Mar
11
2008
0

Bir hizada… Korkunç…

(…) Zulmedecek, kendi üstünlük hastalığını şehvet gibi tatmin edecek bir biçare insan arardı. Yüzü ve dudakları al al, bıyıkları kıpkırmızı olduğu halde bir yeşil gülümseme ile dört yanına bakardı, üstü başı, omzu kıçı bir hizada korkunç bir mahlûktu.(…)

Sait Faik, Kayıp Aranıyor, Varlık Yayınları,1953, s.15

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Mar
04
2008
0

Renkli Sağlam Uzun Aksak

Kerim Çaplı için,

1. insanların kapısını çalıp çalıp kaçardı.
2. şakalaşıp durdu gökyüzüyle suyu saymayı denedi.
3. birilerinden saklanırken ağaç taklidi yapardı.
4. bir sürü  palavracı ve dalkavuk tanıdı çeşitli unvan sahibi.
5. sırtını duvarlara yaslardı, hiç korkmazdı.
6. çok uykusuz kaldı ve hiç pişman olmadı.
7. büyük amcasından miras kalan içkileri içti.
8. “tuzlu fıstıktan önemli bir şey yoktur!” diye bilirdi.
9. “yeraltı ırmakları”nın sesini dinledi.
10.  yaşamayı “beylerbeyi çakarı”ndan öğrendi.
11. çalardı davulunu renkli sağlam uzun aksak.

Zafer Yalçınpınar
LİVAR,Lotus Yayınları,2007, s.58

Ayrıca bkz: https://zaferyalcinpinar.com/kargamecmuakerimcapli.JPG

Mar
04
2008
0

Yazacak ne var?

(…)16. Lui, Fransız Devrimi’nden (1789) bir gün önce, günlüğüne “Yazacak değerde bir şey yok” diye not düşmüş, ertesi gün devrim oluyor ve kendisini paradaki resminden tanıyan muhafızlarca (Varennes’te) yakalanarak giyotine boynunu uzatmak zorunda kalıyor. III. Ahmet sanırım -o da çağdaşı sayılır Lui’nin- bir gün vakanivüse “ne yazdın bugün?” diyor, vakanivüs “yazacak değerde bir şey bulamadım” diyor, III. Ahmet yakındaki bir mızrağı vakanivüse fırlatarak yaralıyor ve “Bunu yaz!” diyor.(…)

Ulus Fatih’in Borges Defteri’ndeki bir yazısından alınmıştır.

Mar
03
2008
0

Ece Ayhan Şiirinde İki Dönem (Vedat Binatlı)

Sombahar Dergisi’nin 1993 yılında yayımlanan 17. sayısında, Ece Ayhan Şiiri hakkında  dilbilimsel yaklaşımlarla kotarılmış bir inceleme yazısı bulunmaktadır.
BKZ; https://groups.google.com/group/pustahali/browse_thread/thread/403ec720b1cf0b82

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Mar
03
2008
0

Sonradan…

“Kafkas Tebeşir Dairesi için 140 mask yaptım; 14 oyuncu değiştire değiştire 86’sını kullandı. Zor iştir maskı oyuncuya sevdirmek… Kolay mı, adama “yok ol, silin” diyorsun. Malzemeyi ön-plana çıkarıyorsun. Ancak, önce maskı istemeyen oyuncu, sonradan maskla korkunç bir şekilde bütünleşti. Öyle ki, açılış günü tiyatronun kapısına iki mask koymak istediğimizde, hiçbir oyuncunun elinden maskını alamadık.”

Kuzgun Acar

Mar
03
2008
0

GittiGidiyor: Yaşar Nabi Nayır İmzası

Yaşar Nabi imzalı “YILLAR BOYUNCA” adlı kitabı, “GittiGidiyor” üzerinden 1 YTL fiyatla satışa sunmuş bulunmaktayım. Kitap, Yaşar Nabi tarafından “Değerli Doktor Rauf Saygın’a Muhabbet ve Hürmetle…” şeklinde imzalanmıştır. İşbu kitabın satışı, öncelikle Yaşar Nabi’nin kızı olan Varlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Filiz Deniztekin’e teklif edilmiştir. Filiz Deniztekin’in kitabı satın almak istememesinin ardından “GittiGidiyor” adlı web sitesi üzerinden satışa sunulmuştur.

Bkz: https://urun.gittigidiyor.com/Yasar-Nabi-Yillar-Boyunca-Imzali_W0QQidZZ8581656

Şub
28
2008
0

Görsel İş: “Sıkı Şiir Nerdedir?”

Sıkı Şiir Nerdedir? – 5 –

Zafer Yalçınpınar-2008

 

Şub
27
2008
0

Yeni Şiir: Kim Kime Dum Duma

önce ben, boş bir kâğıdı aldım

                                            çöpe attım.

iki de bir sildim gökyüzünü bulutlarla

parlattım

(…)

Devamı için: https://zaferyalcinpinar.com/s57.html

 

Şub
23
2008
0

Livar: Parçaların Dışı

“Cahil Cühela” mahlasını kullanan birinin “LİVAR” adlı ilk şiir kitabım hakkında yazdığı bir yazı aşağıdadır:

LİVAR: PARÇALARIN DIŞI

Yazıldığı gibi incelenmeli; kapalı. Yazıyı anlamanın mümkünü var mı bilmem; öyleyse ben de bir yineleme yapacağım; tamamlayacağım. Çünkü ‘Livar’ her şeyden önce bir kapalılık hali. Dolayısıyla, modern olan için bir soruşturma bağlamı var. Vurgunun her zaman özne de aranmadığı; öznenin tanımını ve eylemini taş binalara devredişi gibi, söz ve sözcük de yüklenici, taşıyıcı; devreden. Bu bir çoğullama yöntemi aynı zamanda. Bilmeyen yok; kapalılık sivilliğin ruh hali. Anlatı tam da burada şekilleniyor aslında; ses ve anlam ilişkisinde bir parçalanma başlıyor. Evet; kırılmıyor anlatı, parçalanıyor. Demek ki, bütünlük algısının teorik ifşasına karşı, onu aktarmanın duyumsal yolu olarak, sözlerin birbirlerini oluşturdukları yerlerde ciddi bir sarsıntıya ihtiyacımız var. Şiirin gerginliği, anlatıyı eritiyor böylece. Bir biçimsizlik durumuyla, doğallık algısı oluşuyor ve şiir kalıyor geriye; anlamaya çalıştığımız ‘şey’, alışık olmadığımız bir biçim.

Bu noktada ‘Livar’la olan ilişkiyi bir müddet Ponty üzerinden kurmak işimize yarayabilir; şeylerin doğasına erişmek adına Descartes vurgulu bir alan yaratabiliriz. Çünkü Yalçınpınar şiirinde, gördüklerimiz ve algıladıklarımız arasındaki farklar ve ortaklıklar, bize sözcüğün parçalanmasında tesadüfün ötesinde, bir kurallar zincirinin yattığını söylüyor/söylemeye çalışıyor gibi. Tam açılımıyla, “gerçek dünya gördüklerimiz değil, onları oluşturan dalgalar ve parçacıklar”. Burada önem kazanan ve şiire başkalık katan da, gerçekliğin içinde olan şeylerin tanımlanış sürecinde oluşan sözcüklerin, (bu cümlenin içinde olduğu gibi) kendiliklerinden yarattıkları ‘olan’ ve ‘oluşan’ ayrımı. Sözcüğün görevi, ‘başka’yla olan ilişkisinden ancak böyle ayrıştırılabilir. Çünkü, sözcükten sökülen her harf ya da hece, başka olanın tanımıdır/tanımı olabilir. Yalçınpınar’da Livar’ın içinden, dışarıya sızın anlamın ancak bu yolla ortaya koyulabileceğinin farkındadır; ‘Yüzü’, ‘Kıyı’ ve ‘Su Yolcu’ gibi şiirler, bu anlamda Livar’ın temelidir.

“yüzü

gök

yüzü

sissiz

ben

siz

yüzü” ;

“bir

sus

ayakta kalmaktır

indeki

pus”

Bütün bu parçalanmışlık hali, nesnenin soyutluğu üstünden kurulur aslında. Çünkü, Yalçınpınar’ın soyut ve somut ayrımı, onun bir şair olarak kendiliğine dayanır. Kendilik durumu ise, eyleme gerek duymadığı sürece özne olma durumundan ayrı tutulabilir. Kendilik bir aktarım aracı olarak kullanıldığında, her ne kadar araçsallaşmış olsa da pasiftir. İş bu pasiflik, Yalçınpınar’ın kendi anlatısına karşı, sözcüğü parçalayarak giriştiği eylem nihayetinde, özneleşir. Ama, bu öyle bir durumdur ki, elle tutulanın ötesinde, başka bir alanda anlatı her şeyi yeniden kurmuş ve tanımlamış olur. Bu yüzden şiirin eksik kalan bir yanı vardır; bu yan şiirin bütünlüğünün dışında, maddesinin ötesinde aurasında bir eksikliktir. Bu yüzden okuyanla ilişkilendiğine, şiir anlamını başkasının algısına da sunmuş olur; çoğullaşır.

Tanımlama ve yönelme, şiirde izlenmeye başladığında ise, soyut ve somut olan sessizce yer değiştirir; anlam ve yapı, aralıklarla var olmaya başlar. Bu yaklaşım bir önceki paragrafta yazdığımız gibi, bütüne müdahaledir; yöntem farklıdır ancak; çünkü müdahale edilen artık çok daha somut bir duruma (gerçeğin içindeki, özne) tekabül etmektedir. Dolayısıyla daha tematik bir alana geçildiği söylenebilir. Tematik bir tercih, sorgulama sürecinin de kesinliğini belirler. Yalçınpınar’da da durum böyledir. Yargıya varma isteği göze çarpar.

“yokuşlardan iniyoruz

düzayak bir mantığa doğru

zarları bırakıyoruz”

“deniz suyu içelim

uçurumdan

hiç korkmayalım”

Bu noktadan sonra Yalçınpınar, bir eleme sistemi işletmeye başlar; artık tıpkı bir sonsuzun noktaları gibi, belirleyenleri su yüzüne çıkarmayı hedefleyecektir. Böylece soyuttan somuta geçiş süreci Livar üzre tamamlanmış olur. Livar bu anlamda bir çemberdir. Kapalılık hadisesi de asıl önemini, bu sonsuzun noktalarının kullanımında kazanır. Şiir hep yeniden; yalnız kendine başlar. Böylece tanımlanan da, tanımlayış biçimi gibi, bir bütünün içinde devinecektir.

“1. İnsanların kapısını çalıp çalıp kaçardı.”

“9.Çalardı davulunu renkli sağlam ağır aksak” (renkli sağlam uzun aksak)

Maddelemek, sonsuzun noktalarını kapsayıcı kılmaktır. Sayıların, şiirin bir parçası olmasını sağlayan da bu kapsayıcılıktır. İşte bu noktada gerçekleşen, en başta değindiğimiz şeylerin moleküler yapısına ilişkin yanılsama sürecine ait bir “gerçekleşme”dir. Parçalar ne kadar adlandırılırsa, sonuca varılabilir. Maddelenen belirleyenler, bir gövde olarak anlamla iki yönlü bir ilişkinin kurulmasına olanak tanır.

Sonuç olarak, Yalçınpınar’ın yazdıkları, süreçle ilişkilenmiştir. “Olan” da “oluşan” gibi bir süreçtir. Yalçınpınar şiiri bu yüzden okunmaz, düşünülür.

Şub
22
2008
0

1976’dan Bir Haber: “Edebiyat Tehlikede mi?”

Roger Munier’nin “Edebiyat Tehlikede” başlıklı bir yazısını okuduk. Roger Munier, ödül kazanan kitapların ya da bestseller olmuş yapıtların dışında kalan edebiyat ürünlerinin çok az basıldığından, çok az satış yaptığından yakınıyor. “Hele,” diyor “iyi edebiyatın satışı çok daha az oluyor”. Büyük yayımcılardan Grasset ile görüşmüş bu konuda. O da aynı kanıdaymış. Nitelikli edebiyat yapıtları için “kendi beğenim” adlı bir dizi yapmış. Gel gelelim bu dizideki kitapların baskı sayıları 1400, 1800, 2600’ü pek geçmiyormuş. Bunun için de, gerekli kazancın sağlanamaması nedeniyle, büyük yayınevleri, kaliteli kitapları basmaya yanaşmıyorlarmış. “Bu tehlike karşısında yakında kaliteli edebiyat yapıtlarının basılmış değil de, “teksir” edilmiş biçimde okurlara uzanmak isteyeceğini düşünebiliriz”. Böyle diyor Roger Munier. Bu yapıtlar için başka bir yol aramanın zamanının geldiğini belirtiyor. Formüller arıyor Roger Munier. Bulduğu yol şu:

“Okurlar birleşmeli, bir dernek kurmalılar. Genç yazarların, ya da tanınmış ama yayın güçlüğü karşısında bulunan yazarların kitapları bu dernek tarafından basılmalıdır. Hatta böyle birçok dernek kurulabilir. Basılan kitaplar yayın pazarına sürülmeyecek, dernek üyelerince satın alınacaktır. Kitap tükendikten sonra, yazar serbest kalmalı, isterse onu bir yayımcıya satabilmelidir. Bu yayın biçiminin iyi yanı, tecimsel yayınevleriyle açıktan açığa bir rekabet ortamı yaratmamasıdır. Böylece yeni yetenekler, iyi yazarlar için bir “verici anten” kurulmuş olacaktır.”

Milliyet Sanat Dergisi, 13 Şubat 1976, sayı: 171, s. 25

(Hüseyin Karayazı’nın “Dünyada Edebiyat Olayları” başlıklı bir haberinden…)

Şub
20
2008
0
Şub
13
2008
0

Anlaşılan; Hz. Müptezel(Ali Enver Ercan) dersini almamış…

Hz. Müptezel (yani Ali Enver Ercan) ve halay takımı dersini almamışa benziyor. 13 Şubat 2008 itibariyle bana bir mektup/yazı daha gönderdiler. (İşbu mektubu https://zaferyalcinpinar.com/tysden2.JPG adresinden indirip okuyabilirsiniz.)

Bu yazıya göre uygunsuz söylemlerimden ve deyişlerimden dolayı, Hz.Müptezel ve koltukaltı Mustafa Köz, beni onur kuruluna “disiplin” icra etmek amacıyla sevk etmişler. Hıfzı Topuz, Adnan Özyalçıner, Egemen Berköz ve Ataol Behramoğlu’ndan mürekkep disiplin kurulu da beni “kınama”ya karar vermiş. Eğer uygunsuz davranışlarıma devam edersem TYS üyeliğimi “askıya” alacaklarmış vs…

Alsınlar.

Şimdi, meseleye -gene- iki açıdan yaklaşmak lazım.

1. Enver Ercan ve onun halay takımına ilişkin açı:

Hz.Müptezel’e (Enver Ercan’a) ve Mustafa Köz’e, ayrıca işbu ikilinin himaye ettiği meczuplara söyleyecek fazla bir sözüm yok; çoğunu önceden söyledim. Fakat şimdi, bu adamlara ne yapayım ben? İşbu kabzımalları nasıl cezalandırayım? Bana gönderdikleri bu iki yazıyı GittiGidiyor üzerinden 1 YTL fiyatla satışa mı sunsam? Daha resmi yazı yazmayı, resmi yazıların şekil şartlarını bile doğru düzgün bilmeyen işbu kabzımal ikilinin bana gönderdiği yazıların orjinallerini “GittiGidiyor” adlı web sitesi üzerinden satışa sunmak, bu halay takımını akıllandıracak mıdır? “Köylü kurnazlığı” taktiklerinin benim üzerimde işe yaramadığını ne zaman anlayacaklar? Bakacağız.

2. TYS Onur/Disiplin Kurulu’na ilişkin açı:

Onur kuruluna diyecek fazla bir şey yok. Onur kurulundaki isimler saygın isimlerdir. Bu isimlere söyleyeceğim biricik şey şudur:

TYS’nin “bir halay takımının çalgısı(enstrumanı) olması”na izin vermeyin. Eğer izin verirseniz bu durum bizzat sizin tasarrufunuzdur ve ne yazık ki tarihe de böyle geçecektir.

13 ŞUBAT 2008- Zafer YALÇINPINAR

Hamiş: Duyduğuma göre, Onur/disiplin kurulu beni “kınama” kararına vardığında, Enver Ercan da hemen cebinden kına çıkarmış ve bir yerlerine “kına” yakmaya, sürmeye başlamış… Zaten bu ikilinin adetleri, yöntemleri böyledir: 20-25 senedir kına yakıp dururlar.

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler:
Şub
12
2008
0

Dalkavuk Fıkraları

Şiir Yıllıkları’nın gündemde olduğu şu günlerde, “Dalkavukluk” üzerine fıkralar okumak son derece faydalıdır:

DALKAVUKLUK YARIŞMASI

Osmanlı Paşası, dalkavukları arasında “dalkavukluk yarışması” açmış.
Bu dalkavuklardan birinin yazdığı bir mektup ertesi gün paşanın eline ulaşmış… Mektubun bir satırı Arap harfleriyle, bir satırı Latin harfleriyle yazılıymış…
Paşa mektubu yazan dalkavuğu çağırıp sormuş:
-Bu ne biçim mektup? Bir satır Latin harfleri, bir satır Arap harfleri… Neden böyle bu?
Dalkavuk sırıtmış,
-Paşam, boynu aziziniz yorulmasın diye böyle yaptım… Arap harflerini okurken sağdan sola ilerlersiniz. Ertesi satırda başa dönmenize gerek yoktur, Latin harfleriyle soldan sağa ilerlersiniz. Böylece her satırın sonunda, başa dönmenize gerek kalmaz, mübarek boynunuz yorulmaz.

FİLOZOF VE DALKAVUK

Bir filozof ile bir dalkavuk konuşuyormuş. Filozof ne derse dalkavuk onu tasdik ediyormuş. Nihayet sabrı tükenen filozof haykırmış:

-Birader, hiç olmazsa bir kez olsun dediğime itiraz et de iki kişi olduğumuzu anlayalım!

 
Dalkavukluk
Ekrem Okutan, Mephisto Yayınları, 2005, s. 310 – 312

 

Şub
10
2008
0

Duvarda: “YORT SAVUL!”

Kadıköyü’nün (Körler Ülkesi’nin), Üsküdar tarafından giriş noktasında “YORT SAVUL!” şeklinde bir duvar yazısı görülmüştür.

Şub
05
2008
0

Bildiri: “SUÇLU AYAĞA KALK”

“Gaste” adlı sıkı derginin Ocak 2008 sayısında “Suçlu Ayağa Kalk!” başlıklı bir bildiri yayımlanmıştır.

Bildiriyi  https://zaferyalcinpinar.com/suclu_ayaga_kalk.jpg adresinden okuyabilirsiniz.

Şub
05
2008
0

İki Epigram (Martialis)

GÖZE GİRMEK İÇİN

Hep ölmüş ozanları beğenirsin

Översin, Vakerra

Beni beğenesin diye, doğrusu,

Ölemem, Vakerra

—–

YİNE DE

Curnal yaz, kara sür, çanak yala,

Yalan dolan, türlü madrabazlık,

Yine de meteliğe kurşun at.

Beni şaşırtıyorsun, Vakerra!

 

MARTİALİS

Çev: Oktay Rifat, Latin Ozanlarından Çeviriler, 1986, Adam Yayınları

 

Şub
02
2008
0

Ufuk açıcıdır…

“(…)Konu Ece Ayhan ve onun söylediği bir söz olduğunda sizin dikkatinizi  çekmesi ilginç. Bir alışkanlık edinmişsiniz sanki… Bir tür yöntem… Ece Ayhan’ın sözlerini hem Ece’yi suçlamak, aşağılamak için kullanıyorsunuz, hem de Ece’nin sözlerinden hareketle o konuları düşünmeye ve o konu hakkında yazmaya başlıyorsunuz. Yoksa Ece Ayhan’ın sözlerinin sizin için ‘ufuk açıcı’ bir niteliği de mi var!(…)”

Ayşegül Tercan

Lacivert Öykü ve Şiir Dergisi, sayı:19, s.76, Ocak-Şubat 2008

Oca
29
2008
0

YENİ ŞİAR: Her doğruyu söylemeye…

“HER doğruyu söylemeğe gelmezmiş, bir takım doğruları yaymamak, çokluktan, kamudan gizlemek gerekirmiş… Peki ama bir doğruyu söylememek, gizlemek, yayılmasını önlemeğe çalışmak o doğrunun yerinde duran yalanı sürdürmek demektir. Yalanın yalan olduğunu bilerek gene sürmesine bırakmağa hakkımız var mıdır? Bazı yalanlar kutsalmış onlara dokunmağa gelmezmiş… Bir şeyin yalan olduğunu anladık mı kutsallığına artık inanmıyoruz demektir; bunun için “kutsal yalan” sözü bir şeyin hem köşeli, hem de yuvarlak, hem katı hem de biçimsiz olduğunu söylemek gibi bir saçmadır. (…) Bir takım doğruların gizlenmesi gerektiğini ileri sürmek eski kibarlık, asillik düşüncesinin bir kalıntısıdır.  Bir yanda büyükler, kibarlar, damarlarında mavi kan akanlar var, onlar doğruları bilebilirler, onların bilmesinden bir kötülük gelmez; ama küçüklere, kibar olmayanlara, kölelere sakın açmayın!… Öyledir kişioğlu: kendisi için ille de bir takım ayrıcalıklar ister. Eski acunun kibarlığı, aristokratlığı yıkıldı ama onun yerine aydınlar türedi…
“Ben bunun yalan olduğunu biliyorum, ben buna inanmıyorum, ama kamunun bu bağlar altında kalması, onun anlamaması daha iyi olur” diyen kimse, öğrendiği, anladığı doğrulara lâyık olmayan kimsedir. İnandığı bir şey yoktur onun: bir şeyin ne doğru olduğunu düşünür, ne de yalan olduğunu… Ancak kendini düşünür, kendini büyük görmek için yol arar.
Her doğru söylenebilir, her doğru söylenmelidir, yoksa çevremizi aldatıyoruz, çevremize yalanı yayıyoruz demektir.

 
NURULLAH ATAÇ
Karalama Defteri, Hür Yayınları, 1962, 2.Basım, s.7-8

 

Oca
29
2008
0

Pazarlık aracından başka bir şey değildir.

Politika askeri eylemi yönettiği anda savaş psikolojiktir, şu bakımdan ki, orduların ilerleyişleri, pazarlık aracından başka bir şey değildir: Bunun içindir ki hanedan savaşları kendilerine amaç ararlarken kamuoyunu da yardıma çağırmışlar ve kendilerini psikolojik gereklere göre ayarlamışlardır. (…) Bir ara bozma tekniği, bir parçalama sanatıdır bu. Bu bakımdan devletler ya da uluslar arasındaki psikolojik savaş, yurttaşlar arasındaki iç çekişmelerin uluslararası alana aktarılışından başka bir şey değildir. (…) Birkaç asilzadenin suç ortaklığıyla Fransa krallığına kolayca girebilirsin. Ülkenin kapılarını sana açmak ve zaferini kolaylaştırmak için orada her zaman hoşnutsuzlar ve yenilik meraklıları vardır çünkü. (…) Klausewitz, “Çok zayıf, çok küçük olan, ihtiyat ile sağduyudan da artık hiç yararlanamayan kimse öyle bir noktaya gelir ki, sanki “bilgi”nin bütün olanakları ona yüz çevirmiştir. Bu durumda başvuracağı tek çare ise kurnazlıktır.” demekteydi. (…) Psikolojik savaş, düşmanı bizim irademizi yerine getirmeye zorlamak amacını güden politik bir zorbalık eylemidir. (…) Ak ve kara propagandanın yanı sıra her ikisinden de daha etkili olan başka bir propaganda aracı vardır; “Kurşuni” propaganda, verici ile alıcı arasında bir kararsızlık perdesi yaratmayı amaçlar…

Maurice Megret

Psikolojik Savaş, Çev. Samih Tiryakioğlu, Varlık Yayınları, 1972

 

Oca
26
2008
0

Görsel İş: “Kuşlar”

KUŞLAR-Zafer Yalçınpınar

Kuzgun Acar’ın anısına, saygıyla…

Not: Görsel işin büyük biçemine https://zaferyalcinpinar.com/kuslar.jpg adresinden bakabilirsiniz.

Oca
25
2008
1

BİLDİRİ: “TYS, bir halay takımının çalgısı olmamalıdır!”

Bugün TYS’den bana bir mektup geldi. (İşbu 2 sayfalık mektup https://zaferyalcinpinar.com/tysden1.jpg ve https://zaferyalcinpinar.com/tysden2.jpg adreslerinden indirilebilir ve okunabilir.)

Salih Bolat, beni TYS yönetim kuruluna bir dilekçeyle şikayet etmiş. TYS de benden “özür” bekliyormuş, beni kınıyormuş. Özür dilemez isem beni “disiplin kurulu”na sevk edeceklermiş vs.

Etsinler.

Şimdi, işbu dandik meseleye iki yönden bakmak lazım:

1.Salih Bolat’a ilişkin açı;

Salih Bolat’ın benim söylediklerimi anlaması için aynı şeyleri kaç kere daha tekrar etmem gerekiyor? Veya sağa sola dilekçe vermekle, edebiyat anlamında bir yerlere varılabilir mi? Salih Bolat, bana sataşmanın bir “kariyer basamağı” ya da “kilometre taşı” olmadığını -bunca olaydan sonra- hâlâ anlayamamış mı? Ve ayrıca ödül alan bir insanın “üzerinde ‘dünya güzeli’ yazan bir kuşakla sağda solda kırıtması” da bir edebiyat başarısı değildir… Kaldı ki ödülün alınması da verilmesi de bir başarı kıstası değildir bence.Salih Bey’e bunları anlattık, ama bir türlü anlamıyor. Bu nedenle Salih Bolat’ı bir kalemde geçiniz. Ne bu dilekçeyi TYS üzerinden sağa sola göndermekle, ne de ödül almakla çok önemli bir şey yapmadı, yapamaz. Çünkü onda öylesine bir derinlik, öylesine bir şiirsel kuvvet yok. Bunu kendisi de biliyor. Debelenip duruyor işte… Mesele bundan daha fazla bir şey değildir, yani bu kadardır.

2.TYS’ye ilişkin açı (Yani Enver Ercan, Mustafa Köz ve avanesinin açısı);

Ben bu Hz. Müptezel’le yani Enver Ercan’la davamı kapatmıştım ama anlaşılan o, söylediklerimden ve yaptıklarımdan falan ders almamış hiç…

Şimdi, bugünkü haliyle TYS denen oluşum, herkesin bildiği gibi Enver Ercan ve avanesinin, statüko veya saygınlık cukkalamak için kullandığı bir merci/makam haline gelmiştir. Yani bundan ibarettir. Mustafa Köz ve Enver Ercan’ın halaybaşı olduğu, kendi kendine çalıp oynayan bir taife…

Beni “disiplin kurulu”na vereceklermiş ki en çok buna güldüm. “Beni sendikadan ihraç etseler de rahatlasam” diye düşünüyordum zaten. Bu Salih Bolat’ın dilekçesi bir vesile olmuş olur. İyi de olur, çünkü TYS ile ilgili söyleyeceklerimi, orada yaşadığım gerçekleri daha rahat anlatırım böylece…

Şimdi Mustafa Köz’e, yani “Enver Ercan’ın fikir babası” meselesine özellikle gelelim. Çünkü işbu dandik dilekçeler vs onun başının altından çıkıyor. Geçenlerde Son Gemi’de Vecdi Çıracıoğlu ile birlikte oturuyorduk. Mustafa Köz bir ara yanımıza uğrayıp, Vecdi Abi’yle selamlaşıp şöyle demişti:

“Tys toplantısından, dershane toplantısından geliyorum.”

Sonradan, o kadar güldüm ki bu söze. Aklınca, Mustafa Köz, TYS üzerinden bana ders verecek… Önceleri “Su Resimleri” adlı kitabına duyduğum saygıdan dolayı çekiniyordum, ama artık ona da, Mustafa Köz’e de sözüm açıktır;

“Mustafa Köz, gitsin önce kendisine ders versin, kendi dükkanının önünü süpürsün. Ne bileyim, gitsin, bir danışmanlık kuruluşundan “bir kurumun nasıl yönetileceği üzerine dersler” falan alsınlar: “Zaman Yönetimi, Stratejik Planlama, Performansa Dayalı Bütçeleme ve Kalite Kavramları” gibi dersler alsınlar. Öyle, meyhanelerde “Dershane toplantısından geliyorum” vs söylemleriyle bir kurum yönetilmez, bir yere varılamaz. Mustafa Köz kendini bir “stratejiysen” zannedip, bana böyle komikliklerle gelmesin. İşine, dalgasına baksın ve dükkanının önünü süpürsün.”

Sonuç olarak da şu aşağıdaki tümceyi -ayağa kalkarak- söyleyebiliriz;

TYS, bir halay takımının çalgısı (enstrumanı) olmamalıdır.

ZAFER YALÇINPINAR – 18 Ocak 2008 – Erenköyü

Ayrıca, bkz: https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=261 (Hz. Müptezel’le İkinci Karşılaşma)

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler:
Oca
24
2008
0

Ona gölgeyi ver.

12.

SEN DE KONUŞ

Sen de konuş,

en son konuş,

söyle diyeceğini.

 

Konuş-

ama hayırı ayırma evetten.

Anlamı da ver söylediğine:

Ona gölgeyi ver.

 

15.

ADI KEKELENEN bir dünya,

konuk etmiş olacak beni,

yani bir isim, bir duvarın terlediği, duvar boyu

bir yaranın tadına baktığı nokta

 

Paul Celan

Ölüm Fügü, Çev: Ahmet Cemal, İyi Şeyler Yayıncılık, 1994

 

Oca
22
2008
0

Hikâye Müsabakasının Neticesi

 

 

Yukarıdaki kupür Yeditepe Dergisi’nin 1950 yılında yayımlanan 3. sayısında yer almaktadır.

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com