Tem
31
2014
0

“Ece Ayhan’ın Yeşil Mürekkep’le Yazılmış Şiirleri ya da Tetiklenmemiş Başlangıçlar” (Zafer Yalçınpınar)

eceayhantunctayanc


Ece Ayhan’ın Yeşil Mürekkep’le Yazılmış Şiirleri ya da
Tetiklenmemiş Başlangıçlar

Tunç Tayanç’ın hazırladığı “Adım Ece Ayhan Çağlar…” (YKY, Haziran 2014) isimli sıkı araştırma sonucu elde edilen, Ece Ayhan tarafından kaleme alınmış 100’e yakın “yeni” şiirle (ve şiir taslağıyla) karşı karşıyayız bugünlerde… Tayanç’ın araştırmasının en önemli buluntu bileşenini, Ece Ayhan’ın lise çağında (1949-1953) yazdığı şiirleri ve şiir taslaklarını içeren “Yeşil Mürekkep’le Yazılmış Şiirler” başlıklı epizot oluşturuyor.

Yeşil Mürekkep’le Yazılmış Şiirler’in önemsenmediğini ve tuhaf bir “unutuş ya da red -psikolojik- mekanizması”yla bizzat Ece Ayhan tarafından “yok” sayıldığını Eren Barış’ın hazırladığı “Ece Ayhan Çağlar Anlatıyor” (Dipnot Yay., 2012)  adlı kitaptaki Özcan Yalım-Ece Ayhan söyleşisinden biliyoruz. Bu çıkarıma, söz konusu şiirlerin neredeyse tamamını ilk kitabı olan “Kınar Hanım’ın Denizleri”ne almamasından (ilk kitabına içkin görmemesinden) varabiliyoruz zaten. Ancak burada, bir tereddütü ifade etmek gerekiyor: Tunç Tayanç’ın hazırladığı tasnife göre Ece Ayhan’ın 1953-1959 dönemindeki şiirleri için -yani, 2. ve 3. kısım buluntular için- tamı tamına Ece Ayhan tarafından “gözden çıkarılmıştır” diyemeyiz sanırım:- Çünkü, 1953-1959 dönemindeki şiirlerin bazıları Ece Ayhan’ın “Bütün Yort Savul’lar!” (YKY, 1994) adlı toplu şiirleri ile genişletilmiş baskılarında vardır. Bu varlıktan/içermeden de Ece Ayhan’ın haberi olması -içermeyi görmesi, bilmesi, kabul etmesi- gerekir, diye düşünüyorum. (Ki zaten, benzer tereddütü “Adım Ece Ayhan Çağlar…” isimli kitabın 202. ve 203. sayfalarında Tunç Tayanç da -birkaç cihetten birden- ifade etmiş.) Demek ki “Islak” ile “Üç Gencin Kalbi” adlı şiirleri saymazsak Ece Ayhan tarafından “gözden çıkarılmış şiirler” diyebileceğimiz betikler çoğunluğu, “Yeşil Mürekkep’le Yazılmış Şiirler” tasnifinin içerisindedir.

Şimdi bugün, Ece Ayhan’ın poetikasıyla yoğunlaştığımızda, yani Ece Ayhan’ın şiir uzamına 2014’ten baktığımızda, gün ışığına yeni çıkan “Yeşil Mürekkep’le Yazılmış Şiirler” epizotunu, Ece Ayhan’ın diğer şiirlerine göre “zayıf” olarak  değerlendiren bir “şiir okuru kitlesi” de olacaktır. Gerçekten de Ece Ayhan’ın şiir kitaplarına istinaden 1959-1968 yıllarını kapsayan dönemin, “Devlet ve Tabiat”(1973) ve sonrası dönemine göre farklı bir imgesel ritim -çağrışımsal/gönderimsel bir farklılık- taşıdığını söyleyebiliriz. Ben bu farklılığın nedenini Ece Ayhan’ın “tarihsel avadanlık” meselesine bakışında, daha doğrusu bu bakışın bütünlenme ânında (son dönüşümünde) buluyorum: “Devlet ve Tabiat” adlı kitabıyla birlikte Ece Ayhan, ‘şiirinin kurgusunda/şiirinin zihninde’ tarihî gaddarlıkların -imgesel imkânlar açısından- lirik tuşelere göre “daha vazgeçilmez” olduğunu benimsemiştir. Yani, “Devlet ve Tabiat” adlı kitabıyla birlikte tarihî gaddarlıklar -ve gaddarlığın el değiştirmesi, yaygınlaşması, vurgulanması, ifşa edilmesi- onun şiirinin içinde “makro” bir sorgulama hâline gelmiştir; bir hijyen faktör olmuştur. “Devlet ve Tabiat” öncesinde ise tarihî gaddarlıklar, şiirin (şiirin zihninin, imgeselliğin) mihengi için en fazla diğer unsurlar kadar -örneğin, Ece Ayhan’ın hisleri ve dışlanmışlıkları kadar- vazgeçilmezdir.

Şunu demeye çalışıyorum; Ece Ayhan’ın “Devlet ve Tabiat”(1973) öncesi dönemini düşündüğümüzde, Tunç Tayanç’ın hazırladığı kitapta yer alan “Yeşil Mürekkep’le Yazılmış Şiirler” buluntusunda en az ‘Kınar Hanım’ın Denizleri’, ‘Bakışsız Bir Kedi Kara’ ve ‘Ortodoksluklar’daki şiirlerin oluşturduğu kadar sıkı-önemli bir imgelemle karşılaşıyoruz. Zaten, bu kısa ve zoraki değerlendirmeyi kaleme almamı da o şiirsellik sağladı. Ece Ayhan’ın uzamda kurduğu ‘şiir zihni’nin, yani, aradığı “iyi bir güneş” sisteminin yoğrulmamış, tetiklenmemiş başlangıçları olarak gördüğüm şiirler… Şunlar: “Herşey”, “Neden Yarın Patron”, “Hürriyete Gidiş” ve “Çivi Çakan Zenci”.

Peki, Tunç Tayanç’ın Ece Ayhan’a ait şiir buluntularını tasnif ederken kullandığı “Ankara Günleri”(1953-1956)  döneminde (2. kısımda) işbu yazı boyunca önemsediğim türden şiirler yok mu? Var; “C”, “Harpte Ölen Biri İçin”, “Kapıların Kapanışı” ve “Katırtırnakları” adlı şiirleri de Ece Ayhan tarafından “tetiklenmemiş başlangıçlar” olarak içselleştiriyorum.

Görebildiğim kadarıyla…

Sahicilikle
Zafer Yalçınpınar
24 Temmuz 2014


 

NEDEN YARIN PATRON

Hangi kapıyı açsam
ne güzel birdenbire karşımda
başka bir deniz başka bir cadde
açsam hangi kapıyı

Elbet şarkı söyliyen
başka kadınlar da vardır kentte
ve son şarkısını söylüyor biri*
_____-kendimi karıştırıyorum kendimle-

Neden yeni bir kapı açınca
yeni bir cadde ile yeni bir deniz
ve neden karanlıkta binlerce kesik baş
_____-içlerinden biri benimle alay ediyor
_____biliyorum

Patron yarın beni kovacak
patron yarın beni kovacak
binlerce patron yarın beni zevkle kovacak
_____-gece yarısı bakır ay batıyor
_____denizde boğuldum yine birdenbire
_____açarken başka bir kapıyı

Ve seni hâlâ seviyoruz kıskanç arkadaşımla
denizden bir şarkı dokuyoruz
yel eserken
devler uyurken dağlarda.

(tarihsiz)

Ece Ayhan Çağlar
“Adım Ece Ayhan Çağlar…”
Haz: Tunç Tayanç, YKY, 2014, 1.Baskı, s.75

* Ece Ayhan, önce, “Semerkantta biri” şeklinde yazmış, sonra üzerini çizmiş.


 

KAPILARIN KAPANIŞI

İki çizgi birleşti
Verdi kolayca yaşadıklarını
Sayılmayan kaçıncı kişi bu
Yani bütün insanlar
Üzerine kapıların kapanışı

(1954)

Ece Ayhan Çağlar
“Adım Ece Ayhan Çağlar…”
Haz: Tunç Tayanç, YKY, 2014, 1.Baskı, s.118


Hamişler:

1- “Adım Ece Ayhan Çağlar…” için Tebrik ve Teşekkür: https://evvel.org/adim-ece-ayhan-caglar-icin-tebrik-ve-tesekkur

2- Ece Ayhan’ın “Panik” adlı Şiirine İlişkin Önemli Bir Düzelti: https://evvel.org/ece-ayhanin-panik-adli-siirine-iliskin-duzelti

3- EVV3L  kapsamında yayımlanan Ece Ayhan ilgilerinin indeksine https://bit.ly/eceindeks adresinden, “Bakışsız Bir Kedi Kara” adlı Ece Ayhan web sitesine ise https://zaferyalcinpinar.com/bakissiz.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Tem
30
2014
0

Led Zeppelin’in efsanevi şarkılarının alternatif versiyonları 28 Ekim’de yayımlanacak…

557846-c57082d4-1734-11e4-8b83-8df6d69c6921

Rolling Stones’un 29 Temmuz 2014 tarihli haberine göre, Led Zeppelin’in efsanevi “IV” (1971) ve “Houses Of The Holy” (1973) albümlerinin 28 Ekim 2014’te yayımlanacak özel edisyonlarında, grup tarafından 70’lerin başında tasarlanmış birçok alternatif kayıt ile ünlü Led Zeppelin şarkılarının farklı versiyonları gün ışığına çıkıyor. “Stairway To Heaven” ve “Rock and Roll” yeni biçemleriyle sunulan şarkılardan bazıları… Liste aşağıda;

Led Zeppelin IV (Companion Audio)

1. “Black Dog,” Basic Track With Guitar Overdubs
2. “Rock and Roll,” Alternate Mix
3. “The Battle of Evermore,” Mandolin/Guitar Mix From Headley Grange
4. “Stairway to Heaven,” Sunset Sound Mix
5. “Misty Mountain Hop,” Alternate Mix
6. “Four Sticks,” Alternate Mix
7. “Going to California,” Mandolin/Guitar Mix
8. “When the Levee Breaks,” Alternate U.K. Mix

Houses of the Holy (Companion Audio)

1. “The Song Remains The Same,” Guitar Overdub Reference Mix
2. “The Rain Song,” Mix Minus Piano
3. “Over the Hills And Far Away,” Guitar Mix Backing Track
4. “The Crunge,” Rough Mix – Keys Up
5. “Dancing Days,” Rough Mix With Vocal
6. “No Quarter,” Rough Mix With JPJ Keyboard Overdubs – No Vocal
7. “The Ocean,” Working Mix

Bkz: https://www.rollingstone.com/music/news/led-zeppelin-continue-reissues-with-iv-and-houses-of-the-holy-20140729

ledzeppelinembed-600x400-1406638416

Tem
22
2014
0

“Adım Ece Ayhan Çağlar…” için Tebrik ve Teşekkür

Ece Ayhan’ın 1949-1958 yılları arasında yazdığı şiirler ile şiir taslaklarını bulan ve “Adım Ece Ayhan Çağlar…” (YKY, Haziran 2014) isimli kitapta derleyen Tunç Tayanç’ı ne kadar tebrik etsek, bu özel -arkeolojik- çalışmaya değgin ne kadar coşkuyla dolsak azdır, diye düşünüyorum. Tayanç, Ece Ayhan’ın söz konusu dönemini “zanaatkâr bir özen” ve hassasiyetle düşünmüş, karşılaştırmış, araştırmış, bulmuş, anlamlandırmış ve büyük bir kaynak çıkmış gün ışığına…

Bilindiği gibi, Ece Ayhan’a ilişkin her buluntu, onun yaşamını ve poetikasını anlamayı daha da zorlaştırır, daha da karmaşıklaştırır. Ancak, Tayanç’ın çalışması ve elde ettiği bulgular böyle değil. Kitaptaki dipnotlar ve ara-söylemler araştırmanın orjini olan nedensellikleri gölgede bırakmıyor, aksine aydınlatıyor: Bu düzlemden bakıldığında, “Adım Ece Ayhan Çağlar…” isimli kitapla birlikte Ece Ayhan’ın poetikasındaki tarihsel başlangıç ânları, büyük tetiklenmeler “tüm hatlarıyla” belirginleşmiştir. (Şunu da ifade etmeden geçemeyiz: Tayanç’ın dipnotlara baktığımızda Eren Barış’ın hazırladığı  “Ece Ayhan Çağlar Anlatıyor…” (Dipnot Yayınları, 2012) adlı kitabın merkezi olan “Ece Ayhan-Özcan Yalım” söyleşisi, Tayanç’ın araştırma sürecindeki ilişkilendirmeler ile temellendirmeler için sıkı bir mihenk olmuş.)

Sonuçta, elde edilen, gün ışığında çıkan 100’e yakın “yeni” buluntu şiir, taslak ve elyazısı nüshalar son derece heyecan/coşku verici… Bunun yanı sıra bazı şiirlerin elyazısı nüshası ile daktilo edilmiş nüshası (ve yayımlanmış hâlleri) arasındaki dönüşümler bize (yani, diğer Ece Ayhan araştırmacılarına, şairlere, sıkı şiir okuyucusuna) Ece Ayhan’ın -başlangıçtaki, 1949-1958 dönemindeki- imgelemini “nasıl” kurduğuna, Ece Ayhan’ın imgelemindeki adımlarını/sıçramalarını nasıl büyüttüğüne, hareketine değgin çok önemli fikirler veriyor. Tayanç’ın araştırmasıyla sunduğu dönüşümler/karşılaştırmalar bu açıdan birer cevherdir: Ece Ayhan’ın şiirsel alan derinliğinin cevherleşmiş tetik noktalarıdır.

Ece Ayhan’ın şiirine ve poetikasına önem veren herkesin bu kitabı didik didik okumasını öneririm.

Ve tabiî ki, Ece Ayhan poetikasını genişletmek yolunda sağladığı kaynaklar ve “yeni” coşkular için Tunç Tayanç’a -içten bir saygıyla- teşekkür ederim.

Sahicilikle
Zafer Yalçınpınar
22 Temmuz 2014


Hamiş: EVV3L  kapsamında yayımlanan Ece Ayhan ilgilerinin indeksine https://bit.ly/eceindeks adresinden, “Bakışsız Bir Kedi Kara” adlı Ece Ayhan web sitesine ise https://zaferyalcinpinar.com/bakissiz.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Tem
22
2014
0

Ece Ayhan’ın “Panik” Adlı Şiirine İlişkin Önemli Bir Düzelti

18 Nisan 2011 tarihinde Ümit Bayazoğlu, Ece Ayhan’ın kitaplarında yer almayan “Panik” adlı şiirini (Yenilik Dergisi, 1956, Sayı:45) buluntulayarak, bizimle paylaşmıştı. (Bkz: https://evvel.org/buluntu-siir-panik-ece-ayhan) Ancak, bu paylaşımda -evvel.org tarafından kaynaklanmayan- bir tapaj ya da tarama hatası olmuş gözüküyor: Tunç Tayanç’ın hazırladığı “Adım Ece Ayhan Çağlar…” (YKY, Haziran 2014) isimli kitapta bu şiire ve önemine ilişkin birçok bilgi yer alıyor. Kitabın 198. sayfasındaki 22. dipnotta Tunç Tayanç -haklı olarak- bizi uyarıyor… Şiirin, doğru biçimi (Tayanç’ın incelediği elyazısı nüshalardaki biçimi) aşağıdadır:


 

PANİK

Pazarları
borazan gibi
ayaklarını yıkamış gelir
yarısı aralık bir çingene

Bir çingeneyle öyle bıkmış bir tiren
yeryüzü sokağında masayı içiyorlar
masa da ilgisizmiş ha
kâğıt üzerinde nurkalem ya da faber
sayfasında büyür bir harf bir e

Başka bir şarkıda başka bir kadın
yunansı yunansı gülümser (*)
kocası eski bir dev
(kırala benzer ölmüş) işkence el kitabıyla
ister yadsıyın ister yadsımayın
yarım salılardır bunlar
hepsi özne hepsi deniz de nurkalem de özne

Bıkmış bir tiren
şarkıdaki başka bir kadının
dökülen yerlerine el atar
panik bundan sonra başlar işte
panik bundan sonra yeryüzü sokağında
ilgisiz masada işkence el kitabında
büyüyen e’de panik

Ece Ayhan Çağlar, 1956
“Adım Ece Ayhan Çağlar…”, Haz: Tunç Tayanç,
YKY, 1.Baskı, Haziran 2014, s.164

* Tunç Tayanç’ın Notu: Yenilik’te yayımlanan şiirde “gülümser” sözcüğü “güller” olarak basılmıştır.

 


Hamiş: EVV3L  kapsamında yayımlanan Ece Ayhan ilgilerinin indeksine https://bit.ly/eceindeks adresinden, “Bakışsız Bir Kedi Kara” adlı Ece Ayhan web sitesine ise https://zaferyalcinpinar.com/bakissiz.html adresinden ulaşabilirsiniz.

 

Tem
20
2014
0

zaferyalcinpinar.blogspot.com

 Zafer Yalçınpınar’ın tüm kitaplarına (pdf biçeminde)
ulaşmak için derli toplu bir mekân oldu:
https://zaferyalcinpinar.blogspot.com

*

Tem
20
2014
0

Futuristika: “Manifestolar, akımlar, yazarlar üzerine…” (Gilles Deleuze)

Futuristika taifesi, Gilles Deleuze’den çok önemli bir uzgörü paylaşmış; Deleuze’ün 1977’de işaret ettiği tehlikelerin bugün tam da ortasındayız, içinde yüzüyoruz diye düşünmeden edemiyor insan(lık)… Bkz: https://www.futuristika.org/gilles-deleuze-manifestolar-akimlar-yazarlar-uzerine/

Uzunca bir süredir edebiyat ve hatta diğer sanatlar, ‘ekoller’ halinde örgütleniyorlar. Ekoller ağaç-görünümlü yapılardır.. Ve daima dehşet vericidirler: her zaman hep bir Papa, manifestolar, temsilciler, avangardist  bildiriler, mahkemeler, aforozlar, küstahça ani politik döneklikler ortalıkta arz-ı endam eder.. Ekollerin en kötü yanları, (bunu çoktan hak etmiş) müritlerinin kısırlaştırılması değildir yalnızca, kendinden önce ve kendileriyle birlikte varolan her şeyi ezip boğmaları ve yok etmeleridir- Sembolizm 19.yüzyıl sonundaki o müthiş zengin şiirsel hareketi nasıl boğduysa, Sürrealizm uluslararası Dada hareketini nasıl ezdiyse…Artık bir ekolden olmak için bir bedel ödenmiyor fakat ekoller kapkaranlık bir örgütlenmenin faydasına çalışıyor: bir nevi marketing yani çıkarların, kârın, menfaatin oynaklığı.. Ve artık kitaplarla hiç bir alaka tesis edilemez, ama gazete makaleleri, televizyon programları, tartışmalar, gizli oturumlar, varlığı gerekli bile olmayan kitaplar üzerine yapılan yuvarlak masa toplantılarına kayar bu ilgi. Bu acep Mc Luhan’ın kehanet ettiği ‘kitabın ölümü’ müdür? Burada karşımızda karmakarışık bir fenomen duruyor: her şeyin ötesinde sinema ve belirli boyutta gazete, radyo ve televizyon, yazarlık işlevini sorgulamada güçlü öğeler olmuşlar ve artık yazarlığa duhul olmayan -en azından potansiyel olarak- yaratılıcılıkları  ortaya çıkarmışlardır.

Fakat yazının kendisi, yazar işlevinden kendini kurtarmayı öğrendiği ölçüde yazı kendisini periferide yeniden kurar ve radyo, televizyon, gazete ve hatta sinema (cinéma d’auteur)  karşısında itibarını yeniden kazanır. Aynı zamanda gazetecilik, gündemi ve olayı gittikçe artan bir şekilde yarattığı mühletçe gazeteci kendisini yazar olarak bulur ve itibardan düşmüş bir işleve (yazarlığa) hakikatini iade eder. Basın ve kitap arasındaki güç ilişkileri bütünüyle değişmiştir, yazarlar ve aydınlar gazetelerde çalışmaya başlamışlar ya da bir tür kendi kendilerinin gazetecileri olmuşlar, mülhakatçıların, mülahazacıların, sunucuların-programcıların uşakları haline gelmişlerdir: yazarın gazetecileşmesi; el etek öpen yazarı bu hale getiren radyo ve televizyonların soytarılık numaraları. Dolayısıyla bugün eski moda ekoller ‘marketing’in imkanlarıyla yer değiştirmiştir. Bu yeni durum André Scala tarafından çok iyi bir şekilde tahlil edilmiştir. Yani sorun yalnızca yazmak için değil; ama ayrıca sinema, radyo, televizyon, ve hatta gazetecilik için yaratıcılık ve üretkenlik mefhumlarını daima yenilenen bir yazarlık mefhumundan kurtarmaktan mürekkeptir. Bunun yazar için mahzuru, kurulu iktidarda, baskın anlamlar dizgesinde, bütün bu üretilmiş söylemlere tabi olan sözcelemlerin öznelerini biçimlendirmek, kendini tanıtmak ve onaylatmak, bir başlangıç ve hareket  noktası yaratmaktır: “(muktediratımda) Ben…olarak”. Yaratıcılık mefhumu bundan bütünüyle ayrıdır; ağaç-görünümlü değildir, rizomdur (köksap), onaylanan-kabul görenin tamamen dışındadır: Aralıklarda, arakesitlerde, kesişen çizgiler, tam ortada kesişen noktalar boyunca ilerler: Özne yoktur, fakat kolektif olarak düzenlenmiş bir sözcelem vardır; belirteçler yoktur yerine müzik-yazı-kuram-ses-görüntü ve onların yansımaları birbiri içine geçmeleriyle hareket eden bir topluluk-kolektifte vardır. Orada bir müzisyenin yapıp ettiği başka bir yerde bir yazarın işine yarayacaktır, bir bilim adamı bütünüyle farklı bir rejimi harekete geçirir, bir ressam bir fırça darbesiyle bir sıçramaya neden olur: Bu ilgi alanları arasındaki karşılaşmalar değildir yalnızca her ilgi alanı kendi içinde karşılaşmalar üretmiştir: tüm bu perde aralıkları (intermezzolar) yaratımın kendisidir. Bu, ortak bir projede ne konunun uzmanlarının aralarındaki bildik bir tartışma ne de önceden tasarlanmış bir tür disiplinlerarası konuşmadır. Şüphesiz yeni marketing ve eski ekollerin bizim bütün bu olanaklarımızı tüketmeye güçleri yetmeyecektir; her şey kendini yeniden başka bir şekilde kuruyor, yeniden başka bir yerde üretiyor. Konuşturulmayanların, susturulanların dilsizliği  ve yaratıcılık arasındaki bu bağları kuracak, üretim gruplarını harekete geçirecek, gazeteler, televizyonlar ve radyoların uşağı olmayı reddedecek aydınlar, yazarlar ve sanatçıların bir yasası olmalı. Bu asla zavallılar, kurbanlar, işkence ve zulüm görenler adına konuşmak değildir, bütün bu şeylerin ötesinde yaşayan bir çizgi, kırık bir çizgi yaratmaktır. Ne olursa olsun en azından aydınların dünyasında, ekol yaratan bir yazar olmak isteyen ya da narsistik filmleri, röportajları, yayınları ve ruhi durumlarını-şimdiki utançlarını- dayatan ‘marketing’e duhul olmuş ya da tüm bunların hayalini kuran, hayal etmeyip bizatihi yapan yazarları ayırt etmek, işaret etmek gereklidir. Usta ya da mürit olarak aydın, orta sınıf ya da kıdemli bir memur olarak aydın: işte karşımızdaki iki tehlike budur… (1977)

Gilles Deleuze
Çev: Ege Berensel

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Tem
20
2014
0

Sait Faik Araştırma Atölyesi’nin üçüncü bölümü gerçekleşti…

10566302_770079649710817_1191755654_n

Sait Faik Araştırma Atölyesi’nin üçüncü bölümü 19 Temmuz’da Burgaz Adası-Sait Faik Müzesi’nde gerçekleştirildi.

Sait Faik’in “Papaz Efendi” adlı hikâyesinin merkez alındığı atölye çalışmasında iki aşamalı odaklanma yöntemiyle çeşitli sosyolojik, psikolojik, dilbilimsel ve edebî çözümlemeler etkileşimli olarak katılımcılar ve moderatörler tarafından dile getirildi. Forum sonucunda ortaya çıkan 30’a yakın kavram ve kavramlar arasındaki etkileşimler üç adet bilişsel haritayla temsil edilerek araştırma sürecine dâhil oldu.

Sait Faik Araştırma Atölyesi’nin dördüncü bölümü Eylül ayı içerisinde gerçekleştirilecek… Atölye çalışmalarına ilişkin gelişmeleri ve takvimi Sait Faik Müzesi’nin Facebook Sayfası’ndan takip edebilirsiniz: https://www.facebook.com/SaitFaikAbasiyanikMuzesi

Önemli Not: Atölye çalışmaları sonucunda elde ettiğimiz bulguları/bilgileri içeren kapsamlı bir web platformunu Eylül 2014 itibariyle Sait Faik okurlarının ilgisine sunacağımızı kıvançla ifade ederiz.

10559207_770096596375789_583468020_n

10566526_770096386375810_634433910_n


Hamiş: E V V 3 L kapsamında yayımlanan “Sait Faik” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/sait-faik adresinden ulaşabilirsiniz.

Tem
18
2014
0

Kitap: “Adım Ece Ayhan Çağlar…” (Tunç Tayanç)

eceayhantunctayanc

Hazırlayan: Tunç Tayanç
YKY, Haziran 2014

Bkz: https://www.ykykultur.com.tr/kitap/”adim-ece-ayhan-caglar

*

Ece Ayhan, farklı söyleşilerinde, ortaöğrenim sıralarında yazmaya başladığını; ilk şiirinin, lisede teksir ederek çıkardıkları “dergi”de yayımlandığını ama hangi şiir olduğunu bilemediğini; 1956’ya kadar, zarfa koyup pulu yapıştırıp şiirlerini dergilere gönderdiğini; ilk kez bir dergide, Türk Dili’nde yayımlanan iki şiirin kendisinde bulunmadığını, adlarını da hatırlamadığını dile getirir ve ekler: “Kısaca 1956 sonlarına kadar ortada yokum, her anlamda yokum…”

1949’da yazdığı dört şiir “Geçen Zamanlardan”, “Yeni”, “Düşünüş”, “Dönüş”ten, arkadaşlarıyla teksir ederek çıkardıkları “Yeni” adlı “dergi”de yayımlanan “Lambalı Kadın”a, Türk Dili’nde yayımlanan “Üç Gencin Kalbi” ve “Islak”tan 1955’te –nedense hiç sözünü etmediği– Seçilmiş Hikâyeler Dergisi’nde yayımlanan “Veda’lardan Birinde”ye uzanan yüzü aşkın şiir Ece Ayhan’ın geride bıraktığı karakutudan ses veriyor.

Yarım yüzyılı aşkın bir geçmişin izini sürerek Ece Ayhan’ın “ortada olmadığı” döneme ait şiirlerini ilk kez gün yüzüne çıkaran bu çalışma Ece Ayhan’ın benzersiz şiirini yaratma serüvenine ışık tutuyor.

(Arka kapak metninden…)


Hamiş: EVV3L  kapsamında yayımlanan Ece Ayhan ilgilerinin indeksine https://bit.ly/eceindeks adresinden, “Bakışsız Bir Kedi Kara” adlı Ece Ayhan web sitesine ise https://zaferyalcinpinar.com/bakissiz.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Tem
16
2014
0

Efsane Başkan FARUK ILGAZ vefat etti…

2014-07-15_Farukilgaz538

Efsane başkan Faruk Ilgaz vefat etti…
Bkz: https://www.fenerbahce.org/detay.asp?ContentID=40785


Efsane başkan Faruk Ilgaz, Fenerbahçe Spor Kulübü’nü büyük adımlarla ileriye götüren çok onurlu ve yaşam dolu bir insandı. Ben, Faruk Ilgaz’ı ilk kez 1998 yılında görmüştüm. Büyükamcam santrfor Yaşar Yalçınpınar‘ın vefatı sonrasında kardeşi Melih Ilgaz’la beraber evimize taziye ziyaretine gelmişti. Sonra, 2000’li yılların başında birçok kez kulüpte karşılaşmıştık, babamla sohbet etmişlerdi. En son 2009 yılında Lefter Heykeli’nin açılış töreninde görüştük, Faruk Ilgaz’ın elini öptük…

Sn. Faruk Ilgaz, 11 Şubat 2011 tarihli Fenerbahçe Gazetesi’nde büyükamcam santrfor Yaşar Yalçınpınar’la birlikte yaşadıkları ilginç bir anıyı kaleme almıştı:

“Futbolcu arkadaşım Yaşar Yalçınpınar ve kız arkadaşlarımızla Belvü Gazinosu’nda oturuyorduk. Bir de baktık ki, o tarihte kulübümüz yönetim kurulunda vazife görmekte olan, sonradan Fenerbahçe Kulübü başkanı olacak  Hacı Bekir Bey orada idi. Biz utanç ve şaşkınlık içinde iken, nur içinde yatsın, Hacı Bekir Bey bize bir garson ile zarf içinde 40 lira göndermişti.. Hesabı ödememiz için!..”

Sahicilikle
Z
y


Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “Fenerbahçe Spor Kulübü” başlıklı ilgilere https://evvel.org/kara-deryalarda-bir-fenersin adresinden, “Yaşar Yalçınpınar” arşivine ise https://evvel.org/ilgi/yasar-yalcinpinar adresinden ulaşabilirsiniz.

Tem
12
2014
0

Ödülsüz Bir Şair Kara: ECE AYHAN (ve Ölüm Yıldönümü)

buluntu4

Bugün, 12 Temmuz; Ece Ayhan‘ın ölüm yıldönümü… Ödülsüz bir şairin büyük günü!

Bugünlerde, Türkiye’nin -“ortam” olarak görmediğimiz- edebiyat ortalığında, belki de ilk defa -yüksek sesle- çok önemli bir tartışma yaşanıyor: Taylan Kara isimli bir yazar cesurca “Türkiye’de Edebiyat Ödülleri Nasıl Verilir?” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Gün Zileli, insanca, bu yazıyı kendi web sitesine taşıdı ve söz konusu yazının okunurluğunu arttırdı. Tartışma, yazıya gelen yorumların çoğalmasının yanında Nihat Genç ile Kaan Arslanoğlu’nun Taylan Kara’ya olumlu katkı vermesiyle birlikte büyüdü. Taylan Kara, işbu yazıda sayılar, istatislikler ve tarih ortaya koyarak, edebiyat ödüllerini dağıtan kitlenin bir “oligarşi” olduğunu, edebiyat ödüllerinde büyük haksızlıklar ile özensizliklerin yaşandığını eleştirel bir dille ifade ediyordu. Tek tek isimler-sayılar verdi, kötülüğü ve kötülüğün kaynağını bize gösterdi: Müstahkem mevkiye sahip bir oligarşi tarafından geçerli kılınan statükoculuğun şeytansı kötülüğünü… Ece Ayhan’ın tüm eserleriyle bize anlatmaya, göstermeye çalıştığı şeyi; kara gerçeği…

“Edebiyat tarihimizde en çok haksızlığa uğrayan kimdir?” diye sorulsa, aklımıza hemen Ece Ayhan gelmeli. Sıkı şiirin efsanesi Ece Ayhan, bin türlü haksızlığa uğramıştır. Hem yaşamında, hem de poetikasında…

Bu sene, ölüm yıldönümünde Ece Ayhan’ın maruz kaldığı haksızlıklardan bazılarını okuyucuya hatırlatmak ve sıkı şair Ece Ayhan’ın ödülsüzlüğünün yüceliğini/büyüklüğünü bir kez daha işaret etmek istiyorum.

1991’de düzenlenen POESIUM adlı uluslararası şiir festivaline birçok şair dostu çağrılmışken Ece Ayhan çağrılmamıştır. Nedeni bellidir; düzünleme komitesinde (Özdemir İnce, Atilla Birkiye ve Yücel Demirel’le beraber) Hilmi Yavuz vardır… Bu olay 21 Mayıs 1991 tarihli Milliyet Gazetesi’nin sanat sayfasında yayımlanan bir bildiriyle Beyaz Dergisi çevresi (Ahmet Soysal, Turgay Özen, Mustafa Irgat) tarafından -ve haklı olarak- protesto edilir:

ŞİİR, ŞİİRİN DORUĞUNU YOK SAYARAK OLMAZ!

Belediye çatısı altında ve yeterlilikleri Türk şiiri adına konuşacak ve karar verecek kadar kanıtlanmamış kişiler tarafından gerçekleştirilecek Poesium 1991’e, Ece Ayhan’ın çağrılmaması korkunçtur. Kurumları ve böyle bir organizasyonu ahkâm kesmek ve öç almak için kullanan kişilerin haysiyetinden şüphe etmeye hakkımız vardır. Protesto ediyoruz ve Poesium 1991’i boykota çağırıyoruz. Şenliğe katılacak olanlar, bu utanç verici durumu yaratanların suç ortağı konumuna düşeceklerdir. Şiir, şiirin doruğunu yok sayarak olmaz. Dorukla kişilerin arasına girip onu gizlemek isteyenler, bakışı ancak bir an için aşağıya çekebilirler. (21 Mayıs 1991, Milliyet Gazetesi)

Ece Ayhan’ın sıkı dostu İlhan Berk, Poesium’a davetlidir ve gösteriye de katılır; Poesium’un sahnesine çıkar, kendi şiirini okumak yerine bir Ece Ayhan şiiri okur!

İsim; Ece Ayhan olunca maruz kalınan haksızlıklar bitmez… Şiir tarihimizdeki en önemli kitap olan “Bakışsız Bir Kedi Kara”nın başına 1966 yılında “dünya kadar büyük” bir haksızlık gelmiştir. Ece Ayhan hayatında ilk kez bir edebiyat yarışmasına (Yeditepe Şiir Armağanı) katılır ve kaybeder. Çünkü jürideki üyelerin çoğunluğunun şiirsel bir uzgörüsü yoktur; jüri üyeleri şiirin geleceğini (geleceğin şiirini) görememiştir. 27 Ocak 1966 tarihli Milliyet Gazetesi kupürunda şunlar yazar:

Tahir Alangu, Asım Bezirci, Hüsamettin Bozok, Edip Cansever, Memet Fuat, Fethi Naci ve Behçet Necatigil’den kurulu Yeditepe seçiciler kurulu, “Yeditepe Şiir Armağanı”nı bu yıl, Ceyhun Atuf Kansu’nun “Bağımsızlık Gülü” kitabına verdi. Kansu’nun kitabı ile birlikte Metin Eloğlu “Türkiyenin Adresi”, Ülkü Tamer “Virgülün Başından Geçenler”, Ece Ayhan “Bakışsız Bir Kedi Kara” ve Ali Püsküllüoğlu “Sırtımızda Kızgın Güneş” kitaplarıyla yarışmaya katılmışlardı. (27 Ocak 1966, Milliyet Gazetesi)

Yaşarken para, saygınlık ve otorite gibi şeylerle değil de “sefalet, çeşitli sessizlik suikastları ve kötülük dayanışmaları”yla “ödüllendirilen” sıkı bir adamdan, Ece Ayhan Çağlar’dan bir alıntı yaparak işbu yazıyı sonlandırmak her zaman yerinde olacak:

“Şairlere ödüller verileceğini duyunca, şunları düşündüm: Demek yasalar da yetmemiş, ölüm şairlerle toplu fotoğraf çektirmek istiyor. Hoşgörünün törel ve yasal sınırlarını paramparça ederek aşmış bir düşünceyi köşeli bir büyük ayraca, paranteze alacaklar. Alırlar! Daha dün, yaşayan şiir denince elleri tabancalarına giden adamlar, müessesenin küçük hisseli ortakları, şairlere iki paralık değer vermeyenler, gözlerinde tek bir şiir yaşatmayan kalem efendisi kentliler oturmuşlar, düşünmüşler, taşınmışlar, açık baskılar, gizli engellemeler yanında, böylesi bir Chester taslağını sunmuşlardır. Tarihten, kendi tarihimizden biliriz ki, kardeşlerini az önce boğmuş bir padişahın bile elinde uzak ve kokusuz bir gülle yaptırdığı minyatürleri, çağdaş padişahların ise basına dağıtılmak üzre çocuklarla çektirdikleri birçok fotoğraf vardır. Şimdi çocuklar ve güller dahi yüz vermedikleri için olsa gerektir, ‘müesses ölüm şairlerle toplu fotoğraf çektirmek istiyor’. Bunun böyle olduğu aydındır.(1970)”


ÖNEMLİ KAYNAKLAR:

1- Ece Ayhan İlgileri İndeksi 2007-2014: https://bit.ly/eceindeks

2- 2012 Sularında; Ece Ayhan Çağlar Adası(Zafer Yalçınpınar)

3- Ece Ayhan Web Sitesi:
https://zaferyalcinpinar.com/bakissiz.html


Tem
12
2014
0

Charlie Haden yaşamını yitirdi…

charlie-haden

Sosyalist kimliğiyle bilinen ve cazın en iyi basçıları arasında sayılan 77 yaşındaki Charlie Haden, Los Angeles’da yaşamını yitirdi: https://haber.sol.org.tr/kultur-sanat/charlie-haden-yasamini-yitirdi-haberi-94723

Tem
11
2014
0

“Mutlak Değerler Var Mıdır?” (Moritz Schlick)

“Vira Verita” (https://www.viraverita.org) taifesi -özellikle, disiplinlerin kesişiminde, dilbilimsel alanda- çok aydınlatıcı metinler, makaleler yayımlıyor… Bu siteyi herkese şiddetle öneriyorum. (Zy)


(…)

Öznel Değer Ölçütleri

(…) bu kuram yalnızca belirli bir bilinç ürününün mevcudiyetine ya da ortaya çıkışına dair bir iddiada bulunmuyor, aksine bunun üzerinden, nesnel ve benden bağımsız bir şekilde varolan bir şeyin bana duyurulduğunu, mutlak değerin oluşmasının ya da geçerliliğinin benim tarafımdan tasdiklendiğini iddia ediyor. Bu iddianın da sınanması gerekmez mi? Ölçütün nihai olarak bir bilinç ürününde yani “öznel olanda” bulunduğu, şüphe götürmez, çünkü bu zaten kaçınılmazdır. Algı örneği, pratik ihtiyaçlar söz konusu olduğunda öznel duyumların bizi nesnel ve bizden bağımsız olmaları açık olarak pek tercih edilmeyen nesnelere nasıl götürdüğünü öğretir.  Etikte de, veciz anlamıyla pratik olanın bilgisi söz konusu edilir. – Diğer yandan duyum, ancak belli yasalara itaat ettiği sürece başarıya ulaşır. Algıların oyunu ne kadar çeşitli olursa olsun belirli bir kurallılığa da sahiptir. Bu kurallılık duyumların ortaya çıkmasına dair sınanabilir varsayımlar yapmaya muktedir olduğumuzun ifadesidir. (Yasalılık, öncelikle nesnel olan bir şey demek değildir, aksine onun kendisi nesnelliktir.) Eğer, varsayımsal değer duyguları için de duyumlar için geçerli olana benzer bir şey geçerli olsaydı, eğer, değer ifadeleri algı ifadeleri gibi, tutarlı bir sistem içinde birleştirilebilseydi, o zaman böylelikle değer duyguları nesnel değerleri garanti edebilirdi. Fakat durum bu değildir. Değerlerin karmaşası artık herkesin bildiği bir şeydir. Değer kuramını, etiği ve estetiği fiziğin seviyesine yükseltme umudu yoktur.

Yani temel değer yaşantısından hareketle nesnel ve mutlak değerlerin doğrulanmasının başarılmasına olanak yoktur. Eğer buna rağmen, doğrulamanın salt deneyimin kendisinden çıkarıldığı söylenirse, buna karşılık ben yalnızca, böyle bir iddianın nasıl sınanabilir olduğunu tasarlayamadığım ve bu yüzden söz konusu iddianın ne anlama geldiğini kavrayamadığım cevabını verebilirim. (…)

Değer Yargıları Mantık-Matematik Önermeleri Gibi Geçerli Midir?

Belki bazıları değerler alanının kaba fizik gerçeklikle aynı hizaya konulamayacağı gerekçesiyle mutlak değerlerin nesnel maddi nesnelerle karşılaştırılmasını yanlış buluyorlardır. Biz ise hiç olmazsa, algıyla yapılan bu analojiyi değil, bir başka şeyi cezbedici buluyoruz: Değer ifadelerinin mantık ve matematiğin önermeleriyle karşılaştırılması ve bunlar aracılığıyla açıklanması. Her iki alanın da “gerçek” nesnelerle ilgisi yoktur ve ikisinin geçerlilikleri de aynı türden olmak zorundadır. Apaçık deneyimlerimizin öznelliğine rağmen geçerli olan, mutlak olan, tüm kabullerden ve düşünme ve hissetme edimlerinden bağımsız olarak varolan şeylerin nasıl mümkün olduğunu en iyi şekilde mantık ve matematik örneğinde gördüğümüz öne sürülür. Çelişki önermesi ya da 2×2=4 önermesi basitçe, biri bunu düşünsün ya da düşünmesin, anlasın, ya da anlamasın geçerlidir. Buradaki (mantık ve matematikte) mutlak hakikat gibi, orda da (yani etikte de) mutlak değer, kendini açığa çıkartır. Değerlerin nesnel geçerliliği düşüncesi de genelde bu yolla akla uygun gösterilir ve çoğunlukla bu yol, biricik gösterme şekli olarak kalır.

Kanıtlama bu denli ilgi çekici olduğu halde, mutlak değer kuramının da katılacağı şekilde, bizim algılar ve onların nesneleriyle ilgili karşılaştırmamız bundan bin kat daha iyiydi. Herhangi bir ifadenin mantığın önermeleriyle (Bunların arasına matematiğin önermelerini de katabiliriz) karşılaştırılması anlamsızlığa yol açar, çünkü mantığın kendisi basitçe başka hiçbir şeyle karşılaştırılamaz. (Bu paradoksal formül bağışlansa bile, mantığın bugün hala yanlış tanınan özü gerçekten açık bir dili gerektiriyor) Bu nokta üzerine daha geniş konuşmanın yeri burası değil, ancak sadece, mantığın ve matematiğin önermelerinin totolojiler ya da totolojik biçimler olduğunu, yani hiçbir şey ifade etmediklerini kısaca belirtmek istiyorum. (Bu önermeler ifadelerin biçimlendiği salt kurallardır) Mutlak (her deneyimden bağımsız) hakikatlerini yalnızca bu koşula borçludurlar ve bu hakikat aslında hakikatin anlamdan yoksun bir sınır durumundan ibarettir. Mantıkta da durum değer kuramının mutlakçılarının umut ve iddia ettikleri gibi değildir. Bu umut ve iddia, orada bir yerlerde bir şekilde bizden bağımsız, ama her an bizim tarafımızdan tanınmaya ya da belki de hissedilmeye-şayet bunlar değerlerse- her an hazır olan, gerçek olmayan özlükler alanın varolduğudur. Mantık önermeleri kesin olarak asla bilgi vermezler, olguları ifade etmezler. Dünyada bulunan bir şey hakkında, ya da dünyada bir şeyin nasıl olageldiği veya nasıl olagelmesi gerektiği hakkında bize hiç bir şey öğretmezler. Eğer değer ifadeleri de mantığın önermelerine benzeseydi onların da kesin anlamda hiçbir şey söylemeyen salt totolojiler oldukları sonucu çıkardı: Böyle bir sonuç, değer önermelerinin mantıksal önermelerle mümkün olduğunca az benzerlik taşımasını arzulamamıza sebep olurdu. Zira iddia edildiği üzere değerler hakkındaki yargılar mümkün olan en önemli şeyleri bize söylemelidir.

Her şey hakkında totolojik önermeler kurulabilir. Tabii ki değerler hakkında da… Örneğin şu önermeyi yazarsam: “ Eğer A değeri B değerinden büyük olursa, böylelikle B değeri A değerinden küçük olur.” Bu doğru önermeyle açıkça değerler hakkında hiçbir şey söylememiş, aksine iki farklı ifade tarzının eşdeğerliliğini göstermiş olurum. Yukarıda yazılan bu önerme değer kuramına ait bir ifade değildir, aksine o, mantığa aittir. Yani: Her türlü deneyimden bağımsız olarak doğru olan önermelerle karşılaştığım her zaman, mantığın alanındayımdır. Sadece mantığın önermeleri, hem de tüm önermeleri bu karaktere sahiptir. Onun daha önce sözünü ettiğim kendine özgü oluşu da burada yatmaktadır.

Kısaca, mantık ve matematik önermelerle karşılaştırma yapma yoluyla mutlak değer ifadelerinde sınanabilir bir anlam bulmayı başaramayız.

(…)

Moritz Schlick
“Mutlak Değerler Var Mıdır?” Çev: Toros Güneş Esgün


1. Hamiş: Makalenin tam metnine https://www.viraverita.org/yazilar/mutlak-degerler-var-midir adresinden ulaşabilirsiniz.

2. Hamiş: E V V 3 L  kapsamında yayımlanan “Dilbilimsel” ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/sessizligin-dilbilgisi adresinden ulaşabilirsiniz.

 

Tem
11
2014
0

Sait Faik Araştırma Atölyesi (3. Bölüm) // ‘Papaz Efendi’ üzerine… // 19 Temmuz 2014 Cumartesi // Sait Faik Müzesi // Burgaz Adası

afisvol3

Sait Faik’in edebiyatına ve yaşamına dair yeni bulgular ile bakış açıları elde etmek amacıyla, Sait Faik Müzesi çevresince gönüllülük esasında yürütülen “Sait Faik Araştırma Atölyesi” çalışmalarının üçüncü bölümü 19 Temmuz 2014 Cumartesi günü, Burgaz Adası-Sait Faik Müzesi’nde devam ediyor…

19 Temmuz‘da, 13.00-17.00 saatleri arasında, Burgaz Adası-Sait Faik Müzesi’nin bahçesinde yürütülecek atölye çalışmalarında, Sait Faik’in “Papaz Efendi” adlı hikâyesinin merkez olacağı bir forum gerçekleştirilecek ve forumun sonucunda elde edilen bulgular ile kavramsal ilişkiler, Sait Faik Odaklı Bilişsel Harita ve diğer türev haritalara eklenecektir.

“Sait Faik Araştırma Atölyesi”nin 25 Mayıs 2014′te gerçekleşen ilk bölümünde, Türkiye’de edebiyat alanında icra edilen ilk “Bilişsel Haritalama” deneyimi olan “Sait Faik Odaklı Bilişsel Haritalama” proje süreci, ortaya çıkan yeni bulgular, pilot bilişsel harita ve Mahmut Makal ile gerçekleştirilen “sözlü tarih” çalışması, Zafer Yalçınpınar, Canan Cürgen, Şükret Gökay ve Tekin Deniz tarafından atölye katılımcılarıyla paylaşıldı. Atölye’nin 22 Haziran 2014’te sürdürülen ikinci bölümünde ise Sait Faik’in “Lüzumsuz Adam” adlı hikâyesinin merkez alındığı bir forum gerçekleştirildi ve forumun sonucunda elde edilen bulgular yardımıyla “Lüzumsuz Adam Hikâyesi Ekseninde Bilişsel Harita” oluşturuldu. Ortaya çıkan 40’a yakın kavram ve bu kavramlar arasındaki nedensellik ilişkileri Sait Faik Odaklı Bilişsel Harita’ya da eklendi.

Sait Faik Araştırma Atölyesi’nin bilişsel haritalama ve odak çalışmaları yaz ayları boyunca, Sait Faik hikâyelerinin merkez alınacağı forumlarla Burgaz Adası-Sait Faik Müzesi’nde devam edecek…


Sait Faik Müzesi şurada; https://4sq.com/nHDn4R

Facebook Etkinlik Bağlantısı: https://www.facebook.com/events/684832188263025


Hamiş: E V V 3 L kapsamında yayımlanan “Sait Faik” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/sait-faik adresinden ulaşabilirsiniz.

Tem
10
2014
0

LE KAPİTAL 2.0: Bir Piketty Eleştirisi (Can Başkent)

“Thomas Piketty’in orijinal Fransızca edisyonu 2013’te, daha çok ses getiren İngilizce edisyonu 2014’te yayınlanan “21. Yüzyılda Anapara” (Le Capital au XXIe siècle) adlı kitabı, gelir dağılımındaki adaletsizlik ile anapara ve servetten elde edilen gelirin yüzyıllar boyunca nasıl arttığı gibi günümüzün sosyopolitik yapısını bilfiil ilgilendiren sorunları analitik bir şekilde inceleyerek berraklaştırmaya ve basitleştirmeye; getirdiği çözüm önerileriyle de bu basitliği muhafaza etmeye çalışan kapsamlı bir kitap.”

Can Başkent’in eleştirel yazısının tam metnine https://canbaskent.net/politika/108.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Tem
09
2014
0

ISSUU’nun Türkiye’den Erişime Kapatılması Hakkında…

EVV3L’in sıkı takipçileri, hakiki dostlar,

Bugün itibariyle, “issuu.com” adresli dijital yayıncılık platformuna Türkiye’den erişim -henüz bilmediğimiz bir sebeple, bilinmeyen bir tarihe kadar- TİB tarafından mahkeme kararıyla engellendiğini öğrendik.

Bu olumsuz kararı “özgür düşünce”nin, “ifade özgürlüğü”nün ve bu iki kavramın ışığında yürüyen “özgür neşriyatlar”ın paylaşımı, dolaşımı, yaygınlaşması açısından son derece “vahim” buluyor, eleştiriyoruz.

Biliyorsunuz, evvel.org‘un kapsamında yayımlanan bazı metinler, fanzinler, efemeralar da issuu’da “derli-toplu” olarak arşivlenmiş/yedeklenmişti. (Bkz: issuuindeksi)

Şimdi, zerre kadar endişelenmeyin; issuu.com’un erişime kapatılması, bu neşriyatlara ulaşılamadığı anlamına gelmiyor. Hâlen “evvel.org” adresimiz yayındadır ve aradığınız her şey orada çeşitli biçemlerde (pdf, jpeg vb.) paylaşımdadır. Aradığınız her şeye https://bit.ly/evvelindeksi adresindeki indeksten veya “https://evvel.org” sitesindeki kısayollardan (linklerden) veya evvel.org’da bulunan “arama çubuğu”ndan ulaşabilirsiniz. (Çok başarılı bir yol da https://evvel.org/ilgi/pdf veya https://evvel.org/ilgi/e-kitap  sayfalarını alt-sayfalarıyla birlikte süzmektir.) Tabiî, tüm bu yollara en baba alternatif olarak VPN teknolojisini kullanabilir ve issuu.com’a rahatlıkla erişebilirsiniz.

Sahicilikle
Zy

Tem
09
2014
0

şiirsel alan derinliğini sezmeyin diye bir ters dünyadır; “Poetika Çalışmaları” (pdf)

 

        


İlhan Berk, “Bakmak” (Dergilerdeki Yazıları, 2011)
Tam metin, pdf: https://zaferyalcinpinar.com/ilhanberkbakmak.pdf

50 yılın ardında; “İkinci Yeni” Anketi (2011)
Tam metin, pdf: https://zaferyalcinpinar.com/ikinciyeni2011.pdf

Poetika 2012 Uzgörü Çalışması
Tam metin, pdf: https://bit.ly/poetika2012

Poetika 2013 Odaklanmaları
Tam metin, pdf: https://bit.ly/poetika2013


Ayrıca bkz:
2011-2014 Poetika Çalışmaları Üzerine Söyleşi (Şubat, 2014)
Tam metin: https://evvel.org/soylesi-2011-2014
-poetika-calismalari-uzerine-16-subat-2014


denedk

Poetik Bildiriler 2006-2009:
Tam metin, pdf: https://zaferyalcinpinar.com/poetikbildiriler.pdf


Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “Poetika Çalışmaları” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/poetika-calismalari adresinden ulaşabilirsiniz.

Tem
09
2014
0

“ne kadar da yalnızmışız / zeytin ağacıyla yan yana”

Merdivenleri kurup
saçlarını taramaya başlıyoruz
zeytin ağacının,
yağmur gibi düşüyor zeytinler
yere yaydığımız sergiye
-Bugün yirmi ağaç sıyırabilsek
-Demek daha dört günümüz var.
Dala astığımız radyodan
‘Arkası Yarın’ı dinliyoruz.
Efe, yaban ayvasının gölgesinde uyukluyor,
tavşanların pıtırtıları duyuluyor
çalılıktan.
Ağacın tepesinden gemiler geçiyor
dokunamıyorum
çok uzaktalar.
Denize uzanan iğde ağaçlarının
altında gürültüyle kanat çırpıyor balıkçıl,
ne kadar da yalnızmışız
zeytin ağacıyla yan yana.

İsmet Değirmenci
“Gemi Ne Zaman Gelecek, Assos Yay., 2010, s.33


Hamiş: E V V 3 L kapsamında yayımlanan “Adalar Kültürü” başlıklı ilgilere https://evvel.org/ilgi/mermer-adasi adresinden ulaşabilirsiniz.

Tem
08
2014
0

Bilişsel Uyum Mekanizmaları-1 (Nikos A. SALINGAROS)

(…)Solomon Asch (Asch, 2003; 2004), bir kişinin, akranlarının baskısı nedeniyle, kendi algılarına güvenmemeye ve bunun yerine yanlış bir inanışı benimsemeye hazır olduğunu bir dizi klasik deneyle göstermiştir. Deneylerden birinde denekler taraflı bir grup görüşüyle tutarlı bir biçimde yanıltılırlar. ve bir çizginin diğerine göre uzunluğunu daima yanlış bildirirler. İnsanlar, her ne olursa olsun, çoğunluğun görüşünü benimserler. Grup inanışına uyum, kişinin kendi duyum organlarından güçlüdür. Tabii, bu deneylerde grubun diğer üyeleri özellikle seçilmiş ve denekleri kasten yanıltmaları istenmiştir, ama deneklerin uzunluklarını karşılaştırmaları istenen çizgiler arasındaki fark herkesin rahatlıkla görebileceği kadar açıktır. Stanley Milgram bu uyum sağlama etkisini doğrulayan farklı deneyler gerçekleştirmiş (Milgram, 1961) ve ardından, daha da geliştirilmiş bir kurgu ile bu ilk bulguların kapsamı genişletilmiştir (Berns vd., 2005).

Sözde anketçilerin birtakım düzmece sorulara gayet açık ve net yanıtlar almaları, otorite algısı ve uyum baskısının yanılgıları nasıl geçerli kıldığını göstermiştir. Öğrenciler hayali yerlerle, olmayan yasa maddeleriyle, varolmayan siyasetçilerle ilgili soruları seve seve cevaplandırmışlar; hatta, o hayali yerlerin yolunu tarif ettikleri bile olmuştur (Prasad vd., 2009). Soruları cevaplandıran kişiler, varsayılan bir otoritenin soru sorma eylemini (bu sözde anketçiler yasal bir iş yaptıklarından kuşku duyulmamasını sağlayacak her şeyi hazırlamışlardır) yanlış algılamışlar ve o otoriteyi sorgulandıkları konuların gerçekten varolduğuna kanıt olarak değerlendirmişler. Bunlar, daha da ileri giderek, konulardan habersiz kalmış duruma düşmemek ve dolayısıyla herkesin paylaştığı bilgilere sahip olmadıklarından “grup” dışı görünmemek için, hayal ürünü açıklamalar uydurmuşlar. Bir başka araştırmada, yetişkin kişilerin öğrencilik yıllarında deri üzerinde yaptıkları bir tıbbi deneyle ilgili bazı ayrıntıları hatırlamaları istenmiş (Mazzoni & Memon, 2003). Böyle bir deney asla gerçekleşmemiş olduğu halde, denekler bu hayali deneyle ilgili ayrıntılı ve inandırıcı anılar uydurmuşlar.

(…)

II. Dünya Savaşı sonrası Stanley Milgram, hazırladığı deneylerle, savaş sırasında yaşanan vahşeti izah etmek için psikolojik bir temel keşfetmeye çalışmıştır. Araştırmacılar bu deneylerde sıradan, aklı ve zekâsı yerinde insanları, kendilerine emredildiği zaman çok kötü şeyler yapıp yapamayacaklarını görmek için, tereddütlü durumlara sokarlar. Sonuçlar korkutucudur: Evet, tamamen normal insanlar canavarlara dönüştürülebilir. Bu çok zor bir şey değildir. Deneklerin verilen emirlere uyarak çok feci şeyler yapmaları için, onları yetkili kılan sözde bir güç sistemi yeterlidir.

Milgram’ın deneylerinde bazı kişilere öldürücü düzeyde elektrik şokları vermeleri deneklere emredilir, onlar da bu emre uyarlar (Milgram, 2004). Şok verme eylemini gerçekleştiren denekler aslında elektrik akımının kesik olduğunu bilmezler ve kendisine şok verildiği zannedilen kişi de şokun etkisiyle çığlık atma rolü yapan bir oyuncudur. Aslına bakılırsa bu deneyden, yüzeysel bir değerlendirmenin ötesinde çok daha korkunç sonuçlar çıkar. Denekler bunların üniversite ortamında gerçekleştirilen laboratuvar deneyleri olduğunu biliyorlardı ama yine de insan ahlakının temel unsurlarına aykırı emirlere itaat etmişlerdi. Gerçek hayatta ise emirleri veren güç sistemi çoğu zaman deneklerin yaşam hakkını da elinde tutar ki bu, emirlere karşı herhangi bir itirazda bulunma olasılığını çok çok azaltır. Milgram’ın bu klasik deneyleri onlarca yıl sonra da yinelenmiş ve ne acıklıdır ki, benzer sonuçlar elde edilmiştir (Burger, 2009).

(…)

Uyum sağlama mekanizması, insanları yanlış bilgileri ve irrasyonel inançları kabullenmeye yönlendirir; ve bu aynı mekanizma, normal bir insanın, akranlarının baskısıyla ya da varsayılan bir otoritenin doğrudan emirleri doğrultusunda diğer insanlara çok feci şeyler yapmasına neden olabilir. Bütün bu birbirleriyle ilintili ama ayrı ayrı eylemlerde, bizim o çok umut bağladığımız özdenetim yeteneğimiz erir kaybolur. İnsanlar bir grup inancını benimsemeden önce oturup düşünmezler; kanıtları önlerine koyup, o inancın arkasındaki mantığın tutarlı olup olmadığını sorgulamazlar, tıpkı bir reklamda izlediklerini kabullendikleri gibi benimserler. Yetkililer ya da toplum, utanç verici bir eylem gerçekleştirmelerini talep ederse onlardan, genel ahlak kuralları ve şefkat duygusunun kazandırdığı bilincin yansıması olan öz ahlaki değerleri bir çırpıda silinir. (…)

Nikos A. SALINGAROS
“Bilişsel Uyumsuzluk ve Uyumsuz Mimari: Doğruları Yadsımak İçin 7 Taktik”
Çev: Yavuz Oymak, DOXA, Ocak 2014, Sayı: 11, ss. 101-104


Ayrıca bkz: https://evvel.org/dogrulari-yadsimak-icin-7-taktik-nikos-a-salingaros

Tem
07
2014
0

André Breton anlatıyor… (1952)

1952’de gerçekleştirilen bir dizi radyo konumasından episodlar:


André Parinaud: Bu konuşmamızda, 1919 baharı ile 1920 yılı sonu arasındaki yaşamınızı ele alacağız. Yani, Littérature dergisinin ilk sayıları ile sivil hayata dönüşünüz ve Dada akımından ayrılmanız söz konusu. 1919 yılında düşüncelerinizin ve özlemlerinizin ne olduğunu açıklar mısınız?

André Breton: Litterature dergisinin ilk altı sayısının yayımlandığı 1919 baharında ve yazında, istediklerimizi yapacak durumda değildik; ben, eylül ayında terhis oluyordum, Aragon da birkaç ay sonra. O zamanın iktidarı, savaşta görüp öğrendiğimiz yaşam ile sivil yaşamın bize sunacağı gerçekler arasında bocalamamamızı ve yumuşak bir geçiş yapmamızı amaçlıyordu. Bu sakınganlık anlaşılabilir bir şeydi. Çünkü, cepheden dönen askerler nefret ve hınç duyacakları sayısız gerçekle karşı karşıyaydılar. Boşu boşuna sayısız insan harcanmıştı. Cephe gerisindekilerin “kanımızın son damlasına kadar savaş” lafının altında üçkağıtçılıklar yatıyordu; ocaklar yıkılmıştı ve önümüzde adi bir gelecek vardı. Askerî zaferin sarhoşluğu fos çıkmıştı.

Savaş bitmişti kuşkusuz, ama yalnızca yaşamak ve benzerleriyle anlaşmak isteyen insanları, dört yıl sonunda, yabani ve çılgın kimseler haline getiren “beyin yıkama” bitmemişti.

Kısacası, savaştan dönenlerin hali kötüydü…

A.P.:Ama bir başkaldırma değil, daha çok bir duygusuzluk söz konusuydu sanırım.

A. Breton: Aramızdan çoğu, hangi tarafı tutacağına kısa sürede karar verdi. İktidar da, patlak vereceğinden korktuğu ruhsal başkaldırmayı yumuşatmak için kasvetli törenler düzenledi ve anıtlar dikti. Bir vandallık çağının tanıkları olan bu anıtları hâlâ görüyoruz… Paris’te Etoile alanındaki “meçhul asker” anıtı, bunun bir örneğidir. Ama askerliğin boyunduruğundan kurtulmuş olan ben, hiçbir kısıtlama altına girmemeye kararlıydım. Başıma gelecekler umurumda değildi…

A.P.: O sırada, geleceği nasıl düşünüyordunuz?

A. Breton: Gelecek hakkında hiçbir fikrim yoktu. Oteldeki odamda, masanın çevresinde saatlerce dönüp duruyordum, Paris’te rastgele dolaşıyordum. Chatelet alanında bir sıranın üzerinde kaç kez tek başıma sabahladım. Bir düşünce yoktu kafamda, bir çözüm de düşünemiyordum. Her şeyi oluruna bırakmıştım sanki…

(…)

A.P.: Marcel Duchamp’ın kişiliği de sizi burada etkiledi sanırım…

A. Breton: Evet. Duchamp’ın etkileyici haberlerini, Picabia’dan alıyorduk. İlginç çalışmaları vardı. 1911 ile 1913 arasında kübizme ve fütürizme özgün katkılarda bulunduktan sonra, dükkânlarda satılan eşyayı imzalayarak klasik sanat anlayışını hiçe sayan bir tutum göstermişti. Örneğin, bir içki kasasına, küreğe ya da oyuncağa imzasını atıyor ve bunların birer sanat yapıtı olduğunu ileri sürüyordu. Duchamp böylece, salt “seçme”yle bir sanat yapıtı ortaya konabileceğini göstermek istiyordu. “Joconde”un [Mona Lisa] renkli bir röprodüksiyonunu da imzalamıştı, ama bıyık takarak…

(…)

A.P.: Bugün, gerçeküstücülük bakımından önemli bir olayı, yani Gerçeküstücü Devrim dergisinin yayımlanmasını ele alacağız. Şiirsel, ahlaksal ve siyasal bir başkaldırıyı benimsediğinizi biliyoruz. Derginin ilk sayısında, verdiğiniz kesin kararları açıklayan şu cümle yer alıyor: “Yeni bir insan hakları bildirisi gerekli. “O zamanki düşüncelerinizi açıklamanızın en doğru yolu, bu sözlere verdiğiniz kesin anlamı belirtmenizdir sanırım..

A. Breton: Gerçeküstücü Devrim’in ilk sayısı 1924’ün sonunda yayımlandığında, dergiye yazanlar şu konularda görüş birliğine varmışlardı: içinde bulundukları sözümona Descartesçı dünya, tahammül edilmez bir dünyadır, kasvetli bir aldatmacadır ve bu dünyaya karşı ayaklanmanın her çeşidi haklıdır; yalnızca düşünceye ve kavrayışgücüne dayandırılan bir ruhsal yaşam, kökten eleştirilmelidir. Gerçeküstücülerin dostu Ferdinand Alquie, bir yazısında bu görüşleri çok iyi açıklayarak şöyle diyordu: “İnsanın özünün akıl olduğunu söylemek, insanı ikiye bölmektir ve klasik düşünce geleneğinin yaptığı şey de budur. Bu gelenek, insana yakıştığını ileri sürdüğü akıl ile akıl-olmayanı, yani insana yakışmayan içgüdüleri ve duyguları birbirinden kesinlikle ayırt etmiştir.” Düşünce ustamız olarak benimsediğimiz Freud, böyle bir ayırt edişin ve bölmenin, insan için ne kadar tehlikeli olduğunu öğretiyordu bize. Eski “akla” yüzyıllardır tanınmış sınırsız gücü hiçe sayıyorduk ve dolayısıyla bu aklın ahlak düzeyinde insana kabul ettirdiği “ödevler”i de hiçe sayıyorduk. Bu aklın sakat yanlarını göz önüne sermek için her fırsattan yararlanıyorduk. Ve bu aklın yerine, sağlamca temellendirilmiş bir başka akıl konana kadar, bu yolda yürümeye kararlıydık. “Yeni bir insan hakları bildirisi gerekli” sözünü, bu açıdan kavramak gerekir.

(…)

A.P.: Gerçeküstücülüğün dünyada bugün almış olduğu yer ile gerçek önemi arasında ne gibi bir oran olduğunu düşünüyorsunuz?

A. Breton: Boşuna çalışmamış olduğumuzu düşünüyorum. Ama gerçeküstücülüğün bugün dünyada aldığı yerin, onunla oranlı olduğunu sanmam. Ne var ki, benim için önemli değil bu. Daha önemsiz bir yer alsaydı da, yakınmazdım bundan. “Yer alma” sözünde, beni her zaman rahatsız eden bir resmileştirme ve kabul edilme anlamı vardır. Düşüncemle değil de, daha çok mizacımla, sürekli olarak kendini yenileyen bir azınlığa katılmaya hazırımdır. Bundan ötürü, bugün okullarda gerçeküstücülüğün okutulması, benim için tatsız bir şey. Gerçeküstücülüğün kolunu kanadını kırmak için yapılıyor bu. Gençliğimde, Baudelaire’i ve Rimbaud’yu gerektiği gibi anlamamı, bu şairlerin okul programlarında yer almamaları sağlamıştı…

(…)

(1952)


Gergedan Dergisi, Gerçeküstücülük Özel Sayısı

Çev: Selahattin Hilav, Ağustos 1987, s. 53-58


1. Hamiş:  Söyleşinin tam metnine https://www.e-skop.com/skopbulten/surrealizm-1924-2014-andr%C3%A9-bretonla-soylesi-%E2%80%9Cbugun-okullarda-gercekustuculugun-okutulmasi-benim-icin-tatsiz-bir-sey%E2%80%9D/2024 adresinden ulaşabilirsiniz.

2. Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan “Gerçeküstü” ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/gercekustu adresinden ulaşabilirsiniz.

Tem
06
2014
0

Direnin ve Bağırın: “Ödüller İnsansızdır!”

Taylan Kara’nın “Türkiye’de Edebiyat Ödülleri Nasıl Verilir?” başlıklı yazısıyla ortaya koyduğu karanlığı, “yazarım, şairim, iyi okuyucuyum ve haysiyetliyim!” diyen herkesin fark etmesi, işbu yazıda işaret edilen “oligarşi”ye boyun eğilmemesi, direnilmesi gerekiyor: https://www.gunzileli.com/2014/06/30/taylan-karaturkiyede-edebiyat-odulleri-nasil-verilir/


Edebiyat ödüllerindeki kötülüğü anlamak için şu iki metin de önemlidir:

Nisan 2011′de, Hande Edremit ile gerçekleştirdiğimiz bir söyleşide “jüricilik” mesleği hakkında şunları dile getirmişiz:

Hande Edremit: “Denizaltı Edebiyatı” adlı bildirinizde “Ödüller insansızdır.” diyorsunuz. Ece Ayhan da “Şairlere ödüller verileceğini duyunca, şunları düşündüm: Demek yasalar da yetmemiş, ölüm şairlerle toplu fotoğraf çektirmek istiyor.” demişti. Günlük hayatta da biraz bu şekilde var olmaya çalışıyoruz sanki. Fotoğraflarla önceden belirlenmiş bir sahneyi yaratmaya daha kötüsü yaşamaya çalışarak…

Zafer Yalçınpınar: Ödül konusu son derece karışık bir konu… Şimdi, her şeyi bir kenara bırakalım ve meseleye dil açısından bakalım: Bugün, “Ödül” dediğimiz anda imgesel olarak ödülü alan kişiyi ya da eseri değil “ödül sistematiği”nin kendisini ya da ödülün metasını işaret ediyoruz, yüceltiyoruz, ayrıcalıklandırıyoruz. Eskiden böyle değildi. Şimdilerde, rekabet, kazanmak, yarışmak, hırs, farklılık, üstünlük filan gibi şeyler doğrudan aklımıza geliyor. Ödüllendirme denen şey, Yeni Kapitalizm’in yönetim süreçlerinin içerisinde düşünüldüğünde bir “isteklendirme” türüdür ve iktidar heveslileriyle iktidar sahiplerinin buluştuğu bir podyumdur. Ödül, iktidarın, kendi iktidarını kuvvetlendirdiği bir araçtır. Ödüller sahici değildir. “Ödül Sistematiği” denen şeyden podyumu, ışıkları, jüriyi, ödülü takdim edeni, alkış seslerini, o kırıtışları, gazetelerdeki haberleri, duyuruları filan kaldırın, geriye ne kalır? Şiltler, plaketler filan kalır. Zaten, bu şiltler, plaketler filan birer “simge” değil midir? İmgelemi kuvvetli bir şair için “ödül” denen şeyin karşılığı böylesi bir “sıradan simge” olamaz. Çünkü ödül sistematiğinin demin saydığım bileşenlerinin hiçbiri de imgelemin özgürleşmesiyle bağlantılı değildir. Şairin ödülü sıkı şiir yazmak, yazabilmektir. Şairin ödülü; tüm baskılara rağmen özgür bakışını, imgeselliğinin biricikliğini kaybetmemektir. Derdi şudur şairin; töze nüfuz edebilmek, tözü imlemek… Şair, şiirinin sıkılığını, dizelerinin gücünü yarışmalarla, ödüllerle filan teyit ettiremez. Bakın, bugünün edebiyat ortalığını birazcık araştırdığınızda “ödülsüz” bir şair bulmakta zorlanırsınız. Herkesin bir yığın ödülü var yahu… Nerede kaldı bu adamların ayrıcalığı filan? Ama benim dediğim anlamda, yani imgelemin özgürleşmesi ve töze nüfuz edebilmek yönünde ödüllendirilmiş şair sayısı bir elimin parmaklarının sayısını geçmez. Bu nedenle “Ödüller insansızdır” dedim.


2008 yılında kaleme alınmış önemli bir başka yazı:

DAMPERLİ ÖDÜL FURYASI VE SAYGINLIK CUKKALAMAK

Bundan yedi-sekiz sene önce edebiyat ödülleri üzerine bir yazı yazmaya kalkışsam işim çok daha zor olurdu. Çünkü o zamanlar, bugünkü ödül dağıtım mekanizmaları üzerine biriken kızgınlığımı anlamsız kılabilecek bir içeriğe sahip en azından iki ya da üç “edebiyat ödülü” ve bu ödüllerin seçici kurullarında da yetkinliğine inandığım -en azından yetkinliğinden şüphelenmediğim- iki üç sıkı insan bulunmaktaydı. Ayrıca, bundan yedi-sekiz sene önce yazarlar ve şairler, ödül kazanmanın bir “müstahkem mevki” sağlayacağını düşünüp, bugünkü gibi ödüllerin peşinde koşmazlar, herhangi bir ödüle değer bulunduklarında da bugünkü gibi sağda solda (podyumlarda, etkinliklerde, özel yemeklerde ve her türlü mikrofon arkasında) kırıtmazlar, dirsek temas aralığında hizaya gelip sokaklarda halay çekmeye kalkışmazlardı. Çünkü “sanat alanında ödül kazanmak” denen şeyin sıradan (belki de erken ve gereksiz) bir “teyit” olduğuna inanırlardı: Yazarlar ya da şairler için gerçekten önemli olan şey “kariyerizm uğruna özgeçmiş doldurmak, donatmak, uydurmak” değil de “ufuk açacak kadar farklı ve sıkı bir yapıt” yaratmak, yaratabilmiş olmaktı. Bununla birlikte, ilginçtir ki edebiyat ortamında bulunan dergi editörleri ve yayınevi sahipleri de kimin hangi ödülü aldığına, kimin özgeçmişinin ne kadar dolgun/kalabalık olduğuna, “babalık, ağabeylik, evlatlık” gibi ailevi ilişki biçimlerine, kalem kavgası sicillerine falan fazlaca itibar etmezlerdi. (Çünkü o zamanki sıkı editörler, “dişçiden, imamdan, celepten, hafızdan ya da lehimci ustasından devşirme editörler”den sayıca daha fazlaydı ve daha etkindi.) Gerçek editörler, yazarların dirsek temas aralıklarını, unvanlarını ya da ait oldukları ilişki şebekelerini değil de yayımlayacakları yapıtın kuvvetini/etkisini ölçerlerdi; eserin kurgusal, imgesel, semantik, toplumsal, tarihsel, tipolojik, morfolojik ve hatta sezgisel öğelerini kendi iç dünyalarında hisseder, tartar ve yayımlayacakları eseri olabildiğince içselleştirirlerdi. Yani, özgeçmiş ya da statüko üzerinden çalışmazlar, biricik saygınlık unsurunu “özgeçmiş dolgunluğu” olarak görmezler, önlerine gelen eserleri ciddi ciddi okurlardı, değerlendirirlerdi. (“Okumak” eyleminin önemini ayrıca vurgulamak gerekir. Bugünkü edebiyat ödüllerinin çoğunda seçici kişiler, ödüle katılan yazarların eserlerini ya hiç okumamaktadır ya da örnekleme metoduyla -eserin başından, ortasından ve sonundan parçalar okuyarak- bir şeyler yapmaya, karar vermeye çalışmaktadırlar. Bu “okumamak” durumunun sebebi de ödülün verileceği kişinin çok önceden –statükocu unsurlarla- belirlenmiş olmasıdır. )

Kısacası, bundan yedi sekiz sene öncesinde edebiyat ödülleri, ne yazarların ve şairlerin haysiyetinde (özdeğerlendirme yokuşunda) ne de editörlerin gözünde çok önemli şeyler değildi. Çünkü saygınlık, “sıkı bir eser” yaratabilmek ya da okuyabilmekten geçerdi ve yazarın kendi iç dengesiyle, kendi eseriyle arasındaki özel bir yokuş ya da mesafeydi. Yani yazarlar, öncelikle “haysiyet”lerini düşünürler, bir “muhteris” gibi köşeyi dönmeye, köşebaşı tutmaya ya da saygınlık cukkalamaya çalışmazlardı. Bugün ülkemizde, 79 kadar –çoğu da şiir/şair odaklı, çoğu da çeşitli belediyeler ve kamu kuruluşları tarafından verilen- edebiyat ödülü bulunmaktadır. Peki ülkemizde, bu kadar çok ödülü kazanacak nitelikte yazar, şair, genç yazar, genç şair ve bu kadar ödülde seçicilik yapabilecek kadar nitelikli yazar, şair ve eleştirmen kalmış mıdır, var mıdır? Cevabınız “Kalmadı…Yok işte!” ise ülkemizdeki edebiyat ödüllerinin dağılımı veya dağıtımı için şu benzetmeyi rahatlıkla kullanabiliriz: “Damperli Ödül Furyası yoluyla Saygınlık Cukkalamak!

Eduardo Galeano’nun dediği gibi “Sizi alkışlayanlar, aslında sizi zararsız görenlerdir.” Bu sözü genç yazar, genç şair ve tüm edebiyat heveslileri aklının bir köşesine mıhlamalı… Galeano’nun ifade ettiği şey bugünkü durumu tamı tamına karşılamaktadır. Yaşarken para, saygınlık ve otorite gibi şeylerle değil de “sefalet, çeşitli sessizlik suikastları ve kötülük dayanışmaları”yla “ödüllendirilen” sıkı bir adamdan, Ece Ayhan Çağlar’dan bir alıntı yaparak işbu yazıyı sonlandırmak istiyorum:

“Şairlere ödüller verileceğini duyunca, şunları düşündüm: Demek yasalar da yetmemiş, ölüm şairlerle toplu fotoğraf çektirmek istiyor. Hoşgörünün törel ve yasal sınırlarını paramparça ederek aşmış bir düşünceyi köşeli bir büyük ayraca, paranteze alacaklar. Alırlar! Daha dün, yaşayan şiir denince elleri tabancalarına giden adamlar, müessesenin küçük hisseli ortakları, şairlere iki paralık değer vermeyenler, gözlerinde tek bir şiir yaşatmayan kalem efendisi kentliler oturmuşlar, düşünmüşler, taşınmışlar, açık baskılar, gizli engellemeler yanında, böylesi bir Chester taslağını sunmuşlardır. Tarihten, kendi tarihimizden biliriz ki, kardeşlerini az önce boğmuş bir padişahın bile elinde uzak ve kokusuz bir gülle yaptırdığı minyatürleri, çağdaş padişahların ise basına dağıtılmak üzre çocuklarla çektirdikleri birçok fotoğraf vardır. Şimdi çocuklar ve güller dahi yüz vermedikleri için olsa gerektir, ‘müesses ölüm şairlerle toplu fotoğraf çektirmek istiyor’. Bunun böyle olduğu aydındır.(1970)”

Zafer Yalçınpınar – 2008

Tem
05
2014
0

Dünyanın Duvarları

İngiltere’den Crawford Jolly, dünyadaki 65 kentin sokak sanatını ve duvarların seslendiği imgelemi “Boş Duvarlar Suçludur” adında bir web galerisinde toplamaya çalışıyor. Sitede İstanbul’dan da özel çalışmalar yer almış…

Bkz: https://www.blankwallsarecriminal.com

 


Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “Sokak Sanatı” ilgilerinin tümüne https://evvel.org/ilgi/duvarda adresinden ulaşabilirsiniz.

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Tem
03
2014
0

şiir okumayın diye bir ters kıyıdır: Zafer Yalçınpınar Kitapları (pdf)

iki             meydansiz


“İKİ” (2011-2013 şiirlerinden ara-imgelem)
Tam metin, pdf: https://bit.ly/2iki2


“MEYDANSIZ” (Şiir, 2009)
Tam metin, pdf: https://bit.ly/meydansiz2009


 kizgin         livar


“KIZGIN” (2009-2011 şiirlerinden ara-imgelem)
Tam metin, pdf: https://zaferyalcinpinar.com/kizgin.pdf


“LİVAR” (Şiir, 2007)
Tam metin, pdf: https://bit.ly/livar2007


kyuzu             dadaliada


“KELİMENİN YÜZÜ” (İç-sözlük, 2007)
Tam metin, pdf: https://bit.ly/kelimeninyuzu2007


“DADALIada” (Fotoğraf, 2000-2012)
pdf: https://bit.ly/dadaliada


*

Ayrıca bakınız;

Tüm kitapları; https://zaferyalcinpinar.com/d2.html
Tüm şiirleri; https://zaferyalcinpinar.com/siir.html


Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com