Kas
02
2007
0

Hiç de öznel ve duygusal davranmamıştım…

“…karşı olduğum o ‘geniş mezhepli’ katmanların çürük çarık değer yargılarını ve uydurma akıl yürütmelerini sergileyeceğim.(Bu yaz da çok şeyler öğrendim ben. Boyayı biraz kazımak, ipliklerini pazara çıkarmak istiyorum.) Şimdi ben biraz dar bir geçitteyim ama geleceğin tarihine (etimde kanımda duyarak hem de) inanırım. Sana yazdığım eski mektuplarda bu toplumun bir insan ilişkileri içre olmadığını dilimin döndüğünce anlatmaya çalışırken hiç öznel ve duygusal davranmamıştım…”

Ece Ayhan, Poelitika, Hazırlayan: Eren Barış, OrtaDünya Yayıncılık,2007

Kas
01
2007
0

Ben bunların“cemaziyelevvelini bilirim.”

Vaktiyle devlet dairelerinde yazılar, belgeler şimdiki gibi düzgün dosyalarda saklanmaz, torbalara konularak kaldırılırdı. Yazılar birikince, üzerinde o ayın adı yazılı ince, beyaz kumaştan yapılma torbalara yerleştirilip biriktirilirdi. O zamanlar ay adları mart, nisan, mayıs… değil; şevval, cemaziyelevvel, recep, şaban… gibi eski sözcüklerdi. Bu dairede Hasan ve Hüseyin Efendi adlarında iki arkadaş vardı. Bunlar çok iyi geçinirler, birbirlerini çok severlerdi. Bir gün Hasan Efendi hastalanır, birkaç gün kaleme gelemez. Arkadaşını merak eden Hüseyin Efendi, onu yoklamak ister, evine gider. Konuğu, yatağında yatan Hasan Efendinin yanına alırlar. Biraz sonra, evin hanımı kahve pişirir, ama o vakitler kaç göç vardır. Kadın, erkeğin yanına çıkamaz ki!… Şimdi kahveyi konuğa kim sunacak? Kadıncağız, pişirdiği kahveyi odanın kapısına kadar getirir ve içerden kocasının alması için kapıyı tıkırdatır. Hasan Efendi, yattığı yerden kalkıp kahveyi almak zorunda kalır. Konuk Hüseyin Efendi, kapıya yönelen arkadaşının giydiği gömleğin arkasında kocaman bir “cemaziyelevvel” yazısı görür ve anlar ki, Hasan Efendi, dairedeki kâğıt konulan torbaları aşırıp aşırıp evine getirmekte ve iç çamaşırı yapmaktadır. Nitekim “cemaziyelevvel” ayına ait torbayı da bozdurtup kendine gömlek yaptırmıştır. Hüseyin Efendi, o gün gördüğünü ne arkadaşının yüzüne vurur, ne de başka bir kimseye söyler. Gel zaman, git zaman Hasan Efendi, çalıştığı kaleme ve arkadaşı Hüseyin Efendiye müdür olur. Yeni müdür bey, eski hırsızlığını unutup iki lafın başında memurlarına ahlâk dersi vermeye, dürüstlük taslamaya başlar. Yani insanı bıktıran bir öğütçü olup çıkar. Hüseyin Efendi, bu büyük lafları dinler, dinler, susar, sabreder ama bir gün bıçak kemiğe dayanır, ağzını açar, arkadaşlarına karşı kızgınlıkla söylenir:

 -Artık yeter yahu!… Ukalalık yapıp durmasın!… Canımıza tak dedi öğütleri. Biraz da kendisine baksın. Ben onun “cemaziyelevvelini bilirim.” der.

Arkadaşları, ne demek istediğini merak ederler, Hüseyin Efendi de müdürün vaktiyle hastayken sırtında gördüğü cemaziyelevvel torbasından bozma gömlek hikâyesini bir bir anlatır…

Enver Naci Gökşen

Atasözleri ve Deyimler, Koza Yayınları, 1979, s.18-20

Eki
20
2007
0

Görsel İş: Sıkı Şiir Nerdedir?

Zafer Yalçınpınar – 2007

Eki
17
2007
0

Köpekleriyle senli benli, insanlarıyla kanlı bıçaklı bu adamlar…

Sıkı şair M. Davut Yücel’e ithafen alıntıdır:

(…)
seni benden soruyorlardı
köpekleriyle senli benli
insanlarıyla kanlı bıçaklı bu adamlar
ağızları dehşet ayıp
şiveleri acem işi bu adamlar
yemin eder gibi küfrediyorlardı her şeye
susuyordu çocuklar
(…)

Mustafa Köz, Su Resimleri, s.11

 

Hamiş: Mustafa Köz’ü son zamanlarda sevmiyorum. Alet oluyor diye
birilerine…. Ancak 1991 baskısı “Su Resimleri” adlı şiir kitabı çok
sıkıdır. Şu anki pozisyonu veya dirsek temasları onun bu kitabının
sıkılığını -ne yazık ki- değiştirmiyor.

 

Eki
03
2007
0

Görsel iş: Ş’nin Sessizliği (Janset Karavin)

“Ş’nin Sessizliği” – Janset Karavin…

Sıkı işler yapmaya devam ediyor…

Eyl
27
2007
0

Oktay Rifat kimdir?

“Samih Rifat Bey’le, Münevver Hanım’ın küçük oğluyum. Eski tarihle 28 Mayıs 1330, yeni tarihle 10 Haziran 1914’te Trabzon’da doğdum. Babam oranın valisiydi. 5-6 aylık İstanbul’a getirmişler. Çocukluğum ve ilk gençliğim Ankara’da geçti. Ankara Lisesi’ni ve Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdim. 1937 yılında, hukuk doktorası yapmak için, Devlet hesabına, Paris’e gittim. 3 yıl kaldım. Savaş yüzünden hukuk doktoru olamadım. Orhan Veli, Melih Cevdet ve Cahit Sıtkı ile arkadaşlık ettim. Ozanlık dışında her iş bana ikinci derecede bir uğraş göründü. Avukatlık yaparak geçinirim. Parayı pulu sevmem. Bilgisizliği, üstünkörü bilgiye yeğ tutarım. Yalandan, yalancıdan, hele çıkarı için yalan söyleyenden iğrenirim. Sosyalistim. Şiir, sosyalizm ve yalandan sakınma bana kişiliğimin temel direkleri gibi görünür. Bana kalırsa, şiirin bir ayağı toplumda, bir ayağı kişinin içindedir. Her ozan topluma mal olan, başka bir deyimle nesnelleşen şiirle ilgili kural, ilke ve düşünceleri bilmek ve öğrenmek zorundadır. Ozan, başka ozanlardan kendine, kendinden başka ozanlara gide gele pişer ve olgunlaşır. Ozanın kendine varışı kolay olmaz. Uzun bir yoldur bu.”

Oktay Rifat

 

Eyl
24
2007
0

Görsel İş: 2Ş (Janset Karavin)

Janset Karavin – “2Ş” –   23.09.2007

Eyl
23
2007
1

Bay Lear…

Rastlantıdan kaçma. Rastlantının kucağına düş, o senden akıllı. Akıllı olsam külahları değişirdim akılla. Çok şükür değilim.(…)Yivinin içine oturmak, kendine oturmak. Kendindeki iyiye kötüye tanrıya şeytana razı olmak. Neysen o. Bu merdiven benim merdivenim buna tırmanırım ben düşmek varsa bundan düşerim o beni merdivenimi kendi duvarına dayamak istiyor.(…)Kötü çizilmiş. İyi resim cesaret ister, kurnazlık ister. Şıp diye kestirmek ne yapabileceğini ve uygulamak. Amansız bir hücumla gerçekleşir güzel yapıtlar.

Oktay Rifat

“Bay Lear” adlı romanından…

Eyl
21
2007
0

Görsel İş: “Ş’nin Kılıcı”

Ş’nin Kılıcı – Zafer Yalçınpınar

Eyl
18
2007
0

Bulut

 (…)

Güneş yaktı rüzgâr esti kavurdu

Yaprağımı Hasan Dağa savurdu

Köylü naçar kaldı cacık pişirdi

Boşan bulut nazın sırası değil

Aldı bulut

Ben bulutlar şahı, yücelerde gezen, rüzgârlardan hile sezen, sizin bu semtlere kırk yılda bir uğrayan, o da tenezzülen bir… bir… bir bulutum. Sen nasıl olur da bacağına bakmadan bana sazla söz atmaya kalkarsın? Aramızda senden büyük otlar, ağaçlar, insanlar, telgraf direkleri, kuleler, dağlar var. Bir dileğin varsa sen senden büyük ota söylersin, senden büyük ot ağaca, ağaç insana, insan telraf direğine, telgraf dileği kuleye, kule de dağa söyler. Dağ ister bana söyler, ister hasır altı eder. Onun bileceği şey, deyip kesti.

(…)

Ekmeği taşıyan aslan ağzında

Ekmek yemesi kolay değil

Aksaray Ovası’nın düzünde

Gelgelelim bulut çalımlı. Ne sözden anlıyor, ne yalvarmadan. Almış başını usul usul gidiyor. Bir iki derken, Hasan Dağı’nın kenarından sıyırttı mı avucunu yala. Aksaray köylüklerinde Recep derler bir delikanlı vardır. Civan mı civan. Taşı sıksa suyunu çıkaran takımından. İşte bu Recep buluta gözünü dikmiş, ulan ne etsem de şu bulutu yola getirsem diye düşünüyor. Bulut Hasan Dağı’nı ha aştı ha aşacak. Recep bakar ki olacak gibi değil, martini kapınca, hesabı budur deyip tetiği çeker. Bulut bir silkinir, iki silkinir, üstündeki rahmeti tutamayıp Aksaray Ovası’na şarıl şarıl boşanır. Derler ki Aksaray Ovası’na kırk gün kırk gece yağmur yağmış.

OKTAY RİFAT

Eyl
18
2007
0

Bazen…

 

Bazen akşama doğru içiyor (bu arada her sabah kendine artık içkiyi bırakacağını söylüyor) Önce şarap, sonra Grappa, çünkü bildiği tek şey düşündüğünün, söylediğinin, yaptığının, bildiğinin doğru olmadığı.

Max Frisch

Lacarno’lu Eczacının Düşü, Çev: Ülker Sayın, Kabalcı Yayınevi, s.33

Eyl
18
2007
0

Bu arzu edilen bir durum olmaz…

 

(…)

Bir de ikinci bir arzunuz, yani beni ziyaret etme arzunuz var. Bu ziyareti gerçekleştirmek istediğiniz takdirde, evimin kapısında üzerinde aşağıdaki metin yazılı bir pusula bulacaksınız:

Meng Hsia’nın sözleri:

Bir insan yaşlandıktan ve kendine düşenleri yaptıktan sonra yapacağı bir şey daha kalıyor ki, o da huzur içinde ölümle dostluk kurmaktır. Onun artık insanlara ihtiyacı yoktur. Çünkü artık onları tanıyor ve yeterince de görmüştür. Onun ihtiyaç duyduğu tek şey huzurdur. Böyle birini ziyaret etmek, ona hitap etmek, onu gevezelik ederek rahatsız etmek yakışık almaz. Onun evinin kapısından hiç kimsenin ikâmetgahı değilmiş gibi geçmek daha yakışık alır.

Bu sözleri okuduktan sonra nasıl davranacağınızı bilmiyorum. Diyelim ki, olağanüstü ince ruhlu bir insansınız, bu takdirde bu Çin sözlerinin ne bir latife olduklarını ne de edebi kültürünüze hitap ettiklerini fark edeceksiniz; onları doğru olarak anlayacaksınız. Tabii ki, sadece yakarışlı bir rica olarak değil, aynı zamanda bir ziyaretçi kitlesinin kalabalıklarına ve saçmalıklarına karşı bir ikaz ve daha insani bir dünyadan bir jest olarak da. Bütün bunlardan sonra ziyaretinizden vazgeçmeniz gerektiği sonucunu çıkaracaksınız. Fakat tahminim, sizin de o dirayetli kafalarına soktukları şeylerden nazik işaretlerle bir türlü vazgeçmeyen diğer ziyaretçilerimin ¾’ü gibi davranacağınızdan yanadır. Böylece zile basacak ve gerçekten evde isem, hizmetçi kız tarafından oturma salonuna götürüleceksiniz. Sonra karşılıklı oturacağız ve ikimiz de başlarımızı önümüze eğip mahcup bir şekilde yere bakacağız. İşte o zaman boşboğazlık ve boşboğazlıkları dinlemek hakkındaki sözleri ne kadar ciddiye aldığımı hemen anlayacaksınız. Öyle inanıyorum ki, bu ne sizin için ne de benim için arzu edilen bir durum olmaz.

Herman Hesse’nin Mektupları,

Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları

Ağu
23
2007
1

İtiraf ettiler…

(…)Kitapçılar vitrinlerini bugün kapışılan, yarın ise çöplüğe atılan moda olmuş şeylerle dolduruyorlar. (…) Modada en büyük otoriteler bile etkilerini çabukça kaybederler. Şiir ise kalıcıdır. Bunun örneklerini hatırlıyorum. Yüzyıllardan ve daha uzun zamanlardan beri sürekli olarak yanlış anlaşılan ve buna rağmen unutulmayıp devamlı olarak ateşli on ya da yüz kalpte yaşamaya ve yanmaya devam eden çok eski şairlerden söz etmek istemiyorum. Bugün artık yaşlı biri olan, dünya çapında isim yapmış, yayınevlerinin büyük ölçüde takdirini kazanmış ve kitapları defalarca basulmış bir Knut Hamsun’u örnek olarak gösterebilirim. Aynı Hamsun en içten ve en güzel kitaplarını yazdığı zamanlarda ümit vaat etmeyen yersiz yurtsuz biriydi. Ayaklarında doğru dürüst bir ayakkabı yoktu ve pantolonunda yamalar vardı. Biz delikanlılar o vakitler ona sahip çıktığımızda ve ona olan hayranlığımızı belirttiğimizde bize gülünüyor ve sözümüz dinlenmiyordu. Şimdi ise, devir onun devridir. Yani, tembel zihinler otuz yıl boyunca bildiğimiz yolda nihayet onun akımını alarak titreştiler ve kahrolası canlı bir şeyle ilişki içine girdiklerini itiraf ettiler. (…)

Herman Hesse’nin Mektupları,

Çev: Dr. Battal İnandı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, s.12,13

Ağu
22
2007
0

SIĞIR

Dağ gibi yapıları gördükçe beş kat on kat

şaşırıyor şaşırmasın mı

ne gördüyse burada gördü

ırgat pazarına her sabah gidip dikiliyor

bulursa yol kazacak harç çekecek hani iş

hamama gidecek hamamcı olursa hani para

boş geziyor şimdilik yaz günü ortalık günlük güneşlik

köylüleriyle yatıyor odaları var ortaklaşa

sığır diyor adamın biri

arabanın önüne çıkıyor ezilecek,

babana rahmet sığır size göre düpedüz sığır

İstanbul kaldırımı bunlarla dolu

sığırlar geliyor bayanlar baylar dokunmasın

dokunmasın yağlı boya

 

Oktay Rifat,

Koca Bir Yaz, Adam Yayınları, 2. Baskı 1991, s.70

Ayrıca, bkz: https://groups.google.com/group/pustahali/browse_thread/thread/6c506f8db2c9815f/038c494f22c04355#038c494f22c04355

Ağu
13
2007
0

“Şiirim Nasıldır?” ya da “Ön-Akort”

Şiirimin gövdesini, köklerini, geleneğini veya benzeri bütünsel genellemeleri bir kenara bırakmalıyız, boş vermeliyiz. Çünkü şiirimdeki ayrıntılar ve yan anlam salınımları gövdenin bütününden çok daha büyük ve önemlidir. Ben şiirde belirleyici olanın “ayrıntının ayrıntısı”nda (1) gizlendiğine, yuvalandığına inanıyorum. Örneğin, Titanik’in batmasının sebebi denizcilik, gözetleme, morfoloji, kaptanlık hataları ya da buzdağının büyüklüğü değildi. Onun batışının asıl sebebi, gövdesindeki demir ve çelik perçinlerin dökümündeki yanlış metalürjidir. Titanik’in batışı ayrıntıda gizlidir, isteyenler araştırabilir.

Gövde ve bütünsellik, ortalama zekâ(2) tarafından işgal edilip, yıkılıp, sömürülüp bana ait olmayan bir sığ algıya tıkıştırılacağı için fazlaca önemli değildir. Günümüz sanatı bu algı uzlaşmasına, düzeltmesine ya da geribildirimine maruz kalmak gibi bir bağımlılık içindedir ve bu çeşit ölümcül hatalar nedeniyle debelenerek, “bata çıka” ilerliyordur. Bu yüzden şiirimin gövdesini, bütününü umursamıyorum; ben, aslında, şiirimin motorları durunca onu taşıyacak gizli yelkenlerin büyüklüğüne ve sağlamlığına bakıyorum, bu gizi önemsiyorum, bunu kurdum. Gizli yelkeni gövdeye bağlayan direklerin (ayrıntıların, tuşelerin) uzunluğuna ve direkle yelken arasındaki makaraların düzgün, etkin çalışıp çalışmadığına (ayrıntıların, tuşelerin niteliğine, eczasına) bakıyorum. Bir “şiir yazarı” (3) olarak, şiirimin hangi rüzgârla nereye gidebileceğine, hangi rüzgâra ne kadar dayanacağına karar vermek benim birincil görevimdir. Şiirimde bulunan ikincil öğeler ise mayınlardır. Benim şiirimde sığlıklara, sığ insanlara karşı mayınlar vardır. Şiirimin tözünü bulduğunu (yakaladığını) zanneden ve şiirimi çürütmek için elinden geleni yapmaya hazır “eğretileme keli” eleştirmenler, ikincil öğelerin üzerine giderek o mayınlardan elini eteğini çekemeyecek kadar tehlikeli bir konuma düşmüşler ve “berber muhabbeti” benzeri yarım yamalak (ve yarım ağızla) bir şeyler söylemek zorunda kalmışlardır.

Ece Ayhan’ın poetikasına baktığımızda şöyle bir ilkeyle karşılaşırız: “İktidarın tezgâh altında gizlenen” ve buna karşın “bağımsızlık üzerine kurgulanan” dizgelerde, dizelerde değişik eczalar veya farklı kırılımlar yaratmak…” Benim derdim ise bütün bütün böyle değil. Benim derdim “şiirimin gizli yelkenleri yeterince sağlam mı ve mayınlar doğru yerde mi?” sorusudur. Ece’nin şiiri pusuda yatar -ki amacı da, yöntemi de budur- ancak benim şiirim ise gizli ve kara yelkenler açar… Benim şiirim, ışığını kaybetmiş bir madencinin yedekte bulunan ufak bir tornavidayı kullanarak, yoluna kara, akkor bir heyecan içinde kör adımlarıyla devam etmesidir. Bununla birlikte, şu söyleyeceğim de sıkı bir ilkedir : “Tipolojiyi bilen kazanır.” (4)

Tüm bu imgesel açıklamalar şiirimin nasıl olduğunu sezmenizi sağlayacaktır. Ancak bunlar şiirimin ne olduğunu göstermez. Çoğu şairin şiirinde yapamadığı, yoklayamadığı şeyleri bir “şiir yazarı” olarak deniyorum ben: Tipolojinin ve duygudurumların tuşelerini, saklı tınılarını sezdirmek, üstelik bunu da bir eskrim inceliğinde yapmak… Şiir bir tipolojiyi verebilecek beceride kurulmalıdır. Şiirimdeki imgecilik, lirizm, dizge, biçem, iş, şu, bu, her şey… yukarıda bahsettiğim şeyi dışsal olarak, ikincil olarak desteklemelidir, destekler de. Şimdi, beni ve şiiri eleştirmek “heves”iyle ortaya çıkışan o ufak, böcek sürüsü benzeri çetesel cemaatlerin (kendi aralarında kurdukları bağımlılıklar, süreçler, çelişkiler ve ilişkiler nedeniyle özgürlüğünü kaybeden o zevatların) düşüncelerini tekrardan akort etmeleri gerekiyor. Ve evet, düşüncelerin de tınısı vardır. Bundan eminim.

——————-

1-Duygudurum tınılarından ve bunlara ilişkin tuşelerden, eskrim inceliğinden ve çeviklikten bahsediyorum.

2-Modern Cehalet, Yeni Sinsiyet ve Eskimiş Köylü Kurnazlığı

3-Ben şair değilim.Ben bir “şiir yazarı”yım.

4-Ece Ayhan

13 Ağustos 2007

Zafer Yalçınpınar

Ağu
11
2007
0

Küçük Çeteler

“Halka doğruyu söyleme iddiasında olanlar, onlara güncel başarılar sağlayacak küçük hesaplar peşinde koşarlarsa önce halkın karşısında saygınlıklarını yitirirler. Sanatçının vazgeçilmez bir tutkusu saydığım özgürlüğü, böyle küçük çeteler içinde yitirmeyi hiç anlamıyorum.”

Oğuz Atay

Ağu
11
2007
0

Görsel İş: Görülmüştür…

Yukarıdaki görsel iş Yıldız Üniversitesi-Mimarlık Fakültesi’nin 3. katındaki bir duvarda “görülmüştür”…

Ağu
03
2007
0

sizi tutukluyorum

(…) Asansörün aynalı kabini, içindeki iki Korotkov’la birlikte aşağıya inmeye başladı. İlki, asıl Korotkov, ikinci Korotkov’u kabinin aynasında bırakarak tek başına serin koridora yöneldi. Orada epey şişman ve pembe bir adam, Korotkov’u şu sözlerle karşıladı. “Gerçekten de mükemmel, sizi tutukluyorum.” 

Mihail Bulgakov,

Şeytanî, Çev: Osman Çakmakçı, Salyangoz Yayınları Simsiyah Dizisi , s.92

 

Tem
16
2007
0

Kırmızı Çaydanlık

GÜRBÜZ DOĞAN EKŞİOĞLU

Kırmızı Çaydanlık, 2003

Tem
16
2007
0

Kırmızı Suratlı Adamlar…

Ellerinde ve ceplerinde şarap şişeleri taşıyan, kırmızı suratlı adamlarmış bunlar; yürürken ikide bir durup kavga edercesine ateşli ateşli konuşuyor, konuşurken de ellerini kollarını sallayarak sürekli şehri gösteriyorlarmış. Hatta, hep birlikte dönüp bakıyorlarmış şehre doğru. Kimi zaman birbirlerine tutunup abartılı bir nezaketle hafifçe hafifçe öne eğilerek, kimi zaman kendi varlıklarının dışında kalan her şeye meydan okurcasına ısrarla geriye kaykılarak, kimi zaman da tıpkı ipi kopmuş kuklalar gibi komik ve acınası bir şekilde iki yana sallanarak bakıyorlarmış. Nasıl bakacaklarını bilemiyorlarmış sanki. Ya da, bir şehre bakmanın kaç türlü yolu varsa hepsini baştan sona deneyip kendilerine uygun olanı bulmaya çalışıyorlarmış.

(…)

Böyle alelacele içince, çok geçmeden suratları kırmızıdan da kırmızı olmuş tabiî. Hem de öyle kırmızı olmuş ki, sonunda içlerinden biri bu rengin ağırlığına daha fazla dayanamayıp yerinden fırlamış ve gözlerini kısarak şehre doğru kıpkırmızı bir sesle uzun süre küfretmiş. Midesinde, ruhunda ve aklında ne kadar kırmızı varsa, bir hamlede hepsini kusmuş sanki.

Hasan Ali Toptaş

Uykuların Doğusu, Doğan Kitap, s.s. 39 – 40

 

Tem
15
2007
1

Ali Enver Ercan kimdir?

Yukarıdaki fotoğraf Enver Ercan’ın “Eksik Yaşam” adlı çok eski bir şiir kitabının (belki de ilk şiir kitabının) arka kapağıdır. Arka kapakta Enver Ercan’ın fotoğrafının altında bir de özgeçmişi var:

“1958’de İstanbul’da doğdu. Lisedeyken bazı nedenlerden dolayı okulu bırakmak zorunda kaldı. Şimdi bir şirkette satış elemanı olarak yaşam savaşını sürdürüyor.”

Enver Ercan, yaşam savaşını şu an Varlık Dergisi’nin editörü, Yasakmeyve ve Komşu Yayınları’nın sahibi ve Türkiye Yazarlar Sendikası’nın başkanı olarak sürdürüyor.

Ayrıca Bakınız:

TYS Askısı:

https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=284

Ali Enver Ercan dersini almamış;

https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=280

TYS, bir halay takımının çalgısı olmamalıdır; https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=264

Hz. Müptezel ile ikinci karşılaşma;

https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=261

Tem
11
2007
1

Görsel İş: Ece Ayhan Yaşıyor!

 

Zafer Yalçınpınar-12 Temmuz 2007

Tem
11
2007
0

12 Temmuz 2007, Ece Ayhan’ın Ölümünün 5. Yıldönümüdür.

(…)’Çok Eski Adıyladır’ gerçekten de benim 40’a yakın insan yılını bulan yazı yaşamımda varabileceğim en yetkin ve en sıkı kitabımdır; ve tabii en karamsarı da!(Karanlık! Da, aynı zamanda.) Alt adı, ‘meclislikler’dir.(Meclislik, bir minyatürde, figürlerin istifidir.) (…) Ben en güzel, en yetkin… filan diyorum ama ‘Çok Eski Adıyladır’ kitabı 6 yıldır Adam Yayınları’nda ancak 300-400 kadar sattı, kalanı da hiç kıpırdamadan olduğu gibi duruyormuş.(…) Yazdıklarım bin yıllık algı ortalamasının çok altında da olabilir bakın, hepten başarısız da. Ama, sorarım; yeni bir sözdizimi ve yeni bir dilbilgisi neden böyle batırılır? Batırılıyor? Kimsenin aklına nedense benim yüzmeyi derin yerde öğrendiğim, ve çırılçıplak yüzdüğümüz gelmiyor!(…) ‘Çok Eski Adıyladır’ için, aynı zamanda karamsardır da dedim, hem de koyusu ve zifiri. Böylesi bir ‘topluluk’ta, uçsuz bucaksız bu ‘kötülük dayanışması’ ortamında karamsar olunmaz da, ne olunur bilemem. Ama benim karanlığımın rengi akkor’dur, o ayrı.

Ece Ayhan – Şiirin Bir Altın Çağı, Yky,1993, s.137

12 Temmuz 2007, Ece Ayhan Çağlar’ın ölüm yıldönümüdür. Ece Ayhan Çağlar toprağın altına girdikten sonra Dünya, Güneş’in etrafında yaklaşık 5 kez dönmüştür.

Ece Ayhan için ayağa kalkarak şiirler:

YILANKAVİ:   https://zaferyalcinpinar.com/s39.html

ECEDİR:         https://zaferyalcinpinar.com/s18.html

Written by in: Usta Beni Öldür! (AKSAK KOLAj) | Etiketler:

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com