Eyl
03
2018
--

UPAS Anlatı: “Varoluş Denemeleri” (Tan Tolga Demirci)

 

Varoluş Denemeleri, Tan Tolga Demirci
UPAS Yayın/Anlatı, Eylül 2018, 20 Sayfa
Okumak için: bit.ly/varolusdenemeleri


“Gerçeküstücü imgelemiyle ve filmleriyle tanıdığımız yönetmen Tan Tolga Demirci, Varoluş Denemeleri adlı metninde sahne katmanlarına gerçektüstücü nüveler ekliyor ve okuyucunun zihninde felsefi bir alan derinliği  yaratmak için ontolojik deneyler uyguluyor.” (Zy)


Önemli Not: “Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla dijital yayıncılık serüvenine başlayan UPAS Yayın‘ın tüm kitaplarını upas.evvel.org adresinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz.

Ağu
28
2018
--

UPAS’ın ilk kitabı “İLHANBERKİĞNE” yayımlandı…


UPAS‘ın ilk kitabı “İLHANBERKİĞNE” yayımlandı…


“Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” için yola çıkan UPAS Yayın, sıkı şiirin kurucularından İlhan Berk‘le birlikte özgür yayıncılık serüvenine başlıyor!

2018 yılı, İlhan Berk’in doğumunun yüzüncü, ölümünün ise onuncu yılı olma özelliğini taşıyor. Zafer Yalçınpınar tarafından kaleme alınan İLHANBERKİĞNE, İkinci Yeni’nin “uç beyi” olarak tanınan İlhan Berk’in poetikasına dair izlenimleri, felsefi yaklaşımları ve çeşitli efemeraları içeriyor.

İLHANBERKİĞNE‘nin tam metnini https://upas.evvel.org/ilhanberkigne.pdf adresinden pdf dokümanı olarak okuyabilirsiniz.

UPAS Yayın, Eylül 2018’de dolaşıma girecek olan “Kirli Çıkın”(Rafet Arslan), “Varoluş Denemeleri”(Tan Tolga Demirci), “Ölü Deve Dikeni”(Eren Burhan) ve “Kötü”(Zafer Yalçınpınar) başlıklı kitaplarla özgür yayıncılık serüvenini sürdürecek…

Detaylar için upas.evvel.org adresini ziyaret edebilir, şiirsel materyallerinizi
ve kitap dosyalarınızı upasnesriyat@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.

Son olarak, şunu unutmayın;
“ŞİİR, herkesi sevmek zorunda değildir!”

Ağu
21
2018
--

Rüzgâr Defteri’nin 2. edisyonu yayımlandı…

Zafer Yalçınpınar​, “Rüzgâr Defteri”
YAYINPasaj69.org, Ağustos 2018, 2. Edisyon, 34 Sayfa

Okumak için: https://bit.ly/ruzgardefteri2


(…) “Rüzgârı düşünüyorum” deseydim, inanır mıydın buna? Örneğin, rüzgârın resmi nasıl çizilir, nasıl boyanır? Evet, eğilmiş ağaçlar, uğuldayan tepeler, dolgun yelkenler, sallanan yapraklar, vuran kapılar, kepenkler, toz bulutları: Hızla büyüyen sarmaşıksı bir duygu. Ancak, hiçbirisi rüzgârın anlamını karşılamıyor: Bunlar rüzgârı algılamamızı sağlayan imgeler, göstergeler; yani, gördüklerimiz: Rüzgârla -rüzgârın etkisiyle- devinen şeyler bunlar, rüzgâr değil. (…)


Deftere dair Uğur Yanıkel’le birlikte gerçekleştirdiğimiz “Rüzgârı Şiirlemek”
başlıklı söyleşiyi https://bit.ly/ruzgarisiirlemek adresinden okuyabilirsiniz.

Ayrıca bkz: https://evvel.org/ilgi/ruzgar-defteri

Tem
28
2018
--

“Dilin sürdürülebilirliği poetikanın gelişimine bağlıdır.” (Zafer Yalçınpınar)

“Bu gazete kupüründe ne yazdığını bilmiyorum. Japonca mı, hangi dilde onu da bilmiyorum. Ama, bu kâğıt parçasını toprağa gömünce bir bitki(çiçek) yeşeriyor; tohum alaşımlı, özütlü bir kâğıtta kelimeler, cümleler icat etmişler… Şiir dili:- dilin şiirle sürekli genişleyen ‘imgesel alan derinliği’ geliyor aklıma; “Sıkı şiir dediğimiz şey de bu kâğıdın özütü gibi olmalı!” diyorum kendime. Dilin tüm zamanlardaki yaşamını, salınımını ve varoluşunu düşünüyorum.* Sonuç şu: Tüm retorik katmanları (logos, ethos ve pathos) sürdürülebilirliklerini ‘imgesel alan derinliği’nin milimetrik(karınca adımlarıyla) gelişimine borçludur.”

Zafer Yalçınpınar
Temmuz 2018

* “Şöyle söylemekle sanıyorum, felsefeyle ilgili tutumumu özetlemiş oluyorum: Felsefenin aslında şiir olarak kurulması gerekir. Buradan da, bana öyle geliyor ki, düşüncemin ne denli şimdiye, geleceğe ya da geçmişe ait olduğu çıkar. Çünkü böylelikle, yapabilmek istediğini tam yapamayan biri olduğumu itiraf ediyorum.” (Ludwig Wittgenstein, Yan Değiniler, Çev: Oruç Aruoba, 6:45 Yay., 1999, s.23) Oruç Aruoba’nın Notu: Şiir olarak kurmak: “dichten”. Birçok başka dilde olduğu gibi, Türkçe’de de tam karşılığı olmayan bir fiil: Şiirlemek(?!)


Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “Poetika Çalışmaları” başlıklı ilgilere https://evvel.org/ilgi/poetika-calismalari adresinden ulaşabilirsiniz.

Tem
25
2018
--

“Yaşıyorum” (Paul Eluard)

(…)

Yaşıyorum sürüp giden ırmakta ışıldayan
Karanlık ve duru
Gözlerin gözkapaklarının ırmağında
Havasız ormanda durgun çayırda
Uzakta yitik bir gökyüzüyle birleşmiş denize doğru
Yaşıyorum çölünde donmuş kalmış bir kalabalığın
Tek insanın çokluğunda
Yeniden bulduğum kardeşlerimde
Yaşıyorum bir arada kıtlıkta bollukta
Gündüzün düzensizliğinde düzeninde karanlığın

(…)

Paul Eluard
“Ağızda Bir Sevi”, Çev: Sabahattin Kudret Aksal
De Yayınları, 1964, 1.Baskı, s.51

Tem
25
2018
--

Yavaştan başlıyoruz: UPAS, neşriyat!


“Sıkı şiire öncelik vermek” ve “imgelemin özgürleşmesini sağlamak” amacıyla UPAS neşriyatı oluşturduk! Sözün özü şu: Dijital yayıncılık alanındaki serüvenimize başlıyoruz. Detaylar için upas.evvel.org adresini ziyaret edebilir, şiirsel materyallerinizi ve kitap dosyalarınızı upasnesriyat@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.

İlk kitaplarımız ile UPAS~zine‘in ilk sayısı, Eylül 2018‘de (pdf dokümanı biçeminde) yayımlanacak. Bakalım neler olacak! Tüm gelişmeleri instagram hesabımızdan (@upasyayin) takip edebilirsiniz.

Son olarak, şunu unutmayın; “ŞİİR, herkesi sevmek zorunda değildir!”

Görüşmek üzere…

Zafer Yalçınpınar
7/7/2018


May
25
2018
--

Ece Ayhan’ı Ararken… (Doğan Kemancı)

“İkinci Yeni!  ikinci Yeni!  diye
burnundan getirdiler adamların,
şimdi kıymete bindi.”
Murathan Mungan’dan aktaran Ece Ayhan

“ECE AYHAN’I ARARKEN…”
Yazan: Doğan Kemancı

1969 yılıydı. Türkiye İşçi Partisi Kadıköy İlçesi, Altıyol otobüs durağının arkasındaki binanın dördüncü katındaydı. Biz on beş, on altılık liseliler özellikle TKP davasından yatıp çıkmış Şevki Akşit’in diyalektiği, materyalizmi, ‘çıt usul İsa asi olmuş’u anlatan derslerini büyük ilgiyle izlerdik. Üsküdar İlçesi’nde ise Doğu Perinçek’i görmüştük ilk kez. Din ve Marksizm diye bir konferans vermişti. Işıl ışıl parlayan gözleri vardı. Dışarıda ezan başlayınca konuşmasını kesip beklemişti bitene kadar.

Biz küçükler partiye üye olamazdık ama her tarafa gönüllü koşar, yakalanırsak Sirkeci’de, Sansaryan Hanı’nın en üst katındaki ‘K’ masasına götürülürdük. Boş kalınca da ilçe örgütündeki kitapları okuyup ‘bilinçlenmeye’ çalışırdık. Edebiyat dergilerini karıştırırken ise en çok, Yeni Dergi’lerin her sayısında şiiri çıkan Ece Ayhan’ı şahsen çok merak ederdim. Bu şiirleri yazan nasıl birisi acaba diye düşünürdüm.

Aralık ayının ortalarında bir gün, Behramoğlu kardeşlerin en küçüğü Turan’la Kadıköy İlçe binasında oturuyorduk. Benden dört yaş büyüktü, üniversiteliydi Turan. Ya, ne kadar çok Stalinci olduğundan sözeder ya da dakikalarca, sessizce boşluğa bakardı. İkimiz de parkalı, postallıydık. Benimkiler Osmanağa Camii’nin yanındaki bit pazarından alınma ucuz Türk malıydı. Turan’ınkiler gıcır gıcır Amerikan PX’inden çıkmaydı! O  gün, öğleden sonra çok acı bir haber geldi. Faşistler Yıldız Teknik’te devrimci bir arkadaşımızı, Battal Mehetoğlu’nu vurmuşlardı. Turan’la ben, hemen Beşiktaş’a doğru yola çıktık. Yıldız Teknik’in önünde devrimciler kapıyı tutmuş, kontrol etmeden kimseyi içeri almıyorlardı. Turan, ‘Ataol’un kardeşiyim’ deyince hemen kenara çekilip bizi de içeri aldılar. Battal’ın cenazesi iki gün sonra Sirkeci’den büyük bir törenle Malatya’ya uğurlandı. Annesi İnsaf Ana’ya bir gazeteci neler hissettiğini sorunca o da, “Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler” demiş. İşte Ece Ayhan’ın ‘Meçhul Öğrenci Anıtı’ şiiri bu yanıttan çıkmıştı…

Ece Ayhan ve Doğan Kemancı

1970’in ilk aylarında, tam Milli Demokratik Devrim çizgisinin doğru olduğuna karar verdiğim bir sırada MDD’ciler de ikiye bölündü! Ne garip bir tesadüftür ki, Proleter Devrimci Aydınlık’ın 3-17. Sayısındaki Şahin Alpay’ın müthiş didaktik ‘İşçi Sınıfı ve Milli Demokratik Devrim’ yazısını okuyup, ölene kadar (beyaz) Aydınlıkçı olmaya karar verdim! Gene o senede, bir gün Cağaloğlu’ndan aşağı inerken Vilayet Han’ın ikinci katındaki De Yayınları’na çıkıp Memet Fuat’a sormuştum; ‘Ece’yi nerede bulabilirim?’diye. ‘Bilmiyorum’ demişti. Ne Çengelköy’den, ne de Üsküdar’dan söz etmemişti.

1980’de artık epey büyümüş, Aydınlık Gazetesi’nde çalışıyordum!  Nezih Coş, Sanat Sayfası’nı hazırlardı. Bir gün gidip Cemal Süreya’nın yazısını almamı istemişti. Cemal Süreya’nın yeri Çemberlitaş’taydı. Yazısını aldıktan sonra ‘Hiç eski Papirüs kaldı mı?’ dedim. Bir de ‘Ece’yi nerede bulabilirim?’ diye ona da sordum.  Gizemli bir ‘bakarım…’ kelimesi çıkmıştı ağzından.

Ertesi gün gazeteye geldiğimde içi Papirüs dolu koca bir paket masamda duruyordu. Saat dört civarında da Nezih Coş telefonu uzatıp ‘Ece Ayhan… Seninle konuşmak istiyor,’ demişti. Büyükada’da kalıyormuş Ece. ‘Ben de Heybeli’de oturuyorum’ dedim.

‘Başkent’ Sirkeci’de buluştuk. Kolunda tuttuğu kalın yeşil paltosu vardı. Mayıs’ın başıydı. Çok heyecanlanmıştım. Yanımda yürüyen, işte o inanılmaz, pırlanta gibi şiirleri yazan, kafamda şiir sihirbazı diye canlandırdığım Ece Ayhan’dı. Bir süre şaşkınlıktan ne diyeceğimi şaşırdığımı hatırlıyorum. Bir şeyler söylemiştim, o da,‘bu tarafıma geç, o kulağım duymuyor,’ demişti. Sanki uzun zamandır görmediğim abimle, bir yakınımla yeniden buluşmuş gibi hissetmiştim kendimi… Ne kadar arkadaş, kardeş, sıcak ve alçak gönüllüydü. Vapurun Heybeli’ye bu kadar çabuk geldiğini hiç hatırlamıyorum. Yol boyunca anlatmıştı; ‘Ut’ şiirinde Karagöz’ü unutmuş, hâlâ ukdeymiş içinde, niçin Hacivat demiş de Karagöz dememiş… Meğerse ilk şiiri 1954’te Türk Dili’nde değil de 1953 yazında Siirt’te, ‘Siirt’in Sesi’nde çıkmış… Ve insan toplumuyla ilgili ‘doldurulmaz derin kuyuların kuşkulara, kuşkuların düşünceye dönüşmesi’… Ya da yeni keşfedip övünerek söylediği Şeyh Bedrettin’le olan akrabalığı…

Ece, Büyükada’da, eski bir köşkte, Mustafa Irgat ve Teoman Taylan’la birlikte kalıyordu. Teoman için,‘her sene kitaplarını vapurdan indirip eşeğe yükler buraya getirir’ demişti adalı arkadaşlar. Ece’nin de çok hoşuna gidiyordu o kadar kitabın olduğu bir yerde kalmak. Oğlu Ege de gelmişti. Onun için de çok mutluydu. Herhangi bir öğleden sonrası, Büyükada’nın Çankaya, ya da 23 Nisan Caddesi’nde Ece’yle Ege yanyana yürürken görülebilirdi. O yaz, bir sene sonra, 1981’de kaybettiğimiz hikâyeci Ayhan Bozfırat da Büyükada’daydı. Ece’yle birbirlerine epey arkadaşlık ettiler.

Ece’yle yaptığım röportaj Aydınlık’ta yayınlandı. Evinde doldurduğum üç saatlik kasetler için ‘bunları çözmek zor, sen bana soruları ver ben sana yazarım’ demişti. Röportaj fazla ses çıkarmadı. Ama gazetede üç kişi Nezih Coş’u ve beni acil bir yargılama toplantısına çağırdılar. Sanıklar, Ece Ayhan’la röportajı yapan ben ve sayfada yayınlayan Nezih Coş’tu. Yargıçlarımız da Celal Üster, Cenap Nuhrat ve Nur Deriş’ti. Ece’yle ilgili, artık suyu çıkmış saçma sapan suçlamaları, iftiraları, dedikoduları bir kere daha tekrar ettiler. Deliymişmiş de falan filanmışmış da… Hiç bir aydına yakışmayacak bir seviyesizlikle saldırdılar. Ece’nin yaşayan en etkili birkaç Türk şairinden biri olduğunu, yaptıkları suçlamaların onu çekemeyen kabiliyetsizler tarafından uydurulduğunu, kendilerinin de böyle yalanlara alet oldukları için utanmaları gerektiğini başım dik suratlarına söyledim. Onları ikna etmek gibi bir derdim de yoktu zaten. Gerçek şiiri ve şairi sahtesinden ayırmak da bir yetenek meselesiydi doğallıkla… O da pek herkeste olmuyor ne yazık ki!

Aslında röportajı önce Sanat Olayı’na götürüp Alpay Kabacalı’ya vermiştim. Ülkü Tamer yayınlamak istememiş. Ece’nin hatırladığına göre, Aydınlık’ta çıkınca Oruç Aruoba’nın dikkatini çekmiş. Kesip Enis Batur’a vermiş. Ece’nin ilk kez açıkladığı fikirleri vardı yazıda.

O yaz Türkiye İşçi Köylü Partisi, Büyükada’da bir gece düzenledi. Ece de gelmişti. Doğu Perinçek’le kucaklaştılar, en önde oturup izlediler geceyi… Ve sonra meşum 1980 Eylül’ü geldi. Kitaplarımız torbalara doldurulup, eşimiz, kardeşimiz GMC’ye konup Deniz Harp Okulu’na götürüldüler. Ekim’de, Mustafa Irgat İstanbul’a dönünce Ece’ye Adalar’da ev aramaya başladık. Ama o Eceabat’a gitti. Arada bir İstanbul’a geliyor ya Sirkeci’de hasır şapkasıyla aniden karşımda beliriyor ya da bana, Milliyet’e uğruyordu.

1984-1985. Kızıltoprak’ta Nilgün Marmara ve Beyoğlu’nun arka sokaklarında Bilsak’ın iki sokak aşağısında Manço Apartmanı’nın arka odalarında Mustafa Irgat günleriydi. ‘Tezgâhı kurdum’ diyordu Ece her gördüğümde. Arada Mustafa’yı eleştiriyordu. İki avuç fasulye ıslatıyormuş Mustafa. Çok diyordu. Bir avuç yeterdi. Bolluğa alışmış diyordu.

Ece Ayhan ve Cemal Süreya

Nilgün’ün evi hepimizin buluşma yeri olmuştu. Bir çeşit Ece’yi sevenler derneği gibiydi. Rakısını alan geliyordu. Başta Cemal Süreya… Bir Pazar günüydü, hadi Edip’i arayalım dediler. Nilgün’ün kocası Kaan çevirdi Edip Cansever’in numarasını, karşısına eşi Mefharet çıktı, biraz konuşup Cemal Süreya’ya verdi telefonu.

-‘Beni tanımadınız mı?… Cemal… Mefharet değil misin sen?… Ben Cemal Süreya… Edip televizyon mu seyrediyor şimdi kuzu kuzu?… Gelsin de bir hesap sorayım ben ondan…’

Ardından Edip Cansever geldi telefona.  Hastalandığını ve hastalığının adını anlatmaya çalıştı Cemal Süreya’ya.

-‘Ne? Faranjit mi oldun? Adını bile bilmem ağbi, hastalık mı o?… Hepsinin benzerlerini hepimiz geçirdik…. Ayakla ne ilgisi var?… Yapma yahu sen gut olmuşsun gut… Ağbi o zaman o başka hastalıktır o. Öyle küçük isimlerle geçiştirmeye kalkma…’

Ardından Ece konuşmak istemişti.

-‘Edip, çok matrak yahu. Televizyon izlediğin doğru mu?… Hasta mısın?… O zaman yarın geliyorum sana.’

Telefonu kapattıktan sonra Cemal Süreya, Cansever’i ufaktan çekiştirmeye başladı.

-‘Bir gün Edip sevgililerinin birinden ayrılmış, geldi bizim eve, ‘ben Türkçe’yi senden öğrendim’ dedi. N’olacak yahu ben de Melih Cevdet’ten öğrendim diyorum. Ne var bunda? Edip’i yeni şiirle ben tanıştırdım.’

Sonra da Ece’ye döndü.

-‘Sen Kudüs Fareleri’ni getirip bana okutmuştun’ dedi.

Ece inkâr etti.

-‘Yapma Cemal, Şubat’ta Ankara’da değiliz ki okul tatil… Şiir Şubat ayında çıktı ben seni Mayıs ayında tanıdım yahu.’

Cemal Süreya üsteledi.

-‘Şiirlerini bana getirmiştin. 1954’te şiirlerini bana getirmiştin. Getirmek şu, arkadaşına şiirini getirmiştin. Şimdi bak Kudüs Fareleri’ni çıkmadan önce bana okudun ağbi.’

Ve bu böylece devam etti gitti, ta ki Ece zar zor kendisini dinletip tartışmaya değişik bir boyut getirene kadar;

-‘Yılını hatırlamıyorum, 1973 olabilir, Refik’te oturuyoruz Tünel’de, benim sağımda Ömer Uluç solumda Doğan Hızlan oturuyor. Cemal sen de yuvarlak masanın bu tarafındasın yani doğal bir şekilde. Ömer de çın çın gülüyor böyle çok şeyde… Sen alındın… Ben de dedim ki; ‘ya Cemal okuldayken senin dişlerin çok güzeldi’ dedim. Gerçekten okuldayken esmer bir adamsın dişlerin pırıl pırıl bembeyaz esmer olunca daha da belirgin oluyor şeyinde… Şimdi Cemal sen, Ömer Uluç boyuna gülüyor ya çın çın alınmışın, ‘ya acaba bana mı gülüyor’ şeyinde. O günlerde sen de dişlerini yaptırıyormuşsun, ne bileyim ben… Ondan sonra sen bana dedin ki, şimdi Ömer Uluç da gülüyor ya kendi şeyinde,‘sen şiirlerini bana gösterirdin’ dedin birdenbire. Ben de sana ‘Cemal’ dedim, ‘bu tabak uçar o oyuncak gemi batar’ dedim. Sen de bana ‘herkes oyuncak gemi’ dedin ve konu kapandı… Ben daha sonra Ankara’ya gittim, 1980 yılının sonunda orada sırtının güzel olmasıyla övünen bir kız var Ayla Kurşunlu… Yaptırmışın dişlerini, Ankara’da Ayla Kurşunlu’ya böyle yapmışsın….’ deyip, Ece işaret parmağının tırnağını ön dişlerine tıklatarak Cemal Süreya’nın taklidini yaptı…

Tam burada Cemal Süreya başladı anlatmaya;

-‘Hayır efendim bu yanlış bak ben sana söyleyeyim, sadece Ayla Kurşunlu’ya değil o sırada herkese evlenme teklif ediyordum. Benim bir tutkum vardı, nihilizm üzerine, herkese evlenme teklif ederdim, evlenme nihilizmi yapıyordum. İnanmadan yani. Yalnız o kadın bana öyle demedi hiçbir zaman. Ama birine demiş ki, o daha dramatiktir benim için ‘ya şu Cemal Süreya niçin dişlerini yaptırmıyor?’ demiş. Çünkü oyuklarla geziyordum ağbi. Çünkü eski dişlerim güzeldi ya üstüme alınmıyordum. Ayrıca başka bir şey söyleyeyim Ayla Kurşunlu benle o gün evlense evlenirdim, bugün de evlense evlenmem artık çünkü şimdi bayan Nihayet var…’

-‘78’de Erzincan’dayım,’ diye devam etti Cemal Süreya, ‘memleketim gibi bir yer, aslında memleketim değil ama… Bak ne oldu biliyor musun? Bir profesör kız vardı orada. Ona bir mektup yazdım, Ece Ayhan’ın bir mısraını koydum içine… ‘Ay kin tutmuyor’… Orada düşündüm, ulan kin mi tutmuyor, kir mi tutmuyor? Altında imzam yok ama benden geldiğini anlamıştır…’

-‘Hani bir de’ dedi Ece, ‘Vapur batsın da, Bandırma’dan dönen vapur, karım ölsün kızım kurtulsun… O kadar bunalmış…’

-‘Vapur değil ama sandal benimki,’ diye devam etti Cemal Süreya. ‘İlk evlilikte hep şunu düşünürdüm. Tanrım diyordum, tanrıya da inanmıyordum… Beraberlik kesintilerle bir buçuk yıl sürdü ama on yıl evli kaldık. Ayrılamadım yani o da bende büyük kompleks yarattı. Kendimi hep nasıl düşünüyordum biliyor musun? Kalamış’tan sandala binmişiz karım, ben ve çocuğum, bir yaşında kızım… Cup diye karım düşüveriyor diye görürüm rüyalarımda. Arıyorum yok… Memnunum tabii… Çocuğumla kurtuluyorum. Tabii bu ilerleseydi ben onu iterdim bir gün…’

Nilgün’ün kaygan parkelerinde birileriyle dansettikçe Cemal Süreya, Ece oturduğu yerden kıs kıs gülerdi.

En son 1986’nın Temmuz’unda Kızıltoprak’da oturup konuşmuştuk Ece’yle. Ben, Devrimci Gençlik Birliği yöneticiliğim sırasında yayınladığımız bir bildiriden yargılanmış, 141/2’den yedi buçuk sene ceza almıştım. Yargıtay’da onanmış ve aranmaktaydım. Yurt dışına gitmek üzere olduğumu söyleyince, ‘gitme, dönmen zor olur’ demişti bana.

Ece Ayhan (Mayıs 1981)

İstanbul’da boş ve kocaman bir apartman dairesinin sadece küçük bir odun sobasının ve bir yatağın olduğu arka odalarından birinde, her an gitmeye hazır, yatağında oturmuş düşünürken hatırlıyorum Ece’yi… Yani hep atının üzerindeydi. ‘Atı da şiiri gibi çok güzeldi. Öldükten sonra da tersine yarıştı’. Sonradan demişti ya: ‘Cemal Süreya otuz, ben elli ev değiştirmişim’ diye.

***

Hakiki şiirden anlayanı hemen içine alan bir şiirdir Ece’ninki. Kaynağı başka bir şiir olmayan, taklidi imkânsız, omurgası sağlam, tarihsel perspektifi olan bir şiir…

Çok eskiden öğrenmiştik; Marksizmin özünü, esasını çıkar, geriye herkesin kabul edebileceği ekonomik bir teori kalır. İkinci Yeni’nin içindeki çekirdek, ‘öz, esas’ Ece’ydi. Ece’dir.

Sezai Karakoç’suz ve özellikle Ece Ayhan’sız bir İkinci Yeni düşünülemez…

***

‘İlk kez Muzaffer Erdost, Temmuz 1956’da Pazar Postası’nda ‘İkinci Yeni’ demişti.. Gene Muzaffer Erdost’un bastığı, Ece Ayhan’ın ilk kitabı Kınar Hanım’ın Denizleri’ndeki 26 şiirden 23’ü Pazar Postası’nda çıkmıştı.

***

Gençler mi?.. Kötülüğe karşı hep dayanışma içinde oldular Ayhan abileriyle!..

DOĞAN KEMANCI
Üvercinka Dergisi, Mayıs 2018

 


Hamişler:

1/ Yazının pdf biçemine https://bit.ly/eceayhanararken adresinden ulaşabilirsiniz.

2/ EVV3L kapsamında yayımlanan Ece Ayhan ilgilerinin indeksine https://bit.ly/eceindeks adresinden, “Bakışsız Bir Kedi Kara” adlı Ece Ayhan web sitesine ise https://zaferyalcinpinar.com/bakissiz.html adresinden ulaşabilirsiniz.

May
12
2018
--

Araştırma/Makale: “Sait Faik’in Şiirlerine Dair Önemli Bulgular” (Zafer Yalçınpınar)

2014 yılından günümüze ‘Sait Faik Araştırma Atölyesi’ kapsamında Sait Faik’in yaşamına ve eserlerine dair çeşitli çalışmalar gerçekleştiriyoruz. Bu doğrultuda Sait Faik’in kaleme aldığı şiirlere ilişkin bazı bulgulara ulaştık ve söz konusu bulguları Sait Faik okuyucusuyla/araştırmacısıyla paylaşmaktan gurur duyuyoruz.

İlkin, Sait Faik’in şair yönüne ilişkin birkaç ifadeyi öncül olarak dikkate almak gerekiyor. Ece Ayhan, birçok yazısında Sait Faik’ten “Çakır Hikâyeci” olarak bahseder. [1] ‘Çakır Hikâyeci’ benzetmesinin ardındaki birincil anlamın Sait Faik’in bakışları ya da göz rengiyle/yüz ifadesiyle -ve sürdüğü bohem yaşamıyla- sürekli çakırkeyif bir görüntü sergilemesi olduğu düşünülebilir. Ancak, Ece Ayhan bu benzetmeyi Sait Faik’in ‘yarı hikâyeci-yarı şair’ olduğunu iddia ederek açıklamıştır. Bununla birlikte, Ece Ayhan, ikinci yeni şiir akımının tümünü ima ederek, Sait Faik’in ‘Alemdağ’da Var Bir Yılan’(1954) adlı kitabı ile Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın ‘Çocuk ve Allah’(1940) adlı kitabından doğduklarını söylemiş, bu iki esere verdiği önemi kendi varoluşuyla ve ikinci yeni şiir akımının poetikasıyla vurgulamaya çalışmıştır. Gerçekten de Sait Faik’in ‘Alemdağ’da Var Bir Yılan’ adlı kitabındaki hikâyelerin anlatım tarzı son derece şiirseldir: Bu hikâyeler neredeyse ‘düzyazı şiir’ olarak tanımlanan biçemle eşleşecek kadar yoğun bir şiirsel dil ve imgesel alan derinliği içerir.

 


“Şimdi Sevişme Vakti”, Sait Faik, Yenilik Yayınları, 1. Baskı, 1953

 

‘Şimdi Sevişme Vakti’, Sait Faik’in yayımlanmış ilk ve tek şiir kitabıdır. Kitap, ilkin 1953 yılında Yenilik (Aylık Fikir ve Sanat Gazetesi) çevresinin kurduğu Yenilik Yayınları tarafından basılmıştır. (Yenilik Yayınları o yıllarda Nurullah Ataç, Cahit Külebi, Fazıl Hüsnü Dağlarca ve Salâh Birsel’in eserlerini yayımlamaktadır.) ‘Şimdi Sevişme Vakti’nin ilk baskısının Varlık Yayınları’ndan değil de Yenilik Yayınları’ndan gerçekleşmesi Sait Faik’in özellikle “şiir” konusunda Yaşar Nabi Nayır’la ayrışmasının önemli bir göstergesidir. Sait Faik, şiirlerini yayımlatmak için Varlık Dergisi’ne ve Yaşar Nabi Nayır’a güvenmemektedir. Bu güvensizliğin ardında birçok sebep vardır ancak en önemlisi Yaşar Nabi Nayır’ın ‘Güdümlü Edebiyat’ başlığını savunarak yenilikçi genç şairlere, yazarlara ve yeni neslin fikirlerine karşı takındığı olumsuz, itici ve statükocu tavırlardır. Zaman zaman Oktay Rifat’in ve Orhan Veli’nin de işbu tavırlarından ötürü Yaşar Nabi Nayır’ı kınadığı ve bir süreliğine Varlık Dergisi’nden -Sait Faik’i de ikna ederek, birlikte- uzak durduğu bilinmektedir.[2] Daha sonraki yıllarda Yeditepe Dergisi ile Seçilmiş Hikâyeler Dergisi çevresi, Varlık Dergisi-Yaşar Nabi Nayır’ın statükocu tavırlarına karşı kesenkes ve şiddetli bir cephe oluşturmuştur. [3]

Sait Faik’in 11 Mayıs 1954 tarihindeki vefatının ardından, 1954 yılının Temmuz ayında yayımlanan Varlık Dergisi’nin 408. sayısı, “güdümlü edebiyat” tarihimizin kötücüllüğü açısından çok önemli bilgiler ve belgeler taşımaktadır. Yaşar Nabi Nayır, kendisine gelen eleştirilere ve baskılara dayanamamış, zorunlu açıklama mahiyetinde “Sait Faik İçin Notlar ve Sait Faik’in İlk Şiirleri” başlığı altında uzun bir yazı kaleme almıştır. Yazıda, Sait Faik’in Yaşar Nabi Nayır’a gönderdiği ilk şiirler olumlu-olumsuz yönlerden eleştirilmekte ve Sait Faik’in mektubuyla birlikte paylaşılmaktadır. İşbu yazı kapsamında paylaşılan Sait Faik şiirleri, “Evime Dönüyorum” ile “Hasretimin Bittiği ve Başladığı Yer” adlı şiirlerdir. Her iki şiir de ‘Şimdi Sevişme Vakti’nin 1953’ten günümüze uzanan baskılarında bulunmamaktadır.[4] Yaşar Nabi Nayır, Temmuz 1954’teki söz konusu yazısında Sait Faik’in yaşantısını ve mizacını da çokça eleştirmektedir.

 


Varlık Dergisi, Temmuz 1954, Sayı:408, s.5

 

Bununla birlikte, Varlık Dergisi’nin Temmuz 1954 tarihli 408. sayısını asıl önemli kılan şey, dergide ilk kez yayımlanan “Yarı Belimiz” [5] adlı şiirdir. “Yarı Belimiz”, ancak Sait Faik’in vefatından sonra yayımlanabilmiştir! Bu şiir, Yaşar Nabi Nayır’ın Sait Faik hakkındaki yazılarından ayrıksı olarak derginin 5. sayfasında yer almıştır. Şiirin editöryal olarak Yaşar Nabi Nayır tarafından bir süre “bekletildiği-ötelendiği” anlaşılmaktadır! Daha da önemlisi şudur; “Yarı Belimiz” adlı şiir (çok büyük bir ihtimalle Sait Faik’in isteği/vasiyeti dışında!) ‘Şimdi Sevişme Vakti’nin 1958 yılında Varlık Yayınları tarafından gerçekleştirilen 2. baskısında yer almakta ve günümüze uzanan 1970-2000 yılı Bilgi Yayınevi baskıları ile 2014 ve sonrası İş Bankası Kültür Yayınları’nın  yeni baskılarında da (hiçbir editöryal not ya da uyarı içermeden) bulunmaktadır! Üstelik, ‘Şimdi Sevişme Vakti’nin Varlık Yayınları’ndan gerçekleşen 1958 yılındaki 2. baskısının hiçbir yerinde “2. Baskı” gibi bir ifade de yazmamaktadır! Şimdi Sevişme Vakti, Varlık Yayınları tarafından -Sait Faik’in ölümünden yaklaşık 4 yıl sonra- ilk kez yayımlanmış gibi sunulmuştur! Bu durum, tıpkı Sait Faik’in ölümünün ardından Sait Faik Öykü Ödülü’nün icat edilmesi gibi son derece talihsiz bir durumdur; güdümlü edebiyatın kötücül hilelerinden biridir!

 


“Şimdi Sevişme Vakti”, Sait Faik, Varlık Yayınları, 2. Baskı, 1958

 

Sait Faik’in ‘Şimdi Sevişme Vakti’ adlı şiir kitabının eski baskılarında(Yenilik, Varlık, Bilgi, İş Bankası Yay. baskılarında) yer almayan iki şiirin daha farkına vardık. Bu şiirlerden ilki “Sanki Burda Değilim” [6] adlı şiirdir. Şiir, Muzaffer Uyguner’in 1988 yılı Sait Faik Müzesi arşiv-envanter tasnifine göre 99 numaralı kayıttır. Varlığının farkına vardığımız ancak henüz tam metnine ulaşamadığımız bir şiir ise “Aleko”[7]dur. Sait Faik’in ‘Aleko’ adlı şiiri, en eski İstanbul meyhanecilerinden biri olan ‘Aleko’ya ithafen kaleme aldığı düşünülmektedir. Bu şiirin, Sait Faik tarafından -kendi imkânlarıyla- yayımlanan ‘Semaver’ adlı öykü kitabının 1936 yılındaki ilk baskısının kapağında bulunduğu tahmin edilmektedir.

Sonuçta, Sait Faik’in şiirlerine ve şairane yaşamına dair araştırmalarımız sürüyor… Sait Faik’in tüm dostlarını ve sıkı şiir/sıkı edebiyat okurunu araştırmalarımıza destek vermeye davet ediyoruz.

Sahicilikle,
Zafer Yalçınpınar
Kasım 2017


[1] “Ece Ayhan-Şiirin Bir Altın Çağı”, YKY, 1993, ss.124-128

[2] Olumsuzlama ifadesi, Oktay Rifat tarafından Yeditepe Dergisi’nin yayın yönetmeni olan Hüsamettin Bozok’a gönderilen mektuplarda (1953-1955) açıkça görülmektedir. (Bkz: “Oktay Rifat İçin”,  Sempozyum+Belgeler, Hazırlayan: Güven Turan-Yücel Demirel, Temmuz 1999, YKY)

[3] Tahir Alangu’nun hazırladığı “Sait Faik için” adlı armağan/derleme kitap 1956 yılının Nisan ayında Yeditepe Yayınları tarafından yayımlanmıştır. Bununla birlikte, ‘Seçilmiş Hikâyeler Dergisi’ de 1955 yılında Sait Faik için iki cilt oylumunda özel sayı yayımlamış ve Varlık Dergisi ile Yaşar Nabi Nayır’ın ‘Güdümlü Edebiyat’ adına icat ettiği Sait Faik Öykü Ödülü’nü kapsamlı olarak eleştirmişlerdir. Sait Faik Öykü Ödülü/Yarışması günümüzde hâlâ sürdürülmektedir.

[4] 2003 yılında Sevengül Sönmez’in yayıma hazırladığı ve YKY tarafından yayımlanan “Şimdi Sevişme Vakti ve Diğer Şiirleri” adlı kitapta, söz konusu iki şiir “Diğer Şiirler” bölümünde yer almaktadır.

[5] “Yarı Belimiz” adlı şiirin önemini vurgulayan, işaret eden ve araştırma atölyesi kapsamındaki bulgulara ulaşmamızı sağlayan Şükret Gökay’a çok teşekkür ederim. Ayrıca, Varlık Dergisi’nin Temmuz 1954 tarihli yazısını vurgulayan, işaret eden ve hikâyeci Mahmut Makal ile kapsamlı bir söyleşi gerçekleştiren Tekin Deniz’e de çok teşekkür ederim.

[6] Bkz: “Sait Faik-Bitmemiş Senfoni”, Hazırlayan: Muzaffer Uyguner, Bilgi Yayınevi, 1988, s.127. (2003 yılında Sevengül Sönmez’in yayıma hazırladığı ve YKY tarafından yayımlanan “Şimdi Sevişme Vakti ve Diğer Şiirleri” başlıklı kitapta, “Sanki Burda Değilim” adlı şiir “Diğer Şiirler” bölümünde yer almaktadır.)

[7]  Bkz: “Sait Faik-Karganı Bağışla”, Mektuplar, Hazırlayan: Sevengül Sönmez, YKY, 2003, s. 63


Hamişler:

1/ Makalenin -pdf dosyası biçemini- https://bit.ly/saitfaiksiirleri adresinden arşivleyebilirsiniz.

2/ EVV3L kapsamında yayımlanan “Sait Faik” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/sait-faik adresinden ulaşabilirsiniz.

Nis
08
2018
--

Ezgiler Ezgisi’nden…

I.

1/
Ezgiler Ezgisi
Süleyman’ın
(…)

3/ (…)
ve bir ıtır gibi yayılıyor havaya adın
(…)

6/
Bakın bana karayım
çünkü güneş baktı yüzüme
(…)

15/
İşte güzelsin sevgilim güzelsin işte
gözlerin iki güvercin
(…)

17/
Sedirağaçları çatkı olmuş evimize
tavanımız selviler


III.
(…)

10/

Kim bu kadın
şafağa benzer karşıdan
Ay kadar güzel
Güneş kadar saf
sancak açmış ordu gibi korkunç
(…)

Ezgiler Ezgisi (Neşideler Neşidesi)
Eski Ahit, Çev: Samih Rifat, YKY, Mart 2018

Nis
01
2018
--

Dilin Gücü (Bilge Karasu)

Herhangi bir metnin ortaya çıkması, ilkin o dilin, o metni söyleyebilir hale gelmiş olması demektir; böyle bir metin varsa. Hem söyleyebilir hale gelmiş olması demektir, hem de bundan sonra buradan çıkabilecek olan birtakım başka metinleri de söyleyebilecek gücüllüğü bulmuş olması demektir. (…)

Bilge Karasu
“Nasıl Yazıyorsam Öyleyimdir”, Kırmızı Kedi Yay., 2017, s. 47
Söyleşi: Mustafa Arslantunalı


Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “Bilge Karasu” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/bilge-karasu adresinden ulaşabilirsiniz.

Mar
20
2018
--

Şiir: “Yeni İnsan- XIV” (Enes Özel)

dünyaya kalbinde bir buz makinesiyle geldin
çağın deliliğini düşünmekten, o kadar ki
bir makasın ağzını içiyordun, bir şeyler alıyordun internetten
tek bir gözü doldurup boşaltmaktan yorulan sen
stresle baş ederdin, sütlaçta en doğru jilet yaraların vardır
kalın bir palto ve muntazam yürüyüşler dökerdin beton saksılara
organ isimleri vücuda özenle dağıtılır, çiçek kapları olur
tuzun akar, bir atın üzerinde kanın parlardı

(…)

Enes ÖZEL
KafaGöz ŞiirSanat Dergisi, Sayı: 2, Mart 2018, s. 5

Mar
19
2018
--

Başıboş Bir Yolculuktan Notlar-2 (Fernando Pessoa)

(…)

155/ Bir bulmaca meraklısının ilgisiyle yaklaşıyorum hayata.

(…)

161/
Uçurumdur benim çitim
Ben olmanın ölçüsü yok.
(…)

163/
Ben bir kaçağım
Doğar doğmaz
Kendime hapsettim kendimi
Sonra kaçtım.
(…)

171/ Belki şöhrette bir ölüm ve gereksizlik tadı vardır; zaferde de çürük kokusu.

(…)

194/ Ben kendimle kendim arasındaki bu aralığım.

(…)

FERNANDO PESSOA
“Başıboş Bir Yolculuktan Notlar”, Kırmızı Kedi Yay., 5. Baskı, 2017
Derleyen ve Çeviren: Işık Ergüden

Ayrıca bkz: https://evvel.org/basibos-bir-yolculuktan-notlar-1-fernando-pessoa

Mar
17
2018
--

An. “bir zamanlar, bir”

An. “bir zamanlar, bir”
izlemek/dinlemek için:
https://youtu.be/ACUphjsz9ik


Doğaçlama grubu An., Tayfun Polat’ın lokomotifliğinde 23 yılı geride bıraktı. Her seferinde ayrı bir kadroyla çalan An.’ın yaklaşık 10 yıl sonra tekrar biraraya gelmesinin sebebi öncekilerden farklı. Elektrik gitarda Rammy Roo, elektrik basta Özün Usta ve oyuncaklarda Murat Mrt Seçkin’in ürettiği müzikler üzerine Tayfun Polat 2017 kışında çıkan son şiir kitabı ‘bir zamanlar, bir’i kargART canlıkarga serisinde düzenlenen Seretonin Gecesi’nde okudu.


Tayfun Polat, bir zamanlar, bir
Eylül 2017, 40 Sayfa, Şiir

Okumak için: https://bit.ly/birzamanlarbir

Şub
20
2018
--

Başıboş Bir Yolculuktan Notlar-1 (Fernando Pessoa)

 

(…)

7/ (…) Yalnızlık tarzım benim şairlik.

(…)

9/ Üstün şair gerçekten hissettiğini söyler, vasat şair hissetmeye karar verdiği şeyi, alt düzey şair ise hissetmesi gerektiğine inandığı şeyi söyler.

(…)

26/
Ne zaman bitecek bu içsel gece, evren,
Ya ben, ruhum, ne zaman göreceğim günümü?
Ne zaman uyanacağım uyanık olmaktan?

(…)

46/ Benim ruhun karanlık bir burgaçtır, boşlığun etrafındaki uçsuz bucaksız baş dönmesi, hiçliğin içindeki bir deliğe doğru bir okyanusun sonsuz emilişidir. Bu suların, daha doğrusu bu girdabın içinde dünyada görüp işitebileceğim imgeler yüzer her zaman.

(…)

55/ Her şeyi, her biçimde hissetmeli.

(…)

69/
Beni şekillendiren hayal gücüdür.
Yolculuk etmem için elimden hep o tuttu.
Ben hep onun sayesinde sevdim, nefret ettim,
__________________konuştum, düşündüm.
Her gün onun penceresinden bakarım
Ve böylece her saat sanki benimmiş gibi gelir.

(…)

72/ Hiçbir dönemin duyarlılığı bir diğerine aktarılamaz. Ancak bu duyarlılığın kavranışı aktarılır. Biz, duyguyla kendimiz, zekâyla başkaları oluruz.

(…)

90/
Neden beklemeli?
-Her şey var,
Düşlenmeye hazır.

 

FERNANDO PESSOA
“Başıboş Bir Yolculuktan Notlar”, Kırmızı Kedi Yay., 5. Baskı, 2017
Derleyen ve Çeviren: Işık Ergüden

Şub
14
2018
--

Burgaz Adası’ndan İkinci Yeni İmgeleri


Fotoğraflar: Zafer Yalçınpınar
Burgaz Adası, Şubat 2018



Tüm fotoğraflar için bkz:
https://zaferyalcinpinar.tumblr.com



Ayrıca bkz: https://evvel.org/siir-uc-dortluk-kis-adasi



Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “Adalar Kültürü” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/mermer-adasi adresinden ulaşabilirsiniz.

Şub
11
2018
--

Çeviri/Şiir: “Sonbahar” (Humbert Wolfe)

Çeviren: Duygu Gündeş
Üvercinka Dergisi, Sayı:40, Şubat 2018
(Not: Bu şiir Türkçe’deki ilk Humbert Wolfe çevirisidir.)


Duygu Gündeş‘in diğer çevirilerine ve edebiyat çalışmalarına
http://duygugundes.info adresinden ulaşabilirsiniz.


Oca
20
2018
--

“Çimen” (Carl Sandburg)

CARL SANDBURG
Çeviren: Duygu Gündeş
Üvercinka Dergisi, Sayı:39, Ocak 2018

Oca
12
2018
--

Temaşa 2017

Sağolsun, Ahmet Yıldız, gercekedebiyat.com adlı web sitesi kapsamında 2017’nin kültür-sanat aurasını değerlendirmek niyetiyle -ve ayrıca, temaşa yaratmak maksadıyla- bir kültür-sanat soruşturması düzenledi. Soruşturmanın tam metnine https://gercekedebiyat.com/haber-detay/azerbaycan-ve-turkiyeden-yazarlara-yeni-yilda-edebiyat-sorusturmasi/3050 adresinden ulaşabilirsiniz. Bendeniz Zafer Yalçınpınar’ın soruşturmaya verdiği cevaplar ise aşağıda yer alıyor.

İyi okumalar dileriz…


Gerçek Edebiyat: “2017 yılında Türkiye’de sanat ve edebiyat ortamını nasıl değerlendirirsiniz?”

Zafer Yalçınpınar: “Ben karamsarım. Son 15 yıldaki düşüş yöneliminin 2017’de de -bu sefer daha keskin inişlerle, bir uçurumda- devam ettiğini görüyorum. Edebiyat ve sanat ortamındaki aktiviteler vasatî bile değil. Bırakın geleceğe uzanan ve yenilik içeren bir vizyona ya da kilometre taşlarına ulaşmayı, geriye gidildiğine ve yozlaşmanın büyük bir hızla zirve yaptığına inanıyorum. Günahım kadar sevmediğim şu FMCG(hızlı tüketim pazarı-süpermarket) dergileri bile icra ettikleri popülizme rağmen zerre kadar bir başarı elde edemeyecek derecede zayıfladılar, yozluğun boyalı afişlerini oluşturdular: Edebiyat-sanat ortamında müthiş bir içerik ve töz sorunu var. Enflasyonist ekonomi ortamı gibi, gerçekte bir karşılığı olmayan girişimlerle, yalanlarla ve sahici olmayan, tözsüz içeriklerle kendilerini var kılmaya çalışıyorlar… 2017’de olumlu gördüğüm tek şey; neoliberal çığırtkanların ve emperyalist işbirlikçilerin azıcık geri çekilmesi, sahipsiz kalması ve bu çığırtkanların -Nihat Genç tarafından vurgulanan hikâyedeki gibi- birer ‘boş bidon’ olduğu vahametinin bilinçli okur tarafından anlaşılmasıdır. Ama bu durumsal avantaj ve geçici konumlandırma da yeterli değil. Edebiyat-sanat aurasında içerik gelişimi ile kalb ve vicdan yolundaki hakikat mücadelesinin artması gerekiyor. Dilbilim felsefisine, dilbilimsel çalışmalara yoğunlaşıp edebi açılımları ve çeşitlemeleri geliştirmek, ‘boş bidonlar’ın zarar verdiği, yok etmeye çalıştığı edebiyatımıza ve sanat auramıza saygınlığını geri kazandırmak gerekiyor. Bunun da tek yolu okumak, anlamak, araştırmak ve düşünmektir!”

G.E.: “Şiirimiz, romanımız, öykümüz ne durumdaydı?”

Z.Y.: “Şiir alanında, bunca yaşanan olaya ve ifşaata rağmen, yeni sinsiyet tipolojisi ve masonik oligarşi hâlâ tahakküm enstrümanlarını rahatça kullanabiliyor; hâlâ yüzsüzce ve utanmazca sağda solda, mikrofon arkalarında, kamera önlerinde, gazetelerin sayfalarında büyük manşetlerle endam gösterebiliyorlar, gerdan kırabiliyorlar… Bu sinsi tipoloji nedeniyle en çok yozlaşan, umarsızlaşan, duygusuzlaşan, en uyduruk, en içeriksiz ve en etkisiz kitapların üretildiği edebiyat alanı -maalesef- şiirdir… (Hâlbuki tam tersi olmalıydı; çünkü şiirin ve sözün erdemi bizim coğrafyamızla, felsefemizle ve tarihimizle birlikte kadimdir, yücedir, kutludur.) Romanda -zaten- vahşi piyasa koşulları geçerli; sıcak para için yazılan, yapılan içeriksiz ve tuhaf işler… Neresinden bakarsanız bakın büyük bir çevre kirliliği; kâğıt israfı, gereksiz enerji veya yakıt kullanımı, fazladan karbon salınımı ve zehirli kimyasal atıklar… (Bununla birlikte, bazı büyük yayınevlerinin hakkını yememek lazım; 2017’de çeviri roman alanında özel bir gayret ve başarı görüyorum. Bu senenin çeviri romanları dilimiz için güzel ve sıkı kazanımlardır.) Öykü alanındaki gayretleri –bir iktisadı olmasa bile- ise en samimi gayretler olarak fark ediyorum. Öykünün bugünü ve geleceği şiir kadar karanlık değil. Hâlâ umut veya güç var öyküde… Yeni ve genç öykücüler fena insanlar değil, en azından vizyon sahibi olmaya çalışıyorlar, emek veriyorlar.”

G.E.:2018 için bir öneriniz var mı?”

Z.Y.: Eşyaya benzememek; okumakta, düşünmekte ve anlamakta ısrar etmek! Emek vermek; insan olmak, insan kalmak! Ayrıca, içerisinde yaşadığımız coğrafyanın ve tarihin haysiyetini ön-plana çıkarmamız çok önemli… Edebiyatın ve sanatın haysiyetini sürekli aklımıza getirmemiz gerekiyor! Haysiyetsizlerle, kendisine, coğrafyasına ve tarihine saygı duymayan sinsi emperyalist işbirlikçilerle her alandaki mücadele artmalı ki kültürel auradaki içerik ve bağlam sorunu düzelebilsin; insanlık -silkinip- son 10-15 yılda yaratılan neoliberal illüzyondan uyansın, ayılsın ve kendine gelebilsin… Bu son söylediğim, ivedi ve elzemdir!

3 Ocak 2018
gercekedebiyat.com


Hamiş: Zafer Yalçınpınar’ın özgeçmişine https://bit.ly/zykimdir adresinden ulaşabilirsiniz. Ayrıca, Yalçınpınar’ın tüm kitapları ise şu adreste yer alıyor: https://zaferyalcinpinar.info

Oca
11
2018
--

Afrika dahil: “Cemal Süreya Anma Etkinliği Konuşması” (9 Ocak 2018, CKM-Kadıköy, Tam Metin)

Zafer Yalçınpınar
Cemal Süreya Anma Etkinliği, 9 Ocak 2018
Caddebostan Kültür Merkezi-KADIKÖY


Konuşmanın pdf dokümanı biçimini
https://bit.ly/cemalsureya2018 adresinden arşivleyebilirsiniz.


“Çok daha kalabalık toplulukların karşısında hiç heyecanlanmadan çeşitli konuşmalar gerçekleştirmiş olmama rağmen bugün, burada, son derece heyecanlıyım. Demin, sizin oturduğunuz koltuklardayken bu durumun nedenini düşündüm.  Çünkü, Cemal Süreya -tıpkı Fazıl Hüsnü Dağlarca ve Ece Ayhan gibi- çok büyük bir şairdir! İnanmasanız da fark etmeseniz de büyük ve küçük şairler vardır! Böyle bir ayrım vardır! Cemal Süreya büyük bir şair olduğu için, bugün, burada, çok heyecanlıyım!

Her şeyden önce, Cemal Süreya’nın Ece Ayhan ve Sezai Karakoç’la birlikte 1950’li yılların ortasında Türk Şiiri’ndeki aurayı değiştiren ve ‘İkinci Yeni’ ismini verdikleri yenilikçiliğin kurucusu olduğunu hatırlatmak, yani Cemal Süreya’nın ve arkadaşlarının Türk Dili üzerinde yeni bir duygu-durum, yeni bir şiirsellik oluşturduğunu söylemek, vurgulamak gerekiyor. Bu yeniliğin hem okurda hem de diğer -küçük, büyük- şairlerde karşılığı olmuştur ve söz konusu yenilik bir şiir akımına dönüşmüştür. Bu yeni şiirin özellikleri nelerdi… Neden bu kadar sevildi… Neden hâlâ çok büyük bir içtenlikle ve samimiyetle takip ediliyor! Bu büyüklüğü iyice düşünmek ve analiz etmek gerekiyor…

Cemal Süreya ve kendisinin “Güvercin Curnatası” olarak tanımladığı ikinci yeni akımı ne yaptı, neyi değiştirdi… 1950’li yıllarda dünya şiirinden çeviriler yaparak 2. Dünya Savaşı sonrası dünyada oluşan yeni hümanizmin duygu-durumunu, yeni şiirsel dili anlamaya ve Türkçe’ye aktarmaya başladılar. O dönemde Türkçe’de garip akımı kasırgası esiyordu. Garip akımı şiire sadeleşme ve imgede basitleşme getirmişti. Bu durum hikâyelemeci ve biraz da kuru bir şiir ve söylem ortaya çıkarmıştır. Cemal Süreya ve arkadaşları bu sade şiir dilini daha sofistike bir hâle çevirmek, şiir dilini ileriye taşımak için imgelemin güçlenmesini sağladılar. İmgelemin özgürlüğüne inandılar. Karmaşık bir yapıydı bu, ancak imgesel olarak dili geliştiren, Türk Dili’nin imgesel alan derinliğini arttıran ve genişleten bir söyleyiş, bir tını buldular. Zarif, tabii ki modern ve çok ama çok kuvvetli bir şiir oluşturdular. Öyle ki 80’lerin ve 90’ların şairleri bu akımın gölgesinde kalmışlardır! İkinci yeni öyle güçlüdür ki 80’lerin ve 90’ların şairlerini gölgede bırakmıştır! Bugün, 60 sene sonrasında bile bu hakikati görmeliyiz, kabul etmeliyiz artık!

İkinci yeni şiiri geleceğe uzanan, güçlü bir şiirdir! Bir zamanlar, bir edebiyat soruşturması kapsamında bir çakma profesör çıkıp ikinci yeni akımının etkisini kaybettiğini mırıldanmış, bir zamanlar… Bu mutat zevat hiçbir bilimsel açıklamaya, dahası poetikaya değinmeden niyet belirtmeye veya kendince, kendi çetesine ümit vermeye kalkmıştır. Bu komediyi gördüğümde emin oldum: 80’lerin, 90’ların bu şair profesörleri ve bağlı çeteleri acz içinde, ikinci yeninin büyük şiirinin gölgesinde kalmıştır! Çakma şairler acz içindedir bugün…

Sonuçta, hâlâ, burada, bu toplulukta, Türkçe’ye baktığımızda, zamanların sonunda, Cemal Süreya ve arkadaşlarının şiiri, yürürlükte olan baskın ve en güçlü şiir akımıdır… Geleceği belirlemektedir ve geleceğe uzanmaktadır. İkinci yeni şiiri yürürlükteki dili imgesel olarak geliştirmekte, tahayyül gücüne güç katmakta ve şiir dilini etkilemektedir; son derece de kuvvetlidir, etkindir ve insanlığı sürekli geliştirmektedir! Cemal Süreya’nın “Üvercinka” adlı şiirinde ifade ettiği gibi: “Afrika dahil!”

Zafer Yalçınpınar, 9 Ocak 2018
Cemal Süreya Anma Etkinliği Konuşması’nın tam metni…

Caddebostan Kültür Merkezi-Kadıköy



Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan Poetika Çalışmaları’na https://evvel.org/ilgi/poetika-calismalari adresinden ulaşabilirsiniz.

Oca
01
2018
--

Sait Faik Araştırma Atölyesi ve Bilişsel Haritalama // Altıncı Bölüm // ‘Şimdi Sevişme Vakti’ şiirleri üzerine… // 7 Aralık 2018 Pazar // NHKM, Kadıköy

Sait Faik’in edebiyatına ve yaşamına dair yeni bulgular ile bakış açıları elde etmek amacıyla, Sait Faik Müzesi çevresince gönüllülük esasında yürütülen “Sait Faik Araştırma Atölyesi” çalışmalarının altıncı bölümü 7 Ocak 2018 Pazar günü, Kadıköy-Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde devam ediyor…

7 Ocak’ta, 14.00-18.00 saatleri arasında, Kadıköy-Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde yürütülecek atölye çalışmalarında, Sait Faik’in “Şimdi Sevişme Vakti” adlı şiir kitabı kapsamında bir oturum gerçekleştirilecek ve elde edilen bulgular ile kavramsal ilişkiler, Sait Faik Odaklı Bilişsel Harita ve diğer türev haritalara eklenecektir.

Türkiye’de, edebiyat alanına yansıyarak Sait Faik odağında gerçekleştirilen ilk “Bilişsel Haritalama” çalışmalarına ilişkin ayrıntılı bilgilere https://saitfaikmuzesi.org/sait-faik-odakli-bilissel-haritalama/ adresinden ulaşabilirsiniz.


Moderasyon: Şükret Gökay


Bilişsel Haritalama; belli bir konuyu odak alan öznel algıların birleşimi ile kavramlar, olgular, unsurlar arasında kurulan nedensellik ilişkilerini (nedenselliğin derecesini ve etkileşim yönünü) ortaya çıkarmaya yarayan bir grafik temsil/analiz yöntemidir.

Atölye çalışmaları kapsamında, şu ana kadar 33 katılımcının ortak uygulamalarıyla hazırlanan dört adet bilişsel harita taslağı bulunmaktadır. Çalışmalar sonucu elde edilen kavramlar ve kavramlar arası ilişkiler, yaklaşık 200 unsurdan oluşan ve atölye katılımıyla birlikte sürekli genişleyen/büyüyen Sait Faik Odaklı Bilişsel Harita’ya eklenmektedir.

Üzerinde çalışılan bilişsel haritaların listesi aşağıdadır.

  • Sait Faik Odaklı -büyük- Bilişsel Harita (200 kavram/unsur)
  • ‘Lüzumsuz Adam’ Hikâyesi Ekseninde Bilişsel Harita (36 kavram/unsur). Haritaya https://bit.ly/luzumsuzadambh linkinden ulaşabilirsiniz.
  • ‘Papaz Efendi’ Hikâyesi Ekseninde Bilişsel Harita (23 kavram/unsur). Haritaya https://bit.ly/papazefendibh linkinden ulaşabilirsiniz.
  • ‘Mektup’ Hikâyesi Ekseninde Bilişsel Harita (51 kavram/unsur). Haritaya  https://bit.ly/mektupbh  linkinden ulaşabilirsiniz.
  • ‘Son Kuşlar’ Hikâyesi Ekseninde Bilişsel Harita (33 kavram/unsur). Haritaya https://bit.ly/sonkuslarbh linkinden ulaşabilirsiniz.

Moderasyon: Şükret Gökay

Nâzım Hikmet Kültür Merkezi şurada;
https://goo.gl/maps/4thmKj8YpJq

Facebook Etkinlik Bağlantısı:
https://www.facebook.com/events/174659899799231/

6 Ocak 2018 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nden kupür…


Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “Sait Faik” başlıklı ilgilerin tümüne https://evvel.org/ilgi/sait-faik adresinden ulaşabilirsiniz.

Kas
28
2017
--

Andrew Topel’in -Yeni- ‘Görsel Şiir’ Çalışmaları

“İskelet” serisinden… (by Andrew Topel)
Bkz: https://visualpoetryrenegade.blogspot.com.tr/2017/10/andrew-topel_26.html


 

‘Şiirin Renkleri’ serisinden… (by Andrew Topel)
Bkz: https://visualpoetryrenegade.blogspot.com.tr/2017/12/andrew-topel_3.html

 


Hamiş: EVV3L kapsamında yayımlanan “Görsel Şiir” başlıklı çalışmalara https://evvel.org/ilgi/gorsel-siir adresinden ulaşabilirsiniz.

Kas
26
2017
--

Dilin Kemiği Yoktur: “Konuşmalar/Söyleşiler 2006-2017” (Zafer Yalçınpınar)

“2006’dan günümüze 80 (A4) sayfa kadar konuşmuşum.
Dil, edebiyat ve şiire dair tüm meramım bu dokümandan okunabilir…” (Zy)

Okumak için: https://bit.ly/dilinkemigi

 


Hamiş: Yalçınpınar’ın yayımlanan tüm kitaplarına ve poetika çalışmalarına -pdf dosyası biçeminde- https://zaferyalcinpinar.info adresinden ulaşabilirsiniz. Zafer Yalçınpınar kimdir? sorusunun cevabı da şurada; https://bit.ly/zykimdir

Kas
25
2017
--

Hikâye: “Kan” (Orhan Veli Kanık)

Ekim 1947 tarihli Seçilmiş Hikâyeler Dergisi‘nde Orhan Veli Kanık tarafından kaleme alınan “Kan” adlı hikâyenin tam metnini https://www.cafrande.org/se%c2%adcil%c2%admis-hi%c2%adkaye%c2%adler-kan-orhan-veli-kanik/ adresinden okuyabilirsiniz.

Kas
24
2017
--

Söyleşi: “Şiirsel Konumlandırma Gayretlerine Dair…” (Özge Aksoy Serdaroğlu & Zafer Yalçınpınar)

Başkent Üniversitesi’nde “Yeni Türk Edebiyatı” kapsamında akademik çalışmalar sürdüren Özge Aksoy Serdaroğlu ile birlikte “şiirsel konumlandırma” başlığını irdelemek için bir söyleşi gerçekleştirdik. İşbu söyleşi, Eylül 2015’te Uğur Yanıkel’le tamamladığımız “Rüzgârı Şiirlemek” adlı poetika çalışmasının  ardında -yaklaşık iki yıl sonrasında- yer alan ilk söyleşidir. Özge Aksoy Serdaroğlu’na içtenliği, zorlu/sıkı soruları ve “şairleri poetikalarıyla birlikte analiz etmek” yönündeki güçlü yaklaşımı için çok teşekkür ederim. (Zy)


Not: 2005-2017 yılları arasındaki tüm söyleşiler https://bit.ly/dilinkemigi adresinden -pdf dosyası biçeminde- okunabilir.


Özge Aksoy Serdaroğlu: Anlatılarınızda, şiirinizde karşı çıktığınız güdümlü edebiyat ortamı yerine daha sahih, dürüst ve gerçek yazınsal estetik eylemlerine odaklanmış bir edebiyat ortamı içine doğmuş olsaydınız bir şair olarak sizi şiir yazmaya iten şey ne olurdu?

Zafer Yalçınpınar: Güzel bir soru… Bir kere her şeyden önce bu simülatif yaklaşım için çok teşekkür ederim. İnanmayacaksınız ama bahsettiğiniz güdümlü edebiyat sistematiğine -bütün o ödüllere, ışıklı sahnelere, mikrofon arkasından sallayanlara, yemlenen gençlere, danışmanlık, jürilik kisvesiyle para cukkalayanlara- yani proje üretme niteliği bile olmayan masonik edebiyat kâhyalarına, oligarşik ahbaplara, işbu çetevari görünümün devasa kötücüllüğüne karşı şiirlerimde çok ama çok az söz söyledim. Dört kitabımda bulunan tüm şiirleri düşündüğümde sadece Meydansız’daki birkaç şiirde onlara doğrudan dokunuyorum, tokat atıyorum. Fakat bununla birlikte, evet, büyük bir karşı duruş ya da yüzleşme var şiirlerimde… Bu karşı duruş, yaşamın yüceliği ile dilin haysiyetini savunmak adına yeni sinsiyet tipolojisine ve onun mutat hilebazlarına karşı duruşudur, binyıllık bir direniştir, mücadeledir. Bu mücadele hem beni hem de temsilcisi olduğum dilbilimsel felsefeyi ve doğrudan da poetikanın geleceğini zinde tutan bir edimdir. Dediğiniz gibi hijyen bir edebiyat aurasına doğsaydım, gene de beni şiir yazmaya yönlendiren itkiler çokça değişmeyecekti: Dilin sınırlarını zorlamak, dilin söylem ya da tahayyül alanını genişletmek ve imgelemin bir birim, bir zerre kadar bile olsa alan derinliğini arttırmaya, nihayetinde dilin yaşamını yüceltmeye çalışacaktım. Tabiî ki bahsettiğiniz gibi bir simülasyonda da hijyen faktörleri veya mutat gerçekliği değiştirmeye gayret ederdim. Şiirin görevi de varoluşu da böyledir. Lanetli bir durumdur bu… İki uçurumun birbiriyle yüzleşmesi gibidir, çelişkindir ve korkunçtur. Misal, koskoca Türk Şiiri’nin ödül almamış tek şairi Ece Ayhan’dır. Böylesi bir hakikatle ödüllendirilmiştir! Ve aslında gerçekte, kara gerçeğimizde herkes -yüksek sesle dile getirmeseler bile- şu hakikati sezer: İkinci Dünya Savaşı sonrası Türk Şiiri’nin zirve noktası Ece Ayhan’dır! Aslında, tüm bu simülasyonun dışında benim kaderimde olan biten şey şu: Söz konusu edebiyat oligarşisi -o kifayetsiz muhterisler- işi gücü bırakmış beni okurlara hatta en yakın dostlarıma bile yanlış tanıtmaya cehd ediyorlar ve sürekli yalanlar, çarpıtmalar demagojik retorikler ortaya atarak beni itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar. Bu zevatlar ölüm döşeğindeyken bile bu kötücül yöntemlere cehd ediyorlar, böylesi bir hırsın ve sinsi yöntemin kurbanı oluyorlar, tek çareleri bu! İyi ki onlara şiirlerimin imkânlarıyla saldırmamışım ve iyi ki şiirime onları bulaştırmamışım! Sıkı bir dostum bu oligarşi için şöyle demişti: “Tek amacımız onlara, o oligarşiye benzememek olmalı! Onlara benzemezsek bize yeter!” Yetiyor da… İnanın bu söylediğime, onlara benzememek bize yetiyor…

Özge Aksoy Serdaroğlu: İmgesel anlam derinliği ve tarihi gerçeklere önem veriyorsunuz. Bunun için de haliyle “sıkı” okura yazıyorsunuz. Peki, “sıkı” okurların yetişmesi onların şiire ısınması amacıyla da olsa şiirlerinizdeki alt metinleri açıklamaya çalışan bir inceleme yapılmasını ister miydiniz?

Zafer Yalçınpınar: Alan derinliği demek yerine ‘anlam derinliği’ demeniz çok hoşuma gitti. Evet, sığ sular yüzmeyi bilmeyenler içindir. Şiirlerimin imgelemi için derinlemesine bir inceleme yapılmasını ister miydim… Hem de nasıl! Çok ama çok isterdim böylesi bir çalışmayı… Biri çıksın da sorsun, Tarihinsancısı’ndaki şu şiirin şu dizesinde hangi tarihsel olayı anlatıyorsunuz, Meydansız’daki şiirlerin alt metinlerindeki toplumsal olaylar nedir, sizi etkileyen şu muydu, şu dizede şu mu anlatılıyor, Çalmayan’daki şiirlerde eleştirilen tipoloji kimdir, nasıldır, Çalmayan ne demek… Köstekbüken nedir vs… Gerçekten bunlar hakkında tek tek konuşmayı isterdim. Bu bana çok heyecan ve feyz verir. Sanırım gelecekte böyle şeyleri -kimse sormasa da- ben çeşitli vesilelerle dile getirmeye başlayacağım. Geçenlerde geri dönüp, hesaplayıp baktım da Livar adlı şiir kitabımın yayımlanışının üzerinden 10 yıl geçmiş… Biraz gevezelik, iyi olabilir günümüzün suskusunu, sessizlik suikastini dağıtmak için…

Özge Aksoy Serdaroğlu: Türkçenin sınırlarını genişletiyorsunuz; yani aslında özerk anlamlar, yeni ve farklı bağdaştırmalar, imgeler yaratıyorsunuz, bu özerk anlamlara okurunuzun erişmesi için emek harcaması gerekiyor. Sonuç olarak bu tavrınızla eleştirdiğiniz seçkinciliğe dahil olduğunuzu düşünüyor musunuz? Kelimenin Yüzü adlı sözlüğünüzü kendi poetikanız bağlamında genişletmek ister misiniz?

Zafer Yalçınpınar: Seçkincilik eleştirinize katılmıyorum. Bakın, açıkça söyleyeyim: Ben iyi, yüce, ayrıksı ya da seçkin bir şair değilim. Daha doğrusu, günümüzdeki şairane konvansiyona -hele de bugünlerde ödül alanları, öne çıkan şairleri filan düşününce- iyi bir örnek değilim. Yani onlar iyiyse ben kötüyüm. Onların tam karşısındayım, bu vasatî yapının tam karşısındayım. 40-50 yıl öncesini düşünün; ‘ortalama zekâ’ diye bir şey yoktu. Popülizm yoktu, hızlı tüketim malları pazarı ve dergileri yoktu, şiir yazmaya çalışan yapay zekâ algoritmaları yoktu. Fakat gökyüzü vardı. Hâlâ da var. Bunca imkâna ve teknolojiye rağmen kimse Fazıl Hüsnü Dağlarca’dan daha başarılı bir şekilde gökyüzünü imleyemedi, hiçbir bilgisayar mühendisi, mekatronik uzmanı ya da kendini yenileyen yapay zekâ algoritması göğün şiirini yazamadı. İlhan Berk bir kitabında şöyle der: “Ağaçlardan arkadaşlarım oldu. Hâlâ da var.” Bundan 40-50 yıl önce hakikatin tezahürüyle aranıza giren bugünkü gibi trilyonlarca retorik, teknoloji, marka, reklâm, kalite söylemi veya gösteri arsızlığı yoktu. Göstergeler tecavüzünün, kavram karmaşasının ya da saldırısının içerisinde yaşamaya çalışıyoruz. Dahası yaşamı ‘şiirlemeye’ çalışıyoruz. Bugün, sıkı şair dediğimiz tipoloji okumak, araştırmak, sezmek, anlamak, bilmek ve nihayetinde şiirini ve okurunu geliştirmek, hakikatin tezahürünü dile getirmek zorunda… Şiir her yerdedir, tamam, ama aynı zamanda şiir her yer ve her şeyle gizlenmiştir de! Ve şairin görevi onu bulmak, dile getirmektir. Bugün -şiir yazan biri olarak- hakikate ulaşmak için, dilin özündeki biricikliğin suretini imlemek, tini, tözü içselleştirmek ve ona felsefi bir önerme katmak, yani ‘şiirlemek’ için çok büyük bir emek vermelisiniz. Ateşin kendisiyle yanması gibidir bu emek… Bir yalımın diğerinden ayrılması ve aynı zamanda kendisiyle birleşmesidir bu gayret… Eh, okur da bunca emeğe, felsefeye, tarihe ve acıya karşın birazcık gayret etsin. Ayrıca şöyle bir şey de var: Ben okurdan uzay mekiği icat etmesini ya da çift katmanlı integral çözmesini beklemiyorum. Yazdığım şiirler de Marslılar’ın alfabesiyle, başka dünyalardan bir kriptoyla filan yazılmıyor. Bildiğiniz kelimeler, bildiğiniz harfler yahu! Okurun, sıkı şiir okurunun azıcık ‘gözü açık’ olsun, okur azıcık ‘anlam arayışı’ içinde ve araştırıcı olsun, azıcık ‘külyutmaz’ olsun bana da şiirlerime de yeter. İnanınız ki çok bir şey istemiyorum.

 


Zafer Yalçınpınar

 

Özge Aksoy Serdaroğlu: Şiirin kadim yurdu Doğu’dan da okumalar yapıyor musunuz?

Zafer Yalçınpınar: Farkında değilsiniz -belki de farkındasınızdır, bilemiyorum- ama “Göğe bakıyor musun?” ya da “Sessizlik nerede?” diye soruyorsunuz… Sırf inat olsun diye Ortadoğu’dan, Anadolu beşiğinden ya da İran’dan okuduğum mutasavvıfların, erdemli insanların külliyatını saymayacağım! O gençlik, yani o hazine bende kalsın… Bir de, aklıma bir soru geliyor: “Oruç Aruoba doğulu mu batılı mı?” Japon şiirinin taşıdığı tini ve biçemleri çok seviyorum. Japon şiirinde en sevdiğim şair Koyabaşi İssa… Doğu olarak kabul eder misiniz bilmem ama Latin Amerika şairlerini ve yazarlarını -ve gene doğu olarak kabul eder misiniz bilmem ama- siyahî ozanları, caz ve blues betiklerini hem müzikal hem de poetik olarak çok önemsiyorum ve takip ediyorum. Yeni, bugünden olanları da…

Özge Aksoy Serdaroğlu: Okurlarınızın şiirlerinizi okuduktan sonra siyasi görüşünüze dair fikir sahibi olup olmadığı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Zafer Yalçınpınar: Bilemiyorum… Benim olanaklı, tutarlı, hakkaniyetli ve insani bulduğum tek siyasi görüşün partisi Türkiye’de yıllardır 60-70.000 kişinin üzerinde oy alamadı. Aslında, siyaset pek bana göre değil sanırım. Adaletin bin yıldır olmadığı bir yerde hukuk nutukları çekemem, adalet satamam, örneğin… Üretimin ve insan haklarının olmadığı bir yerde kalkınma ekonomisi retorikleriyle insanları kandıramam. Sonuçta siyaset bana göre değil. O kadar yalanın ve yalancının içerisinde herhalde birkaç dakikada ölürüm ben! Bu durumda mezar taşıma şöyle yazarsınız: “Zafer Yalçınpınar… Parasızlıktan, işsizlikten, kanserden, solunum yetmezliğinden veya kalp krizinden filan değil bildiğiniz yalandan, yoğun yalan zehirlenmesinden öldü!”

Özge Aksoy Serdaroğlu: Sizce bir şair döneminin güdümlü edebiyatını yapmadığı için ya da güdümlü edebiyat yapanlara karşı çıkan bir edebiyat yapmadığı için apolitik bir şair olarak da değerlendirilebilir mi? Değerlendirilebilirse neden? Değerlendirilemezse neden?

Zafer Yalçınpınar: Bu sorunuza çok berrak bir cevap vermek istiyorum. Eğer neo-liberal odaklar bir şairi ‘kullanışlı ahmak’ olarak görüp ondan faydalanmak istiyorlarsa, ellerindeki en işlevsel enstrüman güdümlü edebiyat ve ödüllendirme sistematiğidir. Bu sistematiği anlamak ve ondan kaçınmak gerekir. Neo-liberalizmin kısa ve yakın tarihinden şunu biliyoruz; Şili’den günümüze neo-liberal odaklar önce kullanışlı ahmaklar ve kifayetsiz muhterisler bulur, onlara olmayan potansiyeller etiketler, onları ödüllendirir, söylemsel alanda onlardan faydalanır, sonunda da onları terk eder! Bugün Türkiye’ye yatırımcı veya girişimci olarak gelen kültürel sermaye odaklarının ve düşünce kuruluşlarının stratejik olarak ilk planladığı kritik konu şudur: “Türkiye’den ne zaman ve nasıl çıkacağız!”

Özge Aksoy Serdaroğlu: “Ampirik olanla ahlaki olan arasındaki ayrım, gerçek ile kurmaca arasındaki farkla aynı değildir.” Eagleton’ın bu sözünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Zafer Yalçınpınar: Terry Eagleton’ın ifade ettiği bu analojik söylem, içinde bulunduğumuz çevrimsel coğrafyanın niteliklerine dair bir özüt içermiyor. Ben şunu görüyorum: Dünya genelinde yapısalcı analiz zayıflıyor, post-yapısalcı veya eklektik eleştiriler güçleniyor. Dolayısıyla, Eagleton’ın analojik yöntemi de yavaş yavaş anlamını yitiriyor. Şiir ve dil, yeni bir zihinsellikten geçmekle, yeni bir zihinselliğin oluşumuyla, poetikaya yeni imkânlar katmakla yükümlü… Bilişsel bir yenileşim sürecinin içerisindeyiz. Bu yük, üzerinde yaşadığımız coğrafyada çok ağırdır. Bu coğrafyada şiir… sefalet, kan ve gözyaşıyla yazılmıştır. Eagleton’ın ‘farkların benzeşimi, ayrışımı’ yönündeki ikinci dereceden, türev yapısalcı analizleri bu coğrafyanın hakikatini anlatmakta tutarsız kalıyor olabilir. En azından şiirde, şiir türü için…

KASIM 2017


Hamişler/Adresler:

1/ Zafer Yalçınpınar’ın 2006-2017 yılları arasında gerçekleştirdiği tüm söyleşiler https://bit.ly/dilinkemigi adresinde yer alıyor.

2/ Yalçınpınar’ın yayımlanan tüm kitaplarının pdf biçemine https://zaferyalcinpinar.info adresinden, tüm şiirlerine ise https://bit.ly/zypsiir adresinden ulaşabilirsiniz. Zafer Yalçınpınar kimdir? sorusunun cevabı da şurada; https://bit.ly/zykimdir

3/ İyi okumalar dileriz.

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com