İlhan Berk’in ölümünün ardından yazdığım “İLHANBERKİĞNE” başlıklı yazıya https://zaferyalcinpinar.com/ilhanberkigne.pdf adresinden PDF dosyası biçeminde ulaşabilirsiniz.
İlhan Berk’in ölümünün ardından yazdığım “İLHANBERKİĞNE” başlıklı yazıya https://zaferyalcinpinar.com/ilhanberkigne.pdf adresinden PDF dosyası biçeminde ulaşabilirsiniz.
(…)Ahmet Oktay, Leyla Erbil, Füsun Akatlı, Nezihe Meriç, Demir Özlü, Enver Aysever, Pınar Kür ve Tahsin Yücel; “AKP iktidarına ve onun Kültür Turizm Bakanı’na güvenmedikleri ve yazar örgütlerinin bu fuar katılım sürecinde şeffaf olmadığı, çok ciddi kaygılar üretecek ölçüt sorunuyla karşı karşıya oldukları” gerekçesiyle Türkiye’nin konuk ülke seçildiği Frankfurt Kitap Fuarı’na katılmayı reddettiklerini duyurdular.(…)
Haberin devamı için BKZ: https://sanat.milliyet.com.tr/Sanat/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetay&Kategori=&ArticleID=975260&Date=25.08.2008&b=‘Frankfurt’%20tartışması%20bitmiyor!&ver=93
(…)
Bayrampaşa Belediye Başkanı, Kuzgun’u Antalya’da Haşim İşcan anıtını yaparken tanımış ve bir sohbet sırasında kendi projelerinden söz ederek Atatürk anıtı düşüncesini açmıştı. Kuzgun, “bir iş bulduk!” diye atlamamış işin üzerine, incecik sormuştu Bayrampaşa Belediye Başkanı’na, “Ben kendi kafamın içindeki Atatürk’ü mü yapacağım, sizin kafanızın içindeki Atatürk’ü mü?” Sonra oturmuş anıtın maketini çıkarmış, başta Belediye Başkanı olmak üzere ortaya çıkan anıt maketine kimse, hiçbir Bayrampaşalı “Hayır” dememişti.
Marmara Adası Belediye Başkanı Ahmet Enön de Antalya Festival gazetesinden Kuzgun’u tanımış ve Kuzgun, bir hafta sonu soluk almak için Marmara Adasına gittiğinde Kuzgun’a bir heykel için asılmış. Sonunda orada da Bayrampaşa Belediye Başkanı’na sorulan soru sorulmuş, cevap alınmış ve “Balıkçılarla balık ağları çeken” Atatürk anıtı maketi ortaya çıkmıştı.
Kuzgun coşkuyla sıvanmıştı bu anıtlara… Hatta Marmara Adası işini öylesine sevmişti ki “Bu anıt istediğim gibi çıkarsa, en çok bu anıtı özlerim” diyerek yaşamı Marmara Adası’nda kıyıya çekmeyi bile kurmuştu.
(…)
Tanju Cılızoğlu
Tiyatro Dergisi, sayı:32, 1976, s.21-22
(…)
Ece (Ayhan Çağlar): Şair, şiir yazmak zorunda değil.
Önay Sözer: Nasıl olur? Sen şiir yazmaktan vazgeçebilir misin? Şiirini besleyen özyaşantıyı canlı tutmaya, yitirmemeğe çalışmıyor musun?
Ece (Ayhan Çağlar): Bak söyliyeyim. Şiir yazmaktan tümüyle vazgeçebilirim. O zaman onun yerine başka birşey yapardım:balıkçılığa başlayabilir, ya da kuzey kutbunu araştırmağa gidebilirdim. Şiir yazıyorsam, şimdilik vazgeçemediğim için yapıyorum bunu: ama şiir yoluyla varolmak şart değil. (…) Birgün istersem şiirden vazgeçebileceğimi düşünmeseydim, belki de şiir yazmayı sürdüremezdim.
(…)
Yeni Ufuklar, 1966
Piraye’nin ve oğlu Memet Fuat’ın yaşadığı köşk bugün “Ethemefendi 36” adında lüks bir restorana dönüşmüş durumdadır. Geçen sene, köşkün bitişiğindeki arazide yirmi dört katlı iki adet binanın inşaatı başladı. Şimdilerde ise inşaat bitmek üzere; tam bir senedir insanoğlunun yapıcı yıkıcılığını ve özel vahşetini izliyorum. Evimin balkonundan…
Fakat, bu akşamüstü ilginç bir şeye tanık oldum:
İki martı ardı ardına köşkün damına indi. Martılardan biri -daha iri olanı- diğerinin gerisinde duruyordu. Nedendir bilinmez, önce cılız martı köşkün bacasını gagasıyla yoklamaya başladı. Geride duran martı ise hızla havalanıp bacanın üzerine kurulmuş olan uydu antenine saldırdı. Sonra, nerden geldiklerini, çıktıklarını göremediğim birkaç martı daha bacaya indi ve hepsi birden uydu antenini gagalamaya başladılar.
Köşkün bitişiğindeki büyük ve yeni binanın dördüncü katına dizilmiş üç-beş umarsız karga, antene saldıran martılara bön bön bakıyordu.
Zafer Yalçınpınar – 8 Temmuz 2008
Hamiş: Sözkonusu köşkün fotoğraflarına https://zaferyalcinpinar.com/kosk1.JPG ile https://zaferyalcinpinar.com/kosk2.JPG adreslerinden ulaşabilirsiniz.
Halkevinin camlarından aksederek beyaz mermer binayı kan rengi deliklere boğan güneş, akasya ağaçlarının ve çam fidanlarının üzerinde yükselen ve buğu mudur, toz mudur, ne olduğu belli olmayan duman, herhangi bir inşaattan dönen ve parça parça elbiselerinin içinde sessiz ve biraz kambur yürüyen ameleler, üstünde yer yer otomobil lastiği izleri uzanan asfalt… Bunların hepsi mevcudiyetlerinden memnun görünüyorlardı. Her şey, her şeyi olduğu gibi kabul etmekteydi. Şu halde bana yapacak başka bir şey kalmıyordu.
Sabahattin Ali
Kürk Mantolu Madonna, YKY, 17. Baskı,2005, s. 12-13
Ece Ayhan’ın Çanakkale-Yalova Köyü’ndeki evinin fotoğrafıdır.
İSKORPİT
Latinceden mürekkep bilim dünyası ona “Scorpaena Porcus” diyor. Anglosakson literatüründe “Akrep balığı” (Scorpion Fish) olarak tanınıyor. Bizim memleketin balıkçıları ise, onu Akdeniz’de “Sokarca”, Ege Denizi’nde “Adabeyi” ve nihayet Marmara Denizi’nde ise “İskorpit” olarak adlandırıyorlar. Kendisinden 20-25 cm kadar daha büyük olan abisi, balıkçılık alemlerinde “Lipsos” olarak nam salmıştır ve balıkların külhanbeyidir. (Lüfer familyasını “bıçkın serseriler” olarak kabul edersek İskorpit familyasını da “ağırbaşlı serseriler” olarak düşünebiliriz…)
Tarihsel başkalaşım sürecinden fazlaca etkilenmeyen diğer balık familyalarında olduğu gibi İskorpit de -göreceli- çirkin, tarih öncesinden kalma, neredeyse “balıkların dinozoru” şeklinde lakap takılabilecek bir dip balığıdır. İskorpit’in kafası vücudunun yarısı kadardır ve kafasında sayısız girinti çıkıntı vardır. Birinci sırt yüzgecinin on bir, anüs yüzgecinin üç, karın yüzgecinin ise bir adet dikeni zehir taşır. İskorpit balığı “lüfer zokası”yla ve ak yemle yakalanabilmektedir. Yakaladığı İskorpiti oltadan çıkarırken zehirli dikenlere çarpılıp eli şişen amatör balıkçılar çoktur. Benim başıma hiç gelmedi, böyle bir şeyi tecrübe etmedim ama denizin dışında kaldığında, derisi yüzüldüğünde ya da sırt dikenleri kesildiğinde bile İskorpit balığının uzun süre canlı kalabildiği söylenmektedir.
Yukarıda saydığım özellikler nedeniyle midir yoksa başka nedenleri de var mıdır tam olarak kestiremiyorum, ama şair Ece Ayhan, Öküz dergisi tarafından yapılan bir söyleşide kendini İskorpit balığına benzetmiştir.
Zafer Yalçınpınar
(Karga Mecmua‘nın Haziran 2008 sayısından…)
Dr. Erdoğan Kul’la yaptığımız ve 11 Temmuz 2008 tarihli Birgün Gazetesi’nde yayımlanan “Haklılığın İnadı: Ece Ayhan!” başlıklı söyleşiye https://www.birgun.net/life_index.php?news_code=1215767332&year=2008&month=07&day=11 adresinden ulaşabilirsiniz.
Ayrıca;
“BAKIŞSIZ BİR KEDİ KARA” adlı Ece Ayhan Web Sitesi açılmıştır. Siteye https://zaferyalcinpinar.com/bakissiz.html adresinden ulaşabilirsiniz.
“Toplumsal bağların oluşturulması kimliğe dayanıyor. Kimlik, bir noktada aidiyetle bağlantılı bir unsurdur. Bu durumda bir ilişkiler birlikteliği ortaya çıkıyor ve eski tabiriyle toplum yeniden cemaatleşiyor. Etrafı güçlerle çevrili birey, yalnız ve çıplak kaldığından bir savunma aracı olarak yıkıcı cemaatçiliğe sığınıyor.(…) Bireyin kendisiyle olan ilişkisi diğerleriyle olan ilişkisinden çok daha önemlidir. Artık iyi veya kötü boyutuyla toplumsala dönüş yok. Biz toplumsalı terk ettik. Toplumsal olmayan cemaatlere de dönmeyeceğiz, çünkü cemaatler de parçalanıyor. Temel insan hakları da gösteriyor ki, birey siyasi tutumu, kültürü ve çalışmasıyla kendi kendini yarattı. Artık toplumsal olmayan bir toplumda yaşamak zorundayız. İşçi sınıfsız bir kapitalist toplum, kadınsız bir feminist toplum, vs. artık aktörler yok. Aktörsüz bir toplum vizyonu, her gün amacına daha çok ulaşıyor. (Touraine)
Denizli Çardak’ta kaymakam olan ECE AYHAN’ın (Saygı ile anıyorum.) dikkatini çeken bir olay olur. Köyleri gezerken köyde bulunan gençlerin benizlerinin soluk, halsiz olması ve başlarındaki terlik (daha çok namaz kılarken başa geçirilen başlık) dikkatini çeker. Araştırmaları sonunda Çardakta bir tarikatın, gençlerin erkeklik organlarını bağlayarak evlenmelerini önlediğini, bunun da dinin gereği olarak uygulandığını öğrenir. Olayın üzerine gitmeye karar verir. Ama aradan çok zaman geçmeden kaymakamlıktan el çektirilir.
ABDURRAHİM SERCAN
Kaynak;
www.68dayanisma.org/?page=duyurularv&event=1&ID=1098
Karabük Kültür Sanat ve Sanayi Festivali kapsamında düzenlenen konferansta hükümeti ve enerji politikasını eleştiren yazar Latife Tekin, Karabük Belediye Başkanı AKP’li Hüseyin Erer’in tepkisiyle karşılaştı. Erer’in konferansta siyaset yapılamayacağı tepkisi üzerine Latife Tekin konferansı terk etti.
Haberin devamı için bkz:
https://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=Detay&ArticleID=885594&Date=28.06.2008&CategoryID=77
(…) İş dünyası açısından şu söylenebilir: Özal döneminden sonra, üretmenin değil satmanın değer olduğu bir ekonomi ortaya çıktı. Şu anda Türkiye’de en zor durumda olanlar üreticiler. Bir şey ürettiğin zaman zarar ediyorsun, ama bir şey sattığın zaman kar ediyorsun. (…)Üretmenin sahici değer olduğunu, satmanın bir değer olmadığını anlatmaya çalışmaktayız. Borsa seanslarını gözünüzün önüne getirin. Orası bir tapınak sanki. Bilinmeyen bir Tanrı var. O Tanrı’nın ne yapacağı belli değil. Gönenç de getirebilir, yıkım da getirebilir. Onlar da rahip. O Tanrı’nın ne yapmak istediğini anlamaya çalışıyorlar. Onun arzusu o gün hangi yönde tecelli edecek onu belirlemeye çalışıyorlar, onu insanlara bildiriyorlar. Tek kutsal şey para. Yani kut kalmadı mı, başka kut yok mu? Kut aramak nedir? Kutsal olan ne bulacağız başka? Ya da kutsal olanı nasıl bulabiliriz? Çünkü bugün yok. Paradan başka kutsal olan birşey var mı insanların kafasında? Para kutsal birşey değil ki! Para bir aracı. Parayı kendi başına amaç haline getirdiğin zaman mutsuz olursun. İşte post-kapitalist durum. Kapitalizm üretim üzerine dayalı bir şeydir. Kapitalist toplumun işlemesi hep daha fazla üretim üzerine dayalıdır. Öyle bir nokta geldi ki iktisat tarihinde, tüketime dayalı olmaya başladı. Tüketim de satış demek. Satış da para demek. Amerikan Otomotiv Sanayi, İkinci Dünya Savaşı’ndan çıktıktan sonra, ellerinde müthiş bir üretim potansiyeli ile çıktılar. Zaten devletin desteklediği birşeydi. O sırada otomobilin yaygınlaşmasıyla birlikte rekabet başladı. Rekabette ilk düşünülecek şey nedir? Dayanıklılık. Ömür boyu dayanıklı otomobiller yapmaya başladılar. 1953-54, doruk noktası 1955-56’dır. 55 Chevrolet, 56 Chevrolet, 56 Ford, 57 Ford. Dünyanın en iyi arabalarıdır. Otomotiv tarihinin en dayanıklı arabalarıdır. Ne yapacağız peki? Bir yığın araba üreteceksin, kime satacaksın. Adam almış 56 Chevrolet’yi, en az 20 yıl kullanabilir. Hiç tık etmeden. 58 yılından başlayarak bilinçli olarak dayanıklı araba üretmemeye başladılar. Buruşturup atacaksın ki yenisini satsın sana. Yani artık ne ürettiğin önemli değil, satmayı biliyorsan satacaksın.
Oruç Aruoba
(İpet Altınay tarafından yapılan bir söyleşiden…Söyleşinin tamamına https://www.plan-pr.com/roportaj/oruc_aruoba_rop.htm adresinden ulaşılabilir…)
(…)
ECE AYHAN ÜZERİNE YAZILAN TEZLER:
–Ece Ayhan’ın Şiirleri Üzerine Bir Araştırma – Dr. Erdoğan Kul
(Ankara Üniversitesi – 2007 – Doktora Tezi)
–Ece Ayhan ve Tarih Yaklaşımı – Ahmet Orhan
(Bilkent Üniversitesi – 2002 – Master Tezi)
–İkinci Yeni Şiirinin Çevresinde Ece Ayhan – Dr. Hulusi Geçgel
(Trakya Üniversitesi – 2002 – Doktora Tezi)
Karga Mecmua’nın web sitesi açıldı:
——–
KARGAŞA 8 / 4-30 Haziran 2008
Işık istedim karanlık çıkıp geldi:
Güneş taş gibi düşüp cam gibi dağıldı
(…)
İyi geceler gece
(…)
Gökhan Demirci (Yedi Gece’den…)
Biri Berlin’den bildirdi: Bir Rus askerin kontrolünde bir düzine perişan esir bir sokaktan geçiyor; muhtemelen uzak bir kamptan geliyorlar ve genç Rus onları bir yere çalışmaya, o zaman söylendiği üzere, istihdam etmeye götürüyor. Herhangi bir yere; gelecekleriyle ilgili hiçbir şey bilmiyorlar; her yerde rastlanan hayaletler onlar. Tesadüfen, yıkık bir binadan çıkan bir kadın bağırmaya başlıyor, birdenbire caddeden koşarak geliyor ve esirlerden birini kucaklıyor –küçük birlik durmak zorunda, tabii asker de anlıyor ne olduğunu; hıçkırıklara boğulan kadını kucaklayan esirin yanına gidiyor ve soruyor:
“Karın mı?”
“Evet—.”
Sonra kadına soruyor:
“Kocan mı?”
“Evet—.”
Sonra eliyle işaret ediyor:
“Kaçın, kaçın!”
İnanamıyorlar, duruyorlar; Rus asker diğer on bir kişiyle yürümeye devam ediyor; birkaç yüz metre sonra sokaktan geçen birine işaret ediyor, makineli tüfekle grubun içine itiyor zorla: devletin ondan istediği düzineyi tamamlamak için.
Max Frisch
Günlükler 1946-1949, Çev: Dilman Muradoğlu, YKY, 2008, s.54
Aden, 22 Ocak 1882
Sayın Bay DEVISME’e
Gallas(Doğu Afrika) bölgesinde dolaşıyorum; şu sıralarda bir fil avcıları grubu oluşturmaya çalışıyorum; aşağıdaki konularda bana elden geldiğince ivedilikle bilgi verebilirseniz size gerçekten minnettar kalırım:
Fil avı için özel bir silah var mı?
Varsa, nasıl bir şey bu?
Neler salık verilebilir?
Nerede bulunur? Ederi ne?
Mermilerin niteliği ne, zehirleyici mi, patlayıcı mı?
Şimdilik, deneme için, iki silah satın almam söz konusu; denedikten sonra, büyük bir olasılıkla, yarım düzine kadar birşey satın alabileceğim.
A. RIMBAUD
Rımbaud’un Mektupları, Çev: Tahsin Saraç, Düşün Yayınevi, s.67
Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com