(…)Kötü, diğer şiir kitaplarıma nazaran teknik açıdan çokça üzerine titremediğim, serbest çağrışımlı ya da nasıl desem, kolajvari bir kitap oldu. Tabiî ki bu durum ‘Kötü’deki şiirleri doğuran yaşantılar ve anlamları için geçerli değil. Tarihinsancısı, yani Kötü’den önceki şiir kitabım, adından da anlaşılabileceği üzere birçok tarihsel gönderme ve hesaplaşma içeriyor. Bu tarihsel çerçeve nedeniyle de bazı şiirlerime yazıldıkları dönemde Tarihinsancısı’nda yer vermedim. İşte o dönemde dışarıda kalan -kişisel diyebileceğim- şiirler ve Tarihinsancısı’nın sonrasında kaleme aldığım şiirler ‘Kötü’yü oluşturuyor. Kötü’nün saflığı ve değişkenliği biraz da bu tip bir yığılma nedeniyle oluştu. Bir şeyleri oymadım, diyebiliriz. Hatta bazı oyukları, dilsel çıkıntıları, pürüzleri, eğimleri bilerek düzeltmedim Kötü’de… Üslup bozukluklarından çivili, imkânsız bir bütün oluşturmak istedim. Yani bu sefer, metaforik olarak, özel boyalar kullanmadım ahşapta… Vernik bile yok Kötü’nün ahşabında… Ya da nasıl desem, hurdacıdan toplanmış farklı tipteki metal parçalarıyla, döküntüyle heykel yapmak gibi… Yontmadım Kötü’yü aslında… Ama özel bir üslup bozukluğu var, bir deneysel, geçişsiz, tuhaf, keskin, kolajvari taraf var tabiî…
(…) Şu önemli ayrımı hemen ifade etmeliyim; bir insanın planlı, sürekli ve yöntemli bir şekilde kötülüğe maruz kalarak kötülüğün oyunlarını tanıması başka bir şey, kötülüğü diğer insanlara bulaştırması, yani kötülüğü yaygınlaştırarak kötülüğün hamiliğini yapması başka bir şey… Benim kitabımın ismi olan “Kötü”, diğer birçok yan anlamı bir kenara bırakırsak, kötücüllüğe ve kötülük dayanışmalarına maruz kalmayı, kötülüğü tanımayı anlatıyor. Yani hiçbir zaman “Yaşasın kötülük!” gibi ifadeyi benimsemediğimi söylemeliyim. Ece Ayhan’ın yaşamı için de hakikat böyledir. Kimse, kötülüğü Ece Ayhan’dan daha iyi tanıyamaz çünkü en çok Ece Ayhan maruz kalmıştır kötülüğe! Ama tabiî, kötülüğün ve yeni sinsiyetin oyunlarına maruz kala kala o oyunları öğreniyorsun zamanla… Benim adım, ailem ve eserlerim üzerinde de son on beş yıldır itibarsızlaştırma yöntemi uygulanıyor sürekli… O oyunları ve sinsi söylemleri yaygınlaştıranların kimler olduğunu da tek tek, çok iyi biliyorum. Bir kötülük çetesi ve bu çeteye mentor olarak atanmış ördek suratlı bir edebiyat kâhyası bu oyunları yönetiyordu falan… Eh, ne yapalım, insan biraz da mücadele ettiği düşmanını tanır, ona benzer yahu! Yani, benim de o kötülük çetesi ve ödüllendirdiği insancıklar gibi ‘kötü şiirler’ yazma hakkım vardır elbet! Ama benim kitabımın mihenk noktası bu açı üzerinde değil… Asıl açı şudur: Hayatımın o zamanki zorluğunu “ayak bağlarından kurtulmak” olarak tanımlayabilirim. Dadacı bir yaklaşım belki de… Şiir dilinde anlam, coşkusuz ve dengeli bir duruştur, yani bir “ayak bağı”dır. Ozan arketipinin benimsenmesi, sabah akşam ödüllendirilmesi de öyle… İş yaşamı, sahte arkadaşlıklar, yalancı dostlar, köpek balığı gibi kan peşinde koşanlar, evlilik sektörü ve girişimci şirketler de öyle… Kötü’yü tüm bu ayak bağlarından kurtulduğum bir dönemde yazdım. Bu nedenle şiirlerde ‘özel bir üslup bozukluğu’ var. Ve evet çok zordu, çok kötüydü o günler… Dadacı bir deney… Ama şu söz de çok önemlidir: Yağmur ne kadar yoğun yağarsa, sonrası o kadar güzel olur!”
Zafer Yalçınpınar
Aralık, 2018
Yalçınpınar’ın tüm laklakiyatına bit.ly/dilinkemigi adresinden ulaşabilirsiniz. Tüm şiir kitapları da şuradan okunabiliyor; bit.ly/zypsiir
upas.evvel.org