Yazı Dergisi’nin 1980 yılında yayımlanan 8. sayısında yer alan “Yerli-Yersiz Felsefe” adlı yazıya https://zaferyalcinpinar.com/yerliyersizfelsefe.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. Yazıyı Oruç Aruoba kaleme almış…
15
2009
Mehmed Kemal’in Meydanı
1948 yılında Mehmed Kemal (Kurşunluoğlu) tarafından sadece bir sayı çıkarılabilen “Meydan” adlı derginin görüntüsüne https://zaferyalcinpinar.com/mehmedkemalmeydan.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.
1.Hamiş: İşbu görüntü Haluk Oral’ın “Şiir Hikâyeleri” adlı kitabından alıntılanmıştır. (İş Bankası Kültür Yayınları, 2008, s.53)
2. Hamiş: Mehmed Kemal kimdir diyenler şu adrese bakabilirler: https://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=mehmed+kemal
15
2009
Bir Doğumgünü Armağanı
(…)
Ölümünden yıllar sonra kütüphanesindeki kitapları incelerken, kendi yapıtlarının bulunduğu rafta arada kalmış iki kitabı sanki kendilerini göstermeye çalışıyorlardı. Fark ederek aradan çekip aldım onları. Bir tanesi “72. Koğuş”tu. Sayfaları çevirirken gözlerim bir an parladı. İç sayfada benim için imzalı bir yazı vardı, “Şeker oğlum Işık Öğütçü’ye, Merhaba! Orhan Kemal – 26.11.965”. Üstat, bu kitabı yıllar sonra bulmamı sağlayarak bir bahar günü bana merhaba demişti. İlahi baba! Bu imzaladığın kitabı söyleseydin, başının etini yemez, bana kitap imzala diye tutturmazdım.
En büyük sürpriz ise son kitaptaydı ki, bunu ben 7 aylıkken imzalamıştı. Yeni yaşında kendisini anımsamamı istemişti herhalde. Benim ona vermem gereken doğum günü armağanını, böylece yıllar sonra o bana vermişti, “Henüz ‘Baba’ deyişini olsun işitemediğim şeker oğlum Işık’a. Orhan Kemal. İst. 4.5.1958”. Bu satırları annemi anlattığı “Cemile”nin içine yazmıştı.
(…)
Yazının tamamına https://www.cumhuriyet.com.tr/?im=yhs&hn=81852 adresinden ulaşabilirsiniz.
14
2009
Şiirin Dili (Archibald MACLEISH)
Türk Dili Dergisi’nin Eylül 1980’de yayımlanan 345. sayısındaki “Şiirin Dili” adlı yazıya https://zaferyalcinpinar.com/siirindili.jpg adresinden ulaşabilirsiniz. Archibald MACLEISH’in bu yazısını Akşit Göktürk çevirmiş…
13
2009
“Dört Yanım Puşt Zulası”
(…)
Bunu anlatmak doğru mu bilmiyorum. Çok kişisel bir şey. Çok duygusal. Artık anı olmuş. Kitabımın adını ben “Dört Yanım Puşt Zulası” koymuştum. Ama sevgili kardeşim Ali Özoğuz buna engel oldu. Bana ‘Kitabına böyle bir ad koymaya hakkın yok’ dedi. ‘Seni 15 yaşında çocuklar, kızlar taparcasına seviyorlar. Sen bununla ola ki burjuvazinin tuzaklarını söylüyorsun. Ama şu da var, o çocuklara saygı duymalısın. Hatta bu adı bir şiirine bile verme, mısra olarak kalsın’
Düşündüm, Ali’ye hak verdim. Madem öyle, Kitabımın adı “Hasretinden Prangalar Eskittim” olsun dedim.
Şunu da söyleyeyim, başlangıçta ‘eskittim’ değildi, ‘çürüttüm’dü o sözcük. Yani ‘Hasretinden Prangalar Çürüttüm’. Fakat ‘çürüttüm’ sözcüğünü sevemedim. Her ne kadar doğrusu ‘çürüttüm’ de olsa sevemedim.
(…)
Ahmed Arif
Kaynak: Refik Durbaş, Ahmed Arif Anlatıyor, Cem Yayınevi, İstanbul, 1990, s.82
12
2009
Bekleyiş
köprülere gidecektik gökyüzünden gözlerinle
sıkıca tutmuştun bileklerimi gel de unut
kurtalan istasyonundaki paslı raylara
demir atıyor ölümün köhne feribotu
(…)
Polat Onat
“Son” adlı kitabından…
11
2009
Söylemin Berisi (Oruç Aruoba)
Tan Dergisi’nin Temmuz-Ağustos 1982 tarihli “Michel Foucault” özel sayısında yer alan “Söylemin Berisi” adlı Oruç Aruoba yazısına https://zaferyalcinpinar.com/aruobasoyleminberisi.jpg adresinden ulaşabilirsiniz.
10
2009
“iki” de “bir”dir.

“İki” de “bir”dir
Zafer Yalçınpınar/2009
Not: Diğer görsel işlere https://zaferyalcinpinar.com/gorselsiir/gorselsiir.html adresinden ulaşabilirsiniz.
09
2009
Brecht ayna bahçesinden neyi kurtarabilir? (Cavit Mukaddes)
Ve biliyoruz, hareket eden, eleştiren, karşı çıkan kuşak için sıfır derece ile üçyüzaltmış derece aynı gerçek olguya işaret eder. Şimdi bu çürümüş küratöryel sistemin karşısında yeni bir direnç kalesi kuşak oluştu. Kuşkusuz ki bu kuşağın da gelecek tasarımları kesin, tartışmasız doğrulardan ibaret değil, ama yine de yürekten inanılacak hatta uğrunda gülünecek ve ölünecek hedefleri var.
Bu kuşak için neredeyse teorik ve kuramsal “şiddetten” başka tutuncak dal bırakılmadı, çünkü küratöryel sistemi başka bir dil ve yaklaşım asla gerektiği gibi çözümleyemez. Hatta gelin bu kez sanat’ı belirginleştirmekten, perspektiften, tüm ruhsal derinliklerinden arındırarak konuya odaklanalım. Önkabulümüz ise “her şeyin yüzeyde oluştuğu” işareti olsun. Bunun için öncelikle ayna sözcüğünün kökenine yapacağımız yolculukta Baudrillard ile eşgüdümlü olursak işimiz biraz daha kolaylaşır. Aslında o hiçbir zaman şeffaf olmayan obje(ayna), içerisine, derinliğine doğru hiçbir yara izini kabullenmeyen nesne, şey durum!
İşte İstanbul’da gerçekleşen son Bienallerin kaçınılmaz kaderi yüzyede cereyan eden benzer ayna yolculukları oldu.
Yüzeye yerleştirilen görmek ve görünmek durumu ve sanat’ın “ötekileştirilmiş” varlıkları ne denli büyük bir çelişkiyi barındırıyorsa barındırsın bir noktayı açıklığa kavuşturmakta yarar var, o da teorik –kuramsal şiddetten yana sanat çevresinin “aykırı” varoluşunu arsız bir haklikat olarak kabullenmektir.
Yüzey savunucuları kendi sunumlarına her türlü üstelemeyi(abartıyı)yüklerler, (Yahya Kemal’in ruhu şad olsun, ona göre “üsteleme işi” sadece Doğu halklarının alışkanlığıymış, gelsin bir de şimdiki zamandan Batılı Bienal’ci dostları görsün..) oysa onlarla tam zıt noktada duran bütün “ötekileştirilmişler” tam bunun tersini seçerler, onların yöneliminde hiçbir boşluğa, abartıya, gereksiz vurguya, boş kuramsal karelere yer yok, bilinçlice kendilerini her türlü psikanalatik tuzaklara atarlar, baştan birer tutunamayanlardır onlar. Sanat’ı, kuramsal yönerlimleri, felsefeyi tüketen , içini boşaltaran çevrelerle diyalog kurmazlar. Anlamın kendisi bile bazen suskudur orada.
Ama neden ve niye teorik-kuramsal şiddeten yana olanlar bazen konuşmak, yazmak gereği hissederler?
I-Sanat’ı ucuz, içi boşlatılmış ve sırtını bilinen-bilinmeyen karanlık çevrelere, kartellere dayayarak kuru gürültü bir “nümayiş’e” çevrildiği anlarda susmazlar.
II-Yaşamın, sanat’ın derin sihrini kendi benlikleri-egoları üzerinden sekteye uğratmak isteyenlerin kör cesareti kırılıncaya kadar direnirler.
III- Antik düşlerin, o bilinmeyen Selcius’un kırmızı gülü tekrar olanca ihtişamıyla açıncaya, yüreklerden havalan Simurg’un külleri savrulana kadar yaşarlar…ve tüm öteki-beriki nedenler için varlıklarını sürdürürler. Öldürücü sessizliğin bozulduğu ana kadar.
Öte yandan, Bienal çevrelerinin sosyo-orgazm yönelimli şenlikleri ise asla son bulacak değil, böylesine pervasız bir sosyo-orgazmın eleştiriye değil, kelimenin tam anlamıyla ve de tersinden, sosyo-patlara ihtiyaçları var, az biraz paklanmaları için bu gerekli! Sanat’ın derisine sızdırdıkları “kir tabakası” için bu elzem, ve Kendi sessizliklerinde “utanç”, “yarım kalmışlık”, “iç sırlar”,”greksiz ısrarlar” ve “tahakkümün sağladığı “bitmez haz-eğlence” durumuyla yüzyüze gelmeleri için bu gerekli..
Dünyevi kralların, sermayenin acımasız kurgusyla yozlaşmıştırılmış sözde kültür endüstrilerini şaha kaldırmak, gerçek yaratıcılığı, karşıt yaratıcılığı, arsız gerçeğin kendisini bile baskı altında tutarak, hakikati içten içe sınırlayan, anlamını boşaltan ve itiraz eden, çelişkiler üzerinden tavır koyan tüm sanat yönelimlerini yenilgiye uğratma çabalarını gelmişler İstanbul’un orta yerinden zavallı Brecht’e yükleyerek kendilerini tüm sorumluluklardan sıyırmaya çabalıyorlar..”İnsan Neyle Yaşar”mış! Brecht’in olağan üstü dili, dünyası, A.B fonlarının, Banka kredilerinin kurbanı oluyor, işte tam bu durumlar için Brecht o meşhur dizesini kaleme almış olmalı: ”Ne diye ansınlar adımı?”, evet, ne diye andınız adını?
Biraz “adaletli” olmak çok mu acaba?
“Bozuk adalet yeter artık!
Acemi ellerde yoğrulan,
İyi pişirilmemiş adalet yeter!
Yeter katıksız, kara kabuklu adalet!
Dura dura bayatlayan adalet yeter!” –BERTOLT BRECHT
90’lı yıllarda tarihi tersinden sonlandırma çabasına tutunarak insanlığın kayıp cennetini neoliberal yönelimlerde gören Fukuyama da kendince benzerı sorular sormuştu, yanıtını da kendisi vererek, zaman yıldırım hızyıla akıyor, 2000’lı yıllardayız ve o çok övündükleri sistem(tarihin sonunu müjdeleyen neoliberal safsata) dibe vurarak açlık, kıtlık, işsizlik, kan, cinayet, savaş, umutsuzluktan başka bir “şimdiyi ve yarını” bırakmadı insanlığın avuçlarına. Geri kalmışlığı bir önkabul olarak yerkürenin birçok coğrafyasına “zorla” yutturmaya çalışan bir heyulanın tarih sahnesinde can çekişen yığılışını izlerken, bu görüntünün yanı başından tüm kavramlar, tarihin kendisini bile alt üst edilerek 11.Bienal küratörleri bizlere sözde “eğlence” meraklarını Marks, Brecht sosuna daldırarak yutturmaya çalışıyorlar.
Bu oluşumu alternatif seçim olarak sunan klikler (başta Rene Block olmak üzere, çünkü İstanbul kentinde kötü işler, eylemler, girişimlerin gen haritasında hep o ve onun önerileri, önerdikleri yer edinmiştir, geri kalanlar onun irili, ufaklı çömezleridir..yerli veya ya ”konuk” hiç fark etmiyor!) “alternatif” sözcüğünün negatif kopyalarını anlamlı ve meşru kılmak için bugüne kadar var güçleriyle çalıştılar. 9., 10., 11. Binelaller bu dibe vuruşun bayrağı olarak sanat tarihimizde yerini alacak.
Burjuvazi, bürokrasi ve sistemin tüm parçaları muhalefetin ufkunu içeriden ve dışarıdan sınırlı tutmayı sürdürecek ve bu “boğucu” tutkusunu bırakacak gibi de değil, bu pragmatik geleneğin mirası hepimizin sırtında ağır taş gibi yer alıyor. İşler bu noktaya vardıktan sonra içsel kırılmalarla geri çekilmenin, umutsuzluğa kapılmanın da bir anlamı yok. Mutlak olumsuzlukların karşısına bir içeriksiz” Hayır” sözcüğü ile çıkmanın da yararı yok, her türlü panik atak durumundan uzak, zaman sürecine yayarak sanat ortamımıza komprime tabletler yutturanlara karşı tek ve yegane aracımızla yani teorik alan ve kavramsal, kuramsal yaklaşımlarla içeriklerinin, sunumlarının nedenli boş olduğunu göstereceğiz. Eskiden yaptığımız gibi.
Bu arkadaşlara(4 küratöre ve uzantılarına) en azından Veselovski’nin Rabelas için kaleme aldığı palyaçonun toplumsal anlamını irdeleyen önemli yazısını okumalarını öneririz…belki aynaya yasıyan o “hoş ve cici görüntülerin” anlamını biraz daha derinden kavrarlar.
Ne diyordu Veselovski?
“Hakikat pratik olarak kullanılan hakların sonuncusundan ibarettir”.
Bu grotesk görüntü bozukluğu, herşeyi fazlaca bastileştirerek ve suni bir soyut akıcılık ruhuyla yorumlayarak kamusal alanı işgal-iğfal durumu sanıldığı gibi kolay kolay bitmeyecek…
İşin garibi kralın çıplak olduğunu artık herkes biliyor…
İstanbul Bienal’nin ciddi ölçekli düşünsel, kavramsal, içeriksel boyuttaki sorunları 10.Bienal ile iyice açıklık kazanmıştı, süreç devam ediyor..
Rene Block ve onun önerisi ve dayatmalarıyla yıllardan beri “blok” biçiminde esir kampına dönüştürülen İstanbul Bienal arenası bu halkayı er ya da geç kıracak, çünkü yeryüzü sokakları ve caddelerinin ferahlatıcı yeni soluklara gereksinimi var, küratöryel sistemin çürümüş kadavralarına değil..
Brecht hep sokaktan yanadır, yanlış yerlerde kimse aramasın onu:
“Haklıyım, demek sık sık üstad!
Öğrencilerin de görsün bırak.
Zorlama gerçeği:
Gerçek zora gelmez.
Konuşurken dinle biraz!”-BERTOLT BRECHT
ve sözümüzü Lukacs’ın çok önemli çıkarsamasıyla bitireceğiz:
“Sanatçı toplumun neresinde duruyor?
Neyi sever, neyi sevmez veya hangi durumdan nefret eder?”- George Lukacs
Belki de bu soruyu: ”sanatçı nereye “yerleştirilmek”, “yapıştırlmak” isteniyor? Sorusuyla cevaplayarak yanıtlamalıyız.
Bienal mantığı bir “choix forcé”a dönüşmüş durumda, hiperrealizmin ta kendisi işte, gerçeğin aşırı yüklenilmiş görüntüsü ya da kendi kuyruğunu insafsızca ısıran zavallı bir balık.
Cavit Mukaddes
Hamiş: İşbu yazı https://borgesdefteri.blogspot.com adresinden alınmıştır.
06
2009
Bunun böyle olmasından özür dilerim.

Yeditepe Arşivi’nden bir Ece Ayhan mektubu…
Hamiş: Mektupta sözü geçen şiir “Bel Kanto” adlı Ece Ayhan şiiridir. “Kitap-lık” dergisinin 1998 tarihli 33. sayısında bu konuyla ilgili geniş bir dosya bulunmaktadır. (Daha birçok Ece Ayhan şiirinin geçirdiği değişimler de söz konusu sayıda mevcuttur.)
2. Hamiş: Ece Ayhan için hazırlanan “Bakışsız Bir Kedi Kara” adlı web sitesine https://zaferyalcinpinar.com/bakissiz.html adresinden ulaşabilirsiniz.
05
2009
Zor…
(…)
Bu iş zor Yonca
Çünkü insanlar yıllar boyunca
Hiç soru sormadan durur
(…)
Bülent Ortaçgil
02
2009
BİLDİRİ NO.3 (F Ü G)
Bildiri No:3
(2 Eylül 2009)
F Ü G
1.Ada fügdür.
__1.1.Adalar yeryüzünün ve yaşamın notalarıdır.
_____1.1.1.Bulutlar ve kuşlar gökyüzünün notalarıdır.
_____1.1.2.Tekneler ve balıklar denizin notalarıdır.
__1.2.Adalar yeryüzünün ve yaşamın “kalb”leridir.
_____1.2.1.Adalar yeryüzünün çocuklarıdır.
_____1.2.2.Adalar yeryüzünün vicdanlarıdır.
_______1.2.2.1.Ece Ayhan bir adadır. (İlhan Berk)
_________1.2.2.1.1.Ece Ayhan bir adabeyidir.
_________1.2.2.1.2.Kuzgun Acar bir adabeyidir.
_________1.2.2.1.3.Kerim Çaplı bir adabeyidir.
__1.3.Her türlü endüstriyel çaba yaşamın “sus”masıdır.
____1.3.1.Ne olursa olsun yaşam susmaz.
______1.3.1.1.Adalar rüzgârlıdır.
_________1.3.1.1.1.Sürüyle düşünce verir ağaca rüzgâr. (İlhan Berk)
_________1.3.1.1.2.Sürüyle düşünce verir denize rüzgâr.
_________1.3.1.1.3.Sürüyle düşünce verir gökyüzüne rüzgâr.
2.Ada addır.
__2.1.Ad evdir. (Kim söylemişti bunu?)
____2.1.1.Ev kaderdir.
3.Şiir bir adadır.
__3.1.Her tarafı kıyılarla çevrilidir.
__3.2.İskeleleri vardır.
__3.3.Ağaçları, bulutları, kuşları, tekneleri ve balıkları vardır.
4.Şiirin varlığı yaşamın varlığının kanıtıdır.
Zafer Yalçınpınar
Diğer poetik bildiriler için;
Bildiri No.2 (Masanın Ayakları): https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=93
Bildiri No.1: (Vatoz’un Salınımı): https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=81
01
2009
Şiir Sanatı (Archibald MACLEISH)
ŞİİR SANATI
Açık olmalı şiir
Bir meyve gibi dilsiz olmalı,
Konuşmamalı
Aşınmış madalyonlar gibi,
Pencere kanatlarındaki yosun tutmuş
Taşça—
Kuşların uçuşu nasılsa
Öyle hafif olmalı şiir.
Kımıldamaz olmalı zamanda şiir
Ay tırmanır ya gökyüzüne, öyle
Demir atmalı zamanda şiir.
Gerçeğe eş olmalı şiir:
Gerçek değil.
Çünkü mutsuzluğun geçmişi
Boş bir avluda bir akçaağaç yaprağı,
Çünkü aşk
Boynu bükük otlar ve deniz üstündeki ışıkça—
Bir şey dememeli şiir
Ama demeli.
Archibald MACLEISH
(Çeviren: Ali Püsküllüoğlu)
29
2009
“Kendini Anlatan”
NERDEN BAKSAK KENDİNİ ANLATIYOR HER ŞEY. (İLHAN BERK)
Fotoğraf: Zafer Yalçınpınar-2009
Diğer Zafer Yalçınpınar fotoğraflarına https://zaferyalcinpinar.com/kendinianlatan/kendinianlatan.html adresinden ulaşabilirsiniz.
İlhan Berk “Dizelerinden Objektife” Fotoğraf Sergisi’ne https://72.29.80.235/~gumusluk/1/index.php?option=com_joomgallery&func=viewcategory&catid=15&Itemid=79&lang=tr adresinden ulaşabilirsiniz.
28
2009
İLHANBERKİĞNE
Ben senin gözlerine dönmek istiyorum. Sonra da… Sonra diye bir şey yoktur. Tarih dışıdır, sonra.
Şeylerin yalnız adı var. Ve: ‘Ad evdir.’(Kim söyledi bunu?) Dün dağlarda dolaştım, evde yoktum. Bir uçurum bize bakmıştı, uçurumun konuştuğu usumda.
(…)
NERDEN BAKSAK KENDİNİ ANLATIYOR HER ŞEY.
Adlar onu izledi. Adlandırılınca, her şey sıkıcı oldu. Sessizlik bozuldu. Büyük sessizlik…
Unutmam her şey dünyanın bir ucundan tutuyordu. Baktım zaman adını alınca tanınmaz oldu.Adını bir türlü usunda tutamıyordu bir kuş. Sıra dağlara geldiğinde adlarını bilmiyordu hiçbiri.
Otlarla konuşmaktan geliyordum. Ölü bir yaprak, adını unutmuş bir sokak, sav dolu bir tümce, suçlu bir ırmak, bir de partal kuş yürüyorduk. Bir atlı karıncaydı yaşamak, onu yürüyorduk.
İlhan Berk
“Dün dağlarda dolaştım, evde yoktum.”, Adam Yayınları, 1993
26
2009
Gökyüzü
(…)
Dilenciler gibi çıplak,
Yeryüzünde, gökyüzüne bürünmüşler,
(…)
Bir Japon şiirinden…
23
2009
Evvel Fanzin, Sonrasızlık Fanzin, Puşt Ahali Tarifesi ve Puşt Ahali Edebiyat Platformu’na dair duyurudur.
2003 yılının Mayıs ayında, Kadıköy’de -100 adet basılarak ve dağıtılarak- yayın hayatına başlayan, sekiz sayı çıktıktan sonra 2006 yılında -blog sistematiğinin yaygınlaşmasıyla birlikte- internete taşınan “SONRASIZLIK” adlı “aksak kolaj”, 23 Ağustos 2009 tarihinde adını “EVVEL” olarak değiştirmiştir.
Hamiş: Ağustos 2009 itibariyle “Puşt Ahali Tarifesi (P.A.T!)” adlı e-dergi ve “Puşt Ahali Edebiyat Platformu” adlı e-posta grubu kapanmıştır. P.A.T!’ın tüm sayılarına https://zaferyalcinpinar.com/pat.rar adresinden ulaşabilirsiniz. (P.A.T’ın içeriğine yönelik indekse ise https://zaferyalcinpinar.com/2007pat2009indeks.pdf adresinden ulaşılabiliyor)
Ayrıca bkz: Puşt Ahali Edebiyat Platformu’nun Kapanışı Üzerine Söyleşi
16
2009
Sıkı Gitarist: Yavuz Çetin
Karga Mecmua‘nın Ağustos-Eylül 2009 tarihli 30. sayısında yer alan “Sıkı Gitarist: Yavuz Çetin” adlı yazıma https://zaferyalcinpinar.com/k13.html adresinden ulaşabilirsiniz.
15
2009
Yavuz Çetin ve Kerim Çaplı

Sıkı gitarist Yavuz Çetin’in ölümünün ardından sekiz sene geçmiş…
Bundan bir ay önce Batu Mutlugil’in katkılarıyla efsanevi “Blue Blues Band”in bazı canlı performansları gün ışığına çıktı. TRT arşivlerinde yer alan bu performanslar benim için büyük bir değer ve aynı oranda da önem taşıyor. Her şeyden önce Kerim Çaplı ve Yavuz Çetin’i birlikte seyretmek/dinlemek, onlardan yayılan “dehayı ve ruhu” sezmek ya da hatırlamak, günümüzün “dandik” müzik endüstrisine karşın büyük bir kazanımdır; akkor bir deneyimdir. Örneğin “Led Zeppelin-Moby Dick” cover’ındaki davul solosu -ki bence bu soloda Kerim Çaplı, D. Chambers’ı geçmiştir- çok önemli bir belgedir. Ardından, “Led Zeppelin –Rock’n Roll” adlı parçada, davul kadar vokalde de başarılı ve sıkı bir Kerim Çaplı’yla karşılaşıp tarif edilemez bir şaşkınlık ve hayranlık içine düşebilirsiniz…Dikkatli baktığınızda -kafanızı çalıştırdığınızda- Ece Ayhan ya da Kuzgun Acar ile Kerim Çaplı arasında bulunan teknik ve yaşamsal benzerlikleri -üzülerek- fark edersiniz… O akkorluğu görebilirsiniz.
Not: (Youtube’a erişemeyenler Kerim Çaplı’nın davul solusunu https://zaferyalcinpinar.com/kerimcaplimobydick.flv adresinden arşivleyebilirler.)

14
2009
Sefalet, durmadan sefalet…
Baudelaire’in annesine yazdığı mektuplardandır:
4 Aralık 1847
Son altı ayım acayiplikler, musibetlerle geçti ama ne aklımı, ne de bedenimi yok edebildi. (…) Düşüncesizlik; en basit makul işleri yarıda bırakma; sonuç ise sefalet, durmadan sefalet… İşte size bir örnek:
Kâh çamaşırsızlıktan, kâh odunsuzluktan üç gün yataktan çıkamadığım günler oldu. Ne afyon, ne de şarap para etti; üzüntüyü gideremedi; bu gibi şeyler insanı oyalıyor ama asla yaşamı tazelemiyor… Zaten kafa tütsülemek bile yine parayla oluyor. Bana on beş frank verdiğiniz o son günden, kırk sekiz saatten beri açtım. Neuilly yolunu durmadan arşınlıyor, M. Ancelle’e bir türlü suçumu açamıyordum. Bilirsiniz ispirtolu içkilerden tiksinirim, midem kavruluyor…(…)
(…)
5 Aralık 1847
Sağolun; hiçbir yardım böyle zamanında yetişemez. İnanın bu paranın kıymetini bileceğim. (…) Birgün gelecek, umarım hepsini ödeyeceğim. (…) Bana yazmak isterseniz, adresim: Babylon 36. Ne kadar yollarsanız o kadarla yetineceğim; çaresiz… Bu paranın değerini anlıyorum; yararlanmasını bilmeliyim.
Not: Adresimi kimseye vermeyin.
Charles Baudelaire Defayis
——————————–
29 Haziran 1855
Edebiyatçılar Kuruluna,
Sayın Başkan,
Ekmek paramı çıkardığım gazeteden atılmış bulunuyorum; sizden biraz para isteyeceğim. Kurula başvuruşumda -onsekiz ay önceydi sanırım- isteğim kesinlikle geri çevrilmişti; neden olarak da, kurula 180 frank borçlu olduğum, basılmaya değer romanlar yazmadığım ileri sürülmüştü. Kurulunuzdan para almak için biricik şart kitap basmak olsaydı, gösterdiğiniz neden akla uygun gelebilirdi. Ama bugün yarın, belki de pek yakında M.Godefroy için bir kitapçıdan ya da derginin birinden para almayacağım nereden belli? (…) Kurula borcumu elbette ödemem gerekiyor; kazancı tefrika romanlarına bağlı yazarlar takımından olmadığım için elimden ancak bu kadarı gelir.(…)
C.B.
Baudelaire’in Mektupları, Çev:Bedia Kösemihal, Düşün Yayınevi, 1983
07
2009
Cehalet Günahı…
(…)
Heick, Kapperbrunn’un kendisini bu sözlerle yaraladığının farkında değildi, tam tersine kendisinde güçlü bir üstünlük duyuyordu. Kapperbrunn, aptalı oynuyordu, ama dilediğinden daha da aptaldı. Richard Hieck genellikle her insan önünde duyduğunu, daha az olsa da Kapperbrunn önünde de duymaya başlamıştı: Önemli olan ve dile getirilmesi gereken özü sezmeden, sözcükleri az-çok düzgün bir dil biçimine sokmak konusunda insanoğlunun ifade yeteneği… Cehalet günahı! Bilmemekte direnen dikkafalılık! Bu durum karşısında Heick, nefret dolu bir şaşkınlık hissediyordu.(s.35)
(…)
Bir odadaki ısının her zaman eşit bir biçimde yayılmaya çalıştığı, odanın bir yerinde aşırı sıcak, başka bir yerinde aşırı soğuk olmadığı, ısı kuramının ikinci kuralına göre dünyanın bir anda patlamadığı, güneşin yarın yeniden doğacağı, etlerin kemiklerimizden durup dururken birdenbire ayrılmayışı, beynimizin “normal” olarak adlandırabileceğimiz kurallara göre çalışması üzerinde bir yargıya varmamız mümkün olduğu oranda, tüm bunların inanılmaz bir rastlantının sonucu olduğunu da düşünebiliriz; tüm bunlar kesin değil ama büyük sayılar kuralına göre olasıdır.
Unutulmamalıdır ki, büyük sayılar kuralı da olasıdır ve her an başka bir kural onun yerine geçebilir.
Zira bu kural da insan beyinleri tarafından bulunmuş ve o beyinlerin normal oluşuyla ilgili kesin bir şey söylenemez.(s.44)
Hermann Broch
“Bilinmeyen Değer”, Çev: Gertrude Durusoy, Ada Yayınları, 1988
30
2009
Video: “Ben Etikçiyim!” (Ece Ayhan)
Ece Ayhan’ın -kendini anlattığı- bir video görüntüsüdür.
Videoyu https://zaferyalcinpinar.com/benetikciyim.avi adresinden indirebilirsiniz.
Hamiş: Daha önce Ece Ayhan’ın “Fayton” ve “Mor Külhani” adlı şiirlerini okuduğu başka videolar da gün ışığına çıkmıştı. Tüm bu videolar 1998 yılında yayımlanan “Yaşayan Türk Şiiri” adlı belgesel çalışmadan alıntılanmıştır. (Diğer videolara https://zaferyalcinpinar.com/fayton.avi ve https://zaferyalcinpinar.com/morkulhani.avi adreslerinden ulaşabilirsiniz.)
2. Hamiş: “Bakışsız Bir Kedi Kara” adlı Ece Ayhan web sitesine https://zaferyalcinpinar.com/bakissiz.html adresinden ulaşabilirsiniz.
Sahicilikle / Zafer Yalçınpınar
26
2009
26 Temmuz: “Ulusal Başkaldırı Günü”
Küba’nın en önemli ulusal bayramı olarak kabul edilen 26 Temmuz, yüz binlerce Kübalı tarafından coşkuyla kutlandı. Törene liderlik eden geçici Devlet Başkanı Raul Castro, Küba’nın ABD ile eşit ve medeni bir diyaloga hazır olduğunu dile getirdi.
Küba Devrimi için bir dönüm noktası anlamına gelen 26 Temmuz Moncada ve Carlos Manuel Kışlaları baskınının 54. yıldönümü Küba’nın doğusundaki Camaguey kentinde kutlandı. Ulusal Başkaldırı Günü adı verilen 26 Temmuz bayramını kutlamak üzere 100 binden fazla Kübalı kent meydanında bir araya geldi.
Mitingin yapıldığı meydan Fidel’in önderliğindeki 26 Temmuz hareketinin renkleri olan kırmızı ve siyah bayraklarla donatılırken, alana coşkulu ve kararlı bir kalabalığın damga vurduğu belirtiliyor.
Törende söz alan Kübalı yöneticilerin birçoğunun Fidel’den ve Moncada Kışlası Baskınının Küba Devrimi için öneminden bahsettikleri ve Fidel’in pek yakında aralarında olacağı temennisini ilettikleri belirtilirken katılanların sık sık “Yaşasın Fidel, yaşasın Raul” sloganları attıkları ifade ediliyor.
Bkz: https://www.kubadostluk.org/cms/index.php?option=com_content&task=view&id=84&Itemid=82
















































