Haz
02
2009
0

“BURADA SABAH AKŞAM DONMUŞ BİR DENİZİ TAŞLIYORUZ.” (Doğan Ergül)

2 Haziran 2007’de vefat eden Şair Doğan Ergül’ü saygıyla anıyoruz;

(…)

burada sabah akşam donmuş bir denizi taşlıyoruz
taşladıkça taşıyor deniz
çocuklar oyunda hile yapan arkadaşlarına
ceza olarak bir parça bu denizden veriyorlar
akasyalar ve barbunlar bir aradalar
ortaçağ anlatıları satıyor uzun yol şoförleri
mola yerlerinde…
durup ay’a bakıyor kediler ve köpekler
dolunay akşamları…
mardinli bir gece istiyor aşıklar haftaiçleri
ve haftasonları italyan rönesansı hakkında konuşuyorlar…
mahalle bakkalı yaşlı adam boyuna bir ağacı yontuyor
anlıyoruz ki aşk soyunan bir şehirdir

Doğan Ergül
Aşkın ve Suların Öğleni, Babil Yayınları, 2005, s.84

May
30
2009
0

Kapak: Pembe Beyaz (1955)

Ali Püsküllüoğlu’nun 1955 yılında yayımlanan ilk (şiir) kitabının kapağıdır.

Ayrıca bu kitap, Türk Sanatı Yayınları’nın yayımladığı ilk kitaptır.

May
24
2009
1

“Düzbeyaz kâğıtlarda birkaç satır siyah…”

Behçet Necatigil tarafından (Ömer) Lütfi Taştan’a ithafen imzalanmış “Eski Toprak” adlı şiir kitabını koleksiyonuma eklemenin mutluluğunu yaşıyorum.

Necatigil, kitabı şu şekilde imzalamış:

Lütfi Taştan için,

“Düzbeyaz kâğıtlarda birkaç satır siyah”

B.Necatigil

24.3.957

Zonguldak

May
01
2009
1

SAİT FAİK’İN AÇIK YA DA GİZLİ KIŞ MEKÂNLARI-2

Evet, gerçekten ve sahiden de Sait Faik bir ‘cins şair’dir! Gerçeği, maalesef, daha irdelenmeden ve kurcalanmadan yazılamamış ya da yazdırılmamış Türkiye edebiyat tarihinde, ‘cins şair’ Sait Faik’in, çok uzaktan bile olsa, bir benzeri ya da bir benzeyeni yoktur!
Adeta Sait Faik’in hemen hiç akrabası yok gibidir!
Ve, temmuz 1992’de, önceki I. incelememde belirttiğim gibi, bir ardıl’ı da gözükmemiştir hikâye ya da anlatı ufkunda.
Demek ki diyorum; böylesi bir açıklığı ve özdenliği kimse, hiçbir Türk göze alamamıştır!
Elbet bizim ‘cins şair’ Sait Faik’i, gerek sağ kolunda olsun, gerekse giyilmiş (üzerinde) olsun; kışları buruşuk ve kirli pardesülü olarak betimlemeye çalışıyorum.
((Gariptir, Orhan Veli de öyleydi. Ama onunki parasızlıktan ve olanaksızlıktandı.)) İşte burada, zaten Sait Faik, içinde doğmak ve de yaşamak zorunda bırakıldığı ya da bulunduğu bu topluluk’ta ((…))gibi davranır ve düşünür hep.
Sait Faik’in, hemen hemen bütün hikâyelerinde, hele son yetkin ve güzel hikâyelerinde iyice belirir bu. Su yüzüne çıkmıştır!
Adını filan koymaya gerek duymamış olabilir, ama yazılarında, mektuplarında, röportajlarında, notlarında, hikâyelerinde, anlatılarında ve özellikle de şiirlerindeki verilere bakarsak; sözcüğün tam ve açık anlamıyla bir ‘kötülük toplumu’ ortamında ve de koşullarında devindiğini algılarız. Aşk’a bile izin yoktur! İzin vermezler Aşk’ın oluşmasına!
(…)
Bugün dahi ‘cins şair’ Sait Faik’in, yaşarken edebiyatçılarca, romancılarca ve eleştiricilerce nasıl düpedüz taramaya ve alaya alındığını, horlandığını, küçümsendiğini ve kendisine bıyık altından gülündüğünü ben biliyorum.
((Özellikle Beyoğlu’nda arada sırada uğradığı Nisuaz Pastanesi (şimdi Garanti Bankası’dır) ile Ankara Caddesi’nin Ebussuut Caddesi’yle kesiştiği yerdeki ünlü Meserret Kahvesinde.))
Bereket ki Sait Faik’in ailesinin mal mülk varlığı onu biraz koruyordu. Acımasız ve gaddar edebiyat çevresinden ya da arestasından aylarca uzak durabiliyordu.
Sonra, şu da ilginçtir ‘cins şair’ Sait Faik’, edebiyat ve duyarlık dünyasında bir oğul, bir halife yani bir ardıl bırakmamıştır nedense. Öncülü ve ardılı olmayan bir yazar!
Hele yeni kuşaklarda, gençlerde, ((Attila İlhan’ın sıkı deyimiyle “sabun köpüğü çocuklarıdır bunlar!”)) ‘cins şair’e Sait Faik’in düşünce ve ‘idrak’ dünyasında da bu ‘sabun köpüğü kuşağa’ en ufak bir yer yoktur. Bizim meramımız başka, onların meramları çok başkadır! Zaten Sait Faik yaşarken, onların, babaları kendisini ‘kavun acısı yalnızlığı’yla yapayalnız bırakabilmişlerdir. Hem de göz göre bırakabilmişlerdir. Sait Faik’in meramı da, insanları ve insan ilişkilerini ele alışı da gerçekten şimdiki gençlerden çok başkaydı. Şimdi, 1992’de, sözde ona sahip çıkar gibi gözüküyorlar ama ne gezer! İçten ve özden değiller. Bir sahtekârlık taşıyorlar. Sait Faik, belki moda olduğu için böyle bir kurnazlığı seçmiş olabilirler. Gerçekte kendi yaşadıkları hayatta hiç ve hiçbir zaman bir Sait Faik yoktur! Uzaktan Sait Faik’in benzerlerine bile yüz vermiyorlar.
Sait Faik’in, gizli ya da açık kış mekânlarını yazmayı sürdürüyorum:
Tabii öncelikle ünlü LAMBO meyhanesi. Nevizade Sokağı’nda bir köşede. Şimdi biraz büyültülmüş ve içki satılıyor yalnızca.
Orhan Veli’yle Nihat Hanım’ın (Fıratlı) zaman zaman buluştukları bir koltuk meyhanesi. Yalnız pencerenin yanında iki kişinin şöyle biraz oturacak iki yeri var, o kadar. Herkes ayakta. Oraya Sait Faik, Peyami Safa, Mina Urgan, Oktay Rifat, Melih Cevdet, Cahit Irgat, Naim Tiralı, Mücap Ofluoğlu, Cavit Yamaç., geliyor. Sonraları, Edip Cansever, Muzaffer Buyrukçu filan da gelmiş.
Mösyö Lambo, tezgâhın arkasında, vakit buldukça; Gogol, Dostoyevski, Puşkin, Tolstoy okuyor Ruscasından. Ama borçları deftere yazmayı da savsaklamıyor.
Bana yıllar sonra, naiv ve gerçekten ilginç ressam Fahir Aksoy; Sait Faik’in orada Lambo’da bir büyük kavgasını anlatmıştı. O zamanlar hemen hemen bütün tartışmalar soyut ve olmayacak şeyler olurdu genellikle.
İşte Sait Faik’in aslan gibi kükreyerek bağırması ve susmaması orada geçmiştir. Bir gece Peyami Safa da vardır. Yine soyut bir konu tartışması sürdürülüyor içkiler içilirken. Sözgelimi, Paris’te Louvre Müzesi (ya da Sarayı) yanıyor. “Ünlü resim Mona Lisa’yı mı kurtarırsınız: yoksa orada bulunan küçük bir çocuğu mu?”
(…) Peyami Safa, “ben olsam bu durumda Mona Lisa’yı kurtarırdım!” diyor.
Sait Faik ise Peyami Safa’nın bu sözüne karşılık olarak, aslanlar gibi kükreyerek ve bas bas, yüksek sesle, bağırarak ve hatta biraz da Peyami Safa’nın üzerine yürüyerek: “Hayır, ben o çocuğu kurtarırdım!” diyormuş. Büyük bir ağız dalaşı! Sait Faik ayağa kalkmıştır. Mösyö Lambo tezgâhından çıkarak onları ayırıyor, yani daha doğrusu araya giriyor: “Yapmayın, etmeyin çocuklar!” diyerek…
Yıllar sonra, nedense, Mösyö Lambo bu koltuk meyhanesinde bir ortakla birlikte bir kadın ayakkabısı dükkânı açtı. Ve iflas etti. Ve kendini tavana asarak intihar etti. Bunun şiirini Oktay Rifat yazmıştı, hangi kitabında var bu şiir şimdi bilmiyorum. Ve Lambo’nun karşısında Lefter’in Meyhanesi. Kambur Panayot laterna çalardı. 1964’de bando mızıkayla Yunanistan’a gönderilmişti Lefter. Bizim kuşağın çok gittiği bir meyhaneydi ve ucuzdu.
Büyük Ziba ile Küçük Ziba (…). Ucuz. İlk kez Cihat Burak’ı oraya Sait Faik götürmüştür 1946’da. Bir kapıya tekmeler filan atmış Sait Faik.
Bursa Sokağındaki İşkembeci. Şimdi Ahududu Sokağı oldu.
Diamandi meyhanesi. Hammalbaşı caddesinde. İngiliz Konsolosluğu karşısı.
Panayot meyhanesi. Şimdi yine çalışıyor. Ondan ucuzu yoktur. Müşterilerinin hemen hemen hepsi hep hapishaneye girip çıkmıştır.
Anadolu Geçidi. Kuyumcu Franguli ile Fuat Uzkınay Sokağı arasında. Sait Faik Fikret Ürgüp’le oradaki birahanede buluşurmuş.
Rumeli Hanı’nın içersinde bir kahve, gizli. Ama İstiklâl caddesine ve Alkazar, Saray, Şark, Ar, Melek, İpek, Yıldız, Lale, Atlas, Aynalı, Şık ve Elhamra sinemalarına yakın.
Ve Cumhuriyet meyhanesi. Sahne sokağı ile Kalyoncukulluğu Caddesi’nin kesiştiği köşededir. 1933’den beri Cihat Burak’ın, Sait Faik’in, Orhan Veli’nin.. Edip Cansever’in.. vs.nin mekânıdır. Şimdi biz de (…) Cihat Burak’la, Sezer Tansuğ’la, Gülsün Karamustafa’yla, Özay Erkılıç’la, Turgay Özen’le, Ufuk Üsterman’la, Mithat Şen’le, Mustafa Irgat’la, Feryal Çeviköz’le, Yaşar Çubuklu’yla zaman zaman akşamları Cumhuriyet meyhanesine gidiyoruz.
Sait Faik’in daha bir dolu kış mekânları vardı tabii: Eftalikos, Degüstasyon, Çiçek Pasajı, Maya Sanat Galerisi.. filan gibi. Ama şimdilik bu kadar yeter.

Ece Ayhan
Arkitekt Dergisi, 1992, Sayı:3, s. 94- 99

Nis
24
2009
0

EDEBİYATÇILARIMIZ KONUŞUYOR!

Edebiyatımızın gelişmesi için neleri gerekli görüyorsunuz?

Turgut Uyar: Edebiyatımız herhalde hiçbir devirde eşine rastlanmamış bir büyük, bir geniş, adeta tertipli diyebileceğim bir nankörlük ve alâkasızlıkla, bir hor görme ile karşı karşıyadır. Sanatçı da nihayet bir insandır, üstelik evliya değildir. Uzun çileler bahasına bir şeyler yazıyorsa okunsun diyedir. (…) Halkımızın, bilhassa halk üzerinde sözü geçecek okumuşlarımızın, çoğunun o kadar sakat, o kadar kısır,o kadar bayatlamış sanat zevk ve anlayışları var ki, şaşırıyorum. (…) Arasıra inebildiğim yakın bir şehrin çarşısında bulunan tek kitapçının vitrinlerindeki o güzelim eserlerden hiçbirinin, komşu tuhafiye mağazasının vitrinlerindeki kravat veya çoraplar kadar alâka çekmediğini, hatta seyirci bile bulamadığını hüzünle görüyorum. (1965)

(…)

Bir gün meşhur bir edebiyatçı olacağınızı çocukluğunuzda tahmin eder miydiniz?

Nurullah Ataç: Ün salmağı, sizin dediğiniz gibi “meşhur olmağı” ne çocukluğumda düşündüm, ne de şimdi düşünürüm. Daha doğrusu, çocukluğumda belki olmuştur öyle hulyalarım. Şimdi kurtuldum: Biliyorum, kendimi tanıtamayacağım, beğendiremeyeceğim. Üzüldüğüm de yok. Tanınanları, beğenilenleri görüyorum da onlar gibi olmadığıma seviniyorum. (…) Öyle sanıyorum ki yüz kadar okurum var, onlar da yeter bana. (…) Ben edebiyata hizmet etmeğe çalıştım, edebiyat bana hizmet etsin, beni tanıtsın demedim.

(…)

Edebiyatımızın gelişmesi için neleri gerekli görüyorsunuz?

Necati Cumalı: Ben gelişmesinden geçtim. Mevcut alâkasızlık karşısında bugünkü durumunu muhafaza etmesi için çareler düşünmek gerektiğine kaniim.

(…)

Armağan kazanmış bir yazar olarak, armağanlar için ne düşündüğünüzü söyler misiniz?

Tahsin Yücel: Armağanlar elbette pek yararlıdır. En azından bir eleştirme görevi görürler. Belirli kişilerin belirli bir yapıtı üstün bulduklarını ortaya koyarlar. Ama edebiyat armağanları bizde istenen ortamı bulamadı, iyi oldukları söylenemeyecek amaçlarla baltalandı, yarardan çok, zarar verdi. (15 Ağustos 1962)

Dünkü ve Bugünkü “Edebiyatçılarımız Konuşuyor”

Varlık Yayınları, Kasım 1976, 1. Baskı

Mar
27
2009
0

BİR GEMİ…

1978 yılında, “Yazı” Dergisi’nin 2. sayısında yayımlanmış “Ece Ayhan” başlıklı bir Ece Ayhan şiiridir.

 

Mar
06
2009
0

Gölge Etmeyen (1937)

Neyzen Tevfik, Çallı İbrahim gibi hem halk, hem de aydınlar arasında ün yapmış simalardan biridir. Müzik yapanlar onu çok güçlü, özgün ve eşsiz bir ney çalıcı olarak tanırlar. Haksız da değil. Çünkü neyi üflediği zaman öyle sesler çıkarır, öyle duyurur ki bu seslerin yapısını ve duyguların psikolojisini yapmak ve öz eserini anlamak kendi elinde bile değildir. Ahmet Haşim gibi büyük şairlerimiz de onu en büyük hicivci olarak tanımışlardı. Yalan değil, çünkü Neyzen birini hicvettiği zaman yalnız onun kendini değil, kendine varlık olanağını sağlayan tüm evrim yasalarını da yerin dibine geçirir. (…) Neyzen Tevfik özgür adamın ta kendisidir. Bu özgürlük toplum içinde yaşayan insanın hukuki özgürlüğü değil, doğa içinde yaşayan bir insanın salt özgürlüğüdür. Rousseau’nun doğal özgürlük dediği işte bu özgürlüktür. Neyzen’in istediği ne iyilik ne de kötülüktür; sadece keyfine karışılmamasıdır. Onun gözünde saygıya en çok değer yaratık gölge etmeyendir, iyilik eden değil. Kendisine iyilik edene de kötülük eden kadar kızmak bu özgün insanın yaradılışında vardır. Yeni Adam, doğa ve özgürlük üstadını hep böyle anladığı içindir ki Ressam Fikret Mualla tarafından çizilen çok kuvvetli bir portresini gölge etmeyeceği için basıyor…

İsmail Hakkı Baltacıoğlu

Yeni Adam Dergisi, 1937

Şub
19
2009
0

Şiirin Kurgusu

ŞİİRİN KURGUSU 

Bilebildiğimce, 1954 yılından bu yana “şiir”ler, yazılar yayımlıyorum; hayır, bir ana niteliği belli bir toplumda şiirin de (bile) yeri olmayışı sırılsıklam gerçeğinden yola çıkmadım, çıkmıyorum (bu kez); yalnızca, şiir denilen şey hizmet ve meta üretildiği, üreti-lişi gibi “kurulmuyor” kesenkes diyorum. Yani, bir bakıma, iktisatta belirli bir sayfası yoktur şiirin; bu yüzden anlatmak epey zor olacaktır okura şiiri! Siz görünüşe bakmayın. Bir şiir “kurulurken” (doğallıkla başka arkadaşları bilemem) nasıl “yoğruluyor”u soruyorsunuz? Yazmanın, yazılmanın… bir öncesi var ilkin, üç yıllık, on yıllık, yirmi yıllık sorular oluyor kafada sözgelimi; başlangıç kurgusu daha zihin oralardayken örülüyor yapılıyor; kısacası “şiir zihni” sanırım biraz başka türlü işliyor genelgeçer akıl yürütmelerden; daha da özeti “külyutmazlık”tır (Bizim tarihimizden bir örnek, hoşa gitmeyecekse de; Hezarfen Ahmet Çelebi, bir cambazdır ve İstanbul’da Galata Kulesinden uçmak adına atlar, kulenin altındaki bir tümseğin üzerine düşer ve bacağını kırar!.. Yeryüzü tarihinde de Troyalı bir güzel Helen vardır, Homeros İlyada’sında böyle yazıyor, kitaplar, romanlar, filmler var… Oysa Paris Helen’i Yunanistan’dan kaçırdığında bir kocakarıdır!… Bunlar tarihin gidişine yürüyüşüne küçük bir çelme takmak bile sayılmaz tarihçe; “şiir”den söylemesi deyip geçiyorsunuz; bugünlerde çok büyük bir yanlışlık yapılıyor, iş-leniyor özel ve genel anlamda düşünmeklerim gibi…). Yine sözgelimi, bir şeyi, “verilmiş” her bir şeyi (olabildiğince) irdeliyorsundur, yakın ve uzak çevrendeki hiçbir şeyin gösterilmeye çalışıldığı gibi olmadığını biliyorsundur çünkü etinde kanında duyarak; her bir şey bütündür ya; işte bunları şiire taşıyorum… Nesneler, daha çekirdek olarak zihindeyken katlanmaya başlıyor, en yalın bir şiirde bile onun parçalarında yalınlık yoktur, yani ufacık bir şey bile binlerce boyutlu… Benim “kurduğum”, “kurabildiğim” şiirde, soruya, konuya geliyorum, okur denilen kişi karınca kararınca dahi olsa silinmiş olduğu için, bütün kavramlar nesnel gerçeklikler, vb. hızlı bir değişime, belirli bir şiir perspektifinde yerlerini alıncaya dek gelişmeye uğruyorlardır. Yaptıklarımı, ettiklerimi savunmuyorum burada; düşüncemin “iktidar”a geçmesini istemedim hiçbir zaman çünkü. Yalnızca, “şiir”in öyle kitaplarda, kitaplarınızda yazıldığı gibi olmadığı, doğrusu olamayacağıdır, benim de deneyimlerim olmuştur, bildiğimi biliyorum o kadar… “Son biçim”ini alıp almadığını anlamak sorununa gelince, şiirin, buna neden “son öz” denmemiş olduğunu da düşünüyorum, izin verin de bir kömürün bir elmasa dönüşmüş olduğunu artık anlayalım! Bir şiir kıpırdanıyorsa, deviniyorsa sonra ermiş demektir; sözgelimi herhangi bir şey eksikse kıpırdanmaz! Ustalar şunu çok iyi anlayacaklardır; şiir tam bir avadanlıktır, tarihsel bir avadanlıktır!… Devletle…

Ece Ayhan 

1982, Türk Dili Dergisi

 

Oca
18
2009
0

Video: ECE AYHAN, “FAYTON” ADLI ŞİİRİNİ OKUYOR…

Ece Ayhan’a ilişkin bir video kaydına daha ulaşmanın ve bu kaydı gün ışığına çıkarmanın mutluluğunu ya da heyecanını yaşıyorum. Kayıtta Ece Ayhan, “Fayton” adlı şiirini sesli okuyor… Videoyu https://zaferyalcinpinar.com/fayton.avi adresinden indirebilir ve arşivleyebilirsiniz.

Hamiş: Daha önce Ece Ayhan’ın “Mor Külhani” adlı şiirini sesli okuduğu bir video kaydını Ozan Demirci gün ışığına çıkarmıştı. O videoya da https://zaferyalcinpinar.com/morkulhani.avi adresinden ulaşabilirsiniz.

İçtenlikle

Zafer Yalçınpınar

 

Ara
30
2008
12

Ece Ayhan, ABD sokaklarında: “Blind Cat Black – Poetry Scores”

 

(Yukarıdaki kupür 30.12.2008 tarihli BirGün Gazetesi’nde yayımlanmıştır.)

Türk Edebiyatı’na duyurulur: “Ece Ayhan, ABD sokaklarında da dolaşıyor!”

St. Louis çevresinde takılan “Chris King” ve “Poetry Scores” adlı Amerikan şiir taifesi, Ece Ayhan’ın “Bakışsız Bir Kedi Kara” adlı kitabındaki şiirlerin İngilizce çevirilerini besteledi ve çeşitli şiir okumalarıyla da birleştirerek albümleştirdi. Albüm, “Blind Cat Black” adıyla ABD sokaklarında dolaşıyor… Ece Ayhan’ın “Bakışsız Bir Kedi Kara” ve “Ortodoksluklar” adlı kitapları daha önce Murat Nemet-Nejat tarafından İngilizce’ye çevrilmiş ve Amerika’da “Sun & Moon Press” adlı yayınevi tarafından tek bir kitap olarak yayımlanmıştı. Albümün oluşmasında ve kayıtlarda Murat Nemet-Nejat‘ın payı gene çok büyük… Albümün yapımcılarından Chris King, önümüzdeki iki ay içerisinde albümdeki şarkıları, şiir okumalarını ve çeşitli imgesel öğeleri birleştirip özel bir DVD’nin oluşturacağını da belirtti.

Ece Ayhan’ın dizelerinden ve şiirlerinden oluşan “Blind Cat Black” adlı albüm 28 parçalık “şarkı ve şiir okuması”ndan oluşuyor. Albümdeki kayıtlarda şu sanatçılar (ve gruplar) yer almış: Pops Farrar, Michael Cooney, Fred Friction, Three Fried Men, Les Murray, Middle Sleep, Heidi Dean, Tim McAvin. Albümün kapak çizimi ise “Julie Doucet” tarafından yapılmış.

Chris King’in, “Ece Ayhan – Bakışsız Bir Kedi Kara” hakkındaki makalesine, 28 parçalık albümün oluşum süreciyle ilgili çeşitli ayrıntılara ve albümde yer alan bazı şarkıların MP3’lerine şu adresten ulaşılabilir: https://poetryscores.blogspot.com/2008/12/blind-cat-black-as-my-invisible-dog.html

Ayrıca, 28 parçalık albümde yer alan 16 parçanın MP3’ünü aşağıdaki bağlantılardan da indirebilirsiniz…

BLIND CAT BLACK – Poetry Scores

—————-

2. “Epitafio”  (Fred Friction, Three Fried Men)

5. “The marching band of his friend and of death” (Kennebunkport Jazz Workshop)

7. “The secret Jew” (Pops Farrar, Flatrock)

8. “That guy”  (Stefene Russell, Tom Hall)

9. “In the sewers of my veins”  (Fred Friction, Three Fried Men)

10. “A flood of first summer”  (Murat Nemet-Nejat)

11. “Bats without wings; wet guns”  (Les Murray, Middle Sleep)

13. “Madness put on a porkpie hat” (Middle Sleep)

15. “The sea of late hours”  (Michael Cooney)

17. “This monster traveler in hashish”  (Latif Bolat, Gary Haggerty)

20. “My son is a queen”  (Three Fried Men)

21. “Why the sea rises”  (Tim McAvin)

22. “Mitsrayim”  (Murat Nemet-Nejat, Latif Bolat)

24. “The muddy music of the ink squid”  (Three Fried Men)

26. “Without wings”  (Murat Nemet-Nejat, Latif Bolat)

28. “Ipecacuanha, the emetic”  (Chris King, Latif Bolat, Heidi Dean)

Hamiş: Poetry Scores’un web sitesine https://poetryscores.blogspot.com/  adresinden ulaşabilirsiniz… Albümle ilgili birçok ilginç ayrıtı bu adreste yer alıyor.

2. Hamiş: Albümle ilgilenenler ve albümü temin etmek isteyenler Chris King’e brodog@hotmail.com  adresinden ulaşabilir…

Sahicilikle/ ZAFER YALÇINPINAR

Ara
10
2008
0

İmza: Türkiyem (Turgut Uyar)

Turgut Uyar tarafından (İsmail Gençtürk’e ithafen) imzalanmış “Türkiyem” adlı kitabı koleksiyonuma eklemenin mutluluğunu yaşıyorum bugün…

Ara
05
2008
0

Şimdi bilmiyorum, bakalım, ilk ne zaman ölürüm…

(…) Babam çalışkan bir adamdı, çok iyi bir hattattı. Ankara’nın Latin alfebesi ile ilk sokak levhalarını, geceler boyu çalışarak ilk o yazmıştır. Ölümünden on-on beş gün öncesine kadar çalıştı ve her akşam içti rakısını. İçemediği yarım bıraktığı son küçük şişesini, gömüldüğü gece annem, bana verdi. “Atamam, dökemem, kimselere veremem” diyerek. (…) İlk içkiyi ne zaman içtiğimi hatırlamıyorum. Ama şaraptı, onu iyice biliyorum. İlk sigaraya alışma denemelerimi, haminnemin “Hanımeli” paketinden aşırdığım incecik sigaralarla yaptım. İlk rakıyı öfkeyle ve intihar etmek(!) için içtim ve saatlerce kustum. İlk votkayı korkarak denedim, adından olacak. Şimdi en iyi dostum. (…) “Her şeyden biraz kalır” diyor bir İtalyan atasözü. En inandığım doğrulardan biri. Söylemeden edemeyeceğim bir doğru da şu: Aşk söz konusu olduğunda, ikinci de üçüncü de sonuncu da ilk’tir.(…) Şimdi bilmiyorum, bakalım, ilk ne zaman ölürüm…  

Turgut UYAR 

Milliyet Sanat Dergisi, Sayı: 330, 1979, s.28-29

 

Eki
22
2008
0

Sahi, Nilgün Marmara ile Tezer Özlü yaşadı mı patron?!

(…) Nilgün Marmara ve Tezer Özlü. Bence ikisi de erkekti! Hodri meydan anlamında. Adımlarını geri almazlardı. (…) Yabancı dili çok iyiydi Tezer’in. Ellias Canetti’nin kitabını “Körleşme” diye çevirdiler. Tezer, “Aslında Körleşme değil, Kamaşma” demişti. Nilgün Marmara’nın en belirgin özelliği; Mülkiyet Duygusu’nun olmamasıdır. Kızıltoprak’taki evinde oturuyorlardı. Evlenecek. Ev kocasının. Salonun parkeleri bir milim inceltildi, yeniden cila yaptılar. Haftasonları onlarda kalıyordum. “Bak ne güzel oldu” dedim. “Misafirler için artık salonu kullanmayın, benim kaldığım odayı kullanın.” Dedim. O da “İnsanlar kullanmayacaksa ne işe yarar!” demişti. Nilgün Marmara’nın nikâh şahidiydim. Kadıköy’deki nikâhta hiç süslenmedi, gelinlik giymedi. Şöyle bir mavi sürmüştü gözüne, herhalde rimel. Ben bazen Tezer Özlü ile Nilgün Marmara’yı birbirine karıştırırım. Sahi, Nilgün Marmara ile Tezer Özlü yaşadı mı patron?!

Ece Ayhan
Öküz Dergisi, Sayı: 2000/2, s.2

 

Eki
14
2008
1

Bir Defter Al…

Soğuk. Soba sönmüş. Dar, uzun battaniyemin altında yapayalnızdım. Halbuki bilirsin ki ben en iyi yazılarımı sokakta kalabalığın arasında dolaşarak yazmışımdır, evde okuduğumu anlamak için çocuklarımın gürültüsüne muhtacım ve insanların arasından ayrıldığım vakit karaya vurmuş hazin bir palamuda dönerim.

Nâzım Hikmet

Öteki Defterler, YKY, 2008, s.151

(…)

Karyolanın bulunduğu köşe zifiri karanlıktı. O kadar ki Hatice yanı başında sırt üstü yatan kocasının yüzüne sezdirmeden baktığı halde gözlerinin açık olup olmadığını anlayamıyordu. Halbuki balkon kapısının ve pencerelerin yarı yarıya buzlanmış camları dışında adeta beyaz bir gece vardı. Hatice yattığı yerden karlı çam ağaçlarının harikulade dallarını görebiliyordu.
Karyola eskiden öbür köşede kar ışığının hududu içindeydi. Fakat bu sene çam dalları karların altında kalır kalmaz Hatice kocasına:
-Halim, demişti, gece odamızda ateş yakmıyoruz. Hiç olmazsa en karanlık köşede yatalım. Kışın lamba söndükten sonra bir odanın en sıcak yeri en karanlık köşesidir gibi geliyor bana. Zaten kar aydınlığının içinde uyumak, tıpkı yazın ay ışığını yüzümde gözümde hissederek uyumak gibi sinirime dokunuyor.
Ve bir ay önce bir Pazar sabahı karı koca karyolayı odanın bu en karanlık köşesine taşımışlardı.

Nâzım Hikmet

A.g.e, s.72

Eki
14
2008
0

Kapak: Kınar Hanım’ın Denizleri (1959)

Kınar Hanım’ın Denizleri – Ece Ayhan

1959

Eki
06
2008
0

Geriye Gitmek… (1949)

 

Yukarıdaki kupür Orhan Veli’nin çıkardığı YAPRAK dergisinin

15 Haziran 1949 tarihli 12. sayısından alınmıştır.

 

Ağu
20
2008
1

Marmara Adası ve Kuzgun Acar

(…)
Bayrampaşa Belediye Başkanı, Kuzgun’u Antalya’da Haşim İşcan anıtını yaparken tanımış ve bir sohbet sırasında kendi projelerinden söz ederek Atatürk anıtı düşüncesini açmıştı. Kuzgun, “bir iş bulduk!” diye atlamamış işin üzerine, incecik sormuştu Bayrampaşa Belediye Başkanı’na, “Ben kendi kafamın içindeki Atatürk’ü mü yapacağım, sizin kafanızın içindeki Atatürk’ü mü?” Sonra oturmuş anıtın maketini çıkarmış, başta Belediye Başkanı olmak üzere ortaya çıkan anıt maketine kimse, hiçbir Bayrampaşalı “Hayır” dememişti.
Marmara Adası Belediye Başkanı Ahmet Enön de Antalya Festival gazetesinden Kuzgun’u tanımış ve Kuzgun, bir hafta sonu soluk almak için Marmara Adasına gittiğinde  Kuzgun’a bir heykel için asılmış. Sonunda orada da Bayrampaşa Belediye Başkanı’na sorulan soru sorulmuş, cevap alınmış ve “Balıkçılarla balık ağları çeken” Atatürk anıtı maketi ortaya çıkmıştı.
Kuzgun coşkuyla sıvanmıştı bu anıtlara… Hatta Marmara Adası işini öylesine sevmişti ki “Bu anıt istediğim gibi çıkarsa, en çok bu anıtı özlerim” diyerek yaşamı Marmara Adası’nda kıyıya çekmeyi bile kurmuştu.
(…)

Tanju Cılızoğlu
Tiyatro Dergisi, sayı:32, 1976, s.21-22

Haz
04
2008
0

Ece Ayhan’dan Nilgün (Marmara) ile Kağan (Önal)’a…

Ece Ayhan’ın 11.11. 1984 tarihinde Nilgün Marmara ile Kağan Önal’a ithafen imzaladığı “Yeni Defterler” adlı kitabını koleksiyonuma ekleyebilmiş olmanın sevincini yaşıyorum.

Nilgün Marmara’nın en belirgin özelliği; Mülkiyet Duygusu’nun olmamasıdır. Kızıltoprak’taki evinde oturuyorlardı. Evlenecek. Ev kocasının. Salonun parkeleri bir milim inceltildi, yeniden cila yaptılar. Haftasonları onlarda kalıyordum. “Bak ne güzel oldu” dedim. “Misafirler için artık salonu kullanmayın, benim kaldığım odayı kullanın.” Dedim. O da “İnsanlar kullanmayacaksa ne işe yarar!” demişti. Nilgün Marmara’nın nikâh şahidiydim. Kadıköy’deki nikâhta hiç süslenmedi, gelinlik giymedi. Şöyle bir mavi sürmüştü gözüne, herhalde rimel. Ben bazen Tezer Özlü ile Nilgün Marmara’yı birbirine karıştırırım. Sahi, Nilgün Marmara ile Tezer Özlü yaşadı mı patron?!

Ece Ayhan

Öküz Dergisi, Sayı: 2000/2, s.2

May
08
2008
1

Abdülhak Şinasi Hisar İmzası

Abdülhak Şinasi Hisar’ın 1958 baskısı “İstanbul ve Pierre Loti” adlı kitabını Korhan Akman’ın “İkarus Sahaf” adındaki dükkanında buldum. Kitap, A.Ş. Hisar tarafından  “Kitap mütehamisi Bay Jan Jak Balamutoğlu’ya muhabbetli hâtıralarimle…” şeklinde imzalanmış.

Hisar’ın bu kitabı “İstanbul Fetih Cemiyeti/İstanbul Enstitüsü Yayınları” tarafından  1958 yılında “İş Bankası’nın nakdi yardımiyle basılmıştır.”

Ünlü kitap koleksiyoneri veya sanat hamisi Ömer Koç’un “Abdülhak Şinasi Hisar” imzalı kitaplar topladığını göz önüne alırsak, kendi koleksiyonuma bir adet “A.Ş. Hisar imzası” ekleyebilmiş ya da kurtarabilmiş olmanın sevincini yaşıyorum.

Hamiş: Sahaf Korhan Akman’a bu imkânı bana sağladığı için çok teşekkür ederim. Ayrıca, tüm kitap heveskârlarına Kadıköy’deki İKARUS SAHAF’ı ziyaret etmelerini -özellikle- öneririm.

Nis
15
2008
0

S Gazetesi (gaSte): “Evler vardı Zaman’ın altında kaldılar!”

“S” Şehir Gazetesi’nin (eski adıyla gaSte’nin) Nisan 2008 tarihli 112. sayısında yer alan “Evler vardı Zaman’ın Altında Kaldılar!” başlıklı yazım aşağıdadır:

“EVLER VARDI ZAMAN’IN ALTINDA KALDILAR!”

25 Kasım 2007 tarihli Birgün Gazetesi’nde “İmzacılık Oynamak Yerine Faydalı Bir Şey Yapmak” başlıklı bir yazım yayımlanmıştı. Bu yazıda bazı yazarlar ve şairlerin sahaflarda, hurdacılarda ve eskicilerde bulduğum “ithaflı, imzalı kitapları”nın yolculuğundan, o garip maceradan -maceranın oluşmasında etkili olan çeşitli güdüleri ve tahminleri de ortaya koyarak- bahsetmiştim. Bu yazı umduğumdan daha fazla bir ilgiyle karşılanmıştı ve çeşitli çevrelerden birçok olumlu ya da olumsuz geribildirim almıştım. Yazıda bahsettiğim yazarların, şairlerin ve ithaf edilen kişilerin hepsi hayattaydı. Bu sefer -okumakta olduğunuz işbu yazıda ise- koleksiyonumda yer alan ancak şu an hayatta bulunmayan tanınmış yazarların ve şairlerin bazı imzalı kitaplarından bahsedeceğim.

Sahaf Celal Gözütok’un bana Eylül 2007’de “düğün hediyesi” olarak verdiği bir imzalı kitap, bahsedeceklerimin içinde en ilginç olanıdır; Kemal Tahir, “Rahmet Yolları Kestiğinde” adlı romanını Yahya Kemal’e ithafen 4.10.1957 tarihinde “Üstat şairimiz Yahya Kemal’e derin saygılarımla…” şeklinde imzalamıştır. İşin ilginç tarafı ise kitabın sadece ilk sekiz sayfasının açılmış, forması kesilmiş olması ve geriye kalan formaların ise matbaadan çıktığı gibi hiç açılmamış, kesilmemiş olmasıdır. Demek ki Yahya Kemal -eğer kitap eline ulaştıysa- Kemal Tahir’in romanını okumamıştır. Bu durum şairlerin -özellikle de Yahya Kemal’in- düzyazıyı sevmediğinin, roman türüne fazlaca önem vermeyişinin ya da bizzat Kemal Tahir’i önemsemeyişinin kanıtıdır.

İstanbul-Kartal’da bir çingenenin, “kışın yakmak üzere” istiflediği kitapların arasından çıkan, Ahmet Muhip Dıranas imzalı bir kitap da oldukça ilginçtir. Dostoyevski’nin bir piyesini türkçeleştiren Dıranas, bu kitabı dönemin İçel milletvekili olan Ferit Celâl Güven’e “Sanatkâr ve politikacı ve idealist dostum ve ağabeyim Ferit Celâl Güven’e…” şeklinde imzalamıştır.

İstanbul-Kaynarca’daki bir hurdacının büyük deposunda bulduğum iki imzalı kitap ise başka bir örnektir: Eski bir merdaneli çamaşır makinesinin içine yığılmış kitapların arasından Can Yücel imzalı “Bir Siyasinin Şiirleri” ile Memet Fuat’ın çevirisini yaptığı ve kendisi tarafından imzalanmış “John Steinbeck-Kasımpatları” çıkmıştır. Can Yücel, “Bir Siyasinin Şiirleri” adlı kitabını “Beyoğlu Ocakbaşı kuruluşuna iç köfte yemek üzre, sevgiler…” ithafıyla imzalamış. Memet Fuat ise “Kasımpatları” çevirisini “Sayın büyüğüm Dr. S. Oğlancı’ya saygılarımla…” şeklinde imzalamıştır. Kayserili hurdacıya bu –değerli- kitapları nerden bulduğunu sorduğumda “Kitaplar Erenköy’deki bir evden çıktı…” cevabını alıyorum. Şaşırıyorum. Erenköy’deki evin sahipleri (ya da mirasçıları) bu kitapları “hurdacı”ya satmak kolaycılığını, değerbilmezliğini niye sergilemişlerdir? “Baştan savmak!” Başka da bir şey değil.

Sonuç olarak, tüm bu imzalı kitaplar, gerek bulundukları yer, gerekse bu kitapları buluş biçimim açısından Oktay Rifat’ın şu ünlü dizesine işaret etmektedir:

“Evler vardı Zaman’ın altında kaldılar!”

Zafer Yalçınpınar

Mar
16
2008
0

Yeditepe’nin ilk 24 sayısı

Birgün Gazetesi’nde yayımlanan ve Yeditepe Dergisi’nin ilk 24
sayısından bahseden yazıma

https://www.birgun.net/bolum-95-haber-60866.html#haber_basi
adresinden ulaşabilirsiniz.

Mar
03
2008
0

GittiGidiyor: Yaşar Nabi Nayır İmzası

Yaşar Nabi imzalı “YILLAR BOYUNCA” adlı kitabı, “GittiGidiyor” üzerinden 1 YTL fiyatla satışa sunmuş bulunmaktayım. Kitap, Yaşar Nabi tarafından “Değerli Doktor Rauf Saygın’a Muhabbet ve Hürmetle…” şeklinde imzalanmıştır. İşbu kitabın satışı, öncelikle Yaşar Nabi’nin kızı olan Varlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Filiz Deniztekin’e teklif edilmiştir. Filiz Deniztekin’in kitabı satın almak istememesinin ardından “GittiGidiyor” adlı web sitesi üzerinden satışa sunulmuştur.

Bkz: https://urun.gittigidiyor.com/Yasar-Nabi-Yillar-Boyunca-Imzali_W0QQidZZ8581656

Şub
22
2008
0

1976’dan Bir Haber: “Edebiyat Tehlikede mi?”

Roger Munier’nin “Edebiyat Tehlikede” başlıklı bir yazısını okuduk. Roger Munier, ödül kazanan kitapların ya da bestseller olmuş yapıtların dışında kalan edebiyat ürünlerinin çok az basıldığından, çok az satış yaptığından yakınıyor. “Hele,” diyor “iyi edebiyatın satışı çok daha az oluyor”. Büyük yayımcılardan Grasset ile görüşmüş bu konuda. O da aynı kanıdaymış. Nitelikli edebiyat yapıtları için “kendi beğenim” adlı bir dizi yapmış. Gel gelelim bu dizideki kitapların baskı sayıları 1400, 1800, 2600’ü pek geçmiyormuş. Bunun için de, gerekli kazancın sağlanamaması nedeniyle, büyük yayınevleri, kaliteli kitapları basmaya yanaşmıyorlarmış. “Bu tehlike karşısında yakında kaliteli edebiyat yapıtlarının basılmış değil de, “teksir” edilmiş biçimde okurlara uzanmak isteyeceğini düşünebiliriz”. Böyle diyor Roger Munier. Bu yapıtlar için başka bir yol aramanın zamanının geldiğini belirtiyor. Formüller arıyor Roger Munier. Bulduğu yol şu:

“Okurlar birleşmeli, bir dernek kurmalılar. Genç yazarların, ya da tanınmış ama yayın güçlüğü karşısında bulunan yazarların kitapları bu dernek tarafından basılmalıdır. Hatta böyle birçok dernek kurulabilir. Basılan kitaplar yayın pazarına sürülmeyecek, dernek üyelerince satın alınacaktır. Kitap tükendikten sonra, yazar serbest kalmalı, isterse onu bir yayımcıya satabilmelidir. Bu yayın biçiminin iyi yanı, tecimsel yayınevleriyle açıktan açığa bir rekabet ortamı yaratmamasıdır. Böylece yeni yetenekler, iyi yazarlar için bir “verici anten” kurulmuş olacaktır.”

Milliyet Sanat Dergisi, 13 Şubat 1976, sayı: 171, s. 25

(Hüseyin Karayazı’nın “Dünyada Edebiyat Olayları” başlıklı bir haberinden…)

Oca
22
2008
0

Hikâye Müsabakasının Neticesi

 

 

Yukarıdaki kupür Yeditepe Dergisi’nin 1950 yılında yayımlanan 3. sayısında yer almaktadır.

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com