Şub
18
2010
0

Sokakta…

 

“Ece Ayhan, yoksulluğunu hep unuturdu.” (İlhan Berk)

By Rad

*

Ayrıca bkz:  https://sabrettin.deviantart.com

Şub
17
2010
0

Gözümüzden Kaçtı Sanılmasın-IV

Bugün, “edebiyat ortamı” dediğimiz “garabet ortamı”nda yaşanan olaylardan ve sergilenen tavırlardan biri daha kulağıma geldi. Artık bu tavırların sergilenmesi ve olayların yaşanması, olayların taraflarına karşı “esef” duymama neden oluyor. Anlatayım;

Edebiyat “camia”sından olmayan eski bir arkadaşım üç sene boyunca yazdığı şiirleri toparlayıp Sel Yayınları’na gitmiş… Görüşme sırasında Sel Yayınları’ndaki zevat, sıklıkla şiir kitabı basmadıklarını, sadece -en son- Ah Muhsin Ünlü’nün kitabını bastıklarını ve 1-2 sene boyunca da başka şiir kitabı basmayacaklarını söylemiş. Fakat ardından, yan tarafta, Varlığ Yayınları’nın bürosunun olduğunu ve orada “bu şiir işleri”yle ilgilenen Enver Ercan adında biri bulunduğunu eklemiş. (Kısacası, tıpkı esnafların bir müşteriyi başka bir esnafa yönlendirmesi gibi arkadaşımı Enver Ercan’a yönlendirmiş, paslamış.)  Bizim arkadaş da -başına geleceklerden habersiz- tutmuş Enver Ercan’a gitmiş ve “Beni yandan gönderdiler. Şiir kitabımı yayımlamak istiyorum…” demiş saflıkla. Buna karşılık Hz. Müptezel  (Enver Ercan) günümüzde şiir kitaplarının satmadığından yakınmış ve eğer şiir dosyasının sahibi aynı zamanda ödül sahibi değilse, edebiyat etkinliklerinde, söyleşilerde, anma toplantılarında endam göstermiyorsa, büyük dergilerde şiirleri yayımlanmamışsa, tanınmamışsa ya da kendi tanıdıklarından, şebekesinden değilse, herhangi bir şiir kitabını yayımlayamayacağını söylemiş… Yani tezgâhını döndürmeye devam etmiş…

Ne diyeyim; Allah herkese akıl fikir versin… Yazara da okura da esnafa da…

Hamiş: Edebiyat oligarşisine ilişkin bu tip olaylar ve bu tip oligarşik söylemler bende “esef” duygusu yaratıyor artık…

Ayrıca bkz:
https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=1045
https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=1823

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler:
Şub
17
2010
0

Ezgi

“Abi, dün geceki o alto, ONA sahipti– bir kere bulduktan sonra tutundu ona –bu kadar uzun tutunabilen bir adam görmemiştim hiç.” “ONUN” ne demek olduğunu öğrenmek istedim. “Aaah ah” dedi Neal gülerek, “şimdi bana öl-çü-le-mezleri soruyorsun — öhöm! Orada bir adam var ve herkes orada, tamam mı? Herkesin zihnindekini açığa çıkarmak onun elinde. İlk nakarata başlıyor, fikirlerini ardı ardına sıralıyor, insanlar eğlencesine bakıyor ama bir yandan anlıyorlar da; ardından, son noktaya kadar yükseliyor ve ona denk çalmak zorunda artık. Birden bire nakaratın ortasında ONU KAPIYOR — herkes başını kaldırdığında bunu anlıyor; dinliyorlar; onu yakalıyor ve devam ediyor. Zaman duruyor. O, bu boşluğu hayatlarımızın tözüyle dolduruyor. O altodan üflediği nefesiyle köprüleri aşıp geri gelmek zorunda ve bunu da o anın ezgisini sınırsız hissederek yapmak zorunda ve burada aslolanın ezgi değil O olduğunu herkes biliyor—“. Neal daha fazla devam edemedi; kan ter içinde kalmıştı.

Jack Kerouac
“Yolda”yken…

Şub
17
2010
0

“Celal Bey’in Albatros’u Uçup Gitti” (Oruç Aruoba)

Argos Dergisi’nin 1990 yılı 25. sayısında yayımlanan “Celal Bey’in Albatros’u Uçup Gitti” başlıklı yazıya https://zaferyalcinpinar.com/albatrosalmanak.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. Yazıyı Oruç Aruoba kaleme almış…

Şub
17
2010
0

Haber: ‘Kültür başkenti’ Youtube’a takıldı.

Wall Street Journal (WSJ) gazetesinde David Keyes tarafından Türkiye ile ilgili bir yorum yazısında Youtube yasağı kalkana kadar ‘kültür başkenti’ ünvanının askıya alınması savunuldu.

Bkz: https://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/kultur-baskenti-youtubea-takildi-haberi-24197

Şub
16
2010
0

Antonin Artaud’un Senaryoları

Artaud’un kaleme aldığı “Moğolistan Sınırındaki İki Ulus” ve “18 Saniye” adlı iki senaryoya https://zaferyalcinpinar.com/artaudsenaryo.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. Uğur Ün’ün çevirdiği senaryolar Gergedan Dergisi’nin “Gerçeküstücülük Özel Sayısı(1987-6)”nda yayımlanmıştır.

Şub
16
2010
0

Dimensions of Dialogue (Jan Svankmajer)

Jan Svankmajer‘in 1982’de yarattığı gerçeküstücü şaheserdir ve iki bölüm halinde aşağıdadır…

1. BÖLÜM:

***

2. BÖLÜM:

Şub
16
2010
0

Perçemli Sokak

*

XVI

Hepsini yak lambaların
Yatacakmış gibi
Susadınsa bahçeye çık
Yağmur yağsın bütün gece
Uyu denize benze
Çarşafların değirmeninde undan beyaz

(…)
Yüzüne gözüne sür yanan lambamızın mürekkebini, işte şafak söküyor eşyalardan, kapıların ardında, baş aşağı, korkusuz. Güneş çukurlar açıyor yüzünde.  Yum gözlerini yarı yarıya, yağmurun ellerine yağdığını duyacak kadar. Bu takma gök hepimizin.
(…)

XXIX

Günler geçiyor baştan kara
Çaresiz duvarında sepetlerin
Hâlâ  o gemi hâlâ o balık
Gözlerimden tuttukları
Koca dolaplar gibi hurda
Aydınlıkla sürmeli pencereden
Eski huyları bunlar denizin
Yaslanmak ormana güneşle
Sulara kıl kadar yakın
Işıklı sürahiler içinden
Bütün merdivenlere kapalı
Dönen yuvarlağında elimin

OKTAY RİFAT
“Perçemli Sokak” adlı kitabından bazı bölümler…

Şub
15
2010
0

Kişi, kendi düzmece benliğinden sıyrılmalıdır.

Resimlerime, etkisi altında kaldığım ve beni gerçeğin dışına taşıyan bir şokun etkisiyle başlarım. Bu şoka, tuvalden sökülmüş küçük bir iplik, düşen bir su damlası, ya da bu masanın cilalı yüzeyinde parmağımın bırakacağı iz yol açabilir…
Böylece bir iplik parçası, çorap söküğü gibi çözüverir bütün bir dünyayı. Sözde ölü olan bir şeyden yola çıkarak, bir dünyaya gelirim. Ve ona bir isim koyduğumda, o dünya daha da canlanır. İsimlerimi, çalıştıkça, tuvalimde bir şeyi diğerine bağladıkça, yavaş yavaş bulurum. İsmi bulunca da, onun atmosferinde yaşarım. O zaman bu isim benim için yüzde yüz bir gerçeklik kazanır…  (…) Benim için tablonun adı, eksiksiz bir gerçektir.
Bir tuval stüdyomda yıllarca bitmemiş halde dursa, hiç aldırmam. Öte yandan yeni bir kafiye dizisi, yeni bir hayat, yeni canlılar başlatmaya yetecek kadar canlı bir başlangıç noktası taşıyan bir dolu tuvalimin olması, beni mutlu eder. (…)
Resme bakan biri, kişilerimde kendini tanırsa, ister beyaz olsun, ister siyah, güneyli ya da kuzeyli, ya zenci, ya Çinli; kendini öbür insanlardan ayıranı değil, onlara yaklaştıranı keşfeder. (…)
Ancak gerçek insan olmak için, kişi, kendi düzmece benliğinden sıyrılmalıdır. Kendi payıma ben, sınırlarla sosyal ve bürokratik geleneklerle kısıtlanmış bir toplumun malı olan İspanyol ressam Miro olmaktan vazgeçmek zorunda kaldım. Başka bir deyişle, anonimliği aramaya mecbur oldum.  (Paris, 1964)

Joan Miro
Gergedan Dergisi, Çev: Sevin Okyay, sayı:6, 1987

Şub
15
2010
0

Bir Üçüncü Gerçeküstücülük Manifestosu ya da Başka Şey İçin Ön Kavramlar (André Breton)

Gergedan Dergisi’nin 1987’de yayımlanan 6. sayısında (Gerçeküstücülük Özel Sayısı’nda) yer alan çeviriye https://zaferyalcinpinar.com/breton3.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. Breton’un manifestosunu Ragıp Ege çevirmiş.

Şub
15
2010
0

Şarkıcı Güneşler (René Char)

Akıl almaz yitişler
Kestirilmez rastlantılar
Azbuçuk okkalı mutsuzluklar
Her boy felaket
Suda boğulan ve kömürleşen kıyametler
Bir cinayet gibi görülen intihar
Laf anlamaz yoz kişiler
Başlarına bir demirci önlüğü saranlar
Yüce naifler
(…)
Mapusane ortasında ebegümeci
Mapusane ortasında ısırgan
Mapusane ortasında yapışkanotu
Viranelerde sütlü incir
İflah olmaz suskun adamlar
(…)
Yabansı iş mumyalarının çevresinde ılık hava
hüküm sürüyorlar

René Char
Çeviren: Cemal Süreya

Şub
15
2010
0

Güneşin Alnında Gerçeküstücülük (René Magritte)

(…)
Hemen hemen her zaman sefil bir dünyayı aydınlatmaya yaradı diye güneşin ışığından çekinmek gerekmez. Zihinsel evrenin kendi içine çekilmişliğinde denizkızları, kapılar, hayaletler, tanrılar, ağaçlar, aklın bütün bu nesneleri yepyeni ve çekici çizgilerle canlı ışıkların yoğun hayatına kazandırılmış olacaktır.

(…)
Düzmece gizemlerin karanlığını ışıtmak ve tükenmiş bir geçmişle bağı koparmak üzere, “kara” mizahta hüzünlü ne varsa ona diyalektik bir eylemle karşı çıkıp, başlangıçta güneşi arzulamış olduğumuzu vurgulamak çok önemlidir. Bu kopuş ve aydınlatma zihinsel evren anlayışının zorunlu koşuludur.

René Magritte
(Gergedan Dergisi, Sayı: 6, 1987, Çev: Aydın Uğur)

Şub
14
2010
0

Söyleşi: “Resimlerim Dikenli Yollardan Geçer” (Ody Saban)

Ody Saban’la Selen Akçalı’nın gerçekleştirdiği ve 24 Ocak tarihli BirGün Gazetesi’nde yayımlanan, söyleşiye https://www.birgun.net/report_index.php?news_code=1264338146&year=2010&month=01&day=24 adresinden ulaşabilirsiniz.

Şub
14
2010
0

Geç ve Derin (Paul Celan)

Yaldızlı söylevler denli sinsi başlıyor bu gece.
Elmalarını yiyoruz dilsizlerin.
Yaptığımız,
Yıldızına bırakılmak istenen bir iş
_______________________bizim.

Ihlamurların güzünde durmaktayız, düşünen bir
__________________________bayrak kızılı gibi,
güneyden gelen konuklar gibi, yakıcı.
Ant içiyoruz Yeni İsa adına; tozu tozlarla,
kuşlarla gezgin bir pabucu,
yüreklerimizle sudaki merdiveni evlendirmeye.
Kumun kutsal andını içiyoruz dünyaya,
bilerek, isteyerek,
haykırarak düşsüz uykunun damlarından bunu dünyaya,
sallıyoruz ak düşmüş saçlarını zamanın…

Diyorlar ki: Günah işliyorsunuz!
Evet, biliyoruz bunu,
biliyoruz da ne yapsaydık yani?
Sizler, ölümün değirmenlerinde
öğütür
____beyaz ununu vaadin
koyarsınız kız kardeşlerinizin, erkek kardeşlerinizin önüne-
Biz ak düşmüş saçlarını sallarız zamanın.

Uyarırsınız: Günah işliyorsunuz!
Biliriz bunu biz de.
Gelsin günahlar üstümüze
Gelsin ne kadar varsa
_________bütün uyarıcı işaretler
Gelsin boğuntulu deniz,
dönüşün zırhlanmış rüzgâr darbesi,
geceyarısı günü,
hiç olmamış ne varsa, gelsin!

Gelsin bir de
Bir insan
çıkıp gelsin mezardan.

Paul Celan

(Çeviren: Erdoğan Kul)

Şub
13
2010
0

Umberto Boccioni Kimdir?


“Mızrakçılar”

Umberto Boccioni (1882-1916), geleceğin dinamik teknoloji çağını yücelten Marinetti’nin düşüncelerini görsel sanata uyarladı ve gelecekçiliğin önde gelen kuramcısı oldu. 1910’da başka ressamlarla birlikte çağdaş teknolojinin simgelerinden olan şiddet, güç ve hız kavramlarını yücelten “Gelecekçi Ressamların Teknik Bildirisi”ni yayımladı. Boccioni yapıtlarında endüstrileşmeyi yansıtmaya çalışırken, basmakalıp kent görünümlerinin ötesine geçerek halkın kitlesel duygu ve hareketini vurgulamıştır. “Galeride İsyan” (1910) ve “Kent Uyanıyor” (1910-11) gibi resimleri, Ünanimizm adını verdiği bu kitlesel hareket kavramını en iyi yansıttığı yapıtlarıdır. Aslında Boccioni, gelecekçiliğin iki temel ilkesini sanatında işlemiştir. Bunlardan biri coşkular ile ruhsal sürekliliğin, öbürü de zaman boyutunun tuvale aktarılmasıdır.

“Odaya Açılan Kent”

1910-15 arasında yapılan bütün gelecekçi toplantılara önderlik eden Boccioni, 1913’ten sonra yaptığı eserlerde gelecekçiliğe özgü hareket öğesini vurgulamakla birlikte kübizmin birbiri üstüne binen yüzey tekniğinden de etkilenmiştir.

“Bisikletçinin Dinamizmi”

1912’de Boccioni heykelde cam, ahşap, çimento, kumaş ve elektrik lambaları gibi çok çeşitli malzemelerin kullanılmasını savunan “Gelecekçi Heykel Bildirisi”ni hazırladı. Ayrıca heykellerin parçalarını hareket ettirebilmek için elektrik motoru kullanılmasını, çevreleriyle estetik bütünlük içinde olabilecekleri ortamların yaratılmasını ısrarla savundu. “Şişenin Mekândaki Gelişimi” ve “Mekânda Sürekliliğin Benzersiz Biçimleri” adındaki eserleri en bilindik eserleridir. Buccioni, 1. Dünya Savaşı sırasında bir kazada ölmüştür.

“Şişenin Mekândaki Gelişimi”

*

“Mekânda Sürekliliğin Benzersiz Biçimleri”

***

Şub
12
2010
0

Biter miyiz?

“Gitarın Asi Çocukları” adlı projede yer alan ve Yavuz Çetin‘e ithaf edilen  “Biter miyiz?” adlı sıkı şarkıya https://zaferyalcinpinar.com/bitermiyiz.mp3 adresinden ulaşabilirsiniz. “KAYGI” adlı sıkı grubun bu kaydında gitarlar Süleyman Bağcıoğlu’na ait… Şarkının bestesi ise, sanıyorum, Armağan Sönmez’e ait…

Şub
12
2010
0

Yokuş yukarı tüm yollar…

Kaygı, bugüne kadar seyrettiğim en sıkı gruplardan biriydi. Armağan Sönmez liderliğinde ilerleyen grubun 2003’de dağıldığını öğrendim. Geçenlerde de  Kaygı’nın “Yokuş” adlı şarkısının youtube’a eklendiğini fark ettim. Şarkıyı https://www.youtube.com/watch?v=XMwOXYMb3nY adresinden dinleyebilirsiniz.

Şub
11
2010
0

Kendi Kendinin Sürgünü (İlhan Berk)

Milliyet Sanat Dergisi’nin  12 Aralık 1977 tarihli 255. sayısında yayımlanan “Kendi Kendinin Sürgünü” adlı yazıya https://zaferyalcinpinar.com/ilhanberksurgun.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. İşbu yazıda İlhan Berk, sürgünlüğünü, kendine olan sürgünlüğünü anlatıyor…

Hamiş: “Evvel Fanzin” kapsamında yer alan, İlhan Berk konulu yazıların ve buluntuların tümüne https://zaferyalcinpinar.com/blog/?tag=ilhan-berk adresinden ulaşabilirsiniz.

Şub
10
2010
0

Düşünemiyorsunuz demektir…

Bu günlerde aklınız karışık değilse, iyi düşünemiyorsunuz demektir.

Irene Peter

Şub
10
2010
0

“Esneklik” ya da “İktidara Boyun Eğmenin Yeni Biçimi”

(…) “Esneklik”  (flexibility) kelimesi İngilizceye on beşinci yüzyılda girdi. Kelime asıl anlamını, rüzgârda eğilen ağaç dallarının tekrar eski konumunu aldığı şeklindeki basit gözlemden alıyordu. “Esneklik” kelimesi ağacın eğilip düzelme gücünü, ağacın formunun rüzgârda sınanmasını ve eski haline dönmesini ifade eder. İdeal olarak esnek insan davranışının da aynı elastik güce sahip olması, yani değişen koşullara uyum sağlayarak, onlardan zarar görmemesi gerekir. Günümüzde toplum, daha esnek kurumlar oluşturarak, rutinin yol açtığı kötülükleri yok etmenin yollarını arıyor. Ancak esneklik uygulamaları çoğunlukla kişiyi eğen güçler üzerinde yoğunlaşır.
Modern esneklik biçimlerinde gizli olarak varolan iktidar sistemi üç öğeden oluşur: Kurumların kökten dönüşümü, üretimde esnek uzmanlaşma ve iktidarın merkezileşme olmadan yoğunlaşması.
Esnek davranış, günümüz işletme kitapları ve dergilerinde, sadece değişime istekli olmak şeklinde tanımlanıyor; oysa söz konusu olan zaman duygumuz üzerinde belirli etkiler yaratan, belirli bir değişimdir. Antropolog Edmund Leach zamansal değişimi iki farklı biçimde algıladığımızı söylüyor. İlkinde şeylerin değiştiğini biliriz, ama bunların geçmişle bir süreklilik arz ettiğini hissederiz. Diğerindeyse, olaylar yaşamımızı geri dönülmez biçimde değiştirdiğinden, bir kopuş söz konusudur.
Örneğin, Komünyon ayini gibi bir dinsel ritüeli ele alalım. Kutsal ekmeği aldığınız anda iki yüzyıl önce de gerçekleştirilmiş olan bir davranışı sürdürmüş olursunuz. Mesela beyaz ekmek yerine kepekli ekmek de kullansanız, ritüelin anlamına pek fazla zarar vermiş olmazasınız; kullandığınız yeni un çeşidi de ritüelin bir parçası haline gelir. Ancak evli kadınların rahip olup Komünyon’u idare etmelerine izin verirseniz, “rahip” kelimesinin anlamını ve dolayısıyla da Komünyon’un anlamını geri dönülmez biçimde değiştirmiş olursunuz.
(…)
Yeni iş organizasyonu konusundaki iddialardan biri, bunun merkezsizleşme (decentralization) yarattığı yani organizasyonların alt kademelerindeki insanları daha özgür kıldığı iddiasıdır. (…) Yeni enformasyon sistemleri üst düzey yöneticilere, organizasyonun kimsenin kendini gizleyemeyeceği kadar kapsayıcı bir resmini sunar; bir çalışanın sadece bir üst amiriyle karşı karşıya geldiği sözlü görüşmelerin yerine SIMS geçer.(…) Küçük çalışma gruplarına yönetim tarafından çeşitli ve aşırı görev yüklenmesi, şirket reorganizasyonlarında sık görülen bir durumdur ve Adam Smith’in iğne fabrikasında bahsettiği, işbölümünün giderek derinleşmesi ilkesine aykırıdır. Bu tür deneyleri on ya da yüz binlerce çalışan üzerinde gerçekleştirmek için müthiş bir komuta gücü gerekir. Dolayısıyla yeni düzen, makroekonomik eşitsizliğe bir de organizasyon içindeki yeni eşitsiz, keyfi güç ilişkilerini ekler.
Esnek-zaman, işçilerin gelecekte kendilerini neyin beklediğini bildiği yıllık takvimlere benzemez. (…)Örneğin, bütün esnek-zamanlı çalışma türlerinin en esneği olan, evde çalışmayı ele alalım. (…) Kimi şirket, kişinin büroyu düzenli olarak aramasını ister, kimisi ise çalışanını internet üzerinden gözetim altında tutar; denetmenler e-postaları da sık sık kontrol eder. Esnek-zaman sistemini kullanan firmaların pek azı, işçiye, Tagwerk modelinde olduğu gibi, “al sana bir iş; yap da, nasıl olursa olsun,” şeklinde yaklaşır. Bir esnek zamanlı çalışan, çalıştığı mekânı seçse bile, emek süreci üzerinde kontrole sahip değildir. Birçok araştırma, büroda olmayanlar üzerindeki gözetimin bürodakilerden daha yoğun olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla işçiler, iktidara boyun eğmenin bir biçiminden diğerine, yani yüz yüze olandan elektronik olana geçer.
(…)
Davos’takiler başarılarını esnek olmaya borçlular. (…) Geçmişini terk edebilme ve parçalanmışlığı kabullenme yeteneği: Bunlar, Davos’taki, gerçekten yeni kapitalizme ait olan insanlarda görülen iki özelliktir. Bunlar spontan davranış biçimini teşvik eden özelliklerdir; burada, dağın tepesinde olsa olsa etik açıdan nötrdür. Oysa spontan davranışlara yol açan bu karakter özellikleri, esneklik rejiminin daha aşağılarında çalışanlar tarafından uygulandığında kişinin kendisine zarar veriyor. Esnek iktidar rejimini üç öğesi (kurumların kökten dönüşümü, üretimde esnek uzmanlaşma ve iktidarın merkezileşme olmadan yoğunlaşması) oyunu kurallarına göre sürdürmeye çabalayan sıradan çalışanlarda karakter aşınmasına yol açıyor.

Richard Sennett
Karakter Aşınması, Çev: Barış Yıldırım, Ayrıntı Yay. 2005, ss. 47-65

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Şub
09
2010
0

Paris’te Bir Mezat Ya da Fikret Mualla’nın Serüveni (Abidin Dino)

Abidin Dino’nun kaleme aldığı ve Milliyet Sanat Dergisi’nin  12 Aralık 1977 tarihli 255. sayısında yayımlanan yazıya https://zaferyalcinpinar.com/dinomualla.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

Şub
09
2010
0

Orhan Kemal’den Kemal Sülker’e…

Seçilmiş Hikâyeler Dergisi’nin 1951’de yayımlanan “Orhan Kemal” konulu özel sayısının, Orhan Kemal tarafından Kemal Sülker’e imzalı nüshasıdır. Kitap, Zafer Yalçınpınar koleksiyonundandır.

Şub
08
2010
0

Roller Yapısı’nın Çöküşü

(…)Endüstrileşmenin Birinci Dalga’yı ve ilkel toplumları ezişi her zaman için midemi bulandırmıştır. Savaşı kitlesel boyutlara taşıması, Auschwitz’i kurması, atom bombasıyla Hiroşima ve Nagasaki’yi yerle bir etmesi, İkinci Dalga’nın bağışlanamayacak eylemleridir. Kültürel açıdan burnundan kıl aldırmayan tavrı ve dünyanın geri kalan bölgelerini soymayı kendine hak bilmesi, beni utandırıyor. Varoş mahallelerde insan enerjisinin, hayal gücünün boşa harcanışını ve psikolojik bunalımları izlerken üzülmemek imkansız. (…) Endüstri uygarlığını ayakta tutan roller yapısının parçalanması gibi baskılar bir noktada toplanınca, tüm yapılar içinde en narin olanı, yani kişiliğimiz çöküyor. İkinci Dalga uygarlığı son günlerine yaklaşırken, bu gerçek, kişilik bunalımını her yerde görülen modern bir salgın hastalık yaptı.
Günümüzde milyonlarca insan kimliğini yeniden biçimlendirmek için çırpınıyor, sinemaya ve tiyatroya gidiyor, roman okuyor ve gerçekten etkili olup olmayacağını bilmeseler bile, kişisel gelişim kitaplarını susuz yutuyorlar. (…) Bu kişilik bunalımlarının en tuhaf örnekleri, dünyanın endüstri açısından en ileri İkinci Dalga ülkesi olarak sayılabilecek Birleşik Devletler’de görülür.(…) Günümüzde içinde bulundukları durumu geride bırakmak ve yeni bir hayata başlamak için her şeyi yapabilecek durumdalar; hem de olmadıkları bir şey olmak için. İşlerini, eşlerini, sorumluluklarını ve rollerini değiştirmek istiyorlar. (…)

Alvin Toffler
Üçüncü Dalga, Çev: Selim Yeniçeri, Koridor Yay. ss. 158-160

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com