Ara
30
2008
12

Ece Ayhan, ABD sokaklarında: “Blind Cat Black – Poetry Scores”

 

(Yukarıdaki kupür 30.12.2008 tarihli BirGün Gazetesi’nde yayımlanmıştır.)

Türk Edebiyatı’na duyurulur: “Ece Ayhan, ABD sokaklarında da dolaşıyor!”

St. Louis çevresinde takılan “Chris King” ve “Poetry Scores” adlı Amerikan şiir taifesi, Ece Ayhan’ın “Bakışsız Bir Kedi Kara” adlı kitabındaki şiirlerin İngilizce çevirilerini besteledi ve çeşitli şiir okumalarıyla da birleştirerek albümleştirdi. Albüm, “Blind Cat Black” adıyla ABD sokaklarında dolaşıyor… Ece Ayhan’ın “Bakışsız Bir Kedi Kara” ve “Ortodoksluklar” adlı kitapları daha önce Murat Nemet-Nejat tarafından İngilizce’ye çevrilmiş ve Amerika’da “Sun & Moon Press” adlı yayınevi tarafından tek bir kitap olarak yayımlanmıştı. Albümün oluşmasında ve kayıtlarda Murat Nemet-Nejat‘ın payı gene çok büyük… Albümün yapımcılarından Chris King, önümüzdeki iki ay içerisinde albümdeki şarkıları, şiir okumalarını ve çeşitli imgesel öğeleri birleştirip özel bir DVD’nin oluşturacağını da belirtti.

Ece Ayhan’ın dizelerinden ve şiirlerinden oluşan “Blind Cat Black” adlı albüm 28 parçalık “şarkı ve şiir okuması”ndan oluşuyor. Albümdeki kayıtlarda şu sanatçılar (ve gruplar) yer almış: Pops Farrar, Michael Cooney, Fred Friction, Three Fried Men, Les Murray, Middle Sleep, Heidi Dean, Tim McAvin. Albümün kapak çizimi ise “Julie Doucet” tarafından yapılmış.

Chris King’in, “Ece Ayhan – Bakışsız Bir Kedi Kara” hakkındaki makalesine, 28 parçalık albümün oluşum süreciyle ilgili çeşitli ayrıntılara ve albümde yer alan bazı şarkıların MP3’lerine şu adresten ulaşılabilir: https://poetryscores.blogspot.com/2008/12/blind-cat-black-as-my-invisible-dog.html

Ayrıca, 28 parçalık albümde yer alan 16 parçanın MP3’ünü aşağıdaki bağlantılardan da indirebilirsiniz…

BLIND CAT BLACK – Poetry Scores

—————-

2. “Epitafio”  (Fred Friction, Three Fried Men)

5. “The marching band of his friend and of death” (Kennebunkport Jazz Workshop)

7. “The secret Jew” (Pops Farrar, Flatrock)

8. “That guy”  (Stefene Russell, Tom Hall)

9. “In the sewers of my veins”  (Fred Friction, Three Fried Men)

10. “A flood of first summer”  (Murat Nemet-Nejat)

11. “Bats without wings; wet guns”  (Les Murray, Middle Sleep)

13. “Madness put on a porkpie hat” (Middle Sleep)

15. “The sea of late hours”  (Michael Cooney)

17. “This monster traveler in hashish”  (Latif Bolat, Gary Haggerty)

20. “My son is a queen”  (Three Fried Men)

21. “Why the sea rises”  (Tim McAvin)

22. “Mitsrayim”  (Murat Nemet-Nejat, Latif Bolat)

24. “The muddy music of the ink squid”  (Three Fried Men)

26. “Without wings”  (Murat Nemet-Nejat, Latif Bolat)

28. “Ipecacuanha, the emetic”  (Chris King, Latif Bolat, Heidi Dean)

Hamiş: Poetry Scores’un web sitesine https://poetryscores.blogspot.com/  adresinden ulaşabilirsiniz… Albümle ilgili birçok ilginç ayrıtı bu adreste yer alıyor.

2. Hamiş: Albümle ilgilenenler ve albümü temin etmek isteyenler Chris King’e brodog@hotmail.com  adresinden ulaşabilir…

Sahicilikle/ ZAFER YALÇINPINAR

Ara
10
2008
0

İmza: Türkiyem (Turgut Uyar)

Turgut Uyar tarafından (İsmail Gençtürk’e ithafen) imzalanmış “Türkiyem” adlı kitabı koleksiyonuma eklemenin mutluluğunu yaşıyorum bugün…

Ara
05
2008
0

Şimdi bilmiyorum, bakalım, ilk ne zaman ölürüm…

(…) Babam çalışkan bir adamdı, çok iyi bir hattattı. Ankara’nın Latin alfebesi ile ilk sokak levhalarını, geceler boyu çalışarak ilk o yazmıştır. Ölümünden on-on beş gün öncesine kadar çalıştı ve her akşam içti rakısını. İçemediği yarım bıraktığı son küçük şişesini, gömüldüğü gece annem, bana verdi. “Atamam, dökemem, kimselere veremem” diyerek. (…) İlk içkiyi ne zaman içtiğimi hatırlamıyorum. Ama şaraptı, onu iyice biliyorum. İlk sigaraya alışma denemelerimi, haminnemin “Hanımeli” paketinden aşırdığım incecik sigaralarla yaptım. İlk rakıyı öfkeyle ve intihar etmek(!) için içtim ve saatlerce kustum. İlk votkayı korkarak denedim, adından olacak. Şimdi en iyi dostum. (…) “Her şeyden biraz kalır” diyor bir İtalyan atasözü. En inandığım doğrulardan biri. Söylemeden edemeyeceğim bir doğru da şu: Aşk söz konusu olduğunda, ikinci de üçüncü de sonuncu da ilk’tir.(…) Şimdi bilmiyorum, bakalım, ilk ne zaman ölürüm…  

Turgut UYAR 

Milliyet Sanat Dergisi, Sayı: 330, 1979, s.28-29

 

Eki
22
2008
0

Sahi, Nilgün Marmara ile Tezer Özlü yaşadı mı patron?!

(…) Nilgün Marmara ve Tezer Özlü. Bence ikisi de erkekti! Hodri meydan anlamında. Adımlarını geri almazlardı. (…) Yabancı dili çok iyiydi Tezer’in. Ellias Canetti’nin kitabını “Körleşme” diye çevirdiler. Tezer, “Aslında Körleşme değil, Kamaşma” demişti. Nilgün Marmara’nın en belirgin özelliği; Mülkiyet Duygusu’nun olmamasıdır. Kızıltoprak’taki evinde oturuyorlardı. Evlenecek. Ev kocasının. Salonun parkeleri bir milim inceltildi, yeniden cila yaptılar. Haftasonları onlarda kalıyordum. “Bak ne güzel oldu” dedim. “Misafirler için artık salonu kullanmayın, benim kaldığım odayı kullanın.” Dedim. O da “İnsanlar kullanmayacaksa ne işe yarar!” demişti. Nilgün Marmara’nın nikâh şahidiydim. Kadıköy’deki nikâhta hiç süslenmedi, gelinlik giymedi. Şöyle bir mavi sürmüştü gözüne, herhalde rimel. Ben bazen Tezer Özlü ile Nilgün Marmara’yı birbirine karıştırırım. Sahi, Nilgün Marmara ile Tezer Özlü yaşadı mı patron?!

Ece Ayhan
Öküz Dergisi, Sayı: 2000/2, s.2

 

Eki
14
2008
1

Bir Defter Al…

Soğuk. Soba sönmüş. Dar, uzun battaniyemin altında yapayalnızdım. Halbuki bilirsin ki ben en iyi yazılarımı sokakta kalabalığın arasında dolaşarak yazmışımdır, evde okuduğumu anlamak için çocuklarımın gürültüsüne muhtacım ve insanların arasından ayrıldığım vakit karaya vurmuş hazin bir palamuda dönerim.

Nâzım Hikmet

Öteki Defterler, YKY, 2008, s.151

(…)

Karyolanın bulunduğu köşe zifiri karanlıktı. O kadar ki Hatice yanı başında sırt üstü yatan kocasının yüzüne sezdirmeden baktığı halde gözlerinin açık olup olmadığını anlayamıyordu. Halbuki balkon kapısının ve pencerelerin yarı yarıya buzlanmış camları dışında adeta beyaz bir gece vardı. Hatice yattığı yerden karlı çam ağaçlarının harikulade dallarını görebiliyordu.
Karyola eskiden öbür köşede kar ışığının hududu içindeydi. Fakat bu sene çam dalları karların altında kalır kalmaz Hatice kocasına:
-Halim, demişti, gece odamızda ateş yakmıyoruz. Hiç olmazsa en karanlık köşede yatalım. Kışın lamba söndükten sonra bir odanın en sıcak yeri en karanlık köşesidir gibi geliyor bana. Zaten kar aydınlığının içinde uyumak, tıpkı yazın ay ışığını yüzümde gözümde hissederek uyumak gibi sinirime dokunuyor.
Ve bir ay önce bir Pazar sabahı karı koca karyolayı odanın bu en karanlık köşesine taşımışlardı.

Nâzım Hikmet

A.g.e, s.72

Eki
14
2008
0

Kapak: Kınar Hanım’ın Denizleri (1959)

Kınar Hanım’ın Denizleri – Ece Ayhan

1959

Eki
06
2008
0

Geriye Gitmek… (1949)

 

Yukarıdaki kupür Orhan Veli’nin çıkardığı YAPRAK dergisinin

15 Haziran 1949 tarihli 12. sayısından alınmıştır.

 

Ağu
20
2008
1

Marmara Adası ve Kuzgun Acar

(…)
Bayrampaşa Belediye Başkanı, Kuzgun’u Antalya’da Haşim İşcan anıtını yaparken tanımış ve bir sohbet sırasında kendi projelerinden söz ederek Atatürk anıtı düşüncesini açmıştı. Kuzgun, “bir iş bulduk!” diye atlamamış işin üzerine, incecik sormuştu Bayrampaşa Belediye Başkanı’na, “Ben kendi kafamın içindeki Atatürk’ü mü yapacağım, sizin kafanızın içindeki Atatürk’ü mü?” Sonra oturmuş anıtın maketini çıkarmış, başta Belediye Başkanı olmak üzere ortaya çıkan anıt maketine kimse, hiçbir Bayrampaşalı “Hayır” dememişti.
Marmara Adası Belediye Başkanı Ahmet Enön de Antalya Festival gazetesinden Kuzgun’u tanımış ve Kuzgun, bir hafta sonu soluk almak için Marmara Adasına gittiğinde  Kuzgun’a bir heykel için asılmış. Sonunda orada da Bayrampaşa Belediye Başkanı’na sorulan soru sorulmuş, cevap alınmış ve “Balıkçılarla balık ağları çeken” Atatürk anıtı maketi ortaya çıkmıştı.
Kuzgun coşkuyla sıvanmıştı bu anıtlara… Hatta Marmara Adası işini öylesine sevmişti ki “Bu anıt istediğim gibi çıkarsa, en çok bu anıtı özlerim” diyerek yaşamı Marmara Adası’nda kıyıya çekmeyi bile kurmuştu.
(…)

Tanju Cılızoğlu
Tiyatro Dergisi, sayı:32, 1976, s.21-22

Haz
04
2008
0

Ece Ayhan’dan Nilgün (Marmara) ile Kağan (Önal)’a…

Ece Ayhan’ın 11.11. 1984 tarihinde Nilgün Marmara ile Kağan Önal’a ithafen imzaladığı “Yeni Defterler” adlı kitabını koleksiyonuma ekleyebilmiş olmanın sevincini yaşıyorum.

Nilgün Marmara’nın en belirgin özelliği; Mülkiyet Duygusu’nun olmamasıdır. Kızıltoprak’taki evinde oturuyorlardı. Evlenecek. Ev kocasının. Salonun parkeleri bir milim inceltildi, yeniden cila yaptılar. Haftasonları onlarda kalıyordum. “Bak ne güzel oldu” dedim. “Misafirler için artık salonu kullanmayın, benim kaldığım odayı kullanın.” Dedim. O da “İnsanlar kullanmayacaksa ne işe yarar!” demişti. Nilgün Marmara’nın nikâh şahidiydim. Kadıköy’deki nikâhta hiç süslenmedi, gelinlik giymedi. Şöyle bir mavi sürmüştü gözüne, herhalde rimel. Ben bazen Tezer Özlü ile Nilgün Marmara’yı birbirine karıştırırım. Sahi, Nilgün Marmara ile Tezer Özlü yaşadı mı patron?!

Ece Ayhan

Öküz Dergisi, Sayı: 2000/2, s.2

May
08
2008
1

Abdülhak Şinasi Hisar İmzası

Abdülhak Şinasi Hisar’ın 1958 baskısı “İstanbul ve Pierre Loti” adlı kitabını Korhan Akman’ın “İkarus Sahaf” adındaki dükkanında buldum. Kitap, A.Ş. Hisar tarafından  “Kitap mütehamisi Bay Jan Jak Balamutoğlu’ya muhabbetli hâtıralarimle…” şeklinde imzalanmış.

Hisar’ın bu kitabı “İstanbul Fetih Cemiyeti/İstanbul Enstitüsü Yayınları” tarafından  1958 yılında “İş Bankası’nın nakdi yardımiyle basılmıştır.”

Ünlü kitap koleksiyoneri veya sanat hamisi Ömer Koç’un “Abdülhak Şinasi Hisar” imzalı kitaplar topladığını göz önüne alırsak, kendi koleksiyonuma bir adet “A.Ş. Hisar imzası” ekleyebilmiş ya da kurtarabilmiş olmanın sevincini yaşıyorum.

Hamiş: Sahaf Korhan Akman’a bu imkânı bana sağladığı için çok teşekkür ederim. Ayrıca, tüm kitap heveskârlarına Kadıköy’deki İKARUS SAHAF’ı ziyaret etmelerini -özellikle- öneririm.

Nis
15
2008
0

S Gazetesi (gaSte): “Evler vardı Zaman’ın altında kaldılar!”

“S” Şehir Gazetesi’nin (eski adıyla gaSte’nin) Nisan 2008 tarihli 112. sayısında yer alan “Evler vardı Zaman’ın Altında Kaldılar!” başlıklı yazım aşağıdadır:

“EVLER VARDI ZAMAN’IN ALTINDA KALDILAR!”

25 Kasım 2007 tarihli Birgün Gazetesi’nde “İmzacılık Oynamak Yerine Faydalı Bir Şey Yapmak” başlıklı bir yazım yayımlanmıştı. Bu yazıda bazı yazarlar ve şairlerin sahaflarda, hurdacılarda ve eskicilerde bulduğum “ithaflı, imzalı kitapları”nın yolculuğundan, o garip maceradan -maceranın oluşmasında etkili olan çeşitli güdüleri ve tahminleri de ortaya koyarak- bahsetmiştim. Bu yazı umduğumdan daha fazla bir ilgiyle karşılanmıştı ve çeşitli çevrelerden birçok olumlu ya da olumsuz geribildirim almıştım. Yazıda bahsettiğim yazarların, şairlerin ve ithaf edilen kişilerin hepsi hayattaydı. Bu sefer -okumakta olduğunuz işbu yazıda ise- koleksiyonumda yer alan ancak şu an hayatta bulunmayan tanınmış yazarların ve şairlerin bazı imzalı kitaplarından bahsedeceğim.

Sahaf Celal Gözütok’un bana Eylül 2007’de “düğün hediyesi” olarak verdiği bir imzalı kitap, bahsedeceklerimin içinde en ilginç olanıdır; Kemal Tahir, “Rahmet Yolları Kestiğinde” adlı romanını Yahya Kemal’e ithafen 4.10.1957 tarihinde “Üstat şairimiz Yahya Kemal’e derin saygılarımla…” şeklinde imzalamıştır. İşin ilginç tarafı ise kitabın sadece ilk sekiz sayfasının açılmış, forması kesilmiş olması ve geriye kalan formaların ise matbaadan çıktığı gibi hiç açılmamış, kesilmemiş olmasıdır. Demek ki Yahya Kemal -eğer kitap eline ulaştıysa- Kemal Tahir’in romanını okumamıştır. Bu durum şairlerin -özellikle de Yahya Kemal’in- düzyazıyı sevmediğinin, roman türüne fazlaca önem vermeyişinin ya da bizzat Kemal Tahir’i önemsemeyişinin kanıtıdır.

İstanbul-Kartal’da bir çingenenin, “kışın yakmak üzere” istiflediği kitapların arasından çıkan, Ahmet Muhip Dıranas imzalı bir kitap da oldukça ilginçtir. Dostoyevski’nin bir piyesini türkçeleştiren Dıranas, bu kitabı dönemin İçel milletvekili olan Ferit Celâl Güven’e “Sanatkâr ve politikacı ve idealist dostum ve ağabeyim Ferit Celâl Güven’e…” şeklinde imzalamıştır.

İstanbul-Kaynarca’daki bir hurdacının büyük deposunda bulduğum iki imzalı kitap ise başka bir örnektir: Eski bir merdaneli çamaşır makinesinin içine yığılmış kitapların arasından Can Yücel imzalı “Bir Siyasinin Şiirleri” ile Memet Fuat’ın çevirisini yaptığı ve kendisi tarafından imzalanmış “John Steinbeck-Kasımpatları” çıkmıştır. Can Yücel, “Bir Siyasinin Şiirleri” adlı kitabını “Beyoğlu Ocakbaşı kuruluşuna iç köfte yemek üzre, sevgiler…” ithafıyla imzalamış. Memet Fuat ise “Kasımpatları” çevirisini “Sayın büyüğüm Dr. S. Oğlancı’ya saygılarımla…” şeklinde imzalamıştır. Kayserili hurdacıya bu –değerli- kitapları nerden bulduğunu sorduğumda “Kitaplar Erenköy’deki bir evden çıktı…” cevabını alıyorum. Şaşırıyorum. Erenköy’deki evin sahipleri (ya da mirasçıları) bu kitapları “hurdacı”ya satmak kolaycılığını, değerbilmezliğini niye sergilemişlerdir? “Baştan savmak!” Başka da bir şey değil.

Sonuç olarak, tüm bu imzalı kitaplar, gerek bulundukları yer, gerekse bu kitapları buluş biçimim açısından Oktay Rifat’ın şu ünlü dizesine işaret etmektedir:

“Evler vardı Zaman’ın altında kaldılar!”

Zafer Yalçınpınar

Mar
16
2008
0

Yeditepe’nin ilk 24 sayısı

Birgün Gazetesi’nde yayımlanan ve Yeditepe Dergisi’nin ilk 24
sayısından bahseden yazıma

https://www.birgun.net/bolum-95-haber-60866.html#haber_basi
adresinden ulaşabilirsiniz.

Mar
03
2008
0

GittiGidiyor: Yaşar Nabi Nayır İmzası

Yaşar Nabi imzalı “YILLAR BOYUNCA” adlı kitabı, “GittiGidiyor” üzerinden 1 YTL fiyatla satışa sunmuş bulunmaktayım. Kitap, Yaşar Nabi tarafından “Değerli Doktor Rauf Saygın’a Muhabbet ve Hürmetle…” şeklinde imzalanmıştır. İşbu kitabın satışı, öncelikle Yaşar Nabi’nin kızı olan Varlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Filiz Deniztekin’e teklif edilmiştir. Filiz Deniztekin’in kitabı satın almak istememesinin ardından “GittiGidiyor” adlı web sitesi üzerinden satışa sunulmuştur.

Bkz: https://urun.gittigidiyor.com/Yasar-Nabi-Yillar-Boyunca-Imzali_W0QQidZZ8581656

Şub
22
2008
0

1976’dan Bir Haber: “Edebiyat Tehlikede mi?”

Roger Munier’nin “Edebiyat Tehlikede” başlıklı bir yazısını okuduk. Roger Munier, ödül kazanan kitapların ya da bestseller olmuş yapıtların dışında kalan edebiyat ürünlerinin çok az basıldığından, çok az satış yaptığından yakınıyor. “Hele,” diyor “iyi edebiyatın satışı çok daha az oluyor”. Büyük yayımcılardan Grasset ile görüşmüş bu konuda. O da aynı kanıdaymış. Nitelikli edebiyat yapıtları için “kendi beğenim” adlı bir dizi yapmış. Gel gelelim bu dizideki kitapların baskı sayıları 1400, 1800, 2600’ü pek geçmiyormuş. Bunun için de, gerekli kazancın sağlanamaması nedeniyle, büyük yayınevleri, kaliteli kitapları basmaya yanaşmıyorlarmış. “Bu tehlike karşısında yakında kaliteli edebiyat yapıtlarının basılmış değil de, “teksir” edilmiş biçimde okurlara uzanmak isteyeceğini düşünebiliriz”. Böyle diyor Roger Munier. Bu yapıtlar için başka bir yol aramanın zamanının geldiğini belirtiyor. Formüller arıyor Roger Munier. Bulduğu yol şu:

“Okurlar birleşmeli, bir dernek kurmalılar. Genç yazarların, ya da tanınmış ama yayın güçlüğü karşısında bulunan yazarların kitapları bu dernek tarafından basılmalıdır. Hatta böyle birçok dernek kurulabilir. Basılan kitaplar yayın pazarına sürülmeyecek, dernek üyelerince satın alınacaktır. Kitap tükendikten sonra, yazar serbest kalmalı, isterse onu bir yayımcıya satabilmelidir. Bu yayın biçiminin iyi yanı, tecimsel yayınevleriyle açıktan açığa bir rekabet ortamı yaratmamasıdır. Böylece yeni yetenekler, iyi yazarlar için bir “verici anten” kurulmuş olacaktır.”

Milliyet Sanat Dergisi, 13 Şubat 1976, sayı: 171, s. 25

(Hüseyin Karayazı’nın “Dünyada Edebiyat Olayları” başlıklı bir haberinden…)

Oca
22
2008
0

Hikâye Müsabakasının Neticesi

 

 

Yukarıdaki kupür Yeditepe Dergisi’nin 1950 yılında yayımlanan 3. sayısında yer almaktadır.

Oca
09
2008
3

Ali Enver Ercan(Hz. Müptezel) ile İkinci Karşılaşma!

Ali Enver Ercan (namı diğer Hz. Müptezel) ile bugün, yani 9 Ocak 2008 tarihinde, gene karşılaşmış bulunmaktayım. Meğer ben ne kadar temiz yürekli bir adammışım ve şu dünya da ne kadar küçükmüş… Bugün yaşadığım şeyler, bugünkü karşılaşma bunu kanıtlıyor.

Hemen anlatayım:

Bugün, çeşitli işler için saat 17:30 sularında Kadıköy’deydim. 19:00’da işyerinden Kadıköy’e dönecek olan eşimi beklerken, zaman öldürmek için sahafları gezmeye karar verdim. Uzun zamandır uğramadığım Ün Sahaf’a uğradım ve 2 Ytl’ye satılan şiir kitaplarını incelemeye başladım.Kitapların arasından Ali Enver Ercan’ın “Eksik Yaşam” adlı kitabı çıkmaz mı… Ün sahaf’ın sahibini yanıma çağırıp, kitabı ve kitabın arkasındaki resmi gösterip beraberce güldük… (Kitapların arasından Mesut Aşkın’ın ilk şiir kitabı olan  “Çocuk Gülünce” adlı kitap da çıktı.) Her iki kitabı ve bulduğum bazı diğer kitapları da satın alıp dükkandan çıktım. “Som Gemi” adlı mekâna gittim ve orada Mesut Aşkın’la karşılaştık, sahaftan bulduğum kitabı Mesut Aşkın’ın kendisine imzalattım. Enver Ercan’ın “eksik yaşam” adlı kitabını ve kitabın arkasındaki o ünlü fotoğraf ile yazıyı  da Mesut Aşkın’a ayrıca gösterdim, güldük. Sonra, biraz daha sohbet ettik ve Son Gemi’den çıkıp beni Starbucks’da (eski postanenin yakınlarında, yeni açılan yerde)  bekleyen eşimin yanına doğru yollandım. Starbucks’a girmiştim ki bir de baktım, karşımda Ali Enver Ercan… Beni tanımamazlıktan geldi ve hemen Starbucks’dan çıktı. Eşimin oturduğu masaya, elimdeki kitapları ve kafamdaki şapkayı bıraktım, paltomun önünü açtım, “Eksik Yaşam” adlı kitabı da yanıma alarak Enver Ercan’ın peşine düştüm. Enver Paşa, Starbucks’ın yanında ufak bir girişi olan Seyhan Müzik’e girdi. Arkasından ben de girdim. Gene beni tanımamazlıktan geldi. Sonunda dayanamayıp: “Enver bey!” dedim. Döndü. Elimdeki “Eksik Yaşam” adlı kitabı(yani Enver Ercan’ın o meşhur kendi kitabını) ona, bizzat uzatarak “Ben Zafer Yalçınpınar, bunu alın!” dedim. Sinirlendi ve “Ben senin gibi bir adamdan bir şey almam!” dedi. Güldüm ve kitabı ona yeniden uzatarak “Şimdi, bu kitabı alıyor musunuz, almıyor musunuz?” diye sordum. Seyhan Müzik’in alt katındaki herkes bize bakıyordu. “Alayım bari!” dedi, kitabı aldı ve şöyle devam etti:

“Bak, sen terbiyesizsin… Edebiyat dünyasında kötü üne kavuştun…  Ayrıca o kız benim sevgilim falan değil, Almanya’da yaşıyor…” dedi.

Ona hafifçe gülümsedim ve çektim gittim; Enver Ercan’ı, elinde “Eksik Yaşam” adlı ilk kitabıyla, çeşitli haysiyet çelişkileriyle ve tüm bu yaşananların ağırlığıyla başbaşa bırakıp gittim. Orada öylece kala kaldı.

Sonra, eşimle birlikte eve geldik. Ve zamanında babamın Gökçeada’dan satın aldığı yıllanmış bir el yapımı şarabı açıp, içtik.

Kendi kendime şöyle dedim:

“Eh, Hz. Müptezel’in kendi dandik gerçeğini, onun kendi eline de verdik… Enver Ercan işi, bu dandik dava da halledilmiştir. Daha fazlasına gerek yok… ”

Biliniz ki şu an, kimse benden daha mutlu olamaz.

Zafer Yalçınpınar 9 Ocak 2008, Saat “22:09”

Oca
07
2008
1

Orhan Kemal, Sait Faik’i anlatıyor…(TRT Arşivinden…)

https://www.youtube.com/watch?v=QBrd8xKBwNk adresinden ilgili videoyu izleyebilirsiniz.

Ve fakat, videoyu izlerken, şu aşağıda yazanları da aklınızda bulundurunuz:

Sait Faik/ Biraz haksızlık edildi adama. Yapayalnız bırakıldı. Bir gün Nisuaz’da bir grup adama bir şeyler anlatmak ister. Aslında edebiyat çevrelerine pek girmezdi ama, o gün orada işte. Orhan Kemal’de orada… Orhan Kemal, Sait Faik konuşmak isteyince şapkasını çıkarıyor, Orhan Kemal köylü kökenli olduğu için kapalı yerde şapkayla oturur, köylüler kapalı yerde şapka çıkarmaz ya evet bu sefer şapkasını çıkarıyor, “Sen şapkama anlat” diyor, kendi konuşmasını sürdürüyor. Sait Faik dövünerek çıkıyor. Bir şey de yapmıyor. Horlandı.

Ece Ayhan, Aynalı Denemeler, YKY, 2.Baskı, 2001, s.48

Ara
28
2007
0

Buluntu Şiir: Dört Güvercin (Nazım Hikmet)

Nazım Hikmet’in yeni (henüz herhangi bir kitabına girmemiş, duyulmamış)  bir şiiri bulundu: https://www.ntvmsnbc.com/news/430862.asp

DÖRT GÜVERCİN

geldi dört güvercin
suda yıkanmak için.
Su mahpusane yalağındaydı.
ve güneş
güvercinlerin
gözünde, kanadında, kırmızı ayağındaydı.
girdi dört güvercin
yıkanmak için
suyun içine.
ve kederli toprakta dört insan
baktı dört güvercine.
Güvercinler hep beraber
güneşi taşıyıp kırmızı ayaklarında
uçabilirler.
Durdurmaz onları demir ve duvar.
güvercinlerin yumuşak kanatları var.
Ve kanatlar
Şimdi burda, şimdi damın üzerinde.
İnsanların kanatları yok
İnsanların kanatları yüreklerinde.
Dört güvercin
güneşe varmak için
yıkandı, uçtu sudan.

NÂZIM HİKMET

Kas
25
2007
0

“İmzacılık Oynamak” Yerine Faydalı Bir Şey Yapmak!

Birçoğunuzun da bildiği gibi bu hayatta tutkuyla –belki de patolojik bir dürtüyle- yapmaktan kendimi alamadığım şey, sahaflarla sohbet etmek, kitap peşinde koşmak, kitapların yolculuğunu ve o yolculuğun hikâyesini düşünmektir. Ece Ayhan, Turgut Uyar, İlhan Berk, Orhan Kemal, Sait Faik, A.Muhip Dıranas, Can Yücel, Haldun Taner, Oktay Rifat gibi şair ve yazarların imzalı kitaplarının çoğunu büyük (göreceli) bedeller ödeyerek sahaflardan edinmişimdir. Bazen bu uğurda toz ve pislik dolu hurdacı yığınlarının, paslı beyaz eşya eskilerinin ve kırık dökük eski mobilyaların üstünde/arasında bile kitap peşinde koştuğum olmuştur ki birçok önemli ismin imzalı ya da ilk baskı eserlerini de buralarda(hurdacıda)  bulup -kilo hesabıyla- satın almışımdır. Bunu kendimce “entelektüel serserilik” olarak adlandırıyorum. Özellikle imzalı ve ithaflı kitaplara dikkat eder, imzaların morfolojisine, yazarın ve ithaf edilen kişinin kim olduğuna, ne iş yaptığına ve kitabın nerede, hangi dönemde imzalandığına önem verir, bunları araştırırım. Son iki sene içinde kitap peşinde dolaşırken karşılaştığım çeşitli durumlar bu uğraşımı daha da ilginç kılıyor:

İlk olayı çok sevdiğim dostlarımdan biriyle bir sahaf ziyaretimde yaşadım. Sahaftaki kitapları incelerken şiir kitaplarının arasında birçok imzalı kitapla karşılaştık. Hilmi Yavuz’dan, Seyhan Erözçelik’ten, Hakan Arslanbenzer’den, Engin Turgut’tan, İzzet Yasar’dan, Güven Turan’dan ve daha birçok yazar ve şairden Lale Müldür’e imzalı kitapları sahafta görmek bizi oldukça şaşırtmıştı. Şaşırtmıştı çünkü bu isimler sıradan, edebiyat dışı veya adı, sanı duyulmamış şairler değildi ve Lale Müldür de bir şair olarak hâlâ hayattaydı. Sahafa bu kitapların bedelini sorduğumda “fiyatı adet hesabına vurup, inceliğine ve kalınlığına göre” tanesini 2 ya da 3 YTL’den bana satabileceğini söyledi. İçinde bulunduğum durum bana çok ilginç gelmişti ve kitapları hemen satın aldım. İmzaların bazılarını koleksiyonuma ekledim, bazıları da beni –gerçekten- fazlaca ilgilendirmiyordu; tek bildiğim koleksiyonuma katmayacağım bu kitapların da sahafta 2-3 YTL bedelle -satılık- durmasından/kalmasından rahatsız olduğumdu. Bir de tabii durum ilginçti, misal; Hakan Arslanbenzer gibi radikal derecede İslâmik bir adamın Lale Müldür’e (Lale Ablacığı’na) kitap imzalaması bana değişik/çelişik geldi. Sonradan, dükkânın sahibine bu kitapları nerden bulduğunu sorduğumuzda “genç bir adamın gelip, bu kitapları kendisine sattığını” ifade etti. Gene de, eğer işin içinde bir “hırsızlık” meselesi yoksa kitapların Lale Müldür’ün arzusu dışında sahafa geldiğine inanamıyordum. Acaba Lale Müldür bu kitapları neden elinden çıkartmıştı/bırakmıştı? Büyük ihtimalle Lale Müldür bu kitapların kendisi için bir şeyler ifade etmediğine inanıp –kitaplara kıymet vermeyip- evde, kütüphanesinde “toz yuvası” olarak duracağına ya da gereksiz yer kaplayacağına karar kılmış ve kitapları sahafa göndermişti…

Bu noktada yazarların, şairlerin neden kitap imzaladığı üzerine daha çok düşünmeye başladım. Okuyucu ya da yazar matbaa endüstrisinden matbuat olarak çıkmış çeşitli fabrikasyon kitapları işbu matbuu durumdan kurtarmak ve bir şekilde kişiselleştirmek için çift taraflı olarak “biricik” hâle getirmek istiyorlar. Bu nedenle de çeşitli el yazıları, ithaflar, atıflar, çizimler ve imzalar kitapları matbuatın samimiyetsizliğinden kurtarır bir yol olarak görünüyor. Fakat kitapların bazıları özenle ve içtenlikle imzalandığı gibi bazıları da imza günlerinde ya da benzer samimiyetsiz etkinliklerde önceki fabrikasyon konumundan kurtulamıyor. İşin içinde tanışıklık, dostluk ve içtenlik olmayınca yazarın ya da şairin el yazısı/imzası/ithafı bile anlamını, biricikliğini kaybediyor ve “imza günlerinde bileğe kuvvet kitap imzalamak hatası”yla birlikte metalaşmış, prefabrik bir şeye dönüşüyor. Bu durum üzücüdür ve aşikârdır.

Bir diğer “imza” yönelimi de dergi veya yayınevi editörlerine ithafen imzalanmış kitaplardır. Editörlere ve dergilere ünlü ya da ünsüz kişilerden birçok kitap imzalandığı, gönderildiği bilinen bir gerçek hatta zorunlu bir süreçtir. Bunun amacı –yazar veya şair ilgili editörü tanımamasına rağmen- “ben de varım ve işte yeni kitabım!” ya da “derginizde benim kitabımı da tanıtın!” söylemini alttan alta sunmaktır. Peki, editörler veya yayınevi sahipleri bu tanımadıkları insanların kitaplarını ne yapıyor, bunlara nasıl davranıyor? Öncelikle, editörlerin tüm bu kitapları doğru dürüst (başından sonuna, eksiksiz) olarak okuduklarına inanmıyorum; özellikle de tanınmamış birinin kitabı söz konusu ise… Belki hızlı hızlı göz gezdirip, birkaç dize ya da paragraf okuyup kitap hakkında hızlı bir yargıya varıyorlardır. Peki, editörler ellerine gelen kitaplar hakkında şu veya bu şekilde yargıya da vardılar/varabildiler, sonra neler oluyor, kitaplar nereye gidiyor?

Kitapların nereye gittiğiyle ilgili düşüncelerimi, karşılaştığım başka bir olay üzerinden size aktarayım. Bundan bir ay önce sahaflardan birinde –gene-  kitap incelerken üç adet imzalı kitapla karşılaştım. Kitaplar, Tarık Dursun K.’dan Cem Erciyes’e ve Salih Bolat ile Nevzat Çelik’ten  İlhan Selçuk’a ithafen özenle imzalanmıştı. Bu kitapları da –daha önce olduğu gibi- tanesi 2 YTL’den satın aldım. İlginç olan şey bu yelpazedeki hiçbir ismin sıradan olmamasıdır; Tarık Dursun K. birçok edebiyat yarışmasında jürilik/bilirkişilik yapıyor, Nevzat Çelik birçok yarışmada ödül almış ve tanınmış/duyulmuş bir şairdir, Salih Bolat özel bir üniversitede ve başka dışsal projelerde “yazarlık dersi” veren bir öğretim görevlisidir, Cem Erciyes ise Radikal Gazetesi Kitap Eki’nin editörüdür ve İlhan Selçuk’u ise tanımayanımız yoktur. En önemlisi, bu isimlerin hepsi de hayattadır. Sonuçta ne olup bittiğini bütünüyle bilmiyorum veya tahmin edemiyorum ancak işin içinde bir “kıymet vermemek veya dikkate almamak” durumunun olduğu açıktır.

Bütün bu olayları, çok sevdiğim değerbilir bir sahaf dostuma anlattığımda konuya hiç şaşırmadığını belirtti. Birçok dergi editörünün senenin çeşitli zamanlarında dükkânına gelip toplu halde (200-300 adet) kitap sattığını, bu kitapların çoğunun imzalı olduğunu, bazı editörlerin ise daha kurnazca davranıp imzalı sayfaları yırtarak kitapları sattığını söyledi.

Düşünüyorum da önemsemedikleri kitapları ellerinden çıkarmak isteyen editörler ve yayıncılar işbu kitapları doğuda kitap bekleyen okullara, köylere, kütüphanelere ve insanlara ulaştırsalar daha akıllıca ve faydalı olmaz mı? Hatta, kitap çıkaran/bastıran insanlar, şairler veya yazarlar da kitaplarının kıymet görmeyeceğini, sahaflara düşeceğini bile bile kabzımal mizaçlı editörlere kitaplarını göndereceklerine, en baştan –doğrudan- kitapları bir “hayır kuruluşu”na bağışlasalar ya da doğuya bizzat kendileri gönderseler çok daha faydalı olmaz mı?

Olur.

Birgün Gazetesi-25.11.2007

Tem
15
2007
1

Ali Enver Ercan kimdir?

Yukarıdaki fotoğraf Enver Ercan’ın “Eksik Yaşam” adlı çok eski bir şiir kitabının (belki de ilk şiir kitabının) arka kapağıdır. Arka kapakta Enver Ercan’ın fotoğrafının altında bir de özgeçmişi var:

“1958’de İstanbul’da doğdu. Lisedeyken bazı nedenlerden dolayı okulu bırakmak zorunda kaldı. Şimdi bir şirkette satış elemanı olarak yaşam savaşını sürdürüyor.”

Enver Ercan, yaşam savaşını şu an Varlık Dergisi’nin editörü, Yasakmeyve ve Komşu Yayınları’nın sahibi ve Türkiye Yazarlar Sendikası’nın başkanı olarak sürdürüyor.

Ayrıca Bakınız:

TYS Askısı:

https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=284

Ali Enver Ercan dersini almamış;

https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=280

TYS, bir halay takımının çalgısı olmamalıdır; https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=264

Hz. Müptezel ile ikinci karşılaşma;

https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=261

Haz
01
2007
1

Lale Müldür’e İmzalı Kitaplar: Arslanbenzer ve Serkan Ozan Özağaç

Dün sahafları gezerken bir sahafta bazı kitaplar gördüm. İlgili sahaf Lale Müldür’ün kütüphanesindeki “işe yaramaz kitaplar”ı sattığını söyledi. Kitapları inceledim, kitapların içinde Hilmi Yavuz hazretlerinin Lale Müldür’e imzaladığı kitap da vardı. Belediye şairi Hilmi Yavuz beni pek ilgilendirmedi.Ancak, Lale Müldür’e imzalanan kitaplar arasında iki ilginç isim vardı: HAKAN ARSLANBENZER ve SERKAN OZAN ÖZAĞAÇ… Tarikatçı Arslanbenzer’in  dergâh yayınlarından çıkmış “Şehidet’in Erken Günlerini Anarak”  adlı kitabı Lale Müldür’e imzalıydı ve  2 Ytl’ye satılıyordu. İçinde bulunduğum durum beni güldürdü. Bu işten kâr çıkarılabileceğim ortadaydı ve kitabı satın aldım ve şu an gittigidiyor’da satışa sundum, şu adresten kitabı satın alabilirsiniz:

https://www.gittigidiyor.com/main/urun.php?id=5017378

Serkan Ozan Özağaç’ın Lale Müldür’e imzaladığı kitap ise tarikatçı arslanbenzer olayından çok daha ilginçti:  ”Ağrılar Kitabı” adlı kitap Serkan Ozan Özağaç tarafından Lale Müldür’e imzalanmıştır. Lale Müldür zamanında Serkan Ozan Özağaç’a kitapta yer alan “Marie Sophie” bölümüyle ile ilgili bir “çalıntı” suçlamasında bulunmuştur. Bu olay C Yayınları’nın sahibi rahmetli Cenk Koyuncu ile Lale Müldür arasında bir tartışmaya neden olmuştur. Tartışma basına ve gazetelere yansımış ve Cenk Koyuncu, Lale Müldür için “Lale Devri kapanmıştır.” demiştir. Kitapta bazı yerler ve sayfalar Lale Müldür tarafından işaretlenmiştir. Kitap 1-50 numaralı satışdışı kopyanın 41 numaralı olanıdır. Bu kitabı da GittiGidiyor’da satışa sundum:

https://www.gittigidiyor.com/main/urun.php?id=5017433

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com