May
21
2018
--

Yağmur… Devrim… Zaman… Çocuk…

(…)
“İşte sana, El-Katif’te satılmak üzere göndereceğim yüz deve. Onları sen götür ve kendi hesabına sat. Daha fazlasını da bağışlayabilirdim ama sadaka gökten düşen rahmet gibidir: Hep aynı yere düşecek olursa, yarardan çok zarar getirir; buna karşın, damlalara ayrılırsa ve yağmur olarak yayılırsa, tüm ülkeyi verimli kılar.” (s.23)

(…)
Oysa altı aylık bir süre, bir halkın sevincini azaltmak bir yana, en mutlu sonuçlara ulaşmış bir devrimden bile soğutmaya yeter -zaten hiçbir devrim vaat ettiği mutluluğu tümüyle getirmez, tersine, bir “başka türlü oluş” biçimi getirir, buysa aslında her zaman, içinde iyilikle kötülüğü birlikte barındırır. Yüreği iyilik dolu, çocuğunun ona verdiği umutla gurur duyan bir baba, onun olağanüstü yazgıları yaşamak için dünyaya geldiğini düşünür, oysa çocuk büyür ve öteki insanlar gibi bir insan olup çıkar.”

Jan Potocki
“Hafız’ın Yolculuğu”, Çev: Aykut Derman
YKY, 4.Baskı, 2014, s.23,25

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Mar
11
2018
--

“Zübük: Romanı, filmi, gerçeği…” (Adem Erkoçak)

“Şimdi çok iyi anladım ki, Zübük bir tane değil, biz hepimiz birer zübüğüz. Bizim hepimizin içinde zübüklük olmasa, bizler de birer zübük olmasak, aramızdan böyle zübükler büyüyemezdi. Hepimizde birer parça olan zübüklük birleşip işte başımıza böyle zübükler çıkıyor. Oysa zübüklük bizde, bizim içimizde. Onları biz, kendi zübüklüğümüzden yaratıyoruz. Sonra, kendi zübüklüklerimizin bir tek Zübük’te birleştiğini görünce ona kızıyoruz.” (Aziz Nesin’in ‘Zübük’ adlı kitabından…)

Adem Erkoçak’ın “Zübük: Romanı, filmi, gerçeği…” başlıklı sosyolik incelemesinin tam metnine https://yenie.net/zubuk-romani-filmi-gercegi/ adresinden ulaşabilirsiniz.

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Oca
21
2018
--
Eki
14
2017
--

“Neoliberal Yağmaya Karşı Özerkliği Savunmak” (Sarah Brouillette)

Bkz: https://www.e-skop.com/skopbulten/neoliberal
-yagmaya-karsi-ozerkligi-savunmak/3543


“Neoliberal ideolojinin üniversitelerde test edilip meşrulaştırılan unsurlarından biri de yaratıcılık anlayışıdır; buna göre yaratıcılık, doğuştan gelen bir “buluş yapma” kabiliyetini satılabilir eşyalara dönüştürmek üzere yetiştirilmiş esnek ve kendi kendini yöneten kişilerin vasfıdır. Yaratıcı etkinlikle ilgili bu anlayışın neticeleri yaygın şekilde kaydedilmiştir. Örneğin, üniversiteler satılabilir fikrî mallar yaratan veya ekonomik açıdan faydalı uygulamaları olan çalışmaları desteklemekle birlikte, belli bir buluşun toplumsal sonuçlarını değerlendirmeye pek hevesli değillerdir. Ayrıca, araştırmacıların ve öğrencilerin fikrî mülkiyet haklarını denetlemeye çalışır; eğitimi her şeyden önce iş hayatına hazırlık olarak görür; ve seçkin akademisyen kadrolarını ‘gerçek çalışma’larından –yani, derslere girmek ve üniversitenin idari işlerini yürütmek gibi sıradan işlerin engellediği o zorlu fikrî mülkiyet yaratımı işinden– alıkoyacak görevlerden uzak tutarlar.

Yaratıcılığın sermayeden bağımsız ifade araçlarını geliştirme ve sağlamlaştırma mücadelesi olarak tanımlanan özerkleşme, bugün üniversite kurumu için acilen ele alınması gereken bir meseledir. Acildir çünkü bizzat neoliberal ideoloji ve pratikler, estetik faaliyetle ve bu faaliyetin dayandığı saiklerle ilgili düşünce tarihini yağmalamaktadır.

(…) Yönetim kuramları işçiyi estetik çerçevesinde tahayyül ederken, verimli çalışma koşulları yaratma meselesini ele almak için de bilhassa estetiğe odaklanıyor. Şirketler nicedir çeşitli sorunlara çare olarak sanat ve kültürden medet umuyor. Prestijli sanat koleksiyonları iyi birer yatırıma dönüştü; işyerinde sanatın ve sanatçıların varlığının çalışanları memnun eden bir şirket kültürü yarattığına inanılıyor; ve estetik deneyimlerin, çalışanlara esenlik ve üretkenlik kazandırmaya yardımcı olduğu düşünülüyor. Ancak, şirket kültürü ile sanat kültürü arasındaki bağlantılar son yıllarda büsbütün sıkılaşmaya başladı. Yönetim kuramı artık çalışma deneyiminden, tıpkı sanat gibi, kâr amacı güden herhangi bir teşebbüsle bağı koparılabilecek, kendi içinde ve kendi başına iyi bir şey olarak söz ediyor.

Essex Üniversitesi bünyesinde kurulan Yönetim ve Organizasyon Sanatı grubu ve çıkardıkları Aesthesis başlıklı dergi, ayrıca bugüne [2012’ye] kadar düzenledikleri altı uluslararası konferans, yönetim ile estetiğin birbirine ne kadar yaklaştığını gösteren çarpıcı bir emare. Örneğin, gruba üye akademisyenler, bir sanat nesnesinin yapım sürecinden hareketle bir liderlik atölyesinin nasıl kurulacağını tarif ediyorlar. Bir örnekte, katılımcılar “şiir evi” tabir edilen, “görsel yorumlamaları şiirsel metinlerle birleştirip temsil eden, yaratıcısı için özel anlama sahip üçboyutlu nesneler” inşa ediyorlar. Fikir şu: Şiir evleri, “liderlikle ilgili bireysel ve kurumsal deneyimlere dair görsel bir anlatı” sunabilir ve böylece insanların lider olmanın ne demek olduğu üzerine düşünmelerini, çalışanların yaratıcılığının önünü açmak için neler yapılabileceği konusunda kendi fikirlerini geliştirmelerini sağlayabilir. Buna benzer pek çok örnekte, estetik karşılaşmalar hem kendi içinde ve kendi başına amaç, hem de yenilikçi ürün veya sistemlere ulaşmaları gereken işçileri etkili biçimde yönetme aracıdır.
(…)

Estetik özerklik idealinin sürekli bir mücadele alanı olduğunu kabul etmek bugün bilhassa şart, zira kapitalist piyasanın dayatmalarından kurtulmuş bir kültür dünyasına duyulan inanç, yaratıcılığa ve onun politik/ekonomik faydalarına ilişkin yeni dille iç içe geçmiş durumda. Sanatçının bürokratik yönetime ve başka nizamlaştırma biçimlerine karşı koyma yeteneği –o pek yüceltilen yetenek– artık sadece sanatçıya özgü değil. Sanatçılar işe yarar birer model işlevi görüyorsa, bunun sebebi istikrarsız emeğin yeni buluşlara götürmesi değil, sanatçıların da –tıpkı diğer pek çok işçi gibi– kendilerini, sanatın “yadsıma, altüst etme ve antagonizma” mirasını bile tam tersi amaçlar için kullanmaya kadir bir araçsallıkla karşı karşıya olan güvencesiz bir işgücünün parçası olarak görmeleridir. Estetik özerklik ideali işte tam da bu noktada, miadı dolmuş modernizmin bir kalıntısı değil, Nicholas Brown’ın öne sürdüğü gibi bütün kültür üreticileri açısından hayati bir mesele olarak karşımıza çıkıyor: piyasa-karşıtı hamlenin de pazarlanabilir olduğunun, sanatın bizzat karşı çıktığı şeye hizmet edebileceğinin kabul edilmesiyle. Başka deyişle, tam da insanların ve faaliyetlerinin salt faydaya indirgendiği bir zamanda “estetiğin yararsızlığı”nda ısrar etmek, Imre Szeman’ın deyişiyle “her türlü bilme ve toplumsal etkileşim tarzının gaddar faydacılığına karşı Kantçı bir sav öne sürmek” elzem hale geliyor.

Özerk estetik eylem ve deneyimin oluşturduğu çelişkili ideali diriltmek üniversite için de önemli. Mesele sınırsız bir serbest araştırma alanını savunmak değil, kurumlar oluşturmak gibi zorlu bir işe soyunmak üzere zayıf öznellik konumunu terk etmek. Edu-factory Kolektifi, Bilgi Kurtuluş Cephesi (KLF-Knowledge Liberation Front), Göçebe Üniversite (Universidad Nomada) gibi gruplar bu zor işe talip oldular. Özerklik ısrarı burada her türlü anlamın ve değerin mevkii olarak bireyi öne çıkarmak değil. Tam tersi. Özerkleşme temelde toplumsal bir süreçtir. Bilinmeye ve yapılmaya değer şeyleri belirleyen neoliberal piyasanın sınırlarını gözler önüne serecek yaratıcı ve bilimsel faaliyete has araştırma tarzlarının, yaşam biçimlerinin ve örgütlenme yollarının gerekliliğini savunmaktır özerkleşme.”

Sarah BROUILETTE
“Academic Labor, the Aesthetics of Management,
and the Promise of Autonomous Work” başlıklı makalesinden seçki…
Çeviren: Derya Yılmaz, E-Skop, Ekim 2017


Ayrıca bkz: Neoliberalizm’in Kötü Yolu

Eki
11
2017
--

Yazılama Yayınevi’nden Kitap Aboneliği Kampanyası

Yayımladığı sıkı çevirilerle, derlemelerle, siyasal alandaki uzgörüsüyle ve özenli editöryasıyla tanınan Yazılama Yayınevi, “Kitap Aboneliği” adında ilginç bir kampanya başlattı. Yayınevinin okurları sevindiren kitap aboneliği kampanyası hakkındaki detaylı bilgileri https://www.yazilama.com/abonelik-secimi  adresinde, Yazılama Yayınevi kapsamında yayımlanan tüm kitapları ve yazarları ise https://www.yazilama.com/yazarlar/ adresinde görebilirsiniz.

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler:
Eyl
10
2017
--

‘Neoliberalizm’in Kötü Yolu’ (Z. Yalçınpınar)

Üvercinka Dergisi, Eylül 2017, Sayı: 35
Yazının tam metnini okumak için: https://bit.ly/kotuyol


Hamiş: Zafer Yalçınpınar‘ın tüm inceleme yazılarına https://zaferyalcinpinar.com/inceleme.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Eyl
08
2017
--

“Kültür-Sanat Dergiciliği’nin Hızlı Tüketim Pazarı’na Dair Kısa ve Zorunlu Bir Bakış” (Zafer Yalçınpınar)

Emrah Serbes ile Enver Aysever arasında edebiyat ve kültür-sanat dergiciliği söylemleri üzerinden yaşanan son tartışmaları/rezaleti gördüğümde, 2011 sonrası zuhur eden ‘Ot’, ‘Kafa’ ve benzeri popülist yayınlar hakkında iki çift laf etmek, bununla birlikte kültür-sanat dergiciliği alanındaki kapitalist vahşete nasıl maruz kaldığımızı irdelemek zorunluluğu doğdu.

Her şeyden önce, söz konusu ‘Ot’, ‘Kafa’ ve benzeri yayınların konumlandırıldıkları alanı iktisadi/ticari açıdan doğru tanımlamak gerekiyor. Bu oluşumların fikir babası, 90’ların ortasından 2000’lerin ortasına kadar etkili olan ‘Öküz’ dergisi (ve sonrasında da) ‘Hayvan’ dergisidir. Bu iki dergi, o dönemlerdeki mizah/karikatür dergiciliğinin uzantısı olarak var olmuşlardır. Öküz dergisi, Leman dergisiyle aynı ekip tarafından çıkarılan, aynı grafik ve mizanpaj formatını uygulayan, aynı kâğıt kalitesinde üretilen, aynı dağıtım ağını kullanan ve tabiî ki %80-%90 oranında aynı okuyucu kitlesine hitap eden, bütün bu nedenlerle de üretimsel sabit maliyetler açısından tüm birim maliyetlerini düşürerek kârlılık oranını arttıran oluşumlar olarak tasarlanmışlardır: Bu dergiler, kültür-sanat dergiciliğinin ticarileşmesi açısından ilk endüstriyel buluşlardır, diyebiliriz. Bununla birlikte, Öküz dergisini 2011 sonrası popülist edebiyat ve kültür-sanat dergileriyle kıyasladığımızda gerek yazar kadrosu gerekse de irdelenen konular çerçevesinde çok daha cesur ve ‘gönülden güçlü’ oluşumlar olarak da düşünebiliriz. (Misal; Öküz dergisi kadrosunda Ece Ayhan’ı ve Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı bulundurabilmiştir.)

2011 sonrasında zuhur eden popülist dergilerin girişimcileri, işbu kültür-sanat dergiciliğini tamamiyle ticari bir iş modeli olarak görmekte, müdahil oldukları (faaliyet gösterdikleri) edebiyat/kültür-sanat alanının sosyal coğrafyayı kuvvetle etkilemesini, insanların zihinselliğini değiştirmesini, düşünce ve dil dünyasının biçimlenişini filan umursamamaktadır. Maruz kaldığımız en olumsuz etki; editöryal umursamazlıktır. Popülist dergilerin mevcut paydaşları, tuhaf ön-kabuller, doğru bilinen yanlışlar ve neo-liberal çeşitlemeler sunarak çıkardıkları dergiyi ticari iş modellerinde yer alan bir “ürün” gibi tasarlamakta ve pazarlamaktadır: Yani, söz konusu dergiler doğumundan, başlangıcından itibaren popülisttir zaten… Bu yeni popülist dergilerin içeriği güçlendirmek, tarihsel-sosyal gerçekleri ortaya koymak, edebiyat dünyasını geliştirmek, değerler sisteminin ya da kültür-sanat alanının dilsel/imgesel varoluşunu yenilemek, tahayyül gücünü arttırmak gibi ulvi uğraşıları veya hedefleri yoktur. Tamamıyla girişimci psikolojisinin etkisi altında, ROI(yatırımın geri dönüş hızı) kafasıyla sağdan soldan her türlü görünür karakteri toplayarak derme-çatma değişken kapsamlar, çizimler, etiketler, kapaklar, reklamlar -dahası penye t-shirtler, damgalı kahve fincanları, posterler, kafeler- ve hatta havlular, konaklama-eğlence tesisleri ve plajlar oluşturmuşlardır.

Üzülerek söylüyorum ki bu tuhaf ticari görüntü edebiyat, kültür-sanat dergiciliğinden çok 90’lardaki “Hey Girl” ya da “Blue Jean” gibi dergilerin mizacını anımsatıyor bana… ‘Ot’, ‘Kafa’ benzeri oluşumların (mevcut yapısıyla, yazarlarıyla, yöneticileriyle ve tüm bu tuhaf girişim zihniyetiyle birlikte) FMCG (Fast-Moving Consumer Goods) pazarında satılan mallara özdeş olduğunu anlamak için daha neyin bilinmesi gerekiyor?! Süpermarket raflarında her gün gördüğünüz, kapitalizmin yaygın pazarlamacı mizacını yüklenen ve dahası çevreyi öldüren -bile isteye ‘çevreyi kirleten’ demiyorum- endüstriyel mallar yetersiz mi kaldı? O mallar yetmediyse, Elif Şafak’lar, Orhan Pamuk’lar filan var… Yoksa, onlar da mı yetmedi kapitalizmin hızlı tüketicilerinin kaprislerine? Hemen hemen her şeyden sıkılıyor olmalı ulusal ve uluslararası düşünce gezintilerini seven turistik kahkahaçiçekleri ile yeni yetmeleri!

Şunu aklınıza mıhlayın: Edebiyat ve kültür-sanat olarak tanımladığımız imgesel alan derinliği, sizin sevdiğiniz deterjan, şampuan, emülsifiye et veya kedi maması  gibi hızlı tüketim mallarının pazarlandığı süpermarketlerin sığ sularına benzemez. Bu türden bir benzeşimin tohumlarını atmaya çalışanlar ve paydaşları başarısız olmaya mahkûmdur. Çünkü edebiyat, şiir ve dil; insanlığın kalb ve vicdan yolundaki hakikat arayışıdır. Bu anlam-arayış da insanlık tarihi kadar süreğendir. Edebiyatın, felsefenin, dilbilimin, sanatın ve şiirin sıkılığı, haysiyeti ve sahiciliği, piyasa ekonomisinin 100-130 yıllık ana malcılarının ya da 30-35 yıllık hızlı tüketimsel süpermarket pazarlaması tarihinin yalanlarını ezer, geçer. Belki de, yaşadığımız coğrafyanın kadim haysiyeti, maruz kaldığımız yalanları çoktan ezip geçmiştir bile…

Sahicilikle,
Zafer Yalçınpınar
8 Eylül 2017

Ayrıca bkz: “EVV3L ve taifesi, edebiyat ve kültür-sanat kâhyalarına karşıdır!”


Hamişler:

1/ Yazının pdf dosyası biçemine https://bit.ly/FMCGdergileri adresinden ulaşabilirsiniz.
2/ Z. Yalçınpınar’ın tüm inceleme yazılarını https://zaferyalcinpinar.com/inceleme.html adresinden okuyabilirsiniz.

Ağu
27
2017
--

“Sanayi 4.0 Distopyası” (Ümit Akçay)

Ümit Akçay tarafından kaleme alınan ve GazeteDuvar‘da yayımlanan “Sanayi 4.0 Distopyası” başlıklı yazının tam metnini https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/08/21/sanayi-4-0-distopyasi/ adresinden okuyabilirsiniz.


EVV3L kapsamında yayımlanan “3. Dalga” başlıklı ilgilere https://evvel.org/ilgi/3-dalga adresinden ulaşabilirsiniz.

Ağu
04
2017
--

“Endüstri 4.0” için Eski Bir İmgelem

(…)

(…)

Kazimir MALEVİÇ
“İnsanın Esas Gerçekliği: Tembellik”, Çev: Ender Keskin
Sel Yayıncılık, 2. Baskı, 2014, ss. 23, 34-35

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Tem
30
2017
--

Evrim Dersleri

Evrim Ağacı ekibi liseler için “Evrim Dersleri” vermeye başladı…
Bkz: https://delta.evrimagaci.org

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Tem
01
2017
--

“Neoliberalizm’in Kötü Yolu”


Pierre Bourdieu’nun geçtiğimiz günlerde dilimize çevrilen “Neoliberalizm’e Karşı Ateşler” adlı kitabındaki püf noktaları kültürel sermaye kuramı kapsamında ele aldığımızda ve işbu hakikatleri David Harvey’in geniş kapsamlı iktisadi ve tarihsel tanımlamalarıyla birlikte incelediğimizde, neoliberalizmin kültür-sanat alanında yürüttüğü sinsi manevraları son derece açık bir şekilde görmek mümkündür.

Kültür-sanat alanında çağdaşlık, güncellik, evrensellik ve ulusallık gibi öz-saygı(haysiyet) kavramlarını ve öz-saygının(haysiyetin) önündeki engelleri fark etmek için, bu kavramları sinsi bir şekilde -dip dalga, dip ses, üst akıl ya da gizli el olarak- değiştirmeye çalışan neoliberal politikaların ‘girişimci tipolojisi’nden bahsetmek gerekiyor. Çünkü neoliberal odaklar, son 10 yılda, girişimcilik ve kalkınma retoriğini kullanarak, bulunduğumuz coğrafyanın siyaset söylemini, bilim ve düşünce dünyasını, yayıncılık ile gazetecilik sektörleri üzerinden algısal olarak değiştirmek için yüklü yatırımlar gerçekleştirdiler.

Tarihe baktığımızda, Şili’den günümüze, Latin Amerika’dan Ortadoğu’ya kadar neoliberalizmin aynı yöntemi ve söylemi kullandığını anlarız: Neoliberalizm, toplumların ve toplumsal etki alanlarının ‘özgürlük algısı’nı yönetmeye soyunmuştur. Neoliberal odaklar, yönlendirilen, sinsice biçimlendirilen toplum algısının hakikatin önünde yer almasını sağlayarak vahşi kapitalizmin piyasa, üretim ve ürün koşullarının yenilenmesini, sürdürülebilirliğini mümkün kılmaya çalışmaktadır. Üstelik bu kötücül yöntemi ‘rızanın inşası’ ile yürütmektedirler. 1980’ler sonrasında toplumun algısı pazarlama, promosyon, ödüllendirme sistematiği ve halkla ilişkiler aygıtlarıyla yönetilmiştir. 2000’ler sonrasında ise stratejik planlama, kurumsal sosyal sorumluluk ve düşünce kuruluşları aracılığıyla neoliberal yanılgının ve kötücüllüğün yaygınlaşmaya başladığını görürüz.

2002 sonrasında ülkemizde faaliyete başlayan ve sayısı 60’ı bulan stratejik düşünce kuruluşlarını (think-tank’leri) saymazsak, yayıncılık sektörü ve bu sektörün yönetsel kuruluşları (falanca birlikleri, odaları, STK’ları) neoliberal yansımaların en yaygın olduğu kültür-sanat alanıdır. Yayıncılık sektöründe niteliğin son derece azaldığını -sıfıra yakınsadığını- buna karşın niceliğin 20-30 misli arttığını görüyoruz. Bugün yayınevleri ve kitaplar sayısal olarak kitap fuarlarına sığmayacak kadar fazlalaştı. Popüler dergiler ve süreli yayınlar gazete bayilerine, raflara, kitabevlerine sığmıyor. Her hafta, her gazetenin kitap eki sayfalar dolusu kitap tanıtımında bulunuyor. Neoliberal kesime baktığımızda; mikrofon arkasından ve kamera önünden poz kesmeyen, ödülsüz, parasal desteksiz, devlet yardımından mahrum, şilt ve plaketlerle onurlandırılmamış yazar-şair kalmadı neredeyse! Peki, sonuç? Bu arz fazlası nelere neden oldu? Söz konusu niceliksel artışa rağmen ülkemizin fikir, kültür ve sanat atmosferinin özgürleştiğini veya geliştiğini söyleyemeyiz. Aksine, kültür-sanat atmosferi ‘kurşun gibi ağır’ ve ‘boğucu’ bir gericilik ile dinsel istismar ablukasının içine düşmüştür. Mevcut çelişkili durum, uzmanlığın ve liyakatin olmadığı sahte hastaneler, sahte ar-ge merkezleri, sahte fabrikalar ve çakma üniversiteler gibi ‘içi boş’ bir görüntü vermektedir. Kültür-sanat alanındaki nitelik eksikliğinin nedeni; birikimle, araştırmayla, gayretle, emekle ve sabırla elde edilmemiş kazançlardır. Amaçsızlık, bağlamsızlık, yanılgı ve kapitalist heves dolu girişim psikolojisiyle güdülenen kalkınma retoriği, kültür-sanat alanının niteliksel değerini ablukaya almıştır. Yayıncılık alanındaki niceliksel artışın nedeni; kifayetsiz ve liyakatsiz muhterislerin (ki neoliberal odaklar bu tipolojiyi ‘kullanışlı ahmak’ olarak tanımlar) karanlık, sinsi ve ‘gizli el’lerle yurtsever, çağdaş ve evrensel değerleri yıkmak için ‘işgal/vurgun işbirliği’ sağlamasındandır. Bu olumsuz/kavuşmaz şartlar altında yurtsever, çağdaş ve ilerici insanların kültür-sanat alanında neoliberalizm tarafından peydahlanan nev-i zuhûr kuşağa dikkat etmesi, bu karanlık ve yıkıcı kesimle hiçbir konuda işbirliği içine girmemesi, sahte girişimcilere/kalkınmacılara karşı dik durarak kültür-sanat alanındaki ‘birikmiş emekler’ ile ‘evrensel değerleri’ koruması gerekiyor.

Son olarak, 9. Kadıköy Kitap Günleri (Haziran 2017) sırasında yaşadığım bir olayı anlatmak istiyorum. Biraz önce bahsettiğim neoliberal tipolojiden bir ‘erkek’ yazar, yurtseverlerin standında imza günü gerçekleştiren bir ‘kadın’ yazarın küçük kızıyla fuar alanında tesadüfi olarak karşılaşıyor ve küçük kıza diyor ki; “Annen kötü yola düştü!” Bu söz ve tavır beni çok kızdırdı. O ‘erkek’ yazara -insanlık adına- buradan cevap vermek zorundayım: “Kötü yol senin haysiyetsizliğindir! Kötü yol, neoliberalizmin gönüllü köleliğidir! Kötü yol, neoliberalizmin türevi olan nev-i zuhûrların Türkiye’yi parçalamak için yürüttüğü işbirliğidir!” Nokta.

Zafer Yalçınpınar
Aydınlık Gazetesi Kültür-Sanat Sayfası, 30 Haziran 2017


Hamişler:

1/ Yazının ‘pdf’ biçemine https://bit.ly/kotuyol adresinden ulaşabilirsiniz.

2/ Yalçınpınar’ın inceleme yazılarına https://zaferyalcinpinar.com/inceleme.html adresinden, tüm kitaplarına ve özgeçmişine https://zaferyalcinpinar.blogspot.com adresinden ulaşabilirsiniz.

Haz
20
2017
--

Noam Chomsky’den Destek Mesajı

Dilbilimci, düşünür Noam Chomsky, açlık grevindeki eğitimciler Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için destek mesajı yayınladı.

“Türkiye’deki iki açlık grevcisi Nuriye Gülmen ve Semih Özakça, demokratik ilkelere inanan herkesin desteğini hak ediyor. İçinde bulundukları durum vahim bir insan hakları ihlalidir. Grev 100. gününü aşmışken, hijyenik olmayan hapishane koşullarında sağlıkları hızla bozuluyor. Çok geç olmadan grevin sonlanması için, adalet ve haysiyet mücadelelerine saygı gösterilmeli ve iadesini istedikleri iş talepleri bir an önce kabul edilmeli.”

Noam Chomsky

Haberin tam metnine https://www.birgun.net/haber-detay/chomsky-den-gulmen-ve-ozakca-ya-destek-talepleri-kabul-edilmeli-165614.html adresinden ulaşabilirsiniz.

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler:
Haz
16
2017
--

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için İmza Kampanyası

“Türkiye yetkililerinden, görünürde yalnızca sürdükleri barışçıl eylemleri nedeniyle tutuklanan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın hızla ve koşulsuz serbest bırakılmasını, tutuklandıktan sonra Sincan Cezaevine sevk edilen Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın işkence ve kötü muamele görmemesini ve bağımsız doktorlar tarafından sağlanacak, gizlilik ve bilgilendirilmiş onay ilkeleri de dahil olmak üzere tıbbi etiğe uygun bir sağlık hizmetine erişebilmelerini talep ediyoruz. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın barışçıl protesto haklarını kullandıklarını vurgulayarak, Türkiye yetkililerini ifade özgürlüğü haklarına saygı göstermeye çağırıyoruz.”

Uluslararası Af Örgütü’nün yürüttüğü imza kampanyasına katılmak için https://acileylem.org.tr/eylem/nuriyesemih adresini ziyaret edebilirsiniz.

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler:
May
23
2017
--

Ken Loach’tan S. Özakça ve N. Gülmen’e Destek Mesajı

“Özellikle işçi sınıfını işlediği filmlerle bilinen ünlü Britanyalı yönetmen Ken Loach, kanun hükmünde kararnameyle ihraç edilmelerinin ardından işlerine dönmek için açlık grevi yapan akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça’ya destek mesajı gönderdi.

Bkz: https://www.diken.com.tr/ken-loachtan-ozakca-ve-gulmene-selam-erdogan-ve-sessiz-medyasinin-magdurlari

May
16
2017
--

#NuriyeGülmen ve #SemihÖzakça

Ankara’nın Yüksel Caddesi’nde sürdürdükleri
oturma eylemlerini 66 gün önce açlık grevine
dönüştüren akademisyen Nuriye Gülmen
ve öğretmen Semih Özakça insanlığın haysiyetidir!

#NuriyeGülmen #SemihÖzakça ölmesin!

Nis
18
2017
--

Haber: “Hayır, daha bitmedi!”

“16 Nisan anayasa değişikliği referandumunda, YSK’nin skandal kararlara damga vurmasının ardından ortaya çıkan şaibeli sonuçlar İstanbul ve Ankara’da yurttaşlar tarafından protesto ediliyor. Yaşananlar karşısında ‘HAYIR Daha Bitmedi!’ diyenler sokakta… İstanbul’da Kadıköy, Beşiktaş, Kartal ve Sarıgazi’de gerçekleştirilen eylemlerde halk, “YSK’nin mühürsüz zarf ve pusulaları oylamada kabul edildi” kararını protesto ediyor.”

Kaynak: 17 Nisan 2017, BirGün Gazetesi


Haberin tam metnine https://www.birgun.net/haber-detay/yurttaslardan-ysk-protestolari-hayir-daha-bitmedi-155867.html adresinden ulaşabilirsiniz.


Nis
16
2017
--
Mar
12
2017
--
Oca
26
2017
--

Şiir: “Kanun”

KANUN

“Sayın yolcularımız;
kanun gereği
insan olmak yasaktır
gemilerimizin açık
ve kapalı alanlarında.”

Zafer Yalçınpınar

Oca
20
2017
--

Şiir: “İki Lâf” (İlhami Bekir Tez)

Poliste adımızı sordular.
-Bileklerimden kelepçe vurdular-
Dedi ki biz oyuz
dosyada künyemiz vardır.
Babamız Ahmet annemiz Fatma…
Vaktimiz yoktu evlenemedik
__________________dedik:
Nüfusta kaydımız bekârdır.
Ne avrat, evlat, ne dünür…
Yirminci asırda her şair
______________bizim gibi düşünür.
İçerde küf ve nem
Demir parmaklık arkasında ışıltılar:
-Geç! dediler;
Aralandı kapı yürüdük,
Eğildi üstünden atladık- duvar.
Sağnak sağnak
Yağıyordu gökten aydınlık
Yürüdük…
Yar bizimle
______gökler bizimle
Sular bizimle başladı yürümeye.
Yürüdük
Demirkapı, Ahırkapı, Adliye.
Yürüdük
Bileklerimizde tel kelepçe
Bütün gece…
Yargıçta suçumuz sordular
-Bileklerimizde karakol mührü vurgular-
Dedik ki çok
Dedik ki yok
Dedik ki adam öldürmedik kan içmedik
Yalnız iki lâf dedik.
Dedik ki
Gün ağardı göğe bak!
Dedik ki
Güneş doğsa sırtımız ısınacak!

Hür bir dünyada mesut insanlar
Onlar için yemiş verir ormanlar
İnsan büyür mihnet küçülür
Pürüzsüz sular gibi akar zamanlar.
Yıldızlar omuzların hemen tepesinde
Keder ve hınç Kafdağı’nın ötesinde
Gök bir anne çınar gibi üstünde onların
Ve onlar oynaşırlar bu çınarın gölgesinde.

Sokakta yolumuza durdular.
Neticeyi sordular.
Dedik ki
Ya kırmızı ya sarı!
Şahit edip deriz ki gökleri ve tarlaları
Adam öldürmedik kan içmedik!
Yalnız iki lâf dedik.

İlhami Bekir Tez
“Herhangi Bir Roman Kitabıdır”, YKY, 2016, ss. 110-111

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Oca
09
2017
--

Varolmanın Dayanılmaz Ağırlığı’ndan… (Nikola Tesla)

Bir fikrin başarısı, özünde var olan değerden ziyade çağdaşlarının tutumuna bağlıdır. Zamanlıysa hemen uygulamaya geçilir, zamansızsa, güneşin sıcağına aldanıp topraktan baş veren filiz gibi, bastıran donla büyümeden ölür. (s.8)

Düşünceler baş döndürücü doruklar gibidir. Önce seni rahatsız ederler; bir an önce aşağı inmek istersin, kendi gücüne güvenemezsin. Ama sonra hayatın karmaşasından uzakta olduğundan ve bulunduğun irtifanın ilham verici etkileriyle sakinleşirsin, adımların kararlı ve sağlam bir hal alır ve sonra daha da baş döndürücü dorukları aramaya başlarsın. (s. 10)

Eksik gözlem cehaletin bir türüdür ve mevcut pekçok ölümcül kavramla aptal düşünceden sorumludur. (s. 17)

Hareket halindeki bir kütle, yönünün değiştirilmesine direnecektir. Aynı şekilde dünya da yeni fikirlere karşı çıkar. Fikrin öneminin ve değerinin kavranması zaman alır. Cehalet, önyargı ve atalet fikrin erken gelişimine ket vurur. Samimiyetsiz bileşenler ve bencil sömürücüler itibarını zedeler. Düşmanları ona saldırır ve onu yargılar. Ama en nihayetinde bütün bariyerler yıkılır ve yeni fikir yangın gibi yayılır. (s.19)

Nikola Tesla
“Varolmanın Dayanılmaz Ağırlığı” (Aforizmalar)
Çev: Peren Demirel, Aylak Adam Yayınları, 3. Baskı, Ağustos 2016

Kas
25
2016
--

Komandante ‘Fidel Castro’ hayatını kaybetti…

Küba devriminin efsanevi lideri ‘Fidel Castro’ yaşamını yitirdi:
https://haber.sol.org.tr/arama?metin=Fidel+Castro


1101590126_400

26 Ocak 1959 tarihli TIME Dergisi’nin Kapak Görüntüsü

May
23
2016
--

“Başka bir dünya mümkün ve gerekli.”

loach

“Bir umutsuzluk döneminden geçiyoruz. Böyle umutsuzluk dönemlerinde aşırı sağ avantajlı olur. Biz yaşlı insanlar bunun ne gibi sonuçlar doğurabileceğini biliriz. Buradan bir umut mesajı göndermeliyiz. Başka bir dünya mümkün ve gerekli.”

Bkz: https://haber.sol.org.tr/kultur-sanat/cannesda-altin-palmiye-ken-loacha-156792

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler:

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com