Bkz: https://www.baskahaber.org/2014/01/kadkoyde-2-isgal-evi-caferaga-dayansmas.html
05
2013
“İnsan tektir, hürdür. Dizginlenmemelidir” (Ali İsmail Korkmaz)
“soL gazetesinden Elif Örnek ‘in haberine göre eşyaların arasından, Ali İsmail’in imzası bulunan ve el yazısıyla kaleme aldığı “Her düzen kendi isyancısını oluşturur” başlıklı bir yazı çıktı. Ağabey Gürkan Korkmaz’ın “Bir ödev için hazırlamış olabilir, belki de sadece düşüncelerini ifade etmek istedi” dediği yazıda Ali İsmail, düzeni konuşarak, tartışarak ve nihayetinde anlaşarak değiştirenlerin olmadığından bahsediyor.”
Ali’nin yazısının tam metnine https://www.baskahaber.org/2013/12/ali-ismail-korkmaz-bilinmeyen-bir-yazs.html adresinden ulaşabilirsiniz.
15
2013
“Gezi Parkı Direnişi” Araştırması (Özden Melis Uluğ / Nevin Solak)
Jacobs University Bremen’den uzman psikolog Özden Melis Uluğ ile Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nden uzman psikolog Nevin Solak Gezi Parkı protestoları üzerine Temmuz ve Ağustos aylarında yürüttükleri çalışmalarını tamamladılar. Akademisyenler çalışmalarında değişik bulgular gözlemledi: https://www.baskahaber.org/2013/11/gezi-park-direnisi-arastrmas-hukumete.html
14
2013
Gerileme (Immanuel Wallerstein)
(…)
Jeopolitik bir kaos durumunda herkesin sorunu, yarattığı sinir bozukluğu ve hakim olmak adına yıkıcı bir çılgınlığa dönük önerdiği fırsatlardır. Örneğin Birleşik Devletler bundan böyle savaş kazanamayabilir ancak basiretsiz hareketler marifetiyle kendisine ve diğerlerine muazzam bir tahribata da yol açabilir. Birleşik Devletler bugün Ortadoğu’da neyi denerse denesin, kaybedecek. (…) Obama yönetimindeki iç tartışmanın sonucu, Başkan Obama’nın kuvvetli olmak yerine bocalar göründüğü aşırı muğlak bir uzlaşmadır.
Nihayet gelmekte olan on yıla dahil kesinlikle emin olabileceğimiz iki gerçek sonuç mevcuttur. İlki, ABD Doları’nın en geçerli para birimi olmasının sona ereceğidir. Bu gerçekleştiğinde, Birleşik Devletler, ulusal bütçesinin ve ekonomik faaliyetlerinin bedelinin büyük bir koruma mekanizmasını kaybedecektir. İkincisi de ABD vatandaşlarının ve yerleşimcilerinin göreli yaşam standartlarında bir düşüş ve muhtemelen ciddi bir düşüştür. Bu gelişmenin siyasal sonuçlarını tahmin etmek güçtür, ancak hafif yaşanmayacağı ortadadır.
Immanuel Wallerstein
Yazının tam metni için bkz: https://www.soldefter.com/2013/11/13/abdnin-gerilemesinin-sonuclari-immanuel-wallerstein/
09
2013
31
2013
Gezi ve Yeni Çevre Tahayyülleri
(…)Katılımcılığın yanında, mekânsal üretimin süreç odaklı tasarlanması da oldukça önem arz eder. Son ürün odaklı tasarım yapının tasarımla birlikte sonuçlanması gerektiği illüzyonunu ve ilelebet sabit kalması gerektiği saplantısını beraberinde getirir. Yapıyı mimarın ortaya koyduğu ideal son halinden saptırmaya çalışan tüm kullanıcılar tam da bu mantık çerçevesinde düşman addedilirler. (…) Bu manada mekâna kullanıcıları tarafından mümkün olduğunca az müdehale edilmesini öngören son ürün odaklı mimarlık anlayışı, mekânsal üretimin sonuç ürün yerine süreci merkeze aldığı yeni bir anlayışla değiştirilerek işe başlanabilir. Tam da bu noktada, Gezi olayının ta kendisi, süreç odaklı ve performatif bir mekân örüntüsü olarak tanımlanamaz mı? İnsanların Atatürk Kültür Merkezi’nin cephesini kendi arzuladıkları slogan ve flamalarla yeniden değerlendirmeleri, Gezi Parkı’nı kendi çadırlarıyla yeniden örgütlemeleri, kendi kitaplıklarını inşa etmeleri, kendi kürsülerini icat etmeleri, kendi yeme içme paylaşımlarını ve kendi sağlık birimlerini örgütlemeleri (…)ürünleşmeyen fakat süreçleşen yeni bir şenlikli mekân kültürünün nüvesi olamaz mı? (…)
Gökhan Kodalak
“Gezi ve Yeni Çevre Tahayyülleri”
Direnişi Düşünmek (2013 Taksim Gezi Olayları), Monokl Yay., 2013, ss. 128-129
31
2013
Ekolojik Duyarlılığın Tuzaklı Biçimleri
(…) Doğa, nostaljik ekoloji anlatısının varsaydığı gibi kusursuz döngülerin ve organik birlikteliklerin dengeli ve uyumlu bedeni değildir, aksine doğa, üzerinde bitimsiz ontolojik çıkar çatışmasının yaşandığı, insanın katkısı olmadığı zamanlarda dahi türlerin yok olup, yenilerinin türediği, endüstriyel üretimin icat edilmediği zamanlarda dahi buzul çağlarının ve dramatik katastrofların yaşandığı, dolayısıyla her daim sonuçları belirsiz muazzam deneylerin işlem gördüğü kaotik bir lehimdir. (…) Doğa’nın işleyişini insanın toplumsal hayatında hâkim kılmaya çalışmanın bir anlamı yoktur; fakat bu aynı zamanda insanın doğa üzerinde hâkimiyet kurmasını ve kendinden menkul kadir-i mutlak yetkinliği üzerinden doğayı kendisine madun kılmasını da gerektirmez. (…)
Bir diğer tuzak doğayı sömürmeyi ekolojik bir duyarlılık gibi sunan ve lüks tüketimi sosyal sorumluluk kisvesi altında pazarlayan kozmetik ekoloji anlayışıdır. Bu anlayış ekolojik duyarlılığın, toplumsal sorumluluğun ve hatta etiğin metalaştığı bir dünyayı tasvir eder; artık ekstra bir ücret karşılığı frapaççinonuzu yudumlarken Guantanamo’daki yerel çiftçilere yardım edebilir ve Afrika’daki fakir çocukların eğitimine katkıda bulunabilirsiniz. Amaç, sorunun kaynağı üzerine kafa yormanızı ve meselenin politikleşmesini önlemek ve sistemin ekolojik ve aynı derecede ekonomik sorunsallar karşısındaki strüktürel yetersizliğini gizlemek adına, sizin sadece bir bardak kahve satın alarak, birilerine sms’le üç kuruş para yollayarak kurtlu organik elmalar tüketerek veya %15 enerji tasarruflu eko-konutta oturarak, yani güzergâhları önceden belirlenmiş, evcilleştirilmiş kurulmuş sisteme çomak sokmadan, vicdanınızı kısa yoldan rahat tutmanızdır. (…)
Gökhan Kodalak
“Gezi ve Yeni Çevre Tahayyülleri”
Direnişi Düşünmek (2013 Taksim Gezi Olayları), Monokl Yay., 2013, ss. 121-122
24
2013
Açık Radyo: “Badiou’nun Sesine Kulak Verdik”
Bkz: https://www.acikradyo.com.tr/default.aspx?_mv=a&aid=32165&cat=100
“Günümüzün önemli ve radikal iki düşünürü ve yükselen yeni muhalefetin de önemli destekçilerinden Alain Badiou ve Slavoj Zizek iki hafta önce İstanbulday’dı. Monokl Yayınları tarafından Bakırköy Belediyesi’nin desteğiyle düzenlenen “Küreselleşme ve Yeni Sol” başlıklı konferansa katılan Badiou ve Zizek, konunun başlığıyla sıkı sıkıya bağlı olan Gezi direnişine dair de pek çok şey söylediler.
Açık Dergi’nin “Gezi Okumaları” köşesinde Badiou’nun Gezi direnişi için “Ben de kendimi bu hareketin tam ortasında hissediyorum,” dediği konuşmasına kulak verdik.”
*
A. Badiou / Ses Kaydı, Mp3, 21 mb/23 Ekim 2013
https://archive.org/download/AlainBadiou_yeniSolVeGezi/Ararsiv20131021__alainBadiou.mp3
*
18
2013
Gezi sularında düşünürler…
Gezi’den Occupy’a Mücadele Döngüsü
Bkz: https://birgun.net/haber/
geziden-occupya-mucadele-dongusu-5417.htmlGezi, Yeni Türkiye’nin Başarısıdır!
Bkz: https://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=446826Badiou Soruyor: Niçin bu haldeyiz? (Korkut Boratav)
Bkz: https://haber.sol.org.tr/yazarlar/korkut-boratav/
badiou-soruyor-nicin-bu-haldeyiz-81058*
28
2013
Boğucu Kültür (Jean Dubuffet)
(…)
Yalnız halkın değil bizzat sanatçıların tutumları da, kültürel propagandanın gerçekleştirmeye çalıştığı, asıl değerin reklama verilmesi olayından dolayı değişime uğruyor. Onlar da reklamın eserlerin içeriğinden önce geldiğini düşünme noktasına geliyorlar. Ve böylece, reklamı eserin -yaratıldıktan sonraki- niteliğine bağlı sayacak yerde, eseri -yaratılma sürecindeyken- yapılmasına vesile olacağı reklama bağlı sayma durumuna düşüyorlar. (s.22)
(…)
…önce nicelik sorunu gündeme gelir. Birazcık bilginin -iyi özümsenmemiş sığ bilgileri değil, sayıca az bilgiyi kastediyorum- daha fazla sayıda bilgiye kıyasla tamamen başka etkileri olabilir. Bu “sayı fazlalığı” kuşkusuz derinleşmenin zararına her halükârda söz konusu bilgileri alımlayacak zihin tazeliğinin zararına olacaktır. Bu tazeliği bozmaktan, zihnin alımlamaya hazır niteliğini yıpratmaktan, köreltmekten sakınmalıdır. (s.30)
(…)
Bu kir kabuk neden yapılmıştır? Sayı ve nicelik kavramı burada da işe karışıyor. Basit ve çocukça bir özlemden, olabildiğince çok sayıda düşünce anıtını tanıma özleminden -hatta daha da çocukçası, anıtların hepsini, hiç olmazsa sınıflama sonucu en iyilerin hepsini tanıma özleminden- yapılmıştır bu kabuk. Kültürün bu “sayımlayıcı” yönü, safdilce eksiksiz ve kesin sayımlar yapma, envanterler çıkarma iddiası son derece yanıltıcı ve çarpıtıcıdır. Dünyanın pek geniş, sayıya, hesaba gelmez olduğu bilincinin yitirilmesi, devasa çarpıklıklara, gülünç biçim ve doğa bozulmalarına yol açabilir. (s.31)
(…)
Batı düşüncesi (…) Hangi kavramı ele alsa, ışığını üzerine tutmak için ön tarafına konuşlanır, görüş alanına girmeyen yan yüzleri, hele arkayı hiç umursamaz. Kavramları, kalınlıktan tamamen yoksunlarmış gibi işleme tabi tutar, madalyanın sadece ön yüzünü dikkate alır. Oysa bütün kavramlar çok yüzlüdürler, ve bir bakışta bu yüzlerden ancak biri görülebilir. Görüşten kaynaklanan düşünce de, onun gibi, nesnelerin sadece kendi karşısına düşen bir tek yüzlerine ulaşmaya imkân verir; incelemesine devam etmek için (nesnenin çevresinde) dönmesi gerekir; ama o zaman da , çoğu kez düşünen hiç farkında olmaksızın, tüm çevrenin doğrultusu değişir. Düşüncenin yakalayabildiği gerçeklik parça parçadır, ancak parçalar halinde oluşabilir, ve Batı düşüncesi işte bunun yeterince bilincinde değildir. (s.32)
(…) Düşünceyi yerine çakma aracıdır kültür aygıtı, kanatlara kurşun bağlar. (s.34)
(…)
Kültürün durumu, adı söylenir söylenmez erdemi-etkisi uçup giden birçok başka şeyin durumu gibidir. İlk aşamada diri ve gürbüz, karşılıksız ve özsuyuyla dolup taşan sanat vardır. İkincisinde kültür sözcüğünün icadına tanık oluruz, sanatın kanadına kurşun bağlayan. Üçüncüsünde, artık “şok kültür”, onbaşılaşmış kültür vardır, sanat ise yok olmuştur. (s.37)
(…)
Jean Dubuffet
“Boğucu Kültür”, Çev: İsmet Birkan, Dost Kitabevi, 2. Baskı, 2010
18
2013
Alain Badiou’nun Gezi Parkı Değerlendirmesi
Bkz: https://www.soldefter.com/2013/06/18/alain-badiou-turk-halki-ayaga-kalkiyor/
“Tüm Türkiye’de eğitimli gençliğin büyük bir bölümü şu anda hükümetin baskıcı ve gerici uygulamalarına karşı büyük bir harekete öncülük ediyor. Bu benim ‘Tarihin Yeniden Doğuşu’adını verdiğim önemli bir andır. Dünyada pek çok ülkede bir kısım entelektüel ve orta sınıf tarafından eşlik edilen ortaokul, lise, üniversite gençliği Mao’nun meşhur sözüne yeniden hayat veriyor: ‘İsyan etmek haktır.’ Alanları, sokakları ve sembolik yerleri işgal ediyorlar; yürüyorlar, özgürlük, ‘gerçek demokrasi’ ve yeni bir hayat arzuluyorlar. Hükümetin muhafazakâr politikalarından vazgeçmesini yoksa istifa etmesini istiyorlar. Devletin polisinin şiddetli saldırılarına karşı koyuyorlar.
Bunlar benim ani ayaklanmanın özellikleri dediğim: popüler devrimci politik hareketin potansiyel güçlerinden biridir- eğitimli gençlik ve maaşlı küçük burjuvanın- kendi adına gerici hükümete karşı çıkmasıdır. Şunu içtenlikle söylüyorum: bunu yapmak haktır! Ama bunu yapmak önümüze bu başkaldırının süresi ve ölçeği sorununu çıkarmaktadır. Harekete geçmek doğrudur, ama düşünsel bağlamda ve gelecek için bunun asıl sebebi nedir?
Bütün sorun bu cesur kalkışmanın gerçek bir tarihi isyanın yolunu açıp açamayacağıdır. Bir ayaklanma tarihidir- sadece Tunus ve Mısır’da gördüğümüz budur ki mücadelenin sonucu bu ülkelerde hala belirlenmiş değildir- ortak sloganlar altında yalnızca bir değil yeni devrimci politikanın pek çok aktörünü bir araya getirirse: örneğin eğitimli gençlik ve orta sınıf, işçi sınıfı gençliğinin geniş kısmı, işçiler, kadınlar, düşük ücretli çalışanlar ve daha pek çoğu. Bu isyanın ötesindeki hareket kitlesel bir protestoya doğru yeni bir tür organize politika olasılığı yaratıyor, sürdürülebilir bir politika, halkın gücüyle politik fikirlerin paylaşımını kaynaştıran ve böylece ülkenin genel durumunu toptan değiştirebilecek güce ulaşıyor. Biliyorum ki bir kısım Türk arkadaşlarımız bunun tamamen farkındadırlar. Özellikle şu üç şeyi biliyorlar: aykırılıklar konusunda hata olmamalı; hareket ‘Batı Arzusu’ yoluna girmemeli ve popüler kitlelerle yaratıma katılmalı, kendileri dışında insanlarla- işçilerle, küçük işverenle, kadınlarla, çiftçilerle, işsizlerle, yabancılarla ve daha fazlası- şu anda bilinmeyen politik örgütlenme türleriyle.
Örneğin bugün Türkiye’de asıl ayrılık muhafazakâr İslam diniyle ve düşünce özgürlüğü arasında mıdır? Böyle olduğunu düşünmenin tehlikeli olduğunu biliyoruz, ama her şeyin ötesinde kapitalist Avrupa’da genel kanı bu şekildedir. Tabi ki, mevcut Türk hükümeti baskın dine bağlılığını açıkça beyan ediyor. Bu İslam dini, fakat sonuçta bu bilindik bir olaydır: bugün bile, Almanya Hıristiyan demokratlar tarafından yönetiliyor, Amerikan başkanı yeminini İncil üzerine ediyor, Rusya’da başkan Putin sürekli Ortodoks din adamlarını tatmin etmeye çalışıyor ve İsrail hükümeti Yahudi dinini kullanıyor. Gericiler her yerde ve her zaman dini, popüler kitleleri yanlarına çekmek için kullandılar; bunun özellikle ‘İslam’la ilgisi yok. Ve bu hiçbir şekilde din ve düşünce özgürlüğü arasındaki karşıtlık Türkiye’deki şu anki mevcut muhalefeti bu şekilde görmeye sebep olmamalıdır. Net olarak ortaya konması gereken dinin gerçek politik sorunları gizlemek için kullanılması, kitleler ve Türk kapitalizminin oligarşik yapılanması arasındaki temel çatışmanın gölgede bırakılmasıdır. Deneyimle sabittir ki, din kişisel, özel inanç açısından özgürlük politikalarına uyumlu değildir. Bu hoşgörü eğilimiyledir ki, din ve devlet erkinin karıştırılmaması ve insanların kendi içinde dini inanç ve siyasi kanaatleri arasında ayrım yapmaları, varolan ayaklanmayı tarihi bir başkaldırı niteliğine ve yeni bir politik yol icat etme yoluna sokmalıdır.
Benzer bir şekilde, arkadaşlarımız son derece emin oldukları, şu an Türkiye’de yaratılan şeyin ABD, Almanya ya da Fransa gibi zengin ve güçlü ülkelerde hali hazırda var olan şeyin arzusu olamaz. ‘Demokrasi’ kelimesi bu bağlamda muğlâktır. İnsanlar toplumun gerçek bir eşitliğe yürüyen yeni bir örgütlenişini mi icat etmek istiyorlar? ‘Dini’ hükümetin kölesi olduğu, fakat Türkiye’de Fransa’da da görüldüğü ve tekrarlanabileceği gibi din karşıtı kesimlerin de hizmet ettiği kapitalist oligarşiyi mi yıkmak istiyorlar? Ya da merkez Batı ülkelerinde orta sınıfın yaşadığı gibi mi yaşamak istiyorlar? Hareket toplumsal eşitlik ve özgürlük fikriyle mi yönlendiriliyor? Yoksa Batı-tarzı bir ‘demokrasinin’ temel dayanağı olan ve sermayenin otoritesine tamamıyla bağlı olan yerleşik bir orta sınıf yaratma arzusu mudur? Gerçek politik anlamıyla bir demokrasi mi kurmak istiyorlar, zenginler ve toprak sahipleri üzerinde halkın gerçek gücünü uyguladığı, yoksa şu anki batılı anlamda en vahşi kapitalizm etrafında bir anlaşma, yeter ki orta sınıf da bundan payını alabilsin ve iş dünyasının temel işleyişlerine, emperyalizme ve dünyanın yokedilmesine karışılmadığı sürece istediği gibi yaşayıp konuşabilsin? Bu seçim şuanki başkaldırının sadece Türk kapitalizminin modernleşmesi ve dünya pazarına uyumlu hale gelmesi, yaratıcı bir özgürlük siyasetine uyumlanıp Komünizmin evrensel tarihine yeni bir hız verip vermeyeceğini belirleyecektir.
Ve bunun için nihai kriterler aslında gayet basittir: eğitimli gençlik onları tarihi bir ayaklanmanın diğer potansiyel aktörlerine yakınlaştıracak adımları atmalıdır. Hareketlerinin heyecanını kendi sosyal varlıklarının dışına yaymalıdırlar. Geniş kitlelerle birlikte yaşam, düşünce, yeni siyasetin pratik yeniliklerini paylaşım araçları yaratmalıdırlar. Kendi çıkarları için içlerinde yükselen ‘Batı’ tipi demokrasiye uyum sağlama arzularını: yani dünya sermaye ve mal pazarına uyum sağlamış bir oligarşik gücün basit, kendine çıkarına hizmet eden, seçilen ve kusurlu bir demokrasinin müşterisi olan orta sınıfın varolmasını sağlamak-bırakmalıdırlar. Buna kitlelerle bağlantı denir. O olmadan, şu anki hayranlık uyandıran başkaldırı daha uyumlu ve köleliğin daha tehlikeli bir haline dönüşerek sona erer: bizim kendi kapitalist toplumlarımızda alışık olduğumuz gibi. Biz Fransa’nın emperyalist Batının diğer ülkelerinin entelektüel ve militanları sizden bizimkine benzer bir durumun ortaya çıkmasından sakınmanızı rica ediyoruz. Size, sevgili Türk arkadaşlarımıza diyoruz ki; bize yapacağınız en büyük iyilik bu ayaklanmanızın sizi bizim olduğumuzdan daha farklı bir yere götürdüğünü kanıtlamanızdır yani bugün bizim maddi ve entelektüel anlamda çürüyen yaşlı, hasta ülkelerimizin imkânsız kalacağı bir durum yaratmaktır.
İyi ki, modern Türkiye’de arkadaşlarımız arasında bizim gibi olmak gibi bir yanlış hevesten uzak duracak etmenlerin olduğunu biliyoruz. Bu büyük ülke, uzun ve çileli tarihiyle bizi şaşırtabilir ve şaşırtmalıdır da. Politik ve tarihi bir yeniliğin hayat bulması için ideal yerdir. Yaşasın Türk gençliğinin ve yoldaşlarının başkaldırısı! Yaşasın gelecek siyasetinin yeni kaynağının yaratılışı!”
ALAIN BADIOU
Bkz: https://www.soldefter.com/2013/06/18/alain-badiou-turk-halki-ayaga-kalkiyor/
04
2013
Filozoflardan Gezi Parkı Bildirisi…
Dünya genelinden birçok öğretim görevlisi, düşünür barışçıl Taksim Gezi Parkı eylemlerine dönük polis vahşetinin sonlandırılması için AKP hükümetine çağrıda bulunurken, “bu totaliter rejimden herkesin hesap sorması lazım” dedi.
İşte o açıklama:
İstanbul’un merkezinde, Taksim’de bir parkın yıkılmasına karşı yapılan protesto gösterileri birkaç gündür, farklı toplumsal katmanlardan, farklı ideolojik görüşlerden çok sayıda insanı bir araya getiren devasa bir ayaklanma halini almıştır. Bu ayaklanmanın nedeni iktidar partisinin ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın uzlaşmaz ve tavizsiz yaklaşımıdır. Çoğunluğu pasif direniş gösteren bu eylemcilere polisin uyguladığı vahşet, sınırları aşmış bulunmaktadır ve kabul edilemezdir. Çoğu eylemci yaralanmıştır ve bir kısmının durumu da ciddiyetini korumaktadır.
Bizler, bu polis vahşetinin bir an önce bitmesini talep ediyoruz. Uluslararası örgütlerin ve demokrasi çağrısına kulak asan herkesin,anti-laik ve otoriter tavırlardan başka hiçbir ilhamı olmayan ve Türkiye’nin geleceği için beladan başka hiçbir şey getirmeyecek olan bu totaliter rejimden herkesin hesap sorması gerektiğini söylemek isteriz.
Çağrı metnini destekleyen ve imzalayan filozoflar:
Slavoj Zizek, Jean-Luc Nancy, Antonio Negri, Jacques Ranciere, Jacques-Alain Miller, Gianni Vattimo, Bernard Stiegler, Etienne Balibar, Jacob Rogozinski, François David Sebbah, Rene Major, Jelica Sumic Riha, Frederic Neyrat, Simon Critchley, Jodi Dean, Peter Hallward, Marco Assennato, Ian James, Gerard Bensussan, Michael Taussig, Guillaume Sibertin Blanc
(Kaynak: soL Haber Portalı)
01
2013
Halk haklıdır; haklılığın inadını göstermektedir!
Halk, Taksim Gezi Parkı’nda, iktidarın gaddarlığına karşı durarak haklılığın inadını göstermektedir! Haklılığın inadının önü kesilemez! #direngeziparki
Halk, Taksim Gezi Parkı’nda, iktidarın gaddarlığına karşı durarak haklılığın inadını göstermektedir! Haklılığın inadının önü kesilemez! #direngeziparki
Halk, Taksim Gezi Parkı’nda, iktidarın gaddarlığına karşı durarak haklılığın inadını göstermektedir! Haklılığın inadının önü kesilemez! #direngeziparki
12
2013
Antonio Negri ile “Yeni Özgürlük ve Özne Biçimleri” Konferansı (27-28 Nisan 2013)
“Ünlü post-Marksist felsefeci Antonio Negri, MonoKL Yayınları’nın Bakırköy Belediyesi ile ortaklaşa düzenlediği uluslararası konferans kapsamında İstanbul’a gelecek. Negri, 27-28 Nisan tarihlerinde gerçekleşecek “Yeni Özgürlük ve Özne Biçimleri” konferansına katılacak.
Michael Hardt ile birlikte 2000 yılında yayınlanan “İmparatorluk” adlı kitaplarında küresel egemenliğin yeni biçimini tanımlayan Antonio Negri, dünya çapında bir etki yaratmışlardı. Bu kitaplarında sosyalist kuramda da köklü bir paradigma değişikliği öneren ve bunun teorisine girişen Hardt ve Negri, emperyalizm teriminin artık durumu açıklayamadığını, bunun yerine ulus-devletler kadar ulusüstü kurum, şirket ve STK’ları da içeren, her yere yayılan bir emperyal ağın var olduğunu savundular. Bu yeni egemenlik biçimini, düşmanı ve alanı belirsiz, sürekli bir küresel savaş hali olarak da anlatan Hardt ve Negri, bu durumun yaşamın her alanına yayılıp, demokrasinin süresiz askıya alınmasına zemin hazırladığını ve “Küresel bir Apartheid” düzenine girildiğini anlatmışlardı.
Bkz: https://www.cnnturk.com/2013/kultur.sanat/diger/04/11/negri.istanbula.geliyor/703843.0/index.html
09
2013
Sahte Katarsis…
BİR+BİR Dergisi’nin Nisan 2013 tarihli 21. sayısında, “Toplumun Şehircilik Hareketi” adında bir kolektif, “sıkı sanatı” biçimlendiren en önemli “imge-yaşamsal” tehlikeyi “Sahte Katarsis” kavramı dolayımında/aracılığıyla incelemiş. Rahatlıkla, 2007 sonrasının sanatsal salınımına -özellikle de bienallere ya da alternatif sanat hareketlerine- ilişkin okuduğum en önemli inceleme yazılarından biri de bu yazıdır, diyebilirim… “Sanat, siyaset ve bienal: Sahte katarsis” başlıklı yazının tam metnine https://birdirbir.org/sanat-siyaset-ve-bienal-sahte-katarsis/ adresinden ulaşabilirsiniz.
18
2013
Ziyaretçi
7 Eylül
2000 yılında bugünlerde yüz seksen dokuz ülke, dünyadaki dramları çözme konusunda onları bağlayan Milenyum Bildirgesi’ni hazırladı.
Gerçekleştirilen tek amaç o listede yer almıyordu: bunca zor görevleri yerine getirmek için gereken uzmanların sayısını arttırmayı başardılar.
Santa Domingo’da dinlediğime göre o uzmanlardan biri şehrin dış mahallelerinde dolaşırken Dona Maria de las Mercedes Holmes’in kümesinin önünde durup sormuş:
-Eğer size tam olarak kaç tane tavuğunuz olduğunu söylersem, bana bir tanesini verir misiniz?
Ve hemen tablet bilgisayarını açmış, GPRS’i çalıştırmış, 3G cep telefonu vasıtasıyla uydu fotoğrafları sistemine bağlanmış ve piksel sayıcıyı devreye sokmuş:
-Sizin yüz otuz iki tane tavuğunuz var.
Ve içlerinden bir tanesini yakalamış.
Dona Maria de las Mercedes sus pus oturmamış:
-Eğer ne iş yaptığınızı söylersem, bana tavuğumu geri verir misiniz? Pekâlâ, o halde söylüyorum: siz bir uluslararası uzmansınız. Bunu anladım çünkü buraya hiç kimse sizi çağırmadan geldiniz, izin istemeden benim kümesime daldınız, zaten bildiğim şeyi bana söylediniz ve bunun için benden bir ücret aldınız.
Eduardo Galeano
“Ve Günler Yürümeye Başladı”, Çev: Süleyman Doğru, Sel Yay., 2012, s. 283
01
2013
27 Mart: Tiyatro Günü (E. Galeano)
2010 yılında Murray Hill Inc. şirketi, yönetiyormuş gibi yapan politikacıların “tiyatro yapmayı” bırakmalarını istedi.
Kısa bir süre önce, Birleşik Devletler Yüksek Adalet Mahkemesi politikacıların seçim kampanyalarını finanse eden şirketlerin yasayı çiğnemediklerini ilan etmişti; ayrıca çok eskiden beri, parlamenterlerin lobiler vasıtasıyla rüşvet almaları zaten yasaldı.
Sağduyusunu kullanan Murray Hill Inc. Birleşik Devletler Kongresi’ne Maryland eyaletinden adaylığını koyacağını ilan etti. Aracıları aradan çıkarmanın vakti artık gelmişti:
-Bu bizim demokrasimiz. Onu biz satın alıyoruz. Onu biz ödüyoruz. O halde neden direksiyona kendimiz geçmeyelim? Paranın satın alabileceği en iyi demokrasiye ulaşmak için oyunuzu bize verin.
Birçok kişi bunun bir şaka olduğunu düşündü. Öyle miydi acaba?
Eduardo Galeano
“Ve Günler Yürümeye Başladı”, Çev: Süleyman Doğru, Sel Yay., 2012, s.103
08
2013
öz-yaratım ve tahayyül…
David Roberts
“Tahayyül Gücünü Yeniden Düşünmek”, Derleyen: G. Robinson & J. Rundell
Çev: Ertuğrul Başer, Ayrıntı Yay., 1999, s. 255
Ayrıca bkz:
https://evvel.org/soylemde-tahayyul-gucu
https://evvel.org/soylemde-tahayyul-gucu-ii
https://evvel.org/kurgunun-heuristickesfettirici-gucu
https://evvel.org/kurgunun-eylem-kapasitesi-ya-da-ozgurluk-tahayyulu
02
2013
Sergi: “İlerlemenin Kutsallığı ve Zorbalığı”
“İlerlemenin Kutsallığı ve Zorbalığı”
Murat Germen-Melih Görgün-Borga Kantürk–Vahit Tuna–Erol Eskici
Küratör: Emre Zeytinoğlu
04 Ocak 2013 – 02 Şubat 2013
ALANistanbul
02
2013
Yeni Kapitalizm’de Karakter Aşınması
Oğuzcan Önver, aşağıdan mekânda yazmış… Sıkı gidiyor Oğuzcan…
Bkz: https://www.asagidan.org/2013/01/yeni-kapitalizmde-karakter-asinmasi/