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com