Haz
23
2013
0

Bilge Karasu üzerine…(Oruç Aruoba, 13 Haziran 2013)

Oruç Aruoba, 13 Haziran 2013 tarihinde gerçekleştirilen “Mektupları ve dostlarıyla Bilge Karasu…” paneline rahatsızlığı nedeniyle katılamamıştır. Ancak panel katılımcılarına okunması için özel bir mektup göndermiştir. Mektubun tam metni aşağıda yer almaktadır:

Sevgili ve Saygıdeğer Bilge Karasu Dostları,

Ustam ve Dostum Bilge Karasu’nun anılacağı bu toplantıda bulunamamak, bana, doktorlarımın ayağa kalkmamı bile yasaklamalarına yol açan sıkıntımın verdiğinden daha çok acı veriyor; ama, heyhat, işte orada olamadım, değilim… Orada olabilseydim, birkaç yüz metre uzağınızda, belki şu anda, benim sözlerimi dinlerken de işittiğiniz gürültü-patırtı içinde yaşanan insan olayları üzerine Karasu-gözüyle birşeyler söylemek isterdim—

—şu kadarını şimdi söyleyebilirim ki, Bilge Karasu’nun hem kişisel dünyagörüşünün hem de yazdıklarının, temelinde (ki bunlar arasında fark yapmak istemezdi); sevgiden sonra en yüksek değer olarak gördüğü, özgürlüktü—hatta, belki, bu iki değer arasında bir sıralama yapmayı bile reddedip, ikisini de, birlikte, aynı temel değer sayabilirdi.—

Bu düşünceyi orada söylenmiş saymanızı rica ederim—

—özürümü kabul edip beni affetmenizi dileyerek,
sevgilerimi ve saygılarımı sunar, toplantınıza başarılar dilerim.

Oruç Aruoba
13 Haziran 2013

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan Bilge Karasu ilgilerine https://evvel.org/ilgi/bilge-karasu adresinden, Oruç Aruoba ilgilerine ise https://evvel.org/ilgi/oruc-aruoba adresinden ulaşabilirsiniz.
Haz
22
2013
0

Şiir: GEZİ’DEYİM (Z. Yalçınpınar)

adsız

Hamiş: Z. Yalçınpınar şiirlerine ve şiir kitaplarına https://bit.ly/zypsiir adresinden ulaşabilirsiniz.

Haz
22
2013
0

Kimya Mühendisleri Odası’ndan Biber Gazı Açıklaması (22 Haziran 2013)

Bkz: https://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/kimya-muhendisleri-odasindan-biber-gazi-aciklamasi-haberi-75155

KMO Ankara Şubesi, biber gazının insan sağlığına olumsuz etkileri üzerine yaptığı basın toplantısında CS maddesini içeren fişek ve el bombalarının kullanımıza son verilmesi ve imha edilmelisi gerektiği belirtildi.

Kimya Mühendisleri Odası Ankara Şubesi, Gezi Parkı olayları sırasında polisin sıklıkla kullandığı biber gazının insan sağlığı üerindeki olumsuz etkilerinin altını çizen bir basın toplantısı yaptı.

KMO Ankara Şube Başkanı İbrahim Akyürek ve 2. Başkanı Erkin Etike tarafından yapılan basın toplantısında Sağlık Bakanlığı’nın 2010 tarihli raporunda göz yaşartıcı mühimmatın sağlığa zararlı olduğunu ve ölümlere yol açabileceğini saptamış olduğu belirtilerek söz konusu rapora göre kullanılan CS maddesinin kalp yetmezliği, akciğer ödemi, karaciğer ve böbrek hasarına yol açabileceğinin altı çizildi.

Açıklamada CS maddesini içeren fişek ve el bombalarının kullanımı derhal durdurulup stoklardaki mühimmat imha edilmesi ve TOMA suyuna kimyasal madde katılması derhal durdurulması talep edildi.

Açıklamada Sağlık Bakanlığı Refik Saydam Hıfzısıhha Merkezi Başkanlığı’nın 30.12.2010 tarihli raporunda dikkat çeken şu ifadelere yer verildi:

“Bu tür kimyasallar kullanım amacına, uygulama şekline ve uygulanan miktarına bağlı olarak klinik bulgulara yol açabilmektedir. Yüksek yoğunlukta kimyasala maruz kalınması durumunda kalp yetmezliği görüldüğü bildirilmiştir. Solunum sistemine ait komplikasyonlara bağlı ölümler bildirilmiştir. Bu maddelerin karaciğer ve böbrek hasarı yaptığı, maruz kalıştan birkaç gün sonra büllü cilt lezyonlarının ortaya çıktığı bilim kaynaklarında yer almaktadır. Bunlara ilaveten hastalarda panik reaksiyonları, ajitasyon ve bayılma da rapor edilmiştir. CS gazının kimyasal yanık, gözlerde keratit ve görme kaybına da yol açabileceği bildirilmektedir.  Zararlı olduğu ve ölümlere yol açtığı, Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı tarafından açıkça saptanan CS maddesinin yurttaşlarımız üzerinde kullanılmasına derhal son verilmelidir. İçişleri Bakanlığı stoklarındaki CS maddesini içeren fişek ve el bombaları imha edilmelidir. Yaralanma ve ölümlere yol açtığı saptanan göz yaşartıcı gazlar ve tozlar, Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun 16/3-b maddesinde tanımlanan ‘maddi güç’ tanımı içinden çıkarılmalı ve silah olarak tanımlanmalıdır.

Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun 16. maddesi, kanuni şartları oluştuğu takdirde, ‘basınçlı su’ kullanımına izin vermektedir. Basınçlı suyun içerisine kimyasal madde katılmasının ise kanuni dayanağı yoktur. Toplumsal Olaylara Müdahale Araçları (TOMA) içerisinden yurttaşlara püskürtülen basınçlı suyun içerisine her türlü kimyasal madde katılmasına son verilmelidir.”

(Kaynak: soL Haber Portalı)

Haz
22
2013
0

Taksim Dayanışması: ‘Ellerimizde karanfiller 22 Haziran’da Taksim’deyiz’

Bkz: https://haber.sol.org.tr/sonuncu-kavga/taksim-dayanismasi-ellerimizde-karanfiller-22-haziranda-taksimdeyiz-haberi-75103

Taksim Dayanışması, tüm direnişçileri kaybedilenleri anmak, talepleri tekrar hatırlatmak ve tüm Türkiye’de yaşanan şiddeti kınamak üzere 22 Haziran Cumartesi günü saat 19.00’da karanfillerle Taksim Meydanı’nda buluşmaya çağırdı. Taksim Meydanı ve Gezi Parkı’nda elbirliği ile yaratılan demokrasi ve dayanışma cennetinden yayılan özgürlük şarkısının bütün engellemelere karşın tüm dünyaya dalga dalga yayıldığını vurgulayan Taksim Dayanışması, “Taleplerimizden ve kazanımlarımızdan vazgeçmedik ve vazgeçmeyeceğiz” dedi.

Taksim Dayanışması tarafından yapılan eylem çağrısında şu ifadelere yer verildi:

“Yurdumuzun dört bir yanında parklarımız ve meydanlarımızda yeşeren ve ortak irademizi oluşturmak için gerçekleştirilen forumlar; demokrasi, dayanışma ve barış içinde yeni bir yaşam için zifiri karanlıkta yol gösteren umut ışıklarımız olmuştur.

Tekrar ediyoruz, bizi biz yapan bütün değer ve renklerimizle, sarsılmaz bir sağduyu, direnme gücü, kararlılık ve inanılmaz bir yaratıcılıkla, yaşamın olduğu her alanda hala bir aradayız.

Kayıplarımızı anmak, taleplerimizi tekrar hatırlatmak ve hala bugün Mersin’de, Ankara’da ve tüm Türkiye’de yaşanan şiddeti kınamak üzere Cumartesi günü saat 19.00’da karanfillerimizle Taksim Meydanımızda buluşuyoruz.

Yaşasın dayanışmamız…

Her yer Taksim her yer direniş…”

TAKSİM DAYANIŞMASI

Haz
21
2013
0

“İKİ” (Zafer Yalçınpınar)

“iki”
Zafer Yalçınpınar

(2011-2013 şiirlerinden ara-imgelem…)

pdf:  https://bit.ly/2iki2

Haz
21
2013
0

Kargaşa 13: “jurnal”

Kargart tarafından düzenlenen geleneksel “Kargaşa” sergisinin 13. salınımı 30 Haziran 2013’e kadar gezilebilir:
https://evvel.org/kargasa-13-jurnal-12-30-haziran-2013

Haz
21
2013
0
Haz
21
2013
0

Krallar ve Soytarıları (Ali Rıza Esin)

Bkz: https://durumsama.com/yazi/krallar-ve-soytarilari/

Bir megalomana “dünyanın en karizmatik ve en güçlü adamı sensin” dersen bunu kabul etmekle kalmaz, buna dair inancını da pekiştirir. Bunu ben söylemiyorum, psikologlar söylüyor; bir bünyelerarası yaşantıyı tarifle.

Birisine olumlu anlamda “sen dünyanın en bilmemnesisin” demek o insana iltifattan sayılabilir —yerine göre— ama bunu tüm soyutluğuna rağmen gerçek olarak kabul etmeye hazır bir insanı tarif ederken söylemek, beyinsizlik değilse, duyacakların aklına hakarettir; bir çeşit insan zaafını kötüye kullanmaktan başka…

Dalkavukluk, yalakalık ve soytarılık tarihi, bu zayıflıktan faydalanmayı bilen, insan zaaflarından çıkar devşirmekte mahir olanlarca yazılmıştır — yazılmaya da devam etmektedir. Kraldan çok kralcılar, krallıklardan nemalanan işbirlikçilerin tarihi…

İşaret ettiğim yönüyle “faydacılık”, yalnızca temel ideolojisi bu olanların veya karakteri böyle olanların kullandığı bir yöntem değildir. Dünyanın ancak böyle yaşandığında yaşamaya hak kazanılan bir yer olduğunu düşünenler ve bu düstura göre davrananlar haricinde, toplumun genel tavrına bakarak karşılaştığı geçici bunalımları ancak böyle atlatabileceğini ön/gören ve bir noktadan sonra hayatını kendine böylesi fırsatlar yaratmaya adayanlar, yakaladıkları “durumları” değerlendirenler de, niyeti bozanlar da vardır.

Walter Benjamin, Zentralpark başlıklı yazısında bir dönemin entelektüel hava değişiminin hayat standartlarını nasıl dönüştürdüğünü (de) anlatırken bu olgudan dem vuran görüşü şu cümlesiyle mühürler:

“Baudelaire, onur namına hiçbir şeyin verilmediği bir toplum içinde şairin onur hakkını talep etmeye mecbur bırakılmıştı. Tavırlarındaki soytarılık bundandır.”

Baudelaire bir soytarı değildi.

Eyvallahçılık… “köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek”çilik… Bunları içine “fırlatıldığımız” oyunun kurallarından saymaya devam ediyoruz. Sosyal hayvanlardanız nitekim. Görünür görünmez her türlü riyakârlıkla geçinip gitmektir işimiz — ve devrimcilikle sınanmışlarımız hariç, “böyle gelmiş böyle gider”ciyiz.

Devrimler tarihi krallıkların nasıl ortadan kaldırıldıklarını anlatan hikâyelerle doludur ama hiçbiri temel insanlık arızalarından bahsetmez bize: Hitler’den bahseder, faşizmden bahseder, kapitalizmden bahseder, komünizmden falan bahseder… Çünkü çıplak insan, bir başına hiçtir. Her bir insan, başka bir dünyadır çünkü ve tek tek ele alınması zordur. Her birey, şucudur, bucudur, insan olmaklıktan önce. Karşısındakini öyle tanımaya koşullandırılmıştır bireyler. Her sosyal durum, tek tek o duruma neden olan unsurlardan daha büyük, daha kitlesel, toplumsal olaylar bağlamında, genellenerek, toptancılıkla ele alınmalıdır — ki siyaset işlesin. Bunu yaparken sadece ideolojiler değerlendirilmeli, “ahlakçılık” şeklinde nitelendirilebilecek söylemlerden özenle kaçınılmalıdır. Siyaset ahlakı referans almaz.

Peki de, bu oyunda yaşanan her tatsızlık, çok temel insan zayıflıklarının (bkz. “arızalarının” demekten kaçınırken) eseri değil mi?.. — ve bu zayıflıklar üstünden geçinenlerin?

Ayfer Tunç’un bir yazısında “Benim dünya görüşümü insana saygı, özgür düşünce, vicdan, adalet duygusu, haysiyet ve erdem oluşturur. İçinde yaşadığım çağdan şiddetle mustaribim, dünya görüşümün içinde yer alan bütün kavramlar sızlıyor.” demesini insanlığın bu hallerinden mustarip bir insanın haykırışı gibi de okumamak elde mi?

Soytarılık kurumu yıkılmadan krallık kurumu yıkılmaz. Krallık kurumunu ortadan kaldırmakta samimi olanlar, önce soytarılık kurumunu ortadan kaldırmalıydılar. Krallık kurumu ancak kurumsal soytarılığın ortadan kaldırılmasıyla yıkılabilir. Soytarılıklara yol açan bir düzenin insanlığı yücelten bir düzen olmadığını kabul etmek, yukarıda saydığım türden canlıların işine gelir mi?

Bu mümkün görünmüyor…

ama “başka bir dünya mümkün” hâlâ.

İyi ki…

Ali Rıza Esin

Haz
21
2013
0

Bir Mimarın Değerlendirmesi

Mimar Ömer Kanıpak tarafından kaleme alınmış ve Gezi Parkı olaylarının neden bu noktalara geldiğinin irdelediği çok önemli bir yazı…

Bkz: https://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=423940

Haz
20
2013
0

Kitap: “Büyülenme” (Hermann Broch)

buyulenme-KAPAK-193x300

“Büyülenme”, Hermann Broch

İthaki Yay., Haziran 2013
Çeviren:  Süheyla Kaya

Bkz: https://www.edebiyathaber.net/hitler-kitleleri-nasil-buyuledi/

*

Haz
20
2013
0

ITUC, IUL, ITF: “Yalnız Değilsiniz!”

Gezi Direnişi ’ne destek veren üç büyük uluslararası emek örgütü “Yalnız değilsiniz” çağrısı yaptı.

Dünya Sendikalar Konfederasyonu (ITUC), Dünya Gıda Sendikaları Konfederasyonu (IUL), Dünya Taşıma Konfederasyonu (ITF) tarafından yapılan çağrıda, “Taksim, İstanbul ve Türkiye’de demokrasi için ayağa kalkanlar dünya halkları ve uluslararası emek örgütleri sizinledir” denildi.

Üç emek örgütü 158 ülkedeki üye ve kardeş sendikalarına çağrı yaparak 21 ve 22 Haziran günlerinde Türkiye’deki demokratik protesto hareketine destek vermeye çağırdı.

Yapılan eylem planlarına göre mümkün olan başkentlerde büyükelçiliklere gidilerek hazırlanan mektupların verilmesi, alanlarda kitlesel gösteriler düzenlenmesi ve yapılan dayanışma hareketine güç verilmesi kararlaştırıldı. Söz konusu günlerde Avrupa Latin Amerika ve Uzak Doğu’da çok sayıda eylem planlanıyor. Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde ise sendikaların da katılıp desteklediği yığınsal protesto eylemleri düzenlenecek.

(…)

Bkz: https://haber.sol.org.tr/sonuncu-kavga/dunya-sendikalarinin-cagrisi-yalniz-degilsiniz-haberi-74950

Haz
20
2013
0

Uluslararası Popüler Müzik Araştırmaları Derneği’nin (IASPM) Bildirisi

Uluslararası Popüler Müzik Araştırmaları Derneği (IASPM) tarafından yapılan açıklama şöyle:

“Türkiye halkının tencere, tava ve ıslıklarla yaptığı müzik, Türkiye’deki AKP hükümetinin çeşitli yönlerine karşı yapılan gösterilerin önemli bir parçasıdır.

Türkiye’de hükümetin otoriter tutumu, hukuki düzenlemelerde ve toplumsal konulardaki eğiliminin İslami bir eğilim olarak algılanması ve barışcıl göstericilere karşı saldırı ve gözaltıları da içeren, gösterilere karşı ser tutumu gibi muhtelif sıkıntılar mevcuttur.

Tencere, tava ve ıslıklarla müzik yapan Türkiye halkı ve aralarında öğrenci ve meslektaşlarımızın da bulunduğu müzisyenler tüm gün ve gece sokaktalar ve bir çoğu AKP adına hareket eden polis gücü tarafından gözaltına alınıyor veya zarar görüyor.

Gösterilerde caz, folk, klasik, geleneksel ve Latin müziği gibi, müziğin her türü hem canlı yapılıyor hemd e video kayıtları alınıyor ve sosyal medyada paylaşılıyor. Bununla birlikte, Türkiye’deki yaygın pop ve rock müzisyenlerinin müziği gösterilerde hiçbir şekilde kendini göstermiyor. Gösterilerde, özellikle İstanbul ve İzmir’de daha çok amatör müzisyenlerin sesini duyduk. Bu amatör müzisyenler küçük rock grupları, bakır üflemeli grupları, perküsyon grupları, protest müzik grupları çok sesli ve tek sesli ya da heterofonik korolar olarak müzik yapıyorlar. Ancak, nadiren olmakla beraber Gezi Parkı’ndaki sahdene yapılan Gezi Band ve Gezi Parkı Filarmoni konseri gibi profesyonel performanslar da oluyor. Bazı tanınmış müzik grupları da, direniş için çıkardıkları profesyonel kayıtlarını internet üzerinden yayınlıyorlar.

Yine de her yerde duyduğumuz ses, hükümetin otoriter tutumuna direnen Türkiye halkının tencere, tava ve ıslıklarla yaptığı müziktir.

Müzik üzerine çalışan akademisyenler olarak bizler, tencere, tava ve ıslıklarla müziğini yapan Türkiye halkına, diğer müzisyenlere, meslektaş ve öğrencilerimize desteğimizi ilan ediyoruz.”

(Kaynak: soL Haber Portalı)

Haz
19
2013
0

Taksim Dayanışması’nın Açıklaması (19 Haziran 2013)

Taksim Dayanışması, internet sitesinden yayımladığı bildiride Gezi Parkı direnişinin bitmediğini, İstanbul’un çeşitli parklarında her gece saat 21.00′da düzenlenecek toplantılarla devam edeceğini bildirdi:

“Yurdumuzun dört bir yanından, meydanlarımızdan, parklarımızdan, evlerimizden, odalarımızdan, sendikalarımızdan, partilerimizden, kısacası her neredeysek oradan sesleniyoruz.

Bizi biz yapan bütün değer ve renklerimizle, sarsılmaz bir sağduyu, direnme gücü, kararlılık ve inanılmaz bir yaratıcılıkla, yaşamın olduğu her alanda bir aradayız. Taleplerimizden ve kazanımlarımızdan vazgeçmiş değiliz.

Unutturmak isteyenler ve varsa hala duymayanlar için bir kez daha kez daha hatırlatalım.

  • Taksim ve Kızılay başta olmak üzere Türkiye’deki tüm meydanlarımızda, kamusal alanlarımızda, toplantı, gösteri, eylem yasaklarına ve fiili engellemelere son verilmesini; ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmasını,
  • Taksim Gezi Parkı’ndaki yıkıma karşı direnişten başlayarak, halkın en temel demokratik hak kullanımını engelleyen, şiddetle bastırma emrini veren, bu emri uygulatan ve uygulayan; binlerce, insanın yaralanmasına, beş yurttaşımızın ölmesine neden olan sorumluların, başta İstanbul, Ankara, Hatay ve Adana Valileri ve Emniyet Müdürleri olmak üzere tüm sorumluların görevden alınmasını,
  • Gaz bombası ve benzeri materyallerin kullanılmasının yasaklanmasını,
  • Ülkenin dört bir yanında direnişe katıldığı için gözaltına alınan yurttaşlarımızın derhal serbest bırakılması, haklarında hiçbir soruşturma açılmayacağına ilişkin açıklama yapılmasını,
  • Afet zamanlarında da toplanma ve korunma yerlerimiz olan Gezi Park’ı başta olmak üzere halkın kullanımına kapalı bütün parklarımızın bir an önce kullanıma açılmasını, önemle ve acilen talep ediyoruz.

Siz, yetkili ve ilgili makamları bizlerin adına işgal edenler biliniz ki bu talepleri yerine getirmekten ve dünyanın gözü önünde işlediğiniz insanlık suçu şiddetin hesabını vermekten; bazı siyasi grupları, taraftar gruplarını ve kişileri hedef göstererek kaçamazsınız. Bu talepler artık sadece bizlerin değil, dünyanın tüm duyarlı insanlarının da talepleridir.

Evrensel hukuka aykırı bir şekilde ev baskınlarıyla yüzlerce arkadaşımız gözaltına alınmıştır. Gözaltındaki ve hastanelerde tedavi altındaki dostlarımızın her türlü hukuki ve insani gereksinimlerinin karşılanabilmesi ve hepimizin desteğinin sunulması için ilgili bileşenlerimiz tarafından yapılan ziyaretler ve hizmetler sürdürülmektedir.

Acımasız, hukuksuz, akıl ve vicdan tanımaz şiddet uygulaması nedeniyle hastaneler, ulaşabilen binlerce kişi tedavi altındadır. Ayrıca, son günlerde İstanbul sokaklarında çantalar aranmakta ve sağlıklarını, yaşamlarını korumak amacıyla insanların taşımak zorunda kaldıkları basit toz maskeleri ve gözlüklere, emniyet güçleri tarafından el konulmaktadır. Bazen de bu korunma malzemelerini taşıyanlar gözaltına alınmaktadırlar. Bu uygulama insanların en temel hakkı olan yaşam, beden ve ruh sağlığını koruma hakkını tehlikeye atmaktadır. Bu uygulamaya derhal son verilmeli, uygulayanlar hakkında işlem yapılmalıdır.

Bizler şimdilik afet halini alan ve tıpkı deprem gibi ne zaman, nereden ve neyin tetiklediği belli olmayan bu şiddete karşı, afet toplanma alanlarımız olan parklarımızda her gece saat 21.00’de kendi kararlarımızı verip bu kararlarımızı yaptığımız dayanışma toplantılarında ortaklaştırıyoruz. Ülkemizde demokrasinin yaralarını sarıyor ve barışıyoruz…

Bizi korkutmaya, bölmeye, yalnızlaştırmaya çalışanlar bilsinler ki hiç birimiz yalnız değiliz. Sokakta, yolda, işte, meydanlarda, mahallelerde birbirimizi korumaya kollamaya ve anlamaya devam ediyoruz.

Yaşasın dayanışmamız…

Her yer Taksim her yer direniş…

TAKSİM DAYANIŞMASI

(Kaynak: Sol Defter)

Haz
19
2013
0

Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin Bildirisi (19 Haziran 2013)

Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) Genel Yönetim Kurulu, basına yönelik baskıları kınayan bir açıklama yaptı:

https://www.edebiyathaber.net/cagdas-gazeteciler-dernegi-basin-ozgurlugu-agir-tehdit-altinda/

*

Haz
18
2013
0

Alain Badiou’nun Gezi Parkı Değerlendirmesi

Bkz:  https://www.soldefter.com/2013/06/18/alain-badiou-turk-halki-ayaga-kalkiyor/

“Tüm Türkiye’de eğitimli gençliğin büyük bir bölümü şu anda hükümetin baskıcı ve gerici uygulamalarına karşı büyük bir harekete öncülük ediyor. Bu benim ‘Tarihin Yeniden Doğuşu’adını verdiğim önemli bir andır. Dünyada pek çok ülkede bir kısım entelektüel ve orta sınıf tarafından eşlik edilen ortaokul, lise, üniversite gençliği Mao’nun meşhur sözüne yeniden hayat veriyor: ‘İsyan etmek haktır.’ Alanları, sokakları ve sembolik yerleri işgal ediyorlar; yürüyorlar, özgürlük, ‘gerçek demokrasi’ ve yeni bir hayat arzuluyorlar. Hükümetin  muhafazakâr politikalarından vazgeçmesini yoksa istifa etmesini istiyorlar. Devletin polisinin şiddetli saldırılarına karşı koyuyorlar.

Bunlar benim ani ayaklanmanın özellikleri dediğim: popüler devrimci politik hareketin potansiyel güçlerinden biridir- eğitimli gençlik ve maaşlı küçük burjuvanın- kendi adına gerici hükümete karşı çıkmasıdır. Şunu içtenlikle söylüyorum: bunu yapmak haktır! Ama bunu yapmak önümüze bu başkaldırının süresi ve ölçeği sorununu çıkarmaktadır. Harekete geçmek doğrudur, ama düşünsel bağlamda ve gelecek için bunun asıl sebebi nedir?

Bütün sorun bu cesur kalkışmanın gerçek bir tarihi isyanın yolunu açıp açamayacağıdır. Bir ayaklanma  tarihidir- sadece Tunus ve Mısır’da gördüğümüz budur ki mücadelenin sonucu bu ülkelerde hala belirlenmiş değildir- ortak sloganlar altında yalnızca bir değil yeni devrimci politikanın pek çok aktörünü bir araya getirirse: örneğin eğitimli gençlik ve orta sınıf,  işçi sınıfı gençliğinin geniş kısmı, işçiler, kadınlar, düşük ücretli çalışanlar ve daha pek çoğu. Bu isyanın ötesindeki hareket kitlesel bir protestoya doğru  yeni bir tür organize politika olasılığı yaratıyor, sürdürülebilir bir politika, halkın gücüyle politik fikirlerin paylaşımını kaynaştıran ve böylece ülkenin genel durumunu toptan değiştirebilecek güce ulaşıyor. Biliyorum ki bir kısım Türk arkadaşlarımız bunun tamamen farkındadırlar. Özellikle şu üç şeyi biliyorlar: aykırılıklar konusunda hata olmamalı; hareket ‘Batı Arzusu’ yoluna girmemeli ve popüler kitlelerle yaratıma katılmalı, kendileri dışında insanlarla- işçilerle, küçük işverenle, kadınlarla, çiftçilerle, işsizlerle, yabancılarla ve daha fazlası- şu anda bilinmeyen politik örgütlenme türleriyle.

Örneğin bugün Türkiye’de asıl ayrılık muhafazakâr İslam diniyle ve düşünce özgürlüğü arasında mıdır? Böyle olduğunu düşünmenin tehlikeli olduğunu biliyoruz, ama her şeyin ötesinde kapitalist Avrupa’da genel kanı bu şekildedir. Tabi ki, mevcut Türk hükümeti baskın dine bağlılığını açıkça beyan ediyor. Bu İslam dini, fakat sonuçta bu bilindik bir olaydır: bugün bile, Almanya Hıristiyan demokratlar tarafından yönetiliyor, Amerikan başkanı yeminini İncil üzerine ediyor, Rusya’da başkan Putin sürekli Ortodoks din adamlarını tatmin etmeye çalışıyor ve İsrail hükümeti Yahudi dinini kullanıyor. Gericiler her yerde ve her zaman dini, popüler kitleleri yanlarına çekmek için kullandılar; bunun özellikle ‘İslam’la ilgisi yok. Ve bu hiçbir şekilde  din ve düşünce özgürlüğü arasındaki karşıtlık Türkiye’deki şu anki mevcut muhalefeti bu şekilde görmeye sebep olmamalıdır. Net olarak ortaya konması gereken dinin gerçek politik sorunları gizlemek için kullanılması, kitleler ve Türk kapitalizminin oligarşik yapılanması arasındaki temel çatışmanın gölgede bırakılmasıdır. Deneyimle sabittir ki, din kişisel, özel inanç açısından özgürlük politikalarına uyumlu değildir. Bu hoşgörü eğilimiyledir ki, din ve devlet erkinin karıştırılmaması ve insanların kendi içinde dini inanç ve siyasi kanaatleri arasında ayrım yapmaları, varolan ayaklanmayı tarihi bir başkaldırı niteliğine ve yeni bir politik yol icat etme yoluna sokmalıdır.

Benzer bir şekilde, arkadaşlarımız son derece emin oldukları, şu an Türkiye’de yaratılan  şeyin ABD, Almanya ya da Fransa gibi zengin ve güçlü ülkelerde hali hazırda var olan şeyin arzusu olamaz. ‘Demokrasi’ kelimesi bu bağlamda muğlâktır. İnsanlar toplumun gerçek bir eşitliğe yürüyen yeni bir örgütlenişini mi icat etmek istiyorlar? ‘Dini’ hükümetin kölesi olduğu, fakat Türkiye’de  Fransa’da da görüldüğü ve tekrarlanabileceği gibi din karşıtı kesimlerin  de hizmet ettiği kapitalist oligarşiyi mi yıkmak istiyorlar? Ya da merkez Batı ülkelerinde orta sınıfın yaşadığı gibi mi yaşamak istiyorlar? Hareket toplumsal eşitlik ve özgürlük fikriyle mi yönlendiriliyor? Yoksa Batı-tarzı bir ‘demokrasinin’ temel dayanağı olan ve sermayenin otoritesine tamamıyla bağlı olan yerleşik bir orta sınıf yaratma arzusu mudur? Gerçek politik anlamıyla bir demokrasi mi kurmak istiyorlar, zenginler ve toprak sahipleri üzerinde halkın gerçek gücünü uyguladığı, yoksa şu anki batılı anlamda en vahşi kapitalizm etrafında bir anlaşma, yeter ki orta sınıf da bundan payını alabilsin ve iş dünyasının temel işleyişlerine, emperyalizme ve dünyanın yokedilmesine karışılmadığı sürece istediği gibi yaşayıp konuşabilsin? Bu seçim şuanki başkaldırının sadece Türk kapitalizminin modernleşmesi ve dünya pazarına uyumlu hale gelmesi,  yaratıcı bir özgürlük siyasetine uyumlanıp  Komünizmin evrensel tarihine yeni bir hız verip vermeyeceğini belirleyecektir.

Ve bunun için nihai kriterler aslında gayet basittir: eğitimli gençlik onları tarihi bir ayaklanmanın diğer potansiyel aktörlerine yakınlaştıracak adımları atmalıdır. Hareketlerinin heyecanını kendi sosyal varlıklarının dışına yaymalıdırlar. Geniş kitlelerle birlikte yaşam, düşünce, yeni siyasetin pratik yeniliklerini paylaşım araçları  yaratmalıdırlar. Kendi çıkarları için içlerinde yükselen ‘Batı’ tipi demokrasiye uyum sağlama arzularını: yani dünya sermaye ve mal pazarına uyum sağlamış bir oligarşik gücün basit, kendine çıkarına hizmet eden, seçilen ve kusurlu bir demokrasinin müşterisi olan orta sınıfın varolmasını sağlamak-bırakmalıdırlar. Buna kitlelerle bağlantı denir. O olmadan, şu anki hayranlık uyandıran başkaldırı daha uyumlu ve köleliğin daha tehlikeli bir haline dönüşerek sona erer: bizim kendi kapitalist toplumlarımızda alışık olduğumuz gibi. Biz Fransa’nın emperyalist Batının diğer ülkelerinin entelektüel ve militanları sizden bizimkine benzer bir durumun ortaya çıkmasından sakınmanızı rica ediyoruz. Size, sevgili Türk arkadaşlarımıza diyoruz ki; bize yapacağınız en büyük iyilik  bu ayaklanmanızın  sizi bizim olduğumuzdan daha farklı bir yere götürdüğünü kanıtlamanızdır yani bugün bizim maddi ve entelektüel anlamda çürüyen yaşlı, hasta ülkelerimizin imkânsız kalacağı bir durum yaratmaktır.

İyi ki, modern Türkiye’de arkadaşlarımız arasında bizim gibi olmak  gibi bir yanlış hevesten uzak duracak etmenlerin olduğunu biliyoruz. Bu büyük ülke, uzun ve çileli tarihiyle bizi şaşırtabilir ve şaşırtmalıdır da. Politik ve tarihi bir yeniliğin hayat bulması için ideal yerdir. Yaşasın Türk gençliğinin ve yoldaşlarının başkaldırısı! Yaşasın gelecek siyasetinin yeni kaynağının yaratılışı!”

ALAIN BADIOU

Bkz: https://www.soldefter.com/2013/06/18/alain-badiou-turk-halki-ayaga-kalkiyor/

Haz
18
2013
0

Ressam Galip Nahit Noyan vefat etti…

Büyükada sakinlerinden ressam Galip Nahit Noyan vefat etti…

Bkz: https://wp.me/s2Emvm-2720

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com