(…)Solomon Asch (Asch, 2003; 2004), bir kişinin, akranlarının baskısı nedeniyle, kendi algılarına güvenmemeye ve bunun yerine yanlış bir inanışı benimsemeye hazır olduğunu bir dizi klasik deneyle göstermiştir. Deneylerden birinde denekler taraflı bir grup görüşüyle tutarlı bir biçimde yanıltılırlar. ve bir çizginin diğerine göre uzunluğunu daima yanlış bildirirler. İnsanlar, her ne olursa olsun, çoğunluğun görüşünü benimserler. Grup inanışına uyum, kişinin kendi duyum organlarından güçlüdür. Tabii, bu deneylerde grubun diğer üyeleri özellikle seçilmiş ve denekleri kasten yanıltmaları istenmiştir, ama deneklerin uzunluklarını karşılaştırmaları istenen çizgiler arasındaki fark herkesin rahatlıkla görebileceği kadar açıktır. Stanley Milgram bu uyum sağlama etkisini doğrulayan farklı deneyler gerçekleştirmiş (Milgram, 1961) ve ardından, daha da geliştirilmiş bir kurgu ile bu ilk bulguların kapsamı genişletilmiştir (Berns vd., 2005).
Sözde anketçilerin birtakım düzmece sorulara gayet açık ve net yanıtlar almaları, otorite algısı ve uyum baskısının yanılgıları nasıl geçerli kıldığını göstermiştir. Öğrenciler hayali yerlerle, olmayan yasa maddeleriyle, varolmayan siyasetçilerle ilgili soruları seve seve cevaplandırmışlar; hatta, o hayali yerlerin yolunu tarif ettikleri bile olmuştur (Prasad vd., 2009). Soruları cevaplandıran kişiler, varsayılan bir otoritenin soru sorma eylemini (bu sözde anketçiler yasal bir iş yaptıklarından kuşku duyulmamasını sağlayacak her şeyi hazırlamışlardır) yanlış algılamışlar ve o otoriteyi sorgulandıkları konuların gerçekten varolduğuna kanıt olarak değerlendirmişler. Bunlar, daha da ileri giderek, konulardan habersiz kalmış duruma düşmemek ve dolayısıyla herkesin paylaştığı bilgilere sahip olmadıklarından “grup” dışı görünmemek için, hayal ürünü açıklamalar uydurmuşlar. Bir başka araştırmada, yetişkin kişilerin öğrencilik yıllarında deri üzerinde yaptıkları bir tıbbi deneyle ilgili bazı ayrıntıları hatırlamaları istenmiş (Mazzoni & Memon, 2003). Böyle bir deney asla gerçekleşmemiş olduğu halde, denekler bu hayali deneyle ilgili ayrıntılı ve inandırıcı anılar uydurmuşlar.
(…)
II. Dünya Savaşı sonrası Stanley Milgram, hazırladığı deneylerle, savaş sırasında yaşanan vahşeti izah etmek için psikolojik bir temel keşfetmeye çalışmıştır. Araştırmacılar bu deneylerde sıradan, aklı ve zekâsı yerinde insanları, kendilerine emredildiği zaman çok kötü şeyler yapıp yapamayacaklarını görmek için, tereddütlü durumlara sokarlar. Sonuçlar korkutucudur: Evet, tamamen normal insanlar canavarlara dönüştürülebilir. Bu çok zor bir şey değildir. Deneklerin verilen emirlere uyarak çok feci şeyler yapmaları için, onları yetkili kılan sözde bir güç sistemi yeterlidir.
Milgram’ın deneylerinde bazı kişilere öldürücü düzeyde elektrik şokları vermeleri deneklere emredilir, onlar da bu emre uyarlar (Milgram, 2004). Şok verme eylemini gerçekleştiren denekler aslında elektrik akımının kesik olduğunu bilmezler ve kendisine şok verildiği zannedilen kişi de şokun etkisiyle çığlık atma rolü yapan bir oyuncudur. Aslına bakılırsa bu deneyden, yüzeysel bir değerlendirmenin ötesinde çok daha korkunç sonuçlar çıkar. Denekler bunların üniversite ortamında gerçekleştirilen laboratuvar deneyleri olduğunu biliyorlardı ama yine de insan ahlakının temel unsurlarına aykırı emirlere itaat etmişlerdi. Gerçek hayatta ise emirleri veren güç sistemi çoğu zaman deneklerin yaşam hakkını da elinde tutar ki bu, emirlere karşı herhangi bir itirazda bulunma olasılığını çok çok azaltır. Milgram’ın bu klasik deneyleri onlarca yıl sonra da yinelenmiş ve ne acıklıdır ki, benzer sonuçlar elde edilmiştir (Burger, 2009).
(…)
Uyum sağlama mekanizması, insanları yanlış bilgileri ve irrasyonel inançları kabullenmeye yönlendirir; ve bu aynı mekanizma, normal bir insanın, akranlarının baskısıyla ya da varsayılan bir otoritenin doğrudan emirleri doğrultusunda diğer insanlara çok feci şeyler yapmasına neden olabilir. Bütün bu birbirleriyle ilintili ama ayrı ayrı eylemlerde, bizim o çok umut bağladığımız özdenetim yeteneğimiz erir kaybolur. İnsanlar bir grup inancını benimsemeden önce oturup düşünmezler; kanıtları önlerine koyup, o inancın arkasındaki mantığın tutarlı olup olmadığını sorgulamazlar, tıpkı bir reklamda izlediklerini kabullendikleri gibi benimserler. Yetkililer ya da toplum, utanç verici bir eylem gerçekleştirmelerini talep ederse onlardan, genel ahlak kuralları ve şefkat duygusunun kazandırdığı bilincin yansıması olan öz ahlaki değerleri bir çırpıda silinir. (…)
Nikos A. SALINGAROS
“Bilişsel Uyumsuzluk ve Uyumsuz Mimari: Doğruları Yadsımak İçin 7 Taktik”
Çev: Yavuz Oymak, DOXA, Ocak 2014, Sayı: 11, ss. 101-104
Ayrıca bkz: https://evvel.org/dogrulari-yadsimak-icin-7-taktik-nikos-a-salingaros