Ara
15
2006
1

Bildiri No. 2 (Masanın Ayakları)

Bildiri No:2
(14 Aralık 2006)
M a s a n ı n    A y a k l a r ı

1.    En son söyleyeceğini en önce söylemen gerekir.

1.1. son söyleyeceğini en önce söylemen gerekir.

1.1.1.  söyleyeceğini en önce söylemen gerekir.

1.1.1.1.      en önce söylemen gerekir.

1.1.1.1.1. önce söylemen gerekir.

1.1.1.1.1.1.    söylemen gerekir.

1.1.1.1.1.1.1.        gerekir.

1.1.1.1.1.1.x.    önce.

2.   En başta söyleyeceğini en sonra söylemen gerekir.

3.   “Lirik”in tek düşmanı “retorik”tir.

3.1. “Retorik”in karşısında “lirik” vardır.

3.1.1.  “Lirik”in tek düşmanı “retorik”tir.

3.1.1.1.     “Retorik”in karşısında “lirik” vardır.

3.1.1.1.1. “Lirik”in tek düşmanı “retorik”tir.

3.1.1.1.1.1.    “Retorik”in karşısında “lirik” vardır.

3.1.1.1.1.1.x.  Retorik, lirikten sonra olmuştur.

3.1.1.1.1.x.y. Lirik öncedir.

4. Bakmak liriktir.

(Kısıt: x ve y sonsuza yakınsamaktadır.)

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Ara
14
2006
0

ŞİİŞ

2006 Görsel İş’lerimden oluşan “ŞİİŞ” adlı e-kitabı

https://zaferyalcinpinar.com/siis.pdf

adresinden PDF dosyası olarak indirebilirsiniz.

ŞİİŞ

Ara
05
2006
0

Ondan Önce

yazmışsındır
ondan önce bir şiir
yahu ben mi yazdım
ne iyi yazmışım
kırmızı ondan.

vardır
solgun ayazda bir sevgilim
yırtıcı güneşlerde ilk sevdiğin
yahu ben mi sevmişim
ne kadar da güzel
işte sevmişim.

vardır bir fotoğrafın
sözgelimi Samatya’da
uçan sandallara karşı
evet yahu sensin
amma da gençmişsin
yanındaki mavi Raşel.

(…)

Serdar Koçak

Avare Şiirler’den…

Kas
30
2006
0

Pirus Zaferi

“Romalılar italya yarım adasını kent kent ele gecirirlerken bu fetihlere karsı gelen kentlerden biri,romalılara karsı bir yunanlı komutan ve kral olan pyrrhus tan yardım isterler.pyrrhus bu yardım istegini geri cevirmez ve yunanlılar ın hindliler den ogrendigi savas teknigi ile yani filleri kullanarak romalılar ile savasır.bu savastan pyrrhus galip cıkar ancak,bu savasta o kadar cok askerini kaybetmistir ki,” bu sekilde bir zafer daha istemem. ” demistir. bu nedenle,haddinden fazla kayıba yol acan zaferlere ” pyrrhus zaferi ” denir.”

 ekşi sözlük’ten…

Kas
28
2006
0

Şarkı söylemek için açıklayıcı bilgiler

Evin tüm aynalarını kırmakla başlayın işe, kollarınızı salıverin, dalgın dalgın duvara bakın, kendinizi unutun. Tek bir nota söyleyin, içinizde dinleyin. Taşların arasından çıkan ateşlerin, yarı çıplak ve çömelmiş siluetlerin olduğu korkuyla kaplı bir manzaraya benzer bir şeyler duyuyorsanız (ama bu daha sonra gerçekleşecek) iyi yolda olduğunuzu düşünüyorum, aynı şekilde sarı ve siyah boyalı kayıkların yüzdüğü bir nehir duyuyorsanız, bir ekmek tadı, bir parmak dokunuşu, bir at gölgesi duyuyorsanız, yine iyi yoldasınız.

Julio Cortazar

“Açıklayıcı Bilgiler El Kitabı”, Altıkırkbeş, s.15

Kas
28
2006
0

Papa’nın Gelişi

Papa’nın gelişi için alınan güvenlik önlemlerinden ve güruhun merakı yüzünden İstanbul altüst olacak bugün…

Şu durumda şöyle düşünmüşüm;

“Papa’yı İstanbul’dan koruyacaklarına, İstanbul’u Papa’dan korumak daha akıllıca olurdu.”

Kas
27
2006
0

Denizde Zokalar (Görsel Şiir/İş)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Denizde Zokalar, Dijital Teknik, 2006, Zafer Yalçınpınar

Kas
13
2006
2

Bildiri No.1 (Vatoz’un Salınımları)

Bildiri No:1
(12 Kasım 2006)
V a t o z ’ u n   S a l ı n ı m l a r ı
1.       Görmek yoktur.
1.1.       Yönetim yoktur.
1.2.       Strateji yoktur.
1.3.       Süreç yoktur.
1.4.      İcra yoktur.
1.5.       Değerlendirme yoktur.
1.6.       Memnuniyet yoktur.
1.7.       Ortak akıl yoktur.
1.8.       Eğitim yoktur.
1.9.       Bakış(ın) vardır.
1.9.1.       Bakış(ın)a sahip çık
1.9.1.1.              İmgeyi ayağa düşürmemelisin.
1.9.1.2.             Ayağa düşeni imlememelisin.
1.9.1.3.             Kurgu hesapsızdır.
1.9.1.4.             Kurgu yolsuzdur.
1.9.1.5.             Dizge aksak olmalıdır.
1.9.1.6.             Dizgenin dizgisi seni ilgilendirmez.
1.9.1.7.             Trafik seni ilgilendirmez.
1.9.1.8.             Dizge matematiği seni ilgilendirmez
1.9.1.9.             Dizge mühendisliği seni ilgilendirmez.
1.9.1.10.         Dizgenin kimyası seni ilgilendirmez.
1.9.1.11.          Dizgenin öğeleri seni ilgilendirmez.
1.9.1.12.          Dizgenin istatistiği seni ilgilendirmez.
1.9.1.13.          Dizgenin ekonomisi seni ilgilendirmez.
1.9.1.14.         Dizgenin semantik yapısı seni ilgilendirmez.
1.9.1.15.          Dizgenin morfolojisi seni ilgilendirmez.
1.9.1.16.          Dizgenin aksak tınısı sana yeterlidir.
1.9.1.17.          Kelimeler dolaşımdayken ayağa düşmüştür.
1.9.1.17.1.    Sayılar dolaşımdayken ayağa düşmüştür.
1.9.1.17.2.    Dizgeler de dolaşıma çıkarsa ayağa düşer.
1.9.1.17.3.    Dolaşım düğümlüdür.
1.9.1.17.4.   Dolaşım ayaktır.
1.9.1.17.4.1.     Aksaklığı tipoloji belirler.
1.9.1.17.4.1.1.    Tipolojilerin arası odaktır.
1.9.1.17.4.1.2.    Tipolojilerin arasını bilen kazanır.
1.9.1.17.4.1.3.    Tipolojilerin arasını sezen kazanır.
1.9.1.17.4.1.4.   Tipolojilerin arası tuşedir.
1.9.1.17.4.1.5.    Tipolojilerin arasını sezdir.
1.9.2.             Boşluk yol açar
1.9.2.1.             Boşluklar senin bakışının biçimini alır.
1.9.2.2.             Boşluk totoloji kümesidir.
1.9.2.3.             Boşluklar vurgudur.
1.9.2.3.1.       Boşluk yineler.
1.9.2.4.            Sessizlik müziğin çerçevesidir.
1.9.2.4.1.             “Sus”kular her şeyi çerçeveler.
1.9.2.4.2.            “Sus”ku yazdığını belirler.
1.9.2.4.2.1.             İki sayı arasında sonsuz sayı vardır
1.9.2.4.2.2.            İki harf, iki kelime, iki dize , iki cümle, iki paragraf arası yazdığını belirler
1.9.2.4.2.3.            Susku sonsuzdur.
1.9.2.4.2.4.            Susku gerçektir.
1.9.2.4.2.5.            Susku sabırlıdır ve çoğuldur.
1.9.2.4.2.6.            Susku dilsizdir.
1.9.2.4.2.7.            Susku yol açar
1.9.2.4.2.7.1.             Yolu giden değil açan bilir
1.9.2.4.2.7.2.            Suskuyu dinlemelisin
1.9.2.4.2.7.3.            Bunu:

1.9.3.             Boşluk tuşedir.
1.9.3.1.             Tuşeyi sezen kazanır.
1.9.3.1.1.        Tuşe sezgiseldir.
1.9.3.1.2.       Tuşeyi sezdir.
1.9.3.2.             Tuşeyi sezdiren kazanır.
1.9.4.            Boşluğu çoğaltan kazanır.
1.10.                    Bakmak her şeydir.
2.      Anlam çoşkusuzdur.
2.1.   Sezgi anlamın yerinedir.
2.1.1.       Anlam baskı altındadır.
2.1.2.       Anlam Sorgu sandalyesindedir.
2.1.3.       Anlam hareketsizdir.
2.1.4.      Anlam ortalama zekânın durağıdır.
2.1.5.       Anlam yenilikçi değildir.
2.1.6.       Anlatacaksan aksak anlatacaksın.
2.1.6.1.       Anlamın karşısına geçebilirsin.
2.1.6.2.       Anlamın etrafında dolaşabilirsin.
2.1.6.3.       Anlama vurup kaçabilirsin.
2.1.6.4.      Sorgulananın tepesindeki ışığı açma.
2.1.6.5.       Anlama değerken eskrim yap.
2.1.6.6.       “Anlam arayış” anlama yeğdir.
2.1.6.6.1.       Anlam arayışlar sezgi içerir.
3.      Sezgi varoluşunun kanıtıdır.

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:
Eki
28
2006
0

gene de…

“hiçbir temel ilke, hiçbir sadakat, hiçbir yasalar bütününü tanımıyordum; eğer işime gelirse dostuma da, düşmanıma da son derece vicdansızca davranabilirim. iyiliklere kırıcı sözlerle ve küfürlerle karşılık vermem olağan bir şey. utanmaz, küstah, hoşgörüsüz, katı önyargılarla dolu ve katır gibi inatçıyım. kısacası tam anlamıyla tahammül edilmez olan tabiatım benimle her türlü ilişkiyi olağanüstü zorlaştırıyordu. yine de çok seviliyordum; öyle bir cazibe, öyle bir heyecan yayılıyordu ki benden, insanlar kötü yanlarımı affetmeye hevesli görünüyorlardı. bu tavır beni daha da küstahlaştırıyor ve daha da serbestleşiyordum. tanrılaşıyordum ve etim bedenim kelimelerdi. kendime aynada baktığımda cümlelerden örülü bir yüz görüyordum.”

A.Rimbaud

Eki
20
2006
0

Stephen Pamuk ve/ya da Orhan King

“Stephen Pamuk ve/ya da Orhan King”

Yanlış bir dille doğru bir cümle kurulmaz. Romansa (ne yazık ki)
cümlelerden oluşur. Ferit Edgü Yeni Ders Notları, § 162

‘Populer’ olan, dolayısıyla ‘çok satan’ kitapları, ilkece, okumam — isterseniz ‘elitizm’ deyin; ama, ilkin şu ‘best-seller’ deyimi itici benim için: Düz anlamıyla, “en iyi-satar” diye çevirirsek, bu iki nitelemenin yanyana bulunmasının, tarih boyunca —yalnızca edebiyat alanında da değil— nasıl bir yanlış içerdiğini, nasıl yanıltıcı olduğunu bildiğim için. Önyargı da olsa, şöyle düşünüyorum: Kendi gününde yaygın beğeni bulan —moda olan, ‘populer’ olan— bir metin, ilkece, kötüdür; ve, ters yanından, iyi olan —önemli olan, yolaçıcı olan— hiçbir metin, kendi gününde yaygın beğeni bulmaz, bulamaz. Ama, yanlış anlamaya engel olmak için şunu da belirteyim ki, bu düşünceden, kendi gününde yaygın beğeni bulamamış her metin, ilkece, iyidir, önemlidir, sonucu çıkmaz. Tarihten bir örnek verip, asıl konuma geçeyim: Immanuel Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi, XVIII. Yüzyıl Aydınlanma’sının, giderek de bütün Yeni Çağ’ın en önemli felsefe kitabı sayılır: Bugün, dünyanın herhangi bir üniversitesinde (muhtemelen Tahran ve Yeni Delhi ya da Pekin ve Singapur üniversiteleri dahil…) bu metni tek başına konu edinen bir semineri olmayan bir felsefe eğitimi, düşünülemezdir — kaç dilde, kaç yılda bir, kaç baskı yapıp sattığını ben hesaplayamıyorum; varın siz ‘tasavvur’ edin…
Kant kitabını 1781’de yayımlar — ama, yukarıda söylediklerim yüzünden, sakın sanmayın ki bütün Alman ‘Aydınlanmacı’ları kitabevlerinin önünde kuyruğa girmiş, kitabı bekliyorlardır: Yayımcının (yanılmıyorsam) 750 adet basmağa değer bulduğu kitap, 5 yıl içinde (gene, yanılmıyorsam) 200 dolayında alıcı bulur — Kant, bazı değişiklikler yapmak için ikinci baskı yapılmasını isteyince de, Hartknoch, “Valla’ senin kitap satmıyor hemşeri — ancak masraflara katılırsan ikinci baskı yapabilirim” der. Kant bunu kabullenir, 1787’de ikinci baskı yapılır. Bundan sonraki yıllarda, anlaşılan, satışlarda biraz ‘kıpırdanma’ olur ki, Kant’ın ölümüne (1804) dek, kitap üç baskı daha yapar; ama sonra, uykuya dalar: çünkü Kant, üzerinde oluşmuş ‘Cumhuriyetçilik’ ve ‘Dinsizlik’ suçlamalarından dolayı, ‘sakıncalı’ ve ‘yasak’ hâle gelmiştir — örneğin Hegel, öğrenciliğinde (1790’larda), Kant’ı ‘tezgah altında’ bularak, gizli gizli okur…

XIX. Yüzyıl’ın ikinci yarısına gelindiğindeyse işler birden tersine döner — Almanya’da neredeyse bütün felsefe çevreleri Kant’çı kesilir: Saf Aklın Eleştirisi’nin, Schmidt’in 1926’da basılan ‘definitif edisyon’una gelene dek, bir yüzyıla yakın bir süre içinde tam 9 ayrı edisyonu yayımlanır; Schmidt’in edisyonu ise, 1930’a dek, dört yıl içinde 14 baskı yapar — bugün kaçıncı baskısı satılmakta, bilmiyorum…

Bütün bu öyküyü şunu söylemek için anlattım: Kant’ın gününde birtakım ‘best-seller’ felsefe yazarları varmış: Moses Mendelssohn (galiba müzisyen Felix’in büyükbabası), Christian Garve, Sulzer (ilk adını hatırlamıyorum) — bunlar, Kant bir taşra üniversitesi profesörü ve ‘az satar’ bir yazarken, günlerinin ‘gözde’, ‘çok satan’ yazarlarıymış — boyuna ‘-mış’ diyorum; çünkü ben, adlarını, onlara Kant’ın biyografilerinde ve mektuplarında rastladığımdan dolayı biliyorum; profesyonel felsefeci olarak, kitaplarının hiçbirini, okumak bir yana, görmedim bile, çünkü, artık, muhtemelen hiç basılmıyorlar (— emin olmak için bir kaynağa baktım: yalnızca Mendelssohn’un 1929’da yeniden basıldığıyla ilgili bir kayıt buldum; öteki ikisinin adları bile geçmiyor, kaynakta…). Şimdi Stephen King’e geliyorum: Adını çok duyduğum halde (için…) hiç okumamıştım. 1981’de, Stanley Kubrick’in Shining’ini seyrettim ve çarpıldım. Filmin senaryosunun Stephen King’in romanından uyarlandığını öğrenince, önyargımı askıya alıp, kitabı aradım — en yakın süpermarket’te de buldum…
O akşam, tuğla gibi romanı, kendimi zorlayarak okurken, ender düşkırıklıklarımdan birini yaşadım: O enfes film, bu berbat metnin üzerine kurulmuştu — dili özensiz, kurgusu eğreti, mantığı çarpık bir romandan, Kubrick —metinde tutarsız ve bulanık olarak duran— bir düşünceyi almış, sımsıkı mantıklı, derin anlamlı bir film yapmıştı. O zaman, edebiyat yapıtlarının sinemaya uyarlanması konusu kafamı kurcalamıştı; bu konuda da bir yazı yazmıştım. Epey zaman sonra (çıktığı yıl?…), Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ını okudum — zorla; çünkü, önyargımı yeniden yürürlüğe soktuğum halde, değerlendirmelerine önem verdiğim bazı dostlarım, “Bunu mutlaka okumalısın” diye üstüme vardılar; ben de, ‘metazori’, okudum. Tıpkı Stephen King okurken başıma gelenler geldi başıma, bu okuma sırasında; ayrıca, yukarıda Stephen King için kullandığım nitelemeleri haklı çıkaracak özelliklere ek olarak, ‘savrukluk’ diye niteleyebileceğim bozukluklar da vardı metinde — o zaman, şöyle düşündüm:- Niye olmasın — edebiyat da pekâlâ bir hafif tüketim malı; yaygın beğenilerin hoşuna gidecek, belirli duyarlılıkları gıcıklayacak, yüzeysel bir haz sağlayacak; pek fazla birşey beklenmeden, öylesine, bir kez ilgiyle okunup (tüketilip), bir kenara atılacak bir meta olabilir — zaten oluyor… Eh işte, nasıl Amerikalıların süpermarketlerde satılan Stephen King’leri varsa, bizim de süpermarketlerimiz ve Orhan Pamuk’larımız olabilir — zaten, var…

Ama, Stephen King ile Orhan Pamuk arasındaki benzerliği; ve, ‘çok satar’ edebiyat ürünlerinin de kendi yerleri olabileceğini, düşünerek, bütün bu işi zararsız bulurken; en azından, kaçınılmaz bir ‘kapitalist piyasa’ gelişmesi sayarken, birşeye dikkat etmek gerekir:- Stephen King, ortaya çıkarak, diyelim, Newsweek’e bir demeç verip, “Amerikan edebiyatında bir Hermann Melville, bir de William Faulkner var; onları birleştiren bir doğru çizip ilerletirseniz, üçüncü nokta olarak beni bulursunuz” demeğe kalkışsaydı, onu ensesinden tutup Manhattan köprüsüne çıkararak aşağı atacak epey edebiyat eleştirmeni ve uzmanı bulurdu, sanırım. — Bunun böyle olacağını gayet iyi bildiği için de böyle birşey söylemeğe kalkışmazdı, herhalde…

Orhan Pamuk’la ilgili olarak ise bizim edebiyat adamlarımızdan yalnızca Tahsin Yücel, ortaya çıkıp, açık ve yalın bir soru sorarak eleştiride bulundu: “Yazdığı dili kötü kullanan bir yazar iyi bir yazar olabilir mi?…” Kara Kitap’la ilgili bütün eleştirilerinde haklı —hatta, hoşgörülü bile— bulduğum Yücel, ayrıca, ‘içkin’ olarak da olsa, ‘çok satma’ ile ‘has ürün’ olma arasındaki ilişki —ya da ilişkisizlik— üzerinde düşünmeyi gerektirecek noktalar da koydu ortaya — kim ne düşünüp anladı, bilmem… Şimdi, koşutluğu sürdürerek, şöyle düşünsek: Orhan Pamuk ortaya çıkarak, diyelim, Aktüel’e bir demeç verip, —bir kez, lafı dolandırmadan, açıkça— “Türk edebiyatında bir Ahmet Hamdi Tanpınar, bir de Oğuz Atay var; onları birleştiren bir doğru çizip ilerletirseniz, üçüncü nokta olarak beni bulursunuz” deseydi, acaba kim ne yapardı —yayaların Boğaziçi köprülerine çıkmalarına izin verilmiyor ki…

Not: Bu yazı, Orhan Pamuk’un, adını vermediği bazı (—bir…?) Türk edebiyatı yazar(lar)ıyla ilgili olarak, “elli yaş ile yetmiş yaş arasında, doğuştan hayatı kaymış, yarı başarılı, yarı şaşkın, vasat, erkek ve kel” deyimlemesini kullandığını öğrenmem üzerine yazılmıştır; yoksa, böyle bir yazıyı, ilkece, yazmazdım…

Oruç Aruoba / 2001

Eki
08
2006
0
Eyl
28
2006
0

kapaklar yaptı dünyaya bir kendinin açtığı

Dün dünyada tüm şairler toplandı, yarısı ayıktı yarısı sarhoş, tek şair de zom.
Gün boyunca tartıştılar Adorno’nun lafını, yorulduklarında kavgaya döktüler işi ve sabaha doğru hepsi omuzlarında hırkaları suskunlarken ve sızaki konumlarında seyrederlerken mavi güneşin doğumunu tek şair açtı sözünün tekini, en yakınındaki şişeyi gözeterek hafifçe dikildi yattığı topraktan,şarapla arasında bir dünya şair vardı bir de koskocaman boşluk; karanlığına dönmek için acele eden yarasalardan birini süzdü yavaşça aralanan diğer gözkapağının arkasındaki camdan böylece, yüzü koyun uyumanın erdemini düşünerek. Doğruldu sonrasında, gölgelerine katlanarak hizmet eden harf tüccarları arasında ilerledi, dünyayı, boşluğu herkesin ve her şeyin ertesinde de şişeyi katetti şairlerin arasında gecikmiş ayraçlardan birine bindi nihayet ve okunmamış bir kitapcasına yer edindi kendine ait uykuda ağır aksak; tüm diğer şairler izlerlerken tepelerinde karanlığın içinden çıkarak gelen ışıkları; o kapaklar yaptı dünyaya bir kendinin açtığı.

 
Leon Felipe

Siirpostası’ndan…

Eyl
22
2006
0

Kendini ne zannediyorsun?

Eşek sidiğinde saman
sinek konmuş:
işte gemi, işte deniz
ben de kaptan..

 
Mevlana

Eyl
21
2006
0

içiniz…

İçiniz.

İçiniz ve içiniz.

Bunca içmeye hala yoldaysanız treni durdurulmuş rayın öfkesi gibi parlakken, solunuz.

Çünkü kısmeti açık komşu kızını burada bulamazsınız.
Eyl
21
2006
0

bu çukur odaya karanlık…

(…)

Şimdi, güneş kaybolduğundan bu çukur odaya karanlık, batan bir geminin ambarlarına su nasıl dolarsa, öyle her taraftan taşkın bir halde giriyor; koyulaşıp ağırlaşıyordu.(…)

Refik Halid Karay

“Yatık Emine” adlı öyküsünden

Eyl
15
2006
0

İntikal

(…)Bir haftadır yürüyorlar. Bozkırda, tuz ışıltıları arasında, güneşin ve rüzgârın yaktığı, kuruttuğu yüzlerini bezlerle sararak, günden güne ağırlaşan bedenlerini taşıyan ve artık çizmelere, işlenmiş derilere, kaba çarıklara sığmayan ayaklarını sürüyerek, yıldıran ya da yüreklendiren anılara, hayallere, sıla özlemine bazen sığınarak, bazen de onlardan kaçarak, sabırla, inatla, hayvanlar gibi sessizlik içinde yürüyorlardı.(…)

 

Hüsnü Arkan

Uzun bir yolculuğun bittiği yer, YKY, 2005, s.44

Eyl
13
2006
0

Hâlâ…

Hâlâ aynı durumdayız: Korkudan ölerek, soğuktan donarak kelimeler arıyoruz.

Eduardo Galeano
Zamanın Ağızları 

Eyl
11
2006
0

Özlem

Özlediğin, gidip göremediğindir;
ama, gidip görmek istediğin…
Özlem, gidip görememendir; ama gidip görmek istemen…

Özlem gidip görmek istemen –
Ama, gidememen, görememen;
gene de, istemen… 

Oruç Aruoba
Uzak, Metis Yayınları, s. 39

Eyl
11
2006
0

Her şeyi…

(…)

Her şeyi aklına getir

(…)

Arif Damar

Eyl
04
2006
0

Henri

(…) Sonra bir de, lağımlarda çalışan Henri vardı. Uzun boylu, kıvırcık saçlı, üzgün yüzlü, lağımcı çizmeleriyle biraz romantik görünüşlü biriydi. Özelliği, iş gereği hariç, günlerce hiç ama hiç konuşmadan durmasıydı. Daha bir yıl önce iyi bir yerde şoförmüş, bir kenara para ayırabiliyormuş. Günün birinde bir kıza aşık olmuş; kız bunu istemeyince, sinirlenip kıza vurmuş. Kız dayağı yedikten sonra adama körkütük sevdalanmış. İki hafta birlikte yaşamışlar ve Henri’nin biriktirdiği paranın bin frankını yemişler. Sonra, kız adamı aldatmış, o da kızı kolundan bıçaklamış; altı ay ceza yemiş. Kız bıçağı yer yemez Henri’yi eskisinden çok sevmeye başlamış. Barışmışlar. Henri hapisten çıkınca bir taksi almaya, evlenip oturmaya karar vermişler. Fakat on beş gün sonra kız yine adamı aldatmış. Adam hapisten çıktığında kız gebeymiş. Bu sefer bıçaklamamış. Bütün parasını çekip bir içki âlemine gitmiş. İçki âlemi bir aylık bir hapis cezasıyla sonuçlanmış. Lağımcılığa işte ondan sonra başlamış. Hiçbir şey Henri’yi konuşturamazdı. Neden lağım işinde çalıştığı sorulunca hiç yanıt vermez, yumruklarını yan yana getirip kelepçe işareti yapar, başını sertçe güneye yani hapishanenin bulunduğu yöne çevirirdi. Sanki kötü talihi adamı bir günde deli etmişti. (…)

George Orwell

“Paris ve Londra’da Beş Parasız”, İthaki Yayınları, 2004, s. 23

Ağu
31
2006
0

“Zaman durdu,” diye düşündü.

Elle tutulup gözle görülen evren birden durdu.

Tüfekler Hladik’e doğru çevrilmişti, ama onu vuracak olan askerler hiç kıpırdamadan oldukları yerde duruyorlardı. Çavuş, koluyla yarım kalmış bir hareketi sonsuzlaştırdı. Avlunun zeminindeki parke taşlarından birinin üzerine bir arının kıpırtısız gölgesi vurdu. Rüzgâr kesildi, bir resmin içinde gibiydiler. Hladik bir çığlık atmak, bir söz söylemek, elini kıpırdatmak istedi. Yapamadı; inme inmişti sanki. Bu kesintiye uğramış dünyadan ona tek bir ses bile ulaşmıyordu… “Öldüm, cehennemdeyim,” diye düşündü. “Delirdim,” diye düşündü. “Zaman durdu,” diye düşündü. Sonra, böyle olsa, zihninin de durmuş olacağı geldi aklına.

Jorge Luis Borges

Yolları Çatallayan Bahçe, Çev: Fatih Özgüven, Can Yayınları, 1985, s.14

Ağu
16
2006
0

elliüçe dört çay!

-güvercinin kanatları devren satılık çaycı

asma katına çıktım ürpermelerin
ellerimde yapışkan cilvesi kısrağın
kanatlarından yakalamış güvercinin

-her gölge beni gölgeliyor çaycı

asma katta bir adam var bilesin
“savaş kadar acımasız yalan barışların
gölgesinde yakalanmış” diyesin

-şiirimde bir cehennem dolaşıyor çaycı

asma katlar ve sokaklar dardı gerçeğime
beyaz bir güvercindi çığlık kanadında tozu getirdi
yazma tozunu yuttum vardım cehenneme

-asma katlarda sonsuz üşüyorum çaycı

karanlıkta yakalandım ben bu gerçeğe
asma katına çıktım ürpermelerin
ellerimde yapışkan cilvesi kısrağın

elliüçe dört çay! çaycı


Ulaş Nikbay

Ağu
08
2006
0

Sakın Gelme!

Sakın gelme

Hazır değilim

Deliyim kaç gündür

Fikret Kızılok

Ağu
06
2006
0

Başkalarının derinlikleriyle oynama!

35. Dehanın ışığı, başka, doğru-düzgün bir insanınkinden daha çok değildir— ama deha, bu ışığı belli türden bir mercekle yakıcı bir noktada toplar.

36. Yaşamın üstünde beygir üstündeki kötü binici gibi oturuyorum. Hemen şimdi yere çalınmamamı da yalnızca atın iyi huyluluğuna borçluyorum.

37. İnsanlar, bugün, bilim adamlarının kendilerine bir şeyler öğretmek için; şairlerin, müzisyenlerin vb. ise hoşça vakit geçirtmek için varolduklarını sanıyorlar. Berikilerin kendilerine öğretecek bir şeyleri olduğu akıllarına hiç gelmiyor.

18. Başkasının derinlikleriyle oynama!

Ludwig Wittgenstein “Yan Değiniler”, Çev: Oruç Aruoba Altıkırkbeş Yayınları, 1999, s.31, s.21

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com