Eki
05
2010
0

Baudelaire’in “Kötülük Çiçekleri” İçin Tasarladığı Önsöz

Kötülük Çiçekleri’nin -Baudelaire tarafından yapılan
tashihlerle birlikte- ilk baskısının kapak görüntüsü


Charles Baudelaire’in “Kötülük Çiçekleri” için yazdığı -fakat sonradan kitaba eklemekten vazgeçtiği- önsöz taslağının Türkçe çevirisiyle Adam Sanat Dergisi’nin Kasım 1997 tarihli 144. sayısında karşılaştım. Taslağın tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/tasarionsoz.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. Çeviri Gürhan Tümer’e ait…

Eki
04
2010
0

Hüseyin Cöntürk’ün Mektupları

Borges Defteri (https://borgesdefteri.blogspot.com), E-Kitap Projesi kapsamında altıncı özgün e-kitabını yayımladı.  Hüseyin Cöntürk’ün mektuplarından oluşan bu sıkı çalışmaya https://www.mediafire.com/?hhsjlrcfuuaguqa adresinden ulaşabilirsiniz.

Eki
03
2010
0

491’e YEDİ!

491‘e YEDİ!

“Yemcilerin yemlerini yeme!”

https://zaferyalcinpinar.com/491yedi.pdf

*

Yokoluşlarının ağıtını yazan o kifayetsiz muhterislerle senin ilgilenmeyişinin 2010’daki  yüzüdür 491
DÖRTDOKUZBİR “Evvel Fanzin” cakasıdır ve Kadıköy tribidir.

491‘in tüm sayılarını https://zaferyalcinpinar.com/491.html adresinden indirebilirsiniz. (E-posta: dortdokuzbir@gmail.com)

Not: 491‘in 8. sayısı  “Müzayede Özel Sayısı” olarak Kasım ayının son haftası yayımlanacaktır.

Eki
03
2010
0

Uyanışın Başlaması (Henri Michaux)

“Uyanışın Başlaması”, Henri Michaux

Eki
03
2010
0

Sonsuz ve Öbürü (Turgut Uyar)

En değerli vakitlerinizi bana ayırdınız
sağolunuz efendim
gökyüzününün sonsuz olduğunu bana öğrettiniz
öğrendim
yeryüzünün sonsuz olduğunu öğrettiniz
öğrendim
hayatın sonsuz olduğunu öğrettiniz
öğrendim
zamanın boyutlarının sonsuzluğunu
ve havanın bazen kuşa döndüğünü öğrettiniz
öğrendim efendim
ama sonsuz olmayan şeyleri öğretmediniz
efendim
baskının zulmun kıyımın açlığın
bir yerlere kıstırılıp kalmanın susturulmanın
aşk mutluluğunun ve eski hesapların
aritmetiğin bile
bunları bulmayı bana bıraktınız
size teşekkür ederim

18.5.82

İşbu şiir Borges Defteri arşivinde Turgut Uyar’ın kendi el yazısıyla bulunmaktadır.

Eki
02
2010
0

Siyaset Tüketimi ve Yeni Kapitalizm Kültürü

(…)
Tüketici-seyirci-yurttaşın nasıl ilerici siyasetten uzaklaşıp daha edilgen duruma yöneldiğini ele alacağım. (…)Bu liste hiç de geniş kapsamlı değil; ama her unsurun kaynağı, doğrudan doğruya,yeni kapitalizm kültüründe yatıyor.
Tüketici-seyirci-yurttaşa ürün platformlarına benzer siyaset platformları ve altınla kaplanmış farklar sunulur; ondan “insanın eğri büğrü bir odundan yapılmış olduğunu” hesaba katmaması ve daha kullanıcı dostu politikalara itibar etmesi istenir.
(…)
İş dünyasında olduğu gibi siyasette de bürokrasiler bir yandan yurttaşlarının sorumluluğunu almayı reddederken bir yandan da iktidarı artan bir şekilde merkezileştiriyor. İktidar ile otorite arasındaki bir ayrılma diyasi açıdan hiçbir suretle ilerici değil. (…) Yeni kurumsal düzen, kendi aldırmazlığını çevredeki bireyler ya da grupların özgürlüğü olarak etiketleyerek, sorumluluktan sıyrılıyor; yeni kapitalizmden türeyen siyasetin kusuru aldırmazlık.
(…)
En basit siyasi altın kaplama biçimi, simge enflasyonudur. Britanya’da, köpeklerle tilki avı yapılmasına izin verilip verilmeyeceği konusunda siyasi partiler karşıt fikirleri tutkuyla savunuyorlardı; Birleşik Krallık Yüksek Mahkemesi’nin kurulması konusunda on sekiz saat tartışılmışken, kısa süre önce bu av meselesine yaklaşık yedi yüz saat parlemento mesaisi harcandı. Simgesel ıvır zıvır enflasyonunun yeni bir tarafı yok; yeni olan, ürün reklemı ile siyasi davranış arasındaki uyum. Siyasi kişiliklerin pazarlanması gittikçe sabun pazarlamaya benzer hale geliyor; reklamcılar küçük farkların üzerine kaplanan altının halkın dikkatini çekmesini bekliyor. (…) Siyasetçi, niyetleri, arzuları, değerleri, inançları, beğenileri kendinde cisimleştiriyor -bu, yine, iktidarı sorumluluktan ayırma etkisine sahip.
(…)
Mevcut gerçekliği askıya alma şekli, yetenek arayışında, sınavvı hazırlayanın dikkati fiili başarıdan farazi kapasiteye kaydırdığında meydana geliyor. Tüketimde de aynı şey geçerli…
(…)
Yurttaşlar modern tüketiciler gibi davrandığında zanaatçı gibi düşünmeyi bırakırlar. Bu endişe politika saptayıcıların dikkatsizliğini tamamlar; fakat daha inceden inceye; tüketici olarak yurttaş, siyasi meseleler anlaşılması güç ya da anlaşılmaz hale geldiğinde, ilgisini kesebilir. (…) Kullanıcı dostu kavramı demokrasiyi keşmekeşe çevirir. Demokrasi, yurttaşların etraflarındaki dünyanın nasıl işlediğini anlamak için bir miktar çaba harcamaya istekli olmasını gerektirir. (…) Demokrasi, tüketimi örnek aldığında, kullanıcı dostu hale geldiğinde, bilme isteği yok olur. (…) Enformasyonun boğucu miktarda olması “masum” bir sorun değildir. Büyük miktarlarda ham veri siyasi bir gerçek yaratır: Hacim arttıkça denetim merkezileşir. (…) Bu enformasyonun hacmi arttıkça alıcı enformasyona daha az tepki verebilir, hatta enformasyonu yorumlamayı bırakabilir.
(…)
Yeni kapitalizmin kültürü tek tek olaylara, bir seferlik işlemlere, müdehalelere ayarlıdır; oysa ilerlemek için, bir politikanın süregiden ilişkileri geliştirmesi ve deneyim biriktirmesi gerekir. Kısacası, yeni kültürün ilerici olmayan sürüklenişinin nedeni, yeni kültürün zamanı şekillendiriş biçimidir.

Richard Sennett
“Yeni Kapitalizmin Kültürü”, Çev. Aylin Onacak, Ayrıntı Yay., 2009, s. 111-124

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Eki
02
2010
0

Efsane koleksiyoner; Şefik Atabey

Sahaf Nedret İşli, NTV Tarih’in Eylül sayısında efsane koleksiyoner Şefik Atabey’i anlatmış… Kitap koleksiyonu heveskârlığımda -ya da hastalığımda- bana yol gösteren, Marmara Adası’ndaki çocukluğumun ve yeniyetmeliğimin kahramanı, komşumuz;  Şefik Atabey’i saygıyla anarak:

https://zaferyalcinpinar.com/sefikatabey.jpg

Eki
01
2010
0

Sokakta (Oktay Rifat)

Kedi gözü gibi incelmiş sokakta,
Omzumda kaygan urganı yağmurun,
Eski bir ölü çekiyorum yedekte.

Görüntümün ekseninde dönüyorum
Bir kapı açıyorum kendime benzer
Bir gözüm uyudu, bir gözüm ayakta.

Gece akrep gibi iniyor duvardan.

Oktay Rifat
“Şiirler”, Bilgi Yayınevi, 1969

Eyl
29
2010
0

Metin Eloğlu’nun Kapak Çizimleri

Metin Eloğlu‘na ait bazı kapak çalışmaları…

Cahit Irgat, “Ortalık”, 1952, Yeditepe Yayınevi, Şiir Kitabı

*

Muzaffer Buyrukçu’nun 1956’da yayımlanan “Katran” adlı ilk kitabı…
(Öykü, Yeditepe Yayınevi)

Eyl
28
2010
0

Oğuz Atay’la Konuşma (1972)

Oğuz Atay’la “Tutunamayanlar” üzerine yapılan bir söyleşiden;

(…)
Pakize Kutlu:
Tutunamayanlar’dan Selim Işık kimdir?

Oğuz Atay: Selim Işık, birçok tutunamayanın bileşkesidir. İntihar eden bir arkadaşım Ural var; ama bütünüyle Selim Işık o kadar değil. Belki ben varım. (Bu cümleyi yazmayın) Adlarını saymanın sakıncalı olduğu birçok arkadaşım var. Herkesin “tutunan” olmak istediği bir ülkede tutunamayanlığı seçen Selim Işık’la yakınlığı olmak birçok kimseye dokunur diye onların adlarını saymak istemiyorum. Selim öldü; Selimlik de ölmüştür. Başarının insanı sevimsizleştirdiğini yazmıştım bir yerde; fakat tutunamayanlığın sevimliliğine de kimsenin yanaşamadığını görüyorum. Neden yanaşsınlar? Bir arkadaşımın dediğine göre ben romanda herkesi bir bakıma tutunamayanlığa çağırıyormuşum. Henüz bir karşılık alamadım.

P.K.: Ya Turgut Özben?

O.A.: Turgut Özben’in durumu farklı bir bakıma. Turgut, bütün çabasına rağmen tutunamıyor. Bu açıdan Selim kadar akıllı değil. Belki de Turgut, bir kişinin, bir tutunamayanlar prensinin ortaya çıkarak hepsi adına sonuna kadar dayanmasını istediği için kata, arabaya ve küçük burjuva nimetlerine boş verip tutunamamayı seçiyor. Selim’le birlikte Selim öldükten sonra yola çıkıyor. Son olarak bir trende görmüşler onu. Belki yolculuğu bitmemiştir daha.
(…)

Yeni Ortam Dergisi, 30.09.1972

Söyleşinin tam metnine https://www.cafrande.org/?p=21435 adresinden ulaşabilirsiniz.

Eyl
27
2010
0

Abidin Dino’dan…

Abidin Dino’nun pek de bilinmeyen birkaç çalışmasını aşağıda paylaşıyorum… (Zy)

İlhan Tarus’un 1947 yılında yayımlanan “Tarus’un Hikâyeleri” adlı kitabının Abidin Dino tarafından hazırlanan kapak deseni…

*

“Librairie de Péra” Müzayedeleri’nden birinde yer alan Abidin Dino deseni…

*

Ayrıca bkz: Rahatı Kaçan Ağaç(1946)

Eyl
26
2010
0

Yazı, yaşam, ölüm… (İlhan Berk)

İlhan Berk’in cehennemvari poetikasını ve “yazmak” eylemine bakışını ifade eden iki yazı… Milliyet Sanat Dergisi’nin 70’li yıllardaki eski sayılarından;

Yazmak-Yaşamak (29 Ekim 1976, Milliyet Sanat Dergisi, Sayı:203)
Bkz: https://zaferyalcinpinar.com/iberkyasamak.jpg

*

Yazmak Öldürmektir (28 Mayıs 1976, Milliyet Sanat Dergisi, Sayı: 186)
Bkz: https://zaferyalcinpinar.com/iberkyazmak.jpg

Eyl
26
2010
0

İmzalı Garipler…

“Librairie dePéra” müzayedelerinin eski kataloglarını incelerken, Orhan Veli ve Oktay Rifat’tan imzalı iki ilginç kitaba rastladım. Aşağıda paylaşıyorum…

Orhan Veli’den
“Muharrem beye, Şaşal suyu ile çipura balığı yerine… 21/4/1947”
ithafıyla imzalanmış “Yenisi” adlı şiir kitabı.

*

Oktay Rifat’tan Melih Cevdet Anday’a
“Eski günlerin hatırası olarak… 18/7/1946” ithafıyla imzalanmış
“Yaşayıp Ölmek, Aşk ve Avarelik Üzerine Şiirler” adlı şiir kitabı.

Eyl
26
2010
0

Bir Yaratış Biçimi Olarak Dil (İlhan Berk)

İlhan Berk, Milliyet Sanat Dergisi’nin  11 Nisan 1975 tarihli 127. sayısında “Bir Yaratış Biçimi Olarak Dil” başlıklı bir yazı kaleme almış.  İlhan Berk’in kitaplarında yer almayan bu yazıya https://zaferyalcinpinar.com/iberkyaratis.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.

1. Hamiş: Önümüzdeki günlerde İlhan Berk’in kitaplarına girmeyen bazı metinleri, tekrardan Evvel Fanzin kapsamında paylaşılacaktır.

2. Hamiş: “Evvel Fanzin” kapsamında yer alan, İlhan Berk konulu yazıların ve buluntuların tümüne https://zaferyalcinpinar.com/blog/?tag=ilhan-berk adresinden ulaşabilirsiniz.

Eyl
25
2010
0

Yeni Sinsiyet Tipolojisi’nin “Biz” Söylemi ve Retorik Arsızlığı (22 Eylül 2010)

Yeni Sinsiyet olarak kavramlaşan tavrın projelendirdiği birliktelik görüngüsü, hayret verici bir biçimde “tipoloji” tanımıyla çelişmektedir. “Yeni Sinsiyet ve Bazı Enstrümanları” adlı yazımda bu durumdan kısaca bahsetmiştim. Şu an okumakta olduğunuz yazıda ise söz konusu “kök çelişki”nin ya da “kök yanılsama”nın salınımlarından, Yeni Sinsiyet’in sentetik yüzlerinden ve haysiyetsizlikle çoğalan, yaygınlaşan “biz” söyleminden bahsetmeye çalışacağım.

Yeni Sinsiyet’in çeşitli enstrümanlarını kullanarak “cehalet alanı”nda icra ettiği girişimler ve bu enstrümanların işlediği çürük değer yargılarıyla ateşlenen yandaş-paydaş etkileşimleri, söz konusu alanın bir ortama dönüşüm sürecini tamamlamıştır. “Cehalet ortamı” şeklinde ifade ettiğimiz bu oluşumun tamamlanmasının hemen ardından -kendi tanımıyla çelişen- yeni bir tipolojinin çerçevelenmesi de kaçınılmazdı.

Yeni Sinsiyet’in oluşturduğu -şimdilerde belirgin bir şekilde niceliksel geçerlik kazanmaya başlayan- tipolojiyi incelediğimizde söz konusu birliktelik biçiminin zihinsellik boyutunun olmadığını görürüz. Ortamdaki tüm etkileşimler cehalet ve türevi tözsüz söylemlerle yapay bir şekilde hızlandırılmıştır.  Bu nedenle Yeni Sinsiyet’in uygulayıcılarının ağzına dolanan “biz” söyleminin niteliksel bir derinliğinin olmadığı aşikârdır.  Yeni Sinsiyet tipolojisinin “biz” söylemi -her şeyden önce- liyakata dayalı değildir. “Kifayetsiz bir muhteris” olmak, Yeni Sinsiyet’in aradığı, cehalet ortamına katabileceği en elverişli ve yaygın karakter olumsuzluğudur, kullanım potansiyelidir. Kifayetsiz muhteris, yıllar öncesinden başlayan bir deneyim aktarımı  ya da analitik çıkarım, süreç, emek, odaklanma, zanaat,  haysiyet ya da uzgörü  gibi değerleri umursamaz. Ancak tüm bu değerlere -üstelik de eşanlı olarak- sahipmiş gibi bir aşırı özgüven telkiniyle kendini sürekli besler. (Bkz: Dunning-Kruger Etkisi) Kifayetsiz muhteris  tipolojisinin özgüveninin temel dayanakları cehalet ortamının niceliksel büyüklüğü ve özdeğerlendirme yeteneksizliğidir.

Cehalet ortamında -ortamın kuruluşu gereği- “liyakat” söylemlerine güven yoktur. Çünkü Yeni Sinsiyet’in uygulayıcıları için kullanım değeri olmayan bir şeydir liyakat; cehalet ortamında şüphe uyandıran, kişilerin kafasını karıştıran bir temayüz ya da ayrımcılık gibi tanıtılmış ve önemsizleştirilmiştir. Cehalet ortamının “biz” söylemlerinin hiçbirinde liyakat olgusuna yönelik atıflar bulamazsınız;  Yeni Sinsiyet’in temel yaklaşımı bir konunun tözünü gizlemekle ya da geçiştirmekle ilgili olduğundan cehalet ortamındaki çeşitlemelerde, bir konunun tözüne ulaşmaya çalışan liyakat söylemleri geçersiz ve işlevsiz sayılmaktadır. Yeni Sinsiyet’in retoriği ve dolaşımı -tam da kifayetsiz muhterislerin arzu ettiği gibi- cehalet ortamında yer alanların birbirini ve birbirinin yetkelerini “değer” ya da “kazanım” olarak görmemesi yönünde bir imkân da verir. Bu imkân, cehalet ortamındaki özdeğerlendirme eksikliğini kümülatif olarak arttırmakta ve yanılgıları sürekli kılmaktadır. Yeni Sinsiyet’e göre liyakat, boşunadır ve bulandırıcıdır; cehalet ortamındaki ütüyü bozar.

Yeni Kapitalizm’in meritokrasi anlayışı da böyledir. Tıpkı “tipoloji” tanımındaki çelişkide olduğu gibi, modern meritokrasi kapsamında da tuhaf bir şekilde “liyakat” yoktur. Modern meritokrasinin ilgilendiği tek şey, farklı nedenlerle, farklı zamanlarda, farklı disiplinlerden farklı söylemleri yapay bağlamlar aracılığıyla birleştiren arsız bir retoriği oluşturabilme becerisidir. Bu retorik sarmaşığı, arkaplanında şu tümceyi imler; “Bizimle işbirliği yapın… İşbirliği yapın ki biz niceliksel olarak daha da güçlenelim. Bizi, beraberce büyütelim.” Yeni Sinsiyet’in fetbazlarının “biz” söylemindeki arkaplanı bir katman kadar daha tercüme edip boyayı kazımaya devam edersek; “Yeni garabet alanlarının oluşması ve ardından yeni cehalet alanlarının mevcut cehalet ortamına eklenlenmesi” ezberiyle karşılaşırız.  Günümüzün meritokrasisi “işbirliği yapabilmek potansiyeli” ve “ikna edilebilirlik” üzerine kuruludur.

Tekrarlamamız gerekiyor: Yeni Sinsiyet’in “biz” dediği şey, ön-kabulleri açısından niteliksel değildir; öyle olsaydı, tarihte, tüm tarihimizde “cehalet” denen şeyi bir liyakat olarak kabul etmek zorunda kalırdık ki Yeni Sinsiyet’in fetbazlarının arzu ettiği, dayatmaya çalıştığı tipolojik çelişkilerden biri de budur. Yeni Sinsiyet’in “biz” dediği şey niceliksel bir söylemdir: Nemalanıcılarının zihninde, cehalet ortamını yüksek bir “biz” niceliğine ulaştırmayı amaçlar. Bu nedenledir ki yapısal incelemeler de, araştırmalar da, yüksek sesli mücadeleler de, kitaplar da, yazılar da, kuramlar da, tarihsel gerçekler de Yeni Sinsiyet’in cehalet ortamının “olmayan” niteliğini yıpratamaz.

Yeni Sinsiyet’in  değişken söylem yapısı çelişkileri arttırarak  sentetik bir ön-kabul çeşitliliğine, parçalanmasına yol açmaktadır. Bilgiler, rakamlar, olaylar, aktarımlar ya da alıntılar yapay bağlamlarla -ve bağlaçlarla- kullanıldığında sürekli olarak gerçek öncül önermelerinden, nedensellik ilkesinden, tarihsel arkaplanından, mantık silsilesinden kopmaktadır. Kuramların semantik ve kavramsal bütünlüğü de sürekli olarak parçalanmaktadır; sessiz yığınlara aktarılan ve dolaşıma sokulan bilgiler sürekli konum değiştiren birer lego parçasına, farklı bağlamlarda kullanılan birer enstrümana dönüşmüştür. Bu noktada gerçeklik de legolaştırılmıştır. Söz konusu deformasyon, bilginin ve tarihin göreceli olmayan taraflarını, nedensellik silsilesini, bir bilgiyi öncülleri ve ardıllarıyla birlikte doğru kavramanın, “anlam” denen şeye ulaşmanın önemini -yani bilgiyi bilgi yapan öğeleri- de yıpratır. Legolaşmış ve fragmanlanmış bilgiler farklı formlarda aynı “retorik arsızlığı”na hizmet eder. Yeni Sinsiyet’in fetbazlarının o önlenemez retorik arsızlığına…

Retorik arsızlığının bünyesinde pragmatik itkiler, muhteris tipolojisinin niceliksel yaygınlığı, kolaycılık, hilebazlık, özdeğerlendirme eksikliği, liyakatsizlik ve kifayetsizlik perçinlenmektedir. Yeni Sinsiyet’in “biz” söylemi; tözün gizlenmesi, bulanıklaştırılması ve gerçek öncüllerinden koparak legolaşmış söylemlerin yarattığı bir “çelişkiler trafiği” üzerine kurulmuştur. Bu trafik, Yeni Sinsiyet’in nemalanıcıları açısından çok önemlidir: Cehalet ortamında geçerli olan retorik arsızlığı ile çelişkilerin akışkanlaşması, kabul görmesi, yargıya dönüşmesi, fark edilmemesi, çelişkilere “sessiz” kalınması devasa bir toplumsal unutkanlığı bir etkileşim olarak tekrar tekrar pekiştirir. Unutkanlık, unutkanlık doğurur ve tözden uzaklaşma yolunda devam eder: Fetbazlığın işlerliği güç kazanmaktadır.

Sonuçta, Yeni Sinsiyet’in fetbazları tarafından “biz” diye ifade edilen şey, cehalet ortamının unutkanlıktan, tözsüzlükten, çelişkilerden oluşan, akışkanlaşan ve salınan görünmez bir tel örgüyle -retorik arsızlığıyla- çevrilmiş halidir. Tüm yazı boyunca işaret etmeye çalıştığım bu tel örgünün içinde yer almamak -tarihsel açıdan düşünüldüğünde- bir insanlık onuru meselesidir.

İnsanlığınıza sahip çıkın!

22 Eylül 2010
Zafer Yalçınpınar
Zy

İşbu yazının pdf biçemine https://zaferyalcinpinar.com/yenisinsiyetretorigi.pdf adresinden ulaşabilirsiniz.

 

Eyl
25
2010
0

Şiddetin Dili (Ahmet Cemal)

Şiddetin dili, bir kez daha kullanıldı. Dünya Kültür Kenti’nin ortalık yerinde sezon açılışı yapan dört sanat galerisi saldırıya uğradı. Açılışa gelenler arasından yaralananlar oldu. (…)
Önce yalın ve açık bir gerçeği dile getirelim: Herhangi bir toplumda şiddetin dili, kullanılması doğal sayılan diller arasına girmişse eğer, o toplumun geleceği her bakımdan tehlikeye girmiş demektir. Çünkü bütün diller, sonuçta iletişim amacına hizmet eder; bu amaca hizmet etmeyen bir aracın dil diye nitelendirilmesi olanaksızdır. Oysa şiddet, iletişim kurmak bir yana, her türlü iletişimin sonudur. İnsana ait ya da insanı insan kılan tüm değerlerin tükeniş noktasıdır. Şiddetin dilinin kullanılmasını amaçları için kışkırtanlar, her zaman başlatılması ellerinde olan bu dile istedikleri zaman susturabilecekleri yanılgısıyla yaşayan gafillerdir. Çünkü şiddet, bir kez ininden çıkarıldıktan sonra yeniden oraya döndürülmesi artık çok zor, çoğu zaman da imkânsız bir canavardır.(…)

Ahmet Cemal
24 Eylül 2010, Cumhuriyet Gazetesi

Yukarıdaki fragmanı okuduktan sonra şu adreste yer alan söylemlerdeki dile bakınız: https://213.243.28.155/Default.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1020502

Eyl
20
2010
0

Konu (Fujitomi Yasuo)

Biterken o çıplak yorgunluk
Dişlerinizin arasında bir sigarayla
Kendiniz gördünüz ölmüşlüğünüzü
Kendiniz gördünüz kendinizi
Geçerken ölü alayları sokaklarda

Toplayın getirin tüm anlamsızlıkları
Ve bir ateş yakın etrafında
Kalırsa bir parça umutsuzluk
Basın kahkahayı kahkahayla
(…)

Fujitomi Yasuo
“Kapalı Mutluluk”, Çev: Coşkun Zengin, Ataç Kitabevi, 1962, s.54

Eyl
20
2010
0

Bir Görsel Şiir Dergisi

Andrew Topel ve Avatacular Press taifesi “Renegade” adında “on____line” bir görsel şiir dergisi oluşturmuş…

Bkz: https://visualpoetryrenegade.blogspot.com/

“Yığınlar”

by Derek Beaulieu

Eyl
19
2010
0

Bilmek (Can İren)

(…)
bilmek
_____o tortu… benim tortum
yıllardır orada yorgun… yenik
______________________yenik olan…
(…)

uzak bir gelecek gibi geçmişten
______________ve yenilmişti
______________gülüyordu

yıllardır ıslak soğuk bunu saklayışı
_______________yıllardır ama ıslak ama soğuk

uzak bir gelecek gibi geçmişten kaçışı
_________________yavaş yavaş GÜLÜŞLERLE
_________________geriye dönüyordu

yazsa ve çocuksalar
_____________kaplumbağayı tersine çevirirler
__________________BİLİYORDU

(…)

Can İren
“Yeni Dergi”, sayı: 42, 1968

Eyl
18
2010
0

Tekrar Yayım: “Yeni Sinsiyet ve Bazı Enstrümanları” (Zafer Yalçınpınar)

İçinde bulunduğumuz döneme ve dönemin retoriklerine baktığımızda “Yeni Sinsiyet ve Bazı Enstrümanları” adlı yazının tekrar işaret edilmesi hiç de yersiz değil… Yazının tam metnine https://zaferyalcinpinar.com/i21.html adresinden ulaşabilirsiniz.  (Yazının pdf biçemine de  https://zaferyalcinpinar.com/yenisinsiyet.pdf adresinden ulaşılabilir.)
Zy

Ayrıca, “Yeni Sinsiyet” adıyla kavramlaşan şeyin işaret ettiği tipolojiye ilişkin başka yazıların bu platformda devam edeceğini coşkuyla haber verip, gelecekte yayımlanacak bazı yazıların başlıklarını da aşağıda sıralayayım:

Yeni Sinsiyet Tipolojisi’nde “Biz” Söylemi ve Retorik Arsızlığı
Yeni Sinsiyet’in Seçkinlik Arayışı

Eyl
17
2010
0

Oktay Rifat, Samih Rifat ve Marmara Adası

“1955-64 yılları arasında her yıl yaz aylarını Marmara Adası’nda geçirdim. Annem ve babamla (Oktay Rifat). İlk gittiğimde on yaşındaydım, son gittiğimde on dokuz olmuştum sanırım. Babamın yıllık izin süresiyle, bir ayla sınırlıydı Ada günlerimiz -şimdi bu zaman bana daha uzun geliyor, sanki bütün yazı orada geçirirmişiz gibi; öyle değildi oysa.”

Samih Rifat
“Ada” adlı kitabın “Sunuş” yazısından…

Papirüs Dergisi’nin Oktay Rifat bölümünden bir fotoğraf…
(Güneş gözlüğü takan çocuk da Samih Rifat olsa gerek…Zy)

*

Rüzgâr

Rüzgârlarım vardı, tanırdım: Gündoğrusu, Batı, Karayel. Yosun ve balık kokan Lodos, Dipdiri Poyraz. Gece kalır, ay çıkar: sabaha dek sütliman. Sonra ürperir yavaşça, nereden geldiği belirsiz, esmeye başlar, bir bir yükselir, artar. Öğleye doğru kuzuya keser denizin üstü. Burunlardan savurtma eser; kuytulara hafif esintilerle dolar. Yüzmeye giderim yelin tersine, rüzgâr almayan kumsala: Kole’ye ya da Aba’yai Tatlısu’ya, Manastır’a… Dönüşte oradadır, beni bekler patikanın tepesinde, teknedeysem burundaki kayada. Serinletir, kucaklar, okşar. Sonra yemek, öğle uykusu, Çınaraltı’nda buluşmalar. Rüzgâr hiç durmaz bu arada: kıyıda, sokakta, bahçede, dağda; bir o yana, bir bu yana. Bilmem yaşam mıdır bir burgaçtan esip duran, hafifçecik ya da hoyrat, üstümüze.

Samih Rifat
“Ada”, Sel Yay., Geceyarısı Kitapları, 2002

“Ada” adlı kitaptan…

Eyl
17
2010
0

Yapısal bir sorun: BONO (Ulus Atayurt)

Ulus Atayurt’un sıkı yazısına https://birdirbir.org/blog/2010/09/11/yapisal-bir-sorun-bono/ adresinden ulaşabilirsiniz. Ulus’un yazısı yeni kapitalizmin hileli tipolojisi hakkında çok önemli bilgiler de içeriyor…

Eyl
17
2010
0

Robert Plant ve “Band Of Joy”

Robert Plant, Led Zeppelin öncesi üyesi olduğu “Band Of Joy” adlı grupla birlikte yeni bir albüm  yayımlamış…

Bkz:
https://www.hafifmuzik.org/?p=8974
https://www.rollingstone.com/music/news/17386/185269

Eyl
16
2010
0

Bininci

Şu an okumakta olduğunuz bu “yayım” ya da “başlık” Evvel Fanzin’de bininci paylaşıma ulaştığımızı gösteriyor. Yani, 2006 yılından bugüne toplamda bin adet başlıktan oluşan paylaşım/yayım bu sayfalar -ya da işte ekranlar- üzerinden gerçekleştirilmiş…
Sayıların herkesin diline düşen bön ya da “duvar saatleri gibi ahmak” taraflarıyla konuşmayı sevmem, ancak, Evvel Fanzin kapsamında okuyucuyla paylaştığım görsel işleri, değinileri, duyuruları, anlatıları, şiirleri, dizeleri, ifşaatları, lobutları, buluntuları, efemeraları, Ece Ayhan, İlhan Berk, Kuzgun Acar, Kerim Çaplı, Yavuz Çetin, Sait Faik, Oruç Aruoba gibi hususi ilgileri,  alıntıları, etkinlikleri, tartışmaları, incelemeleri, kitapları, Kadıköy’ü, söyleşileri, izlenimleri, deneyimleri, sahafları, e-kitapları, dergileri, sokak sanatını, dilbilimi, mücadeleleri ve tüm bu paylaşımların etrafında yer alan insanları düşündüğümde (nitelikle eşanlı olarak garip bir nicelikte de kendini bulan) söz konusu cehennemvari “Aksak Kolaj”ın imgesel uzamı, içerdiği duygudurum tuşeleri, çeşitlenen morfolojik yapısı ve göstergesel derinliği beni coşkuyla dolduruyor.

Evvel Fanzin’in yayım hayatının üçyüzbininci başlığa/paylaşıma/yayıma ulaşmasını dileyerek ve Turgut Uyar’ın “üçyüzbin” adlı şiirinden kısa bir bölüm alıntılayarak sözlerimi sonlandırayım:

bu kıvırcık ateşten yalanlar
300.000
kimi sularca inanıyorum kimi zulüm yakıcı
çocuksu, deli deli zincirler boğuntusu gök
elimde kolumda senin seslerin var gel de aldırma
(…)
seni kentlere seni bankalar seni seni
300.000
seni zamansız ölümlere karşı koyuyorum hep aklımdasın
yükün ağır, bir irisin bir ufaksın yetiştiremiyorum 300.000
kapattığımız sağnak akşamları açtığımız sabahları
300.000
elimden tut beni acar balıklara alıştır
tekin durmayı öğret acıkmış aç kayalarda
(…)

TURGUT UYAR

Eyl
16
2010
0

Yazmak bu noktayı bulmaktır. (Maurice Blanchot)

(…) Giacometti’nin yontularına baktığımızda, bir nokta vardır ki ondan sonra yontular artık ne görünümün kararsızlıklarına, ne de görüngenin(perspektifin) devinimine bağlı kalır. Onları kesinlikle görürüz: İndirgenmiş değil de artık, indirgemeden kaçırılmış, indirgenemezdirler ve uzamda, sahip oldukları, kullanılamayan, canlı olmayan, imgesele ilişkin derinliği oraya geçirme gücü sayesinde uzamın efendisidirler. Oradan yontuları indirgenemez gördüğümüz bu nokta bizim kendimizi sonsuzluğa koyar, içinde burasının hiçbir yerle çakıştığı noktadır. Yazmak bu noktayı bulmaktır. Dili bu nokta ile ilişkiyi sürdürecek ya da yaratacak duruma getirmeyen hiç kimse yazıyor sayılmaz.
(…)
Orada, dil bir güç değildir, söyleme gücü değildir. Kullanıma uygun değildir, onda hiçbir şeye sahip değiliz. Asla benim konuştuğum dil değildir. O dilde, asla konuşmam, asla sana seslenmem, ve asla seni yüksek sesle çağırmam. Bütün bu özellikler olumsuz biçimdedir. Ama bu olumsuzluk yalnızca daha temel bir olguyu gizler ki bu da, bu dilde herşeyin doğrulamaya dönmesi, yadsıyan şeyin doğruluyor olmasıdır. Yokluk olarak konuşmasındandır bu. Konuşmadığı yerde, konuşmuyordur zaten; durduğunda direnir. Sessiz değildir çünkü onda kesinlikle sessizlik konuşur. Alışılmış sözün özü şudur ki onu anlamak onun doğasının bir parçasıdır. Ama, yazınsal uzamın bu nnoktasında, dil anlamsızdır. Şiirsel işlevin tehlikesi de buradan gelir. Ozan anlamı olmayan bir dili anlayan kişidir.

Maurice Blanchot
“Yazınsal Uzam”, Çev: Sündüz Öztürk Kasar, YKY, 1993, s.43-47

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com