Haz
14
2010
0

Sivil Fanzin No:2

Sivil Sözlük taifesi tarafından neşredilen Sivil Fanzin‘in 2. sayısına https://www.mediafire.com/?mzymowjghyn adresinden ulaşabilirsiniz.

Ayrıca bkz: https://sivilfanzin.blogspot.com/2010/06/sivilfanzin.html

Haz
13
2010
0

Bir şey ifade etmeyen…

(…) Demek oluyor ki bir şey ifade etmeyen, istenmeden kendiliğinden gelen birçok şekiller vardır. Fakat evrimin ileri bir aşamasında daha becerikli ve daha iyi gözlemci haline gelen sanatçı, onlara ifade gücü veriyor ve bilinçsizlik bilinç haline geliyor. Bu geçişi şu yolla ifade edebiliriz: “İlkel sanatçının elinde bilinçsiz olarak doğan ve bu sanatçının değerini anlamadığı ifade şekilleri, sanatın daha ileri bir devrinde, gerçeği dikkatle inceleyen sanatçı tarafından bilinçli bir yolda araştırılmış ve ortaya konmuş olarak yeniden görülüyor.”
(…) Bu geçişin örnekleri antik sanatta çoktur. Heykel sanatında, baş kısmında teknik birer hata olan boynun uzaması, oransızlık, sonraları zarifliğin alâmeti ve nihayet gerçeğin taklidi oluyor; kendiliğinden meydana gelen benzerlik daha sonraları özenle aranıyor. Bir şey ifade etmeyen ve daima aynı şemaya uydurulan jestler bir şeyler ifade etmeye başlıyor.

W. Deonna
Sanatta Ritimler ve Kanunlar, Çev: Süleyman Kazmaz, Remzi Kitabevi, 1974, s.116

Haz
13
2010
0

Homonculuslar (Melike Kılıç)

Melike Kılıç’ın Kargaşa 10 kapsamında yer alan “Homonculuslar” adlı çalışması…

Kasım 2009’da gerçekleştirdiği  “Yok Ülke” adlı sergisiyle birlikte düşündüğümde Melike Kılıç’ın öykülemine, tipoloji yaratmadaki ustalığına ve bunların çevresinde oluşan o büyülü imgeleme hayran kaldığımı da -özellikle- bildirmeliyim. (Zy)

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Haz
12
2010
0

Sait Faik (Bedri Rahmi Eyüboğlu)

İstanbul deyince aklıma Sait Faik gelir
Burgaz adasında kıyıda sımsıcak bir çakıl ıslanır
Mavi gözlü bir çocuk büyür döne döne
Mavi gözlü ihtiyar balıkçı gencelir, küçülür
İkisi bir boya geldiler mi sait kesilirler.
Bütün İstanbul’u dolaşırlar
El ele, kol kola, baş başa
Ana avrat küfrederler
Eşe dosta, uçan kuşa
Sivriada’da martı yumurtası toplarlar çilli çilli
Zibâ mahallesinde gece yarısı…
Sabaha Galata’dan geçer yolları
Kahvede maytaba alırlar zararsız bir deliyi:
-Ula Hasan! derler. Gazeteyi ters tutaysun!…
Çaktırmadan gazetesinin ucunu yakarlar fakirin
Sonra… oturup ağlarlar.
(…)

Bedri Rahmi Eyüboğlu
Yeditepe Dergisi, Sayı: 106, 1956

Haz
12
2010
0

Yeditepe Dergisi ve Sait Faik (1956)

Yeditepe Dergisi’nin 1 Mayıs 1956 tarihli 106. sayısını Kadıköy’de, İmge Sahaf’ta buldum. Derginin çoğu sayfası 1954’te (derginin yayımlanışından iki yıl önce) vefat eden Sait Faik’i anmaya yönelik yazılara ayrılmış. Dergide en çok ilgimi çeken Şerif Hulusi’nin aktardığı “Sait Faik’le Geçen Günler” adlı anı yazısı  ve Sait Faik’in kendi elyazısıyla çeşitli tashihler içeren “Ormanda Uyku” adlı öyküsünden bir sayfanın görüntüsüydü.
Bunlarla birlikte, Tahsin Yücel’in 1956 Sait Faik Hikaye Armağanı’nı kazanışına ilişkin bir haber (anlaşılıyor ki Ahmet Hamdi Tanpınar ve eseri yarışmadan çekilmeseydi, Tahsin Yücel’in “Haney Yaşamalı” ile bu ödülü kazanması zordu), Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun “Sait Faik” adlı şiiri (ah Zibâ ah!) ve Turgut Uyar’ın “Göğe Bakma Durağı” adlı şiirinin tarihte ilk kez Yeditepe’nin Sait Faik’e ayrılmış işbu özel sayısında yayımlanmış olması (anlaşılıyor ki Turgut Uyar’ın “Göğe Bakma Durağı” adlı şiiri Sait Faik’le ilişkilendirilmiştir ya da Sait Faik’e ilişkindir) ve Orhan Kemal ile Sait Faik’in Burgaz Adası’nda (Kalpazankaya’da, sahilde… Anlaşılıyor ki Orhan Kemal ve Sait Faik birbirlerine düşman değildirler) çekilmiş bir fotoğrafı beni çoşkuyla doldurdu. (Zy)


***

***

1936 yılının soğuk bir aralık ayı gecesiiydi. İstiklal caddesindeki Petragot kahvesinde cadde tarafındaki pencereye yakın bir masada Cahit Sıtkı Tarancı, Baki Süha Ediboğlu oturuyorduk. Yahya Kemal’in o günlerde Foto Magazin‘de çıkan şiirlerinin güzelliği üzerinde Cahit Sıtkı’nın hayranlık dolu sözlerini dinliyordum. O sırada Sait Faik yanımıza gelip oturdu. Çakır keyif bir hali vardı. Yahya Kemal lâfını yarıda kesip:
-Ölüm kartviziti basan bu şairin methiyesinden bıktık birader! dedi
Cahit Sıtkı’nın şairce;
-Ölümü yaşamak kadar güzel anlatıyor, insanın ölesi geliyor! lafına kulak asmadı, ayağa kalkıp elimden tutarak bana:
-Haydi, kalk, gidelim! dedi.
(Parmakkapı’dan çıkıp, tramvayla Nişantaşı’na Suphi Nuri İleri’nin evine giderler. Evde misafir olan genç bir şair Yahya Kemal’in “Rintlerin Ölümü” adlı şiirini okur.)
Suphi Nuri İleri:
-Doğrusu güzel bir şiir. Güzel, ama hiçbir cazibesi olmayan, insanı allak bullak eden o iç zenginliklerinden yoksun, mermer kadar duygusuz bir kadın gibi güzel. Hatta, mutfak duvarlarını kaplayan süt beyazı fayanslar gibi. Güzel, tertemiz, ama ne yazık ki hiçbir mânası yok. Yahya Kemal’in bu şiiri de öyle. Hemen hepsi de öyledir, diyebiliriz.
(…)

ŞERİF HULUSÎ

***


Haz
10
2010
0

Shakespeare And Company (Barış Yarsel)

“Shakespeare & Co’ya ait bir damga…”

*

Futuristika taifesinden Barış Yarsel, Paris’in en ünlü kitapçısını ziyaret etmiş…
Bkz: https://www.futuristika.org/trend/gezimekan/kitapci-degil-mabed-shakespeare-co

Haz
10
2010
0

Gösteri Toplumu

32.
Toplumdaki gösteri, somut bir yabancılaşma imalatına tekabül eder. İktisadi yayılma, esas olarak bu özgül endüstriyel üretimin yayılmasıdır. Kendisi için hareket eden ekonomiyle birlikte gelişen şey, bu ekonominin başlangıçtaki çekirdeğinde bulunan yabancılaşmadır.

33.
Ürettiği şeyden ayrılmış olan insan, kendi dünyasının bütün ayrıntılarını daha güçlü bir şekilde üretir ve böylece kendini dünyasından giderek daha fazla ayrılmış hisseder. Yaşamı kendi ürünü olduğu ölçüde yaşamından ayrı düşmektedir.

34.
Gösteri, öyle bir aşamasındaki sermayedir ki imaj haline gelir.

(…)

44.
Gösteri, sürekli bir afyon savaşıdır; malları metalar ile, kendi yasalarına göre giderek büyüyen ayakta kalma mücadelesini tatmin ile özdeşleştirmeyi insanlara kabul ettirmeyi hedefler. Fakat eğer tüketilebilir ayakta kalma mücadelesi sürekli büyüyen bir şey ise bunun nedeni ayakta kalmanın mahrumiyeti daima kapsıyor olmasıdır. Eğer giderek büyüyen ayakta kalma mücadelesinin ötesinde hiçbir şey yoksa, eğer bu büyümenin durabileceği hiçbir nokta yoksa, bunun nedeni bu büyümenin mahrumiyetin ötesinde olması değil, tam tersine zenginleşmiş mahrumiyet olmasıdır.

Guy Debord
Gösteri Toplumu, Çev: Ayşen Ekmekçi-Okşan Taşkent, Ayrıntı Yay., 2. Baskı, 2006

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Haz
10
2010
0

Yitiksiz (Turgut Uyar)

Bkz: https://www.ykykultur.com.tr/kitap/?id=2245

Biliyorsunuz bütün kapıları omuzladım
Kimini açtım kimini açamadım
Bütün gemileri dolaştım limanlarda
Hepsi rıhtımlara bağlıydılar
Bütün adalar yitikti

Turgut Uyar

Haz
09
2010
0

Yedinci Yıl

“Sonrasızlık” adıyla yola çıkıp Ağustos 2009 itibariyle adını “Evvel” olarak  değiştirdiğim ve şu an okumakta, takip etmekte bulunduğunuz bu büyük betiği (aksak kolajı) yayımlamaya/oluşturmaya başlamamın üzerinden tam yedi yıl geçmiş…
Kuzey Yıldızı Edebiyat Dergisi günlerinin ardı sıra Sonrasızlık Fanzin’i, Puşt Ahali Edebiyat Platformu’nu, Puşt Ahali Tarifesi’ni (P.A.T!’ı), 491’i, poetik bildirileri, Taş Uçak’ı, görsel işleri, değinileri, duyuruları, anlatıları, şiirleri, dizeleri, ifşaatları, lobutları, buluntuları, efemeraları, Ece Ayhan, İlhan Berk, Kuzgun Acar, Kerim Çaplı, Yavuz Çetin, Sait Faik, Oruç Aruoba gibi hususi ilgileri,  alıntıları, etkinlikleri, tartışmaları, incelemeleri, kitapları, Kadıköy’ü, söyleşileri, izlenimleri, deneyimleri, sahafları, e-kitapları, dergileri, sokak sanatını, dilbilimi, paylaşımları, mücadeleleri ve tüm bunların etrafında yer alan insanları (ve aksine insan olamayanları, o muhterisleri) kısacası her şeyi -ama her şeyi- aklıma getirdiğimde sözkonusu yedi yıl bana yetmiş yıl gibi geliyor…
Bu kalabalık beni yoruyor ama mutsuz etmiyor. Aksine umut veriyor, zinde tutuyor… Ve bu yükün insanı insan eden akkor sahiciliğini yaşamım boyunca taşımaya, çoğaltmaya devam edeceğim.
Sonuçta, ölene kadar yazmaya kararlıyım, ama bunu kimseye önermiyorum. (Zy)

“Aksak Kolaj Nedir, Niyedir?”
ya da
“Tarihçe”

Çünkü,

bu kadar retoriğe ve kozmopolit yaşama karşın çelişkisiz bir bütün olmak çok zor artık. Bunu kabul etmeliyiz. Günümüz metinlerinde dizge, kurgu ve kronoloji yavaş yavaş değerini, işlerliğini yitiriyor. En başta bunu hissettim. Sonra da kendimi şurada buldum;  “çağrışımlar” ve “yan anlamlar”la ilerleyen, anlatmak yerine sezdirmeyi yeğleyen, “öncesi” ile “sonrası” yitmeye yüz tutmuş, nedensellik, planlama ve mühendislik güdüsü  azaltılmış -hatta yok edilmiş- bir şeyler (betik) oluşturulmalı… Ancak tümüyle de saçmacılık oynayamayız; yani “aksak” da olsa üç aşağı beş yukarı bir tını, bir duruş olmalı, sezdirilmeli… “Parçalar” olmalı ve araya “sus”lar konmalı… Bu garip betik, hangi edebiyat akımından ya da yazınsal türden, hangi eserden olursa olsun sadece fragmanlar tarafından oluşmalı… Metinler ve onların oluşturduğu kolaj, İlhan Berk’in deyişiyle “bir cehennem provası” gibi işlenmeli, seçilmeli… Bir adım daha ileri giderek, oluşturulan bu kolajın fragmanları da aksamalı, serbestleşmeli, yeni metinlerle, geribildirimlerle ve kesitlerle büyümeli, stokastik süreçler gibi, bir sarhoşun bir çizgi doğrultusunda yürümesi -aslında yürüyememesi- gibi ilerlemeli ve bütününe bakıldığında atonaliteye benzer bir şeylere(betik) ulaşılmalı…
İşte okuduğum, dinlediğim ve yazdığım metinlerin  arasından tuttum, “parçalar” aldım. Bunlar benim “yazın” sezgilerime ve  kafama  göre güzel “şey”ler; deyişler, söylemler, olaylar, dizeler, tümceler, haberler, karakterler… Sonra da onları buraya -bu blog sitesine- kaydettim. Aynı zamanda benim için büyük bir “alıntı defteri” varoldu. “Aksak Kolaj” fikri böyle çıktı; bir büyük “betik” oluşturmanın coşkusu –belki de özgürlüğü- tüm bunlar…  Ve bir akıl karışıklığı, bir yandan da “kayıt altına alma güdüsü”…
Daha önce (2003-2006) bu işi “sonrasızlık” adında basılı bir fanzin yayımlayarak gerçekleştiriyordum. Fanzin İstanbul/Kadıköy’de 100 adet basılıyor ve dağıtılıyordu. 2006′da internet üzerindeki yeni teknolojiyle (blog sistemiyle) birlikte  “sonrasızlık” adını verdiğim/dikiş attığım bu “aksak kolaj” daha büyük, sınırsız ve işlek hale geldi… Geribildirimlerin, yan metinlerin, açılımların da eklenebileceği bir “cehennem yeri” oldu.
Olsun da.

 

Not: “Sonrasızlık Fanzin”, Ağustos 2009′da adını “Evvel” olarak değiştirmiştir.

 

Vurgu Hamişi:
Kısacası, tüm dediklerim bir yana, büyük bir “betik” oluşturmak düşüncesinin coşkusu yüzünden oldu her şey.

*

Zafer Yalçınpınar (2003-2010)

Haz
07
2010
0

Ey nesneler deniziyle aramdaki solungaçlar…

Deniz, aşkta yaşanana benzer bir kendini aşmadır… Tıpkı sürrealist gibi, tıpkı “Aşk, önce, insanın kendi kendisinden çıkmasıdır” diyen Aragon gibi,  Saint – John Perse de aşkı, insan ile eşyaların ve tarihin tümünün arasında bir aracı (médiateur) bir dolayım (médiation) olarak görür:

“Ey nesneler deniziyle aramdaki solungaçlar…”  (S.J. Perse)

Roger Garaudy
“Gerçeklik Açısından Saint-John Perse”

Haz
07
2010
0

İnadına…

(…)
dinleyin lütfen beni sonsuzluk ve kargalar!
kasırgalar bitmez ıslak hayatlarda
umut
yokolsada
dinmeyecek
sabahsız barikatların erekte çocukları
gelecek kayıp olsa da direnilecek
hayat ya da hiç uğruna
hiç olmadı inadına…

sarhoşluğun gücünü kuşanarak
boşlukta çınlarken dostların sesleri
zulmün tepesine binecek
Lepistes’in sol kroşesi!

Rafet Arslan
Çağdaş Sanat Manifestoları, 6:45 Yay., 2010, s.78

Haz
06
2010
0

Yaz gibi bir yarı-saydamlık

(…)
Baudlaire’in ilk davranışı bir şey üzerine eğilmiş bir adamın davranışıdır. Nergis gibi, kendi üzerine eğik. Keskin bir bakışın delip geçemediği tek bir apansız bilinç (conscience immédiate) yoktur onda. Bizim gibi kişilere, bir evi ya da ağacı görmek yetiyor; onları incelemeye pek daldığımızdan, kendimizi unutup gidiyoruz. Baudelaire kendini hiçbir zaman unutmayan adamdır. Görürken de bakar kendine o, baktığını görmek için bakar; kendi ağaç, ev bilincidir onun gözlediği ve nesneler ona ancak bu bilinç aracılığıyla, sanki onları bir cep dürbününden görüyormuş gibi, daha solgun, daha küçük, daha az dokunaklı görünürler. Bu nesneler, bir okun bir yolu, bir işaretçiğin bir sayfayı gösterdiği gibi, birbirlerini göstermezler hiç; ve Baudelaire’in aklı da hiçbir zaman karmaşıklığında yitirmez kendini. Onların ilk görevi, tersine, bilinci kendi üzerine çevirmektir. “Eğer yaşamama, varolduğumu ve ne olduğumu duymama yardım ediyorsa, benim dışımdaki gerçeğin ne olduğunun ne önemi var!” diye yazar. Ve sanatın da kaygısı, bu nesneleri bir insan bilincinin katları arasında katları arasında göstermek olacaktır ancak; çünkü L’art Philosophique (Felsefi Sanat) adlı yapıtında şöyle diyecektir: “Çağdaş görüşe göre katkısız sanat nedir? Hem nesneyi, hem de özneyi, hem sanatçının dışındaki dünyayı, hem de sanatçının dışındaki dünyayı, hem de sanatçıyı kavrayan telkin verici bir büyü yaratmaktır bu.” Öyle ki, “dış dünyanın pek az gerçek oluşu üstüne bir konuşma”yı kolaylıkla yapabilecektir bu yüzden. Bahaneler, yankılar, ekranlar, nesneler kendi başlarına değerli değildirler ve onları görürken kendini gözleme fırsatını Baudelaire’ye vermekten başka görevleri yoktur.
Ta başından beri, Baudelaire  ile dünya arasında, bizde bulunmayan, bir uzaklık var; nesnelerle onun arasına hep, birazcık nemli, birazcık fazla kokulu, sıcak bir hava dalgalanması gibi, yaz gibi bir yarı-saydamlık girecektir.
(…)

J.P. Sartre
Baudelaire, Çev: Bertan Onaran, De Yayınevi, 1964, s.11-12

Haz
06
2010
0

“Hafıza” Üzerine Değiniler

(…)

Latife Tekin’in “Unutma Bahçesi” adlı romanı geliyor aklıma… Romandan bir bölüm:
“(…) Bomboş unutabilsek, unutmadan yanayım ben… Ama unuttukça insanın anıları çoğalıyor.
“Unutarak hafiflediğimiz söylenemez o zaman, yani uçulmuyor öyle unutarak, kuşlar gibi” demiştim.
“Doğru, kuşlar gibi uçulmaz, balıklar gibi uçulur, anıların derinliklerinde” demişti. (…)”

Ustam Oruç Aruoba ise şöyle demişti: “Anlam sonradan gelir.”
Sonuçta, anlama ulaşmak için, anlam geldiğinde onun geldiğinin farkında olmak için “hafıza”ya ihtiyacımız var.

Zafer Yalçınpınar

Hamiş: Yazının tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/k20.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Haz
05
2010
0

Yüzlerin Kesişmediği Yerde

(…)
peki biz bu dünyanın neresindeyiz?
yineliyorum bu soruyu kendime
________________________ine
__________________________ine
madem yüzlerin kesişmediği bir yerdeyiz
bütün taraflar gerçek taraflarına geçsin
(…)

Zafer Yalçınpınar

Hamiş: Şiirin tamamına https://zaferyalcinpinar.com/s82.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Haz
03
2010
0

Oza (Andrey Voznesenski)

IV

Yıkıyoruz kendimizi böylesine duygusal olmakla
Söküp atmalı mı bu yüreği bademcikler gibi

Ey altın sesli flütçü, o doyumsuz şiirin, o sesin
Hırçın sularıyla bir barajın, alabalıklar gibi ölmesin!

(…)
Neden dolarız öyleyse hıncahınç Luzhniki’ye
Ve bir iskorbüt ilacıymış gibi sarılırız şiire
Tomurcuklar gibi açarken yüreklerimiz utanarak?…
Robotlar,
____robotlar,
________robotlar,
Sözümü kesiyorlar.

Bir sürü makine adam
Dizilmiş otomatların önüne
Atıyorlar deliklerden paraları
Alıyorlar önlerine ne düşerse.

Zaman yok düşünmeye artık
Doldurur gibi konserve kutularına
Brüt ve net. Bürolara tıkıldık
Zaman yok artık insan olmaya.
(…)

Andrey Voznesenski
Oza, Çev: Turgay Gönenç,  Ada Yay, 1986

Haz
02
2010
0

Bir “Renklem” Olarak “Favela”

Bkz: https://www.archdaily.com/62689/favela-painting/

 

Hamiş: Jeroen Koolhas and Dre Urhahn’ın boyamaları bana “Renklem” kelimesini icat ettirdi. (Zy)

Haz
02
2010
0

Taşladıkça taşıyor deniz… (Doğan Ergül)

2 Haziran 2007′de vefat eden Şair Doğan Ergül’ü saygıyla anıyoruz;

(…)

burada sabah akşam donmuş bir denizi taşlıyoruz
taşladıkça taşıyor deniz
çocuklar oyunda hile yapan arkadaşlarına
ceza olarak bir parça bu denizden veriyorlar
akasyalar ve barbunlar bir aradalar
ortaçağ anlatıları satıyor uzun yol şoförleri
mola yerlerinde…
durup ay’a bakıyor kediler ve köpekler
dolunay akşamları…
mardinli bir gece istiyor aşıklar haftaiçleri
ve haftasonları italyan rönesansı hakkında konuşuyorlar…
mahalle bakkalı yaşlı adam boyuna bir ağacı yontuyor
anlıyoruz ki aşk soyunan bir şehirdir

Doğan Ergül
Aşkın ve Suların Öğleni, Babil Yayınları, 2005, s.84

Haz
01
2010
0

The Wall, yeniden, zamanında…

Roger Waters Pink Floyd mirasını yaşatmaya devam ediyor. Londra’da yaptığı basın açıklamasına göre Waters, The Wall‘u yeniden sahnelere taşımaya karar verdiğini açıkladı.
Orjinal söz ve müziğe sadık kalınacağı bu yeni yorumdaki söylemler, artık daha politik ve daha küresel konulara değinecek. En son 1980’de Verlin’de sahnelenen The Wall, orjinalinde Pink karakteri üzerinden savaşın, dönemin getirdiği yabancılaşmanın getirdiği sorunlarına değiniyordu. Şimdi ise karakterle sağlanan bireyselliği dünyayı saran sorunları ön plana çıkaracak. Son dönemin büyük yaraları Irak ve Afganistan savaşlarıyla özellikle paralellik kurulacak. (…)
İpek Burcu Şaşmaz(Avaz Avaz Dergisi)

May
31
2010
0

Nâzım Hikmet’in Defterleri’nden…

1938’de Nâzım Hikmet’in cebindeki
İşBankası acendasından bazı sayfaların görüntüleri…
(Memet Fuat, Nâzım Hikmet: Portreler, YKY, 2001, s.112)

*

May
31
2010
0

Sadece şiir. Başka hiçbir şey istemiyor canım. (Nâzım Hikmet)

(…)
(İlya) Ehrenburg, Nâzım’a sordu bu kez:
-Ya siz, Nâzım, neler yazıyorsunuz şu ara?
-Sadece şiir. Başka hiçbir şey istemiyor canım. Bir dönem geçirdim, birkaç yıl kadar süren, hemen hemen 1958’e kadar. Tek bir dize yazamaz olmuştum. Bitti bu iş diye düşünüyordum. Şimdi yitirdiğim bu zamanı telafi ediyorum.
-Evet, çok iyi anlıyorum sizi. Benim de birçok kez şiirle böyle bir şeyler geçti aramda. Kaprisli şeydir şiir.
(…)

Nâzım’la Söyleşi, Vera Tulyakova Hikmet
Çev: Ataol Behramoğlu, Cem Yayınevi, 1989

Bkz: https://urun.gittigidiyor.com/VERA-TULYAKOVA-HIKMET-IMZALI-NAZIM-039-LA-SOYLESI_W0QQidZZ17892622


May
31
2010
0

Kargaşa: 10.Yıl Özel Sergisi


Kargaşa 10
Yolu Karga’dan Geçenler
10. Yıl Özel Sergisi

10 yıl önce “Yukarıda boş bir salon var, niye orada sergiler düzenlemiyoruz,” fikri üzerine ilk olarak Kargaşa sergisiyle kapılarını açan KargART, artık gelenekselleşmiş sezon kapanış sergisi Kargaşa 10 için, özel bir seçki hazırladı. Yolu Karga’dan Geçenler 10 yıl boyunca KargART’ın ağırladığı sanatçılardan bir kısmının işlerine ev sahipliği yapacak bu yıl. 10 yıl öncesini düşünürsek, bağımsız bir sanat oluşumu için kaç yıl ömür biçerdik? Bağımsızlığı bir tarafa, 10 yılda yaptığı işlerle zaman içerisinde kelimenin gerçek anlamıyla sanat dünyamıza bir alternatif mekân kazandıran bir mekâna kaç yıl ömür biçerdik? Plastik sanatlar ile başlayan ilgi alanını performans sanatları, video art gibi bu disiplinlerde eğitim veren kurumların bile etkinlik üretmediği, üretmekte zorlandığı alanlara yayan; film gösterimleri, kısa film seçkileri, animasyon, sahne sanatları, müzik gibi alanlara atlayarak her geçen yıl faaliyet alanını geliştiren kendinden menkul bir organizmaya kaç yıl ömür biçerdik? Peki bu 10 yıl içerisinde birbiri ardına yeni mekânlar açılır ve maalesef kapanırken, hiç kimseye eyvallahı olmayan bir kurumun bünyesinden çıkan KargART’ın 10 yılda bir çekim merkezi haline gelmesini nasıl yorumlamalı? Soruların yanıtlarını size bırakıp işimize bakalım ya da… KargART kurulduğu günden beri genç sanatçıların ilk işlerini astıkları, gösterdikleri bir mekân olmayı istedi. Ağabeylik yapan danışmanları, zamanla KargART bünyesinde yetişen elemanları, bu elemanların ilgi alanları değişti. Ama genç sanatçılara, etkinlik alanı bulamayan sanatçılara sahip çıkma, destek olma algısı hiç değişmedi. 10larca kişisel ve karma sergi, 10larca gösteri, 10larca gösterim, yüzlerce etkinlik.
O kadar çok sanatçının yolu Karga’dan geçti ki 10 yıldır. Her birininin adını anmak çok uzun sürer. Her birini Kargaşa 10’a davet etmek de imkânsız. Bu nedenle kataloglarımızı, hafızalarımızı, veri tabanlarımızı sınayıp bir seçki hazırlamak zorunda kaldık. Bu sergide KargART’ın da kolektif işi olacak. Duvarlarımızdan birinde 800 isimlik bir gurur tablosu asıyor olacağız.
*
Kargaşa 10 – Yolu Karga’dan Geçenler Sergisi’nde işleriyle yer alan 32 sanatçı ise: Aysun Öner, Bahadır Dilbaz, Ceren Karaçayır, Ceyda Ildıroğlu, Çağla Cömert, Dağhan İş, Doğu Çankaya, Ece Kalabak, Elif Yıldız, Emrah Bekdikli, Erdal Kuruzu, Gökçe Birtan, Harun Antakyalı, Hülya Küpçüoğlu, Hüsnü Dokak, İbrahim Çiftçioğlu, Kaan Çaydamlı, Lale Altunel, Melike Kılıç, Meral Efe, Murat Sezer, Nezaket Tekin, Niyazi Selçuk, Olgu Ülkenciler, Özlem Gök, Özlem Uzun, Peri Demirbaş, Rafet Arslan, Seçkin Uysal, Serkan Taycan, Şenol Erdoğan ve Temur Köran.
*
Karga 14 yılda düştü kalktı, yandı yapıldı, içinden KargART ve kargamecmua’yı çıkarttı. Haziran ayında siz de yolunuzu KargART’tan geçirin. Anadolu yakasının bağımsızlığından ödün vermeyen en eski ve en kargaşalı sanat mekânına birlikte kadeh kaldıralım.
*
Açılış: 4 Haziran 2010, Cuma, Saat: 20:00
21:30 itibari ile Karga Kabinde: Deniz Benkal / tuz, Kaan Çaydamlı, Bahadır Dilbaz
*
Sergi 4-30 Haziran 2010 tarihlerinde (Pazartesi günleri hariç) her gün 13:00 – 20:00 arası gezilebilir.
*
Kadife Sokak No 16 Kadıköy İstanbul
www.kargart.org –     info@kargart.org
ph:0090 216 330 31 51    –   fax: 0090 216 346 55 46
Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler:
May
30
2010
0

Sesin Çekirdeği (Roland Barthes)

“Çalıntı” Müzik Kültürü Dergisi’nin Mart 1993 tarihli ilk sayısında yayımlanan “Sessin Çekirdeği” adlı yazıya https://zaferyalcinpinar.com/sesincekirdegi.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. Sıkı kuramcı Roland Barthes’ın töze nüfuz eden bu yazısını Ogan Güner çevirmiş…

May
28
2010
0

491’e BEŞ!

491‘e BEŞ!

“Kilosu kaça gelir?”

https://zaferyalcinpinar.com/491bes.pdf

*

Yokoluşlarının ağıtını yazan o kifayetsiz muhterislerle senin ilgilenmeyişinin 2010’daki  yüzüdür 491
DÖRTDOKUZBİR “Evvel Fanzin” cakasıdır ve Kadıköy tribidir.

491‘in tüm sayılarını https://zaferyalcinpinar.com/491.html adresinden indirebilirsiniz.

E-posta: dortdokuzbir@gmail.com

May
27
2010
0

Puslu Çizgi (Paul Celan)

Gözde puslu bir çizgi:
bakışların yarı
yolda görebildikleri bir kaybedilmişlik.
Eğrile eğrile gerçekleştirilen bir “asla”,
dönmüş geri.

Yollar, onların yarısı -ve en uzunları.
(…)
dilsiz ve titreşen bir ünsüz olarak
daha yabancı bir “daima” için.

Paul Celan
Çev: Danyal Nacarlı, Cumhuriyet Kitap, Sayı: 1058, 2010

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com