Şub
01
2011
0

491’e ON!

491’e on!

“Ey susku…”

https://zaferyalcinpinar.com/491on.pdf

*

Yokoluşlarının ağıtını yazan o kifayetsiz muhterislerle senin ilgilenmeyişinin 2010’lardaki  yüzüdür 491
DÖRTDOKUZBİR “Evvel Fanzin” cakasıdır ve Kadıköy tribidir.

491‘in tüm sayılarını https://zaferyalcinpinar.com/491.html adresinden indirebilirsiniz. (E-posta: dortdokuzbir@gmail.com)

Şub
01
2011
0

Kirpi Şiir 6: “Gerçeküstü İmgeye Dair” (R. Arslan)

2011 yılı Türkiye’sinde yaşayan, güncel Gerçeküstü imgeye dair bir dosya hazırlamak, beraberinde birçok farklı mecrayı, tarihsel arkeoloji hevesini, hesaplaşmayı da gündeme almak demektir. Türkiye gibi avangard geleneği çok sonraları idrak etme yolunda adımlar atmış çorak bir coğrafyada, Sürrealizm gibi engin bir yatak-nehir sadece edebiyatın, görsel sanatların belirlenmiş sınırlarıyla ya da kültür endüstrisinin tüketim mantığıyla ele alınamaz.

Çünkü Sürrealizm rasyonaliteye, kentsoylu değerlere, moderniteye, dinsel, şovenist her türlü baskılamaya karşı bir duruş; dünyayı bambaşka bir gözle görme biçimidir. Antonin Artaud’a göre zihinsel bir durum, Breton’a göre ise devrimsel bir harekettir.

İmgeyi sadece toplumcu, gerçekçi, gelenekçi, ulusal ya da cemaatsel bakış açıları ile görenler için bu ekinsel emekler hep nafile çabalar olarak görülmüş, batırılmış, görmezden gelinmiş, ötekileştirilmiştir. Gerçeküstücülük, kültür endüstrisinin güncellik kavramına göre nostaljik bir ütopik çaba, bazı postmodernist olduğunu iddia eden yaklaşımlar için ise geçmişin baskıcı avangard’ıydı, bir çeşit çıkmaz yoldur.

Ama tüm bu iddiaların aksine Gerçeküstücü İmge, 21. yüzyılın başında tüm kürede(ve de ülkede) televizyondan internete, reklamcılıktan sinemaya, tasarımdan modaya gündelik yaşamın içinde, her köşesindedir. Postmodern durumun devrimci avangard’ı yok ettiğine inananlar erken bir bayram merasimi yaptılar.

Bugün dünyanın 30’dan fazla ülkesinde aktif, güncel ve yaşayan uluslar arası bir Sürrealist hareket var. Ortak imzaya açılan uluslar arası bildiriler, kolektif sergi-etkinlik-festivaller, yerel/küresel yayınlar, internetin sağladığı imkânlarla sürekli canlı, tartışma ve eylem halinde bir Sürrealizm. Bu durumun kuşkusuz en net kanıtı 2010 yılı içinde, 24 ülkeden, 80’in üstü katılımcının emekleriyle yayınlanan Hydrolith adlı antolojidir. 21. yüzyılın bu ilk uluslar arası sürrealist antolojisinde Türkiye Gerçeküstü hareketi S.E.T’de çeşitli ürünlerle dahil olmuştur.

Ülkemiz özgülünden baktığımızda yaklaşık 80 yıllık bir gecikmişlik söz konusudur ve öncelikle bu meseleye cesurca, tam da göbeğinden dalmak gerekmektedir. Bu yüzden hazırladığımız dosyaya şiir, resim, kolajların yanında iki adette metine yer verdik. “Neden bir Türk Sürrealizmi Yok” başlıklı metinimiz modernizm sürecinde Türkiye’nin düşün-sanat ortamında neden Sürrealizmin yaşam şansı bulamadığı sorusunu, barındırdığı kaçış çizgileriyle birlikte ele alan bir ön araştırmadır. Peşi sıra soruşturmayı derinleştirmek, genişletmek yanında yeni sorulara/yollara da ışık tutma hevesini doğurma niyetindedir. Ve akla gelen ilk soru modern dönemde varlık şansı bulamayan avangard, postmodern durum içinde nasıl yaşam bulmuştur? İşte çetin diğer bir düşünsel yol arayışı…

Seçtiğimiz ikinci metin ise Arap Sürrealist Hareketinin 1975 tarihli manifestosu. Özellikle bu topraklara yabancı, dışardan ithal bir heves olarak gören anlayışlara ironik bir yanıt olduğunu düşünüyoruz. Orta Doğu topraklarının bereketli düş iklimine örnek, bir tasavvuf ustası olması yanında gerçek bir devrimci de olan Hallac-ı Mansur’un bir şiiri ile birlikte yer veriyoruz. Bu meşakkatli-önemli çeviri ve Hassan el Sabah’tan bir dörtlüğü dosyamız için özenle çeviren sevgili J.M’ye buradan selamlarımızı iletiriz.

20. yüz yıl Gerçeküstücü imge geleneğine bir selam çakmak için üstat Prevert’in bir yeni çevirisine yer verdik. Bunun yanında güncel-küresel Sürrealist şiire Arjantin, Portekiz, İngiltere ve İsveç’ten dört şair ile örnek verdik. Merl Fluin, Londra Sürrealist Eylem Grubu üyesi ve dosyamıza giren şiiri 2010 tarihli şiir kitabı The Reality Binge Trick’ten alındı. Emma Lundenmark ise Stockholm Sürrealist Grup üyesi ve onunda dosyamıza giren şiirleri 2010 yılında basılan Organica Fläktrum’den alındı. Juan Carlos Otena, Arjantin ve Montevideo’yu kapsayan Rio de le Plata Sürrealist Grup üyesi bir yazar-şair ve dosyamız için özel gönderdiği bir şiirine yer verdik. Carlos Martins, Portekiz Sürrealsit hareketin köklü isimlerinden ve o da Borges Defteri’nden sevgili Sufi’nin özenli bir çevirisi ile Türkçeye kazandırılmış oldu. Dosyamızın çeviri sürecinde bize destek-nefes veren Umut Taylan, Ezgi Aksoy, Ayşe Özkan, Alice’e de buradan teşekkürlerimizi sunarız.

Gerçeküstücü İmge özel sayımızın diğer yurtdışı katılımcıları birer resim ile dosyamıza güç veren Atina Sürrealist grup üyesi Theoni Tambaki ve Paris’te yaşamını sürdüren İstanbul doğumlu sanatçı Ody Saban. S.E.T’in asi çocuklarından cins bir çizim, OnstOn ise bir şiir/çizim ile dosyamız için üretim yaptılar. Ceren Fındık bir çizim, Serdar Aydın bir dijital kolaj, bende bir somut, cut-up şiirle dosya da yer aldım. Tuncay Takmaz dostumuz bir görsel işiyle katkıda bulundu.

Sonuçta Kirpi, şiir ve poetikasına yoğunlaşmış bir mecra ve doğal olarak biz de genç, güçlü ve Gerçeküstücü İmge ile paslaşan şiirlerle dosyamızın gövdesini oluşturduk. Alper T. İnce, Özgür Asan, Şakir Özüdoğru, Umut Taylan, Ömer Akay, Zozan Gemilerördü, Fantom, Yaprak Gözeker, A. Emre Cengiz, Burcu İnci ve Baran N. bizlerle şiirlerini paylaştılar.

Sonuçta uzun yolun eridir bu çabalar, menzili Kaf Dağının ardına dayanan…
Tepegöz’ün pusuda beklediği, Beberuhi’nin çalılıklar arasında tur attığı, Simav Kadısının yarin yanağından gayrı dediği topraklardan kozmosun sonsuzluğuna dek…

Rafet Arslan

Oca
30
2011
0

Burası Kadıköy: “NO PASARAN!”

Fenerbahçe Spor Kulübü: 2
Trabzonspor:0

Oca
29
2011
0

Labarca, Üster ve taifesi tuvalete gitsin!

Bugünkü Cumhuriyet Gazetesi’nin kültür sayfasında J. L. Borges’in tarihsel kişiliğine hakaret içeren ve kesif aptallıkla dolu bir fotoğraf yayımlandı. Fotoğrafın yayımlandığı sayfanın editörü Celal Üster’i özensizliği, dikkatsizliği ve izansızlığı nedeniyle kınıyoruz. Borges’e yönelik hakareti gerçekleştiren E. Labarca adlı meczuba da “tuvalete gitmesini” öneriyoruz. Örneğin, işbu fotoğrafın yayımlandığı gazetenin kültür-sanat servisinin tuvaleti olabilir.

Borges Defteri‘nden E. Tufan’ın konuya ilişkin yayınladığı kınama metnini aşağıda paylaşıyorum:

Cumhuriyet Gazetesi’nin kültür sayfasını (genelde ilk okuduğum sayfalar olur) biraz önce dehşet bir şaşkınlıkla önüme koydum ve dedim ki artık bu sayfa ile gazeteye veda etme zamanım bugün nihayet geldi çattı.

Celal Üster yönetimindeki sayfada delinin teki Borges’in mezarına -af buyurun- işiyor ve yine Celal Üster bunu bir kültürel haber olarak önümüze servis yapabiliyor, bu işe de “gazetecilik yapıyoruz” deniliyor. E. Labarca adlı densiz adam bölgesel ortak dil, edebiyat, belki de eziklik yüzünden bunu yapabilir, hatta düşünde kurguladığı Borges-Pinochet hemfikirliğini de geliştirebilir, bu konuda bir roman bile yazabilir, ama “şeyini” eline alarak yeryüzü edebi mirası sayılan saygın bir yazarın mezarına işeme hakkını kimse ona vermez. Rezilliktir.

Fotoğrafı çeken, basan, yayanla, tekrar bir gazetenin kültür servisinin o fotoğrafı hiçbir doğru düzgün açıklama olmaksızın basması, (belki de bir okur ilk kez Borges’in adını duyacak, kim olduğunu öğrenecek) böylesi bir “alçaklığı” yapması aynı şeydir. Kusura bakmasınlar sert konuşuyorum, çünkü perdenin arkasında hangi rezil hesapların olduğunu bilmiyorum.
Sadece bir gerçek var elimde, Cumhuriyet Gazetesi son bir yıl zarfında ve özellikle İ. Selçuk’un ölümünden sonra başıboş bir tekne gibi savruluyor. Konular aynı, nakaratlar aynı, tekrar, tekrar, yorucu ve bıktırıcı bir üslupla bir yerlere durmadan göz kırpıyor ama neresi olduğunu kendisi bile bilmiyor. B.Onaran gibi birikimli, deneyimli bir yazar, çevirmeni sessiz sedasızca “susturdular”, keza diğerlerini, yerlerine kimlerin geldiği “malum” (önce T.Kiremitçi, sonra B.C. ve diğerleri, alın tümünü toplayın, çarpın, çıkarın çeyrek sayfalık gazete yazısı çıkmaz, 100 adet gazete yazısını okuyun, bu adların yazılarında iğne ucu kadar yeni bir düşünceye rastlamanız olası değil, hani düşünce bir yana şöyle etkin bir mizah olsun, o da yok).

Konuyu uzatmak istemiyorum, beni, bizi ilgilendiren konu Borges olduğu için sadece naçizane bildirimde bulunmak istedim. Sufi dostumuzun gazetlerle ilintili geçmişte yazdığı yazıyı şimdi çok iyi anlıyorum; “sabahları ilk işim asla gazete okumak olmaz, çünkü bir gün önceki dünya pisliği sabahın prıl prıl güneşiyle üzerime boşalsın istemem, gün batımı bu iş için şöyle göz ucuyla bakmak için fena bir saat değil”.

Hep dediğim gibi, o fotoğrafı tekrar basanları “en kestirmesinden şiddetlice kınıyorum”.

Belki bizim sesimiz cılız, dar bir çevreye ulaşıyor, ama unutmasınlar yaptıkları “kıytırık” işlerin hesabını tek bir kişi bile sorabilir onlara.

Bedri Baykam’ın cep telefonu kaybolmuşmuş da bunu Cumhuriyet Kültür Servisi bana kültür haberi olarak sunacak, öyle mi? Aman da aman ne hallere düştünüz be arkadaş.
Safsatanın ta kendisidir.

E.Tufan

Ayrıca, Borges’in Pinochet’le görüşmesi konusunda hakikati bildiren açıklama aşağıdadır:

Cumhuriyet Gazetesi Kültür servisi (29 Ocak 2011) “Borges’in mezarına işeyen adam” haberini (kültürel çıkışını) karşı tarafın “Meşru bir sanatsal eylem” ibaresini öne çekerek duyurdu.
Borges’in kim olduğunu, ne yazdığını, ne düşündüğünü, ne konuştuğunu, geride neleri miras olarak bıraktığını herkesten önce bir kültür servisi sorumlusunun çok iyi bilmesi gerekiyor(du), anlaşılan o ki borges şiiri çevirmekle o şairin coğrafyasına vakıf olmak arasında dağlar kadar fark var. Genç kuşaktan bir okur o malum haberi (tiksinti verici resmi) ve ardından sıralanan kafa karıştırıcı, yalan-yanlış, tek taraflı akıl yitimi kanaatini okuyunca acaba zihninde nasıl bir Borges portresi çizer? Celal Üster hiç bunu düşündü mü?
Borges’in Pinochet ile görüşmesi doğrudur, hatta bazı malum çevreler işi o denli abartılı noktalara taşıdılar ki, şunu bile yazdılar: “Pinochet, Borges’e devlet nişanı takmış”.
-Öyle mi?
Evet, kültür servisi ölçeğindeki zekalar (ya da gazete zihinselliği) bu yalan ve iftirayı, aynı Labarca gibi hiç vicdan azabı duymadan yaydılar, şimdi kültür servisi aynı zihniyetlerle gönüldeşlik kurma peşinde ve bir karalama da bizden olsun diyerek, sanki yeryüzünde kin-nefret duyulacak kimse, hiçbir politik sistem, çıkış kalmadı da geriye bir tek şair, sanatçılar kaldı. O iğrenç fotoğrafı 100.000 adet çoğaltarak (Cumhuriyet Gazetesi’nin tahmini tirajı) Labarca değirmenine su taşıyan zihniyetle “Ucube” çıkışı, ruh ikizi değilse nedir? Bunun adı haber, duyuru değil, birilerinin bir garip ve anlamsız-kinci deneysellik içinde olduğunu az çok psikanaliz bilen herkes kavrar, boşuna yırtınmasınlar, sifonu çekmeyi marifetten sayanlar ya marifeti ya da hakikati bilmiyorlar. Ömrünü edebiyata, yaratıcılığa adamış bir büyük yazara olsa olsa ancak bu denli rezil bir haksızlık reva görülürdü.

Peki ama özellikle söz konusu olayın ardındaki hakikat nedir?
Borges hayatta olmadığı için, geriye bir tek onun sözcükleri ve yanıtları kalıyor. O zaman gerçeği direkt Borges’in dilinden, kendisinden öğrenmemiz gerekiyor.
Bir yazarın mezarına işeyen aklı selimden yoksun zatın fotoğrafını binlerce adet çoğaltarak Borges’e vurmak ne o servisin sorumlusu Celal Üster’e, ne de herhangi başka bir gazetenin kültür kulvarına yakışacak “iş” değil. İş değil yaptığınız… Biraz ağırbaşlılık, nitelik ve derinlik gerekir, izan, insaf muhasebesinin yanında.
Bu girişiminizden geriye bir tek “ gölgenin kirlettiği” o “ kutsal dehşet” kalıyor..
Evet bir dünya yazarına karşı girişilen bu “dehşet ölçekteki hakarete”, insanı utandıran kareye sizler ortak olmamalıydınız.
Konuya açıklık getirecek çevirimizi ve ilintili bölümü (1984 yılı söyleşisi) aktarmadan önce bir ön bilgi olarak Borges’in çileli yaşamı hakkında bazı şeyleri bilmemizde yarar var, Borges’in ballı börekli bir yaşam biçimi hiç olmadı. Acının, şiddetin, kederin her türlüsüne dokunmuş ama yaşam coşkusunu asla yitirmeyen müthiş bir edebi deha olarak dünya edebiyat tarihindeki yerini çoktan almıştır. Keşke hepimiz onun kadar önce kendi eksikliklerimizle, hatalarımızla, doğrularımızla yüzleşebilsek.
Yaşam biraz daha çekilir olurdu.
İnsan olabilme ödevinin yalınç ve olumlu anlamından tutun mecbur ve muktedir olmanın çelişkisine kadar.
Yaşam kulvarında “yukarı çıktıkça”, “uzağa gittikçe” işler karmaşıklaşır. Sırf bu yüzden edebiyatın hâlâ bir şansı var.

Şimdi hakikat faslı:

Yıl 1946:
Borges’in de aralarında bulunduğu bir grup Arjantinli yazar sanatçı Peron faşizmini kınayan ve onun baskıcı uygulamalarını çok sert bir dille eleştiren bir bildiri yayınlarlar(bildiriyi Borges kaleme alır). İlk imzalayanlardan bir doğal olarak Borges’tir ve sırf bu yüzden Arjantin devletinin örtülü –açık şiddetine maruz kalır. Borges, BUENOS AIRES milli kütüphanedeki görevinden alınır ve bir tavuk çiftliğinde teftiş memurluğuna sürülür. Bu olayın üzerine Borges devlet memurluğundan istifa ederek, serbest eğitimci olarak çok zor koşullar altında yaşam savaşı verir, tek bir gününü bile Polis takibinden yoksun geçirmez, tutanaklar yeni yeni gün ışığına çıkarılıyor. 1948 yılında “Buenos Aires Yıllığı” adı altında bir edebiyat dergisi çıkarmaya karar verir, kısa süre sonra dergi yasaklanır, kapatılır.

Yıl 1948:
Borges’in annesi ve kız kardeşi sırf Borges’i baskı altında tutmak ve ona ruhi işkence uygulamak adına tutuklanırlar, hatta annesi üzerinden Borges’i daha da aşağılamak için (annesini) hapishanede bir süreliğine hayat kadınlarıyla bir arada tutarlar.

Yıl 1984:
Clarke M. Zolotchio, Borges’le bir görüşme yapar, Borges’in ölümünden tam iki sene evvel. Söyleşi “Voice of the River Plate-1984” ve 23-39 sayfalarında yayınlanır (tam ve eksiksiz kaynak), müthiş güzellikte bir edebiyat eksenli söyleşidir (tam metni defter arşivinde mevcuttur) ve çevirdiğimiz bölüm ilk kez yayınlanacak.. Bir yığın konu hakkında görüş bildirimleri var bu söyleşide. Söyleşiyi gerçekleştiren Clarcke.M.Z belli ki hem edebiyat hem politik dersini çok iyi çalışarak çıkmış Borges’in karşısına.
Sorular-Yanıtlar arasından üç tanesi direkt konumuzla ilintilidir, yanıtlarıyla beraber veriyoruz.
Ve okuru vicdan muhasebesine davet ediyoruz.

Clarke.M.Z: Şili diktatörü size devlet nişanı verdi mi?
Borges: Hayır, hayır, hayır! Bu söylenti kökünden yalandır.
Böyle bir şey söz konusu bile olmazdı, ben ne için gittim Şili’ye, bunu merak eden oldu mu? Pinochet ile görüşmek için gitmedim, böyle bir davet yoktu, davetin konusu bu olsaydı asla gitmezdim. Şili Üniversitesi bir konferans için beni davet etti ve konuşmamın sonunda Üniversite rektörü bana (hiç haberim bile yoktu) fahri doktora unvanı verdi. Aynı günün akşamı üniversite yetkililerinden haber geldi Pinochet sizi yakından görmek, tanışmak istiyor, bir an kendi kendime düşündüm: gitsem mi, gitmesem mi? Sonunda Santiago’da olduğum için ve ilk kez “onunla” yüz yüze gelme şansım olduğu için, gitmeye ve özgürlük alanının genişletilmesi konusunda düşüncelerimi aktarmaya karar verdim bu şansım oldu, bir gelişme oldu mu diye sorarsan, hiç, asla, militarist bir düşüncenin hangi facialara yol açtığını hepimiz biliyoruz. Bütün konu bundan ibaretti, abartısız ve olduğu gibi.

Clarke.M.Z: Ordu iktidarını eleştiriyorsunuz yani?
Borges: Onların iktidarında birçok insan ortadan kaldırıldı, öldürüldü, işkence gördü, tıpkı Arjantin gibi. Korkunç bir sansür vardı. Ama şimdi yanlışımı kabul ediyorum ve kendimi eleştiriyorum, yanlış yaptım.

Clarke.M.Z: Anarşizm Ütopyası hakkında düşüncen ne?

Borges: O ideal için sanırım bir 200 yıl daha beklememiz gerekecek. Devlet aygıtından ve onun polis gücünden kurtulmak için kısa bir bekleyiş süresi bu, değil mi? Vatandaşlığın yeniden tanımlandığı bir izlek gerekir…şimdilik şunu söyleyebilirim. Öte yandan hepimiz biliyoruz ki “devlet” acı bir ilaç tadındadır, gerekli bir beladır, ve şimdi bütün bu olanlardan sonra benim umutlu olma hakkım var. Ama kuru ve içi boş bir umut benimkisi, başka bir şey değil. Öyle tahmin ediyorum ki beş yıl sonra, ..nasıl desem, uzun bir nekahet döneminden sonra Pronism, Terörizm, askeri diktatörlükler, “kayıp insanlar”, adam kaçırmalar, işkence, bu haksız ölümlerin doğurduğu olumsuzluklar, hepsi son bulur..bütün bunlar yeryüzünü o derin anlamdan yoksun bırakıyor, onun anlamını boşaltıyor, öyle değil mi ? Umudumu yitirmemeliyim…

Borges Defteri

Written by in: Duyurular, Tartışmalar | Etiketler:
Oca
25
2011
0

Çanakkale’de Ece Ayhan Kültür Evi ve Arşivi Çalışmaları

Ece Ayhan Sivil Girişimi’nin basın bildirisi aşağıdadır:

Türkiye’nin aykırı, muhalif, mülksüz, sipsivil şairi/etikçisi Ece Ayhan’ın ana ve mezar kenti Çanakkale’de, bir grup okur, 2008 yılından bu yana sürdürülen Sivil Girişimi yeniden örgütleyerek (Aşk), ‘Ece Ayhan Kültür Evi’ ile ‘Ece Ayhan Arşivi’ni kurmak ve her yıl ‘Ece Ayhan Sempozyumları’ düzenlemek amacıyla çalışmaya başladı.

Tüm çalışmaların, küflü/paslı nostaljik bir yaklaşım yerine, şiir, edebiyat, tarih, resim, müzik, felsefe, ahlak gibi alanlarda ‘iktidar ve otorite karşıtlığı’ ruhu ve gönüllülük ilkesinde gerçekleşmesini isteyen Sivil Girişim, Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanındaki Ece Ayhan okurlarını, önce sanal ortamda bilahare Çanakkale’de bir araya getirmek için hazırlıklarını sürdürüyor.

Yalı Hanı’nda süren toplantılarda, Ece Ayhan konusunda araştırma yapmak isteyen akademisyenler, edebiyatçılar, öğrenciler ya da okurların yanı sıra, Ece Ayhan’ı henüz okumamış/tanımayanlar için de çeşitli etkinlikler tasarlanıyor.

Bu duyuru ile, Ece Ayhan Sivil Girişimine katkıda bulunmak isteyen herkesi, bizimle temasa geçmeyi çağırıyoruz. Öneri, görüş, dilek ve eleştirilerinizi bize ulaştırabilirsiniz. Elinde, arşivinde ya da bir tanıdığında Ece Ayhan’la ilgili bilgi ve belge olan okurların katkısıyla, tüm bilgilerin bir merkezde toplanmasını, böylelikle herkese açık büyük bir arşivin yaratılmasını istiyoruz.

Ece Ayhan Sivil Girişimi
Çanakkale – Ocak 2011

İnternet sitesi adresi: www.eceayhan.com
Posta adresi: Yalı Hanı / Çanakkale
E-posta adresi: eceayhangirisimi@eceayhan.com

Oca
24
2011
0

50 Yılın Ardında; “İkinci Yeni” /Anket Formu

Anket formuna ulaşmak için tıklayınız.

Ankete verdiğiniz cevaplar 13 Şubat 2011 Pazar sabahı Evvel Fanzin ile eşanlı olarak birçok platformda paylaşılacaktır. “İkinci Yeni” poetikasının günümüzdeki işlerliği ile gelecekteki konumunu araştırdığımız bu ankete katılımınız, ilginiz ve desteğiniz için şimdiden çok teşekkür ederim.  (Zy)

Notlar:

-Anketin gerçekleştirilme gerekçeleri ve ayrıntılı bilgiler https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=4506 adresinde yer almaktadır.

-Facebook Etkinlik Bağlantısı: https://www.facebook.com/event.php?eid=128084693926065

Oca
20
2011
0

Büyük Pazar Müzayedesi-II (23 Ocak 2011)

Denizler Kitabevi ve Pazar Mezatı’nın düzenlediği büyük müzayedelerin ikincisinin kapsamında ilginç şeyler var. 23 Ocak 2011, saat 12.30‘da Point Hotel Barbaros‘ta gerçekleşecek müzayedede  Orhan kemal, Can Yücel, Kemal Tahir, Oktay Rifat, A. Ş. Hisar, Melih Cevdet Anday, Cemal Süreya, Edip Cansever, A.M. Dranas, Asaf Halet Çelebi, B. Necatigil, F.H. Dağlarca, Tezer Özlü, Kemal Tahir, Sevim Burak gibi edebiyatçıların bazı imzalı kitapları da açık arttırmaya sunulacak…

Bkz: https://www.buyukpazarmezati.com/index.php?sayfa=mezat-listesi&arama=Edebiyat

Oca
18
2011
0

50 Yılın Ardında; “İkinci Yeni” Anketi

Hüsamettin Bozok yönetimindeki Yeditepe Dergisi, 1960 yılının Şubat ayında “İkinci Yeni ve Eleştirmeciler” başlıklı bir anket başlatmış… Anketin takibini ve yazışmalarını Fahir Aksoy gerçekleştirmiş. Anket kapsamında şairlere, eleştirmecilere şu sorular yöneltilmiş:

1- “İkinci Yeni”, diyorlar, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
2- Bugün ikinci yeni akımı bir yenilik olmaktan çıkmış bulunuyor. Her ölçüye göre belli bir seviyenin örnekleri var. Sanatçılarımız yeniliksiz edemeyeceklerine göre şiirimizin sizce bundan sonra nereye doğrulacaktır?
3- Edebiyatımızda eleştirmenler neden etkin olamıyorlar, açıklar mısınız?
Not: Birinci soru bazı şairlere “size…” diye sorulmuş.

Bu sorulara cevap veren şair ve eleştirmecilerin isimleri şöyle: Metin Eloğlu, Attila İlhan, Nevzat Üstün,Turgut Uyar, Asım Bezirci, Sezer Tansuğ, Ece Ayhan, İlhan Berk, Edip Cansever, Hüseyin Cöntürk, Necati Cumalı, Özdemir İnce, Ahmet Arif, Ahmet Köksal, Behçet Necatigil, Kemal Özer, Oğuz Tansel, Fethi Naci, Hikmet Dizdaroğlu.

Şair ve eleştirmecilerin yanı sıra Yeditepe Dergisi, işbu ankete okuyucularını da dahil etmiş ve aşağıdaki açıklamayla birlikte hangi şairlerin “ikinci yeni”ye dahil olduğu sorunsalını -okuyucuları vesilesiyle- ankete yansıtmıştır:

Son yıllarda dergilerde ve yayımlanan kitaplarda Türk şiiri yeni bir yöne doğru yönelmiş görünüyor. “İkinci Yeni” adıyla adlandırılan bu akım üzerine yazarlar arasında açtığımız anket yeni bir soruyu daha ortaya atmış oluyor: “Bu “ikinci yeni” akımı içine hangi şairler girmektedir? Bu akım içinde bulunduğunu sandığımız şairler bile bazen bunu kabul etmez görünüyorlar. Şimdi biz, yazarlar arasında açtığımız ankete paralel olarak okuyucularımız arasında yeni bir ankete başlıyoruz: Hangi şairler bu akım içinde yer alıyor?

Yazarların, şairlerin, eleştirmecilerin ve okuyucuların Yeditepe Dergisi’nde yayımlanan “İkinci Yeni ve Eleştirmeciler” adlı ankete verdiği cevaplara https://zaferyalcinpinar.com/ikinciyenianketi1960.pdf adresinden ulaşabilirsiniz. (Dosya boyutu: 24 mb.)

Yeditepe’nin 1960’da gerçekleştirdiği bu anketi “Şiir ve Yenilik” konusundaki birçok yanılgıyı ortaya çıkarmak açısından fevkalade önemli buluyorum. Ankette bazı eleştirmecilerin ve okuyucuların “yenilik” konusuna inanılmaz bir ürküyle -hatta nefretle- yaklaşmış olmaları da bana çok ilginç geliyor. “İkinci Yeni” şairlerinden bazılarının yeni şiiri savunuş biçimleri, Türk şiiri ile yeni şiir arasındaki ilişkiyi temellendiren söylemleri de poetik açıdan hâlâ derinlikli, araştırmaya elverişli bir konu olarak karşımızda duruyor. Sonuçta, Yeditepe’nin 1960’daki anketinde tartışılan meselelerle, yeni şiire ve yeni şairlere yönelik eleştirilerle birlikte “ikinci yeni”nin kavramsal arkaplan açısından meşrulaştığını görüyoruz.

Bunlarla birlikte, anket cevaplarının arasında fark edildiği üzre ikinci yeni şiir akımına karşı olan demagojik, tutucu ve olumsuz söylemlerin bugün de -günümüzde de- icra edildiği, aynı papağanlıkların aynı yapay bağlamlarla tekrar edildiği de son derece açıktır. “İkinci Yeni”ye yönelik olarak günümüzde sergilenen itirazlar, “İkinci Yeni” şiir akımının devam etmekte olup olmadığı gibi önemli bir soruyu zihnimize mıhlar ve aynı zamanda böylesi bir sorgunun doğruluğunu teyit eder niteliktedir.

“50 YILIN ARDINDA; İKİNCİ YENİ” ANKETİ

“İkinci Yeni” şiir akımının imgeselliğinin, şairaneliğe ve topluma karşı takındığı tavrın poetik açıdan geçerliliğini sürdürüp sürdürmediğini araştırmak ilginç bulgulara ulaşacağımız önemli bir gayrettir. 1955-60 yıllarında yaşamsal karşılığını fazlaca bulamayan “İkinci Yeni” akımının savunduğu şiirselliğin bugün -yani 50 yıl sonra, 2010’larda- daha tutarlı bir şekilde içselleştirildiği, yaşamsal ve duygudurumsal örtüşme açısından da yerine oturduğu, yerini bulduğu söylenebilir. “İkinci Yeni”nin önerdiği sezgisel şiir, bugün, şiir okuyucuları tarafından duyulmakta, yoğunlukla hissedilmektedir. O günler için anlamsız kabul edilen “İkinci Yeni” şiir akımı, anlamını bugünlerde bulmaktadır. Günümüz şiirinin imgesel birimlerinde, biçimsel özelliklerinde ya da yapıtaşlarında bazı ufak kaymaların olduğu, edebiyat ortamında bu yönde bir yenilik arayışının başladığı da aşikârdır. Ancak, bu arayışlarda duygudurum ve imgelem açısından “İkinci Yeni bitiyor, bitti!” diyebileceğimiz bir seviyede miyiz? Ya da İkinci Yeni şairleri de tarihin süzgecinden geçip, o günlerde farkedilmeyen, kabul edilmeyen bir “sahici yeni” mertebesine doğru ayrışmışlar mıdır? Şiirsel açıdan “İkinci Yeni”den geriye hangi şairler kalmıştır? Yeni kuşaktan hangi şairlerin şiirleri “İkinci Yeni” kapsamındadır? “İkinci Yeni”den geleceğe doğru uzanan farklı bir şiir gayreti var mıdır, belirginleşmiş midir?
Tüm bu karmaşaya biraz aydınlık getirmek için Evvel Fanzin olarak, 50 Yılın Ardında; “İkinci Yeni” adında bir anket başlatıyoruz. Anketimiz kapsamında aşağıdaki sorulara cevap arayacağız:

– Sizce, “İkinci Yeni” şiir akımı bitti ya da eskidi mi?
– Sizce, “İkinci Yeni” şiir akımının öncü şairleri kimlerdir?
– Yeni kuşakta İkinci Yeni’ye dahil olmuş ya da İkinci Yeni’yi devam ettiren şairler var mıdır? Var ise kimlerdir?
– Bugün, Türk şiirinde, İkinci Yeni’nin ardından oluşmuş ve onun kadar ön plana çıkmayı başarabilmiş bir şiir akımı var mı? Var ise bu akımın getirdiği yenilik nedir? Bu akıma bağlı şairler kimlerdir?
– Geleceğin şiiri nasıl olacak, şiirimiz nereye yönelecek?

*

ANKET SORULARINI
https://zaferyalcinpinar.com/ikinciyeni2011.html
adresinde yer alan online anket formunu doldurarak
ya da
zaferyal@gmail.com adresine e-posta atarak
CEVAPLAYABİLİRSİNİZ.

*

Ankete verdiğiniz cevaplar 13 Şubat 2011 Pazar sabahı Evvel Fanzin ile eşanlı olarak birçok platformda paylaşılacaktır. “İkinci yeni” poetikasının günümüzdeki işlerliği ile gelecekteki konumunu araştırdığımız bu ankete katılımınız, ilginiz ve desteğiniz için şimdiden çok teşekkür ederim.

Sahicilikle
Zy

Oca
15
2011
0

Nâzım Hikmet’in gün yüzüne çıkmamış iki şiiri…

Kendi sesinden Nâzım Hikmet şiirleri, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun arşivinden yarım yüzyıl sonra gün ışığına çıkıyor…

Bkz:

https://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=208330

https://www.ntvmsnbc.com/id/25171511/

Kendi sesinden Nâzım Hikmet şiirleri, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun arşivinden yarım yüzyıl sonra gün ışığına çıkıyor.

Oca
06
2011
2

Doğan Hızlan’ın Bir Önemi Yoktur.

Mustafa Şerife Onaran, bugünkü (6-1-2011 tarihli) Cumhuriyet Kitap Eki’nde “Doğan Hızlan’ın Önemi” başlıklı bir yazı yayımlamış. İşbu yazı tüm hatlarıyla bir Doğan Hızlan methiyesi olarak karşımızda duruyor. Şimdi, hemen, peşinen Mustafa Şerife Onaran’a şunu ifade etmek gerekir; “Doğan Hızlan’ın edebiyat açısından bir önemi yoktur.”

1980 sonrası oluşan  “Dünyayı sel bassa ördeğe vız gelir” zihniyetinin kültür-sanat alanındaki temsilcisi ve günümüzdeki belirgin öznesidir Doğan Hızlan… Zürriyet’teki köşesinden kuru edebiyat heveslilerini destekler, edebiyat yarışmalarında üleştiri yapar, şiir festivallerinin açılış konuşmalarında ve köşk yemeklerinde “fasulyenin faydaları”ndan filan bahseder. Hızlan, olsa olsa, bir edebiyat heveslisidir sadece: Derinlemesine bir yazısını, bir araştırmasını okumamışsınızdır; eli yüzü düzgün bir “temellendirme”siyle, “çıkarım”ıyla  ya da “kestirim”iyle karşılaşmamışsınızdır. “Eleştirici” deseniz değildir, “denemeci” deseniz değildir, “hikâye, roman yazarı, şair” filan deseniz hiç değildir.  Hızlan’ın yazılarında herhangi bir konuda derinlemesine bir yoruma, bir analitik düşünce kırıntısına, yapısal bir söyleme, bilimsel referansa ya da herhangi bir çeviriye rastlamamışsınızdır. Peki kimdir bu Doğan Hızlan?

Doğan Hızlan’ın görevi Zürriyet’teki köşesinden kuru edebiyatçıları tanıtmak, içsiz etkinliklerden sözde okuyucularını haberdar etmek ve bu vesileyle de edebiyat ortamında kuru, içsiz ve temelsiz bir “network” oluşturmaktır. İşbu network’ünü oligarşik düzeneklerle birlikte statüko üleştirmek için kullanır. Edebiyatımıza, yaşamın şiirselliğine ve imgelemimize en büyük zararı verenler Doğan Hızlan’ın 90’ların ortasından itibaren piyasalandırdığı, tutundurduğu isimlerdir. Misal; Enver Ercan… Bugünün en kötü dergileri Doğan Hızlan’ın diriltmeye çalıştığı -daha doğrusu diriltmek hilesiyle içini boşalttığı- 70 küsur yıllık edebiyat dergileridir. Türk Edebiyatı’nda yer alan hangi “liyakatsizlik kalesi”nin surlarına bakarsanız bakın Doğan Hızlan’ın bandırasını görürsünüz.

Ben, şahsen, TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı’na “Doğan Hızlan” onur konuğu seçildiğinden beri katılmıyorum, saygı da duymuyorum. Kısacası, benim için Doğan Hızlan’ın “liyakatsizlik abidesi” olmak dışında bir önemi ya da vazifesi yoktur. Bundan sonra olamaz da. (Zy)

Oca
05
2011
0

Gerçek Leşlik…

Murat Bardakçı ile avanesi, dandik tv programlarında hadlerini ve terbiye sınırlarını aşıp -iyice sapıtıp- Ahmet Adnan Saygun, Hasan Ferit Anlar, Necil Kazım Akses, Ulvi Cemal Erkin, Cemal Reşit Rey gibi büyük değerlerimiz için “Leş”  hitabını kullanmış… Murat Bardakçı’nın  mutat zevatlığının nasıl bir muhterisliği, nasıl bir cehaleti içerdiği, nereden beslendiği, sırtını nereye dayadığı bellidir;  gerçek leşlik! Bu nedenle “leş” kelimesini kendisine iade ediyoruz.

‘Borges Defteri Moderasyon Ekibi’ konuyla ilgili bir “kınama” metni yayımladı. Aşağıda paylaşıyorum:

Gelmiş geçmiş en büyük bestecilerimize (ünlü beşli:  Ahmet Adnan Saygun, Hasan Ferit Anlar, Necil Kazım Akses, Ulvi Cemal Erkin, Cemal Reşit Rey) pervasızca ve hadlerini aşan bir üslupla tv ekranından  o uyduruk  ve esneme sesiyle süslenmiş sözde tarih programlarından “LEŞ” diye hitap eden Murat Bardakçı, Erhan Afyoncu ve Pelin Batu’yu şiddetle kınıyor, bilgisizliklerini, bu alandaki kuru-boş ve aşırı yüklenişlerini   yüzlerine yakışan bir maske olarak iade ediyoruz..
Rezaletin böylesi ancak bizim kültür mantar tarlası ekranlarımızda rastlanır, başka hiçbir ülkenin ekranında o ülkenin değerlerine “leş” denilmez..
Zihinselliğin iflas bayrağı görkemli dalgalanıyor..
Sözün dilde, zihinde, yürekte tıkandığı an işte bu andır..Yazık, gerçekten yazık.
Tarih bir tenis topu gibi uykulu, dalgın, iftira, çamur tezgâhının nesnesi oldu çıktı.

Borges Defteri

Ayrıca, işbu konuya ilişkin olarak Cihat Aşkın’ın OdaTv’de yazdığı “Ne demek Türk Leşleri!” başlıklı yazıya https://www.odatv.com/n.php?n=ne-demek-turk-lesleri-2712101200 adresinden ulaşabilirsiniz.

Fazıl Say’ın konuya ilişkin “Bu Adamın Bir Sorunu Var” başlıklı yorumuna https://www.odatv.com/n.php?n=bu-adamin-bir-sorunu-var–2712101200 adresinden ulaşabilirsiniz.

Murat Bardakçı’ya tepki büyüyor: https://www.odatv.com/n.php?n=-tepki-cig-gibi-buyuyor-2812101200

Oca
02
2011
0

491’e DOKUZ!

491’e dokuz!

“Eşyaya benzeme, insan ol!”

https://zaferyalcinpinar.com/491dokuz.pdf

*

Yokoluşlarının ağıtını yazan o kifayetsiz muhterislerle senin ilgilenmeyişinin 2010’lardaki  yüzüdür 491
DÖRTDOKUZBİR “Evvel Fanzin” cakasıdır ve Kadıköy tribidir.

491‘in tüm sayılarını https://zaferyalcinpinar.com/491.html adresinden indirebilirsiniz. (E-posta: dortdokuzbir@gmail.com)

Ara
29
2010
0

“Ece Ayhan ve Yalova Köyü” Belgesel Çekimleri

Çanakkale, Eceabat’ta bulunan Yalova Köyü’nde, Ece Ayhan’ın yaşamının izlerine dair Rayzan Başeğmez’in gerçekleştirdiği belgesel çekimlerine https://www.facebook.com/video/video.php?v=114065488665027 adresinden ulaşabilirsiniz.

Not: Belgesel görüntülerine  İlhan Usmanbaş’ın “Violonsel için Müzik” adlı bestesi eşlik etmekte…

Ara
29
2010
0

BKF2010: İnternet Kültür Yayınları Tanıtımı Röportaj Görüntüleri

17-22 Aralık 2010 tarihleri arasında Harbiye-İstanbul Kongre Merkezi’nde düzenlenen Boğaziçi Kitap Fuarı kapsamında,  “İnternet Kültür Yayınları Tanıtımı” projesi için gerçekleştirdiğimiz söyleşilerin video görüntülerine https://vimeo.com/album/1498854 adresinden ulaşabilirsiniz.

Girişimimizi destekleyen herkese teşekkürü bir borç biliyoruz. Biliriz de.

Ve sonuçta,  tekrar etmekte fayda var:
“Dünyanın özü kötüdür, net ise güzel!”

İpek TUNA – Zafer YALÇINPINAR

Çekimlere katılan web siteleri:

birdirbir.org / Koray Löker
borgesdefteri.blogspot.com / Hakan İşcen
tramvayduragi.com / Orhan Sümer
altzine.net / Hande O. Aksoy ve Aylin Sökmen
futuristika.org / Barış Yarsel
zaferyalcinpinar.com/blog / Zy


Ara
28
2010
0

(yeni) II: “Kültür Endüstrileri”

Tanıtım metninden;

Kırmızı Yayınları’nın kültür dergisi (yeni) ikinci sayısıyla okurlarının elinde.
Üç ayda bir çıkan (yeni)’nin bu sayısı da (yeni)ye mektuplar, (yeni) dosya, (yeni)ler ve (yeni)den olmak üzere dört bölümden oluşuyor ve dosya konusu ‘Kültür Endüstrileri’.
Kapitalizm, yaşamın her alanında kapladığı yeri ve dayattığı ağırlığı sürdürmek için kültüre de yeni işlevler yükleme çabasını sürdürüyor ve bunun ölçeğini bir kerte daha yukarıya taşıyor. Yaratıcılık kavramını ‘yaratıcı ekonomi’ şablonuna uygulayarak kültürü bir üstyapı olgusu olmaktan çıkarıp alt-yapısal sermayeye dönüştürme çabaları günümüz kitle iletişim teknolojilerinin de katılımıyla ciddiyet kazanıyor. Bu durumda yaratıcılığın hayata geçmesi evresinde odak konum oluşturan sanatçı ve aydınlar da birer kültür bürokratı ve yöneticisine dönüşecek. İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti olması konuya daha ilginç boyut katıyor ve üzerinde tartışılabilecek verileri artırıyor. Serhan Ada, İsmail Ertürk, Beral Madra ve Orhan Tekelioğlu’nun katıldığı yuvarlak masa konuşmasında, bu güncel gelişmeye de göndermeler yapılarak kültür ve aydın, kültür ve toplum, kültür ve kapitalizm konularına değiniliyor.
Susan Galloway ile Steward Dunlop’un birlikte yazdığı makalenin başlığı ‘Kamu Politikalarında Kültürel ve Yaratıcı Endüstri Tanımları Üzerine Bir Eleştiri’. Makalede yaratıcılık, zihinsel mülkiyet, sembolik metalar, sembolik anlam, kullanım değeri, ortak meta gibi kavramlara açıklık getirilerek terminolojik karışıklık ve üretim metotları meseleleri tartışılıyor. Ayrıca bilgi ekonomisinin kültürel ve yaratıcı sektörleri nasıl etkilediği, kültürel metaların ayırıcı özellikleri de ele alınıyor ve hükümetlerin bilgi ekonomisine dayalı yaratıcı endüstri kavramı modelini tercih etmesi olgusu da örnekleniyor.
(yeni) dosya bölümünde ayrıca Tony Bennett, Arzu Uraz, Taçlı Yazıcıoğlu, Murat Gülsoy yazıları da yer alıyor. (…)

bkz: https://www.kirmiziyayinlari.com/productDetail.asp?id=221&kat_id=39

Ayrıca bkz: (yeni), sıkı ve sağlam…

Ara
24
2010
0

İnternet Kültür Yayınları Tanıtım Kitapçığı

17-22 Aralık 2010 tarihleri arasında İstanbul Kongre Merkezi Harbiye’de ilki gerçekleşen Boğaziçi Kitap Fuarı sona erdi. Fuar kapsamında yer alan “İnternet Kültür Yayınları Tanıtımı” girişimi için icra ettiğimiz bazı söyleşilerin metinlerini içeren PDF biçemindeki dosyaya https://zaferyalcinpinar.com/dirilinternet.pdf adresinden ulaşabilirsiniz. (Ayrıca, gerçekleştirdiğimiz yüzyüze görüşmelere ait video kayıtlarını da önümüzdeki günlerde paylaşacağız.)

Girişimimizi destekleyen herkese teşekkürü bir borç biliyoruz. Biliriz de.

Ve sonuçta,  tekrar etmekte fayda var:
“Dünyanın özü kötüdür, net ise güzel!”

İpek TUNA – Zafer YALÇINPINAR

Online söyleşilerimize katılan web siteleri:

birdirbir.org/Koray Löker
borgesdefteri.blogspot.com / Hakan İşcen
dahke.net / Immo
etilenzine.net / Flagg
horaley.com / Erkin Gören
kargamecmua.org / Tayfun Polat
mavimelek.com / Mavi Melek Edebiyat Ekibi
resetmagazine.net / Gökhan Karabıçak
ubormetenga.org / Emrah İnan
undomondo.com+etrafta.com / Mersenne

Ara
19
2010
0

Boğaziçi Kitap Fuarı 2010: İnternet Kültür Yayınları Tanıtım Standı’ndan Görüntüler

(T. Günersel, H. İşcen ve C. Mukaddes standımızda…)

Boğaziçi Kitap Fuarı 2010 İnternet Kültür Yayınları Tanıtımı’nın kapsamına https://zaferyalcinpinar.com/blog/?p=4320 adresinden ulaşabilirsiniz.

Ara
15
2010
0

Boğaziçi Kitap Fuarı: İnternet Kültür Yayınları Tanıtımı

Bkz:  https://www.facebook.com/event.php?eid=124960777567563

Dünyanın özü kötüdür, “net” ise güzel!

17-22 Aralık 2010 tarihinde şehrin tam kalbinde yer alacak olan Boğaziçi Kitap Fuarı’nda internet kültür yayınları da yer alıyor! Standımıza uğramayı ihmal etmeyin…

Tanıtım kapsamında;

borgesdefteri.blogspot.com, birdirbir.org, altzine.net, futuristika.org, zaferyalcinpinar.com ve tramvayduragi.com ile yaptığımız online yayıncılık merkezli söyleşi çekimlerini izleyebilir;

online yayıncılık üzerine, undomondo.com/etrafta.com,horaley.com, dahke.net, etilenzine.net, resetmagazine.net, ubormetenga.org, kargamecmua.org ve mavimelek.com ile yaptığımız e-posta söyleşilerinin basılı metinlerini arşivinize katabilir;

internet yayıncılığına soyunmuş; edebiyat, sanat, müzik gibi bölümlerden oluşan bir çerçevede, online ifade biçimlerini kendine misyon edinmiş blog/sitelerinin bir derlemesini standımızdaki dizüstülerde inceleyebilir;

incelerken dahke.net/immo ve etilenzine.net/flagg tarafından hazırlanan tanıtıma özel playlist’leri dinleyebilirsiniz.

Yanında flash disk getirenler kazanıyor; blog/site derlemesini, e-posta söyleşilerin pdf’lerini ve playlist’leri kopyala yapıştırıyor!

Çok yaşa web, diril internet!

Boğaziçi Kitap Fuarı İnternet Kültür Yayınları Tanıtımı
Hazırlayanlar: İpek Tuna – Zafer Yalçınpınar
Afiş ve sticker tasarımları: Yavuz Dürüst
Videolar ve basılı metin tasarımları: İpek Tuna
Çekimler ve fotoğraflar: Peri Kazancı
Proje asistanları: Eda Dürüst, Güher Gürmen

Boğaziçi Kitap Fuarı
İstanbul Kongre Merkezi Harbiye
17-22 Aralık 2010
Her gün 10:00 – 20:30
Boğaziçi Suare 20 Aralık 2010 10:00 – 23:00

BKF 2010
https://www.bogazicikitapfuari.com/
https://www.facebook.com/group.php?gid=223976655188%2F
https://twitter.com/bogazicikitap/

Zafer Yalçınpınar
https://zaferyalcinpinar.com/
https://www.facebook.com/profile.php?id=100000252090050%2F
https://www.facebook.com/group.php?gid=157183537464%2F
https://friendfeed.com/evvelfanzin/

İpek Tuna
https://www.facebook.com/fituna/
https://twitter.com/ipektuna/
https://friendfeed.com/ituna/

*borgesdefteri.blogspot.com, birdirbir.org, altzine.net, tramvayduragi.com, undomondo.com/etrafta.com, horaley.com, dahke.net, etilenzine.net, resetmagazine.net, ubormetenga.org, futuristika.org, mavimelek.com ve kargamecmua.org; teşekkürü bir borç biliriz!

*dahke.net/immo ve etilenzine.net/flagg; bir borç + teşekkürler!

* Söyleşi çekimleri için kanatlarını açan Karga’dan Tayfun Polat ve Karga tayfasına, çekimler sırasında gerçekleşen tüm aksiliklere rağmen güne neşe ve emek katan Peri Kazancı, Güher Gürmen, Eda Dürüst ve Sena Başöz’e, tasarımlarıyla projeye katkıda bulunan Yavuz Dürüst’e özel teşekkürler!

Ara
08
2010
0

“Rimbaud, Verlaine, Mallarmé ve Arkadaşları” Müzayedesi

15 Aralık tarihinde Paris’te, Sotheby’s tarafından “Rimbaud, Verlaine, Mallarmé ve Arkadaşları” adlı bir müzayede gerçekleştirilecek… Eric ve Marie-Héléne B’nin poetik koleksiyonundan birçok kitap, elyazması, mektup, çizim ve fotoğraf müzayedede satışa çıkıyor. Müzayedede yer alacak bazı yapıtların katalog görüntülerini aşağıda paylaşıyorum.

Hamiş: Acaba bizim ülkemizden kim katılacak bu müzayedeye? Büyük ihtimal; “hiç kimse!”.

Rimbaud’un “ILLUMINATIONS” adlı kitabının 1886 tarihli bir baskısı.


Paul Verlaine imzası


Lautréamont’tan yayıncısına ithafen imzalı “Moldoror’un Şarkıları” adlı roman.



Ernest Delahaye’nin 1875-1877 yılları arasına ait olduğu düşünülen
“Rimbaud’un Bir Macerası – İç Mekân” adlı çizimi.

Ara
07
2010
0

(YENİ), SIKI ve SAĞLAM

Başlangıçta şöyle bir girizgâhı -sizlerin önünde- kendime teslim etmem gerekiyor: İlkece, herhangi bir yayın için tanıtım yazısı yazmak gibi kötü alışkanlıklarım yoktur. Herhalde bu yazının ardından da beş-on sene süresince böylesine tanıtım unsurları ihtiva eden başka bir yazı yazmam. Ve eğer “edebiyat ortalığının liyakatsizleri” olarak tanımladığım “kifayetsiz muhterisler”, Kırmızı Yayınevi tarafından Ekim 2010 tarihinde ilk sayısı yayımlanan (Yeni) adlı sıkı ve sağlam dergiye -diğer iyi şeylere yaptıkları gibi- sessizlik suikasti ya da sinsiyet uygulamaya çalışmasalardı şu an okumakta olduğunuz bu yazıyı da kaleme almak zorunda kalmazdım. Aynı zamanda bu yazı, son yıllarda edebiyat ve yayıncılık uzamında boy göstermeye çalışan tüm fetbazlara ve fason dergilere “karşı” oluşmuştur. Yani amacım sadece (Yeni) adlı derginin sıkılığını ortaya koymak değil.

Her şeyden önce (Yeni)’nin “Yenilik” kavramının arkaplanını bilerek yola çıkmış olması beni sevindiriyor; çünkü arkaplanda yer alması gereken “farkındalık” olgusu çoğu derginin ilk sayısında es geçilmiştir. Örneğin, zamanında, Öteki-Siz adlı dergi 1980’den 2003’e kadar yayımlanan edebiyat dergilerinin açılış yazılarını inceleyen özel bir sayı yayımlamıştı. Bu özel sayıda derlenen açılış yazılarını incelediğimizde 1980 sonrası yayımlanan hemen hemen tüm edebiyat, düşün ve sanat dergilerinin tarihsel bir “farkındalık” eş(l)iğinde yola çıkmadığını, çıkamadığını görürsünüz. (Yeni)’nin editörü İsmail Ertürk ise derginin açılış yazısında içinde bulundukları tarihsel ve çevrimsel özelliklerin ayrıntılarını vererek, (Yeni) adlı derginin uzgörüsünü oluşturacak öğeleri, eş(l)ik ettiği farkındalığı uzun bir yazıyla bize iletiyor:

“Avrupa değerlerinin evrenselliğini yitirdiği görüşünün yaygınlık kazandığı bir yüzyıla girdik.(…) Öte yandan, ne Çin, ne İslam ne de bir başka kültür dünyasının, yakın zamanda, Batı’ya seçenek olamayacağı da açık. Batı, bir değerler bunalımında olmasına karşın, iletişim teknolojisinde devrimsel denecek yeniliklerle küresel sanal toplumlar yaratıyor; bilginin internet ortamında, yazıyla ve imgeyle saklanması, dolaşıma sokulması alanlarında yeni bir kültür süreci başlattı.(…) Türkiye’deki değer ve kültür çalkantılarını, korkutan kurumsal sallantıları; Batı değerlerinin zayıflamış olmasını; sınırların, dostluk ve düşmanlıkları yeniden çizmesini güvenilir uygarlık zemininin kayganlaştığı bir döneme rastlıyor olmasından bağımsız düşünemeyiz.”

Dergicilik tarihimizde benzer bir farkındalık bilinciyle –ne yaptığını, ne yayımladığını, ne söylediğini, neyi savunduğunu, nerde olduğunu, nerde yaşadığını, nereye varacağını bilmek sorunsallarıyla- yazarlarını buluşturmayı, birleştirmeyi başaran başka dergiler de olmuştur: Yeni Ufuklar (1952), Yenilik (1953), Yeni Dergi (1964) böylesi dergilerdir. Bu dergiler dönemlerinin bağlamsızlığına, tözsüzlüğüne, keşmekeşliğine, nefret suçlarına, dezenformasyona ve tüm bunlardan beslenen liyakatsizlik ile cehalete karşı bir “sağlam duruş” olarak yayımlanmışlardır. Bu kapsamda düşünüldüğünde dönemlerinin en sıkı dergileridir. Ayrıca, söz konusu dergilerden yetişen isimler bir kuşak sonra edebiyat ve düşün dünyasının mihenk taşları olmuşlardır. Şimdi bugün, (Yeni) adlı dergi de böyledir, böyle bir çizgiden yola çıkmıştır. Hiç çekinmeden söylüyorum, hatta tekrarlıyorum; (Yeni), içinde bulunduğumuz dönemin mihenk taşı olmaya aday tek dergidir.

(Yeni)’nin yayın kurulunda Oruç Aruoba (ki ustamdır), Ali Cengizkan, Oğuz Demiralp, Orhan Tekelioğlu, Gündüz Vassaf gibi isimleri görüyoruz. Bu insanlar edebiyat ve düşün dünyasında “seçkinci” olarak tanınırlar. Daha doğrusu başkaları tarafından hileli bir şekilde “seçkinci” olarak mimlenmişlerdir. Aslında “seçkinci” değillerdir; bu isimleri en uygun ve gerçek tabirle “yetkinci” ya da “yetkinliğe önem verenler” olarak düşünmeliyiz. Yetkinlik, onlar için “töze temas edebilmek”ten geçer. Nihayetinde (Yeni)’nin yayın kurulunun “retorik arsızlığı”nı sevmeyen ve “külyutmaz” diyebileceğimiz insanlardan oluştuğunu ifade etmeye çalışıyorum.

(Yeni)’nin ilk sayısı “Kriz” üstbaşlıklı bir dosyayla yayımlanmış. Dosya kapsamında sıkı sosyolog Immanuel Wallerstein ile “Ekonomik Buhranın Anlamı Üzerine” gerçekleştirilmiş bir söyleşi hemen dikkati çekiyor. Söyleşiyi gerçekleştiren Banu Güven, Wallerstein’a sormuş: “Yeni bir dünya jeopolitik düzeninden bahsediyorsunuz. Bu düzen çoktan kuruldu mu yoksa?” Wallerstein da cevaplamış: “Evet, hem de düzensiz bir şekilde. Artık, egemen güce sahip değiliz, bu nedenle de dünya üzerinde 8-10 bölge güç merkezi haline geldi. Bunların hepsi de birbiriyle olası ittifaklar kurmaya çalışan güçler. Güvenilir değiller. Bir gün biriyle ertesi gün bir başkasıyla birlik olabilirler. Er ya da geç bir düzene oturacaktır. O zaman resmi daha net görürüz. Çokuluslu bir durum söz konusu.” Wallerstein söyleşisinin ardından “Krizden bir yaşama kültürü çıkar mı?” sorgusu üzerine Oruç Aruoba, Soli Özel, Ekrem Işın, Betül Çotuksöken, Enis Batur ve İsmail Ertürk’ün katıldığı bir konuşma/tartışma yer alıyor. Tartışma/konuşma Nermi Uygur’un “Bunalımdan Yaşama Kültürü” adlı kitabı ekseninde başlıyor ve kriz kavramının dehlizlerinde dolaşıyor. Tartışmanın bir yerinde Oruç Aruoba şöyle diyor:

“Olgusal olarak nasıl başladı bu kriz? Mortgage meselesiyle başladı, değil mi? Şimdi öznellik-nesnellik açısından Mortgage’ın temelindeki ekonomi, değer gibi anlayışlarına bakmak lazım. (…) Şu anda üretmekte olduğun değerin üstünde bir değere sahip olabilirsin, ben sana onu vereceğim diyorsun. Mesela adamın ne bileyim aylık geliri 1000 dolar, sen ona diyorsun ki, o 1000 dolarınla sana 70000 dolarlık bir ev vereceğim. Dolayısıyla, ona hangi nesnel yaklaşımı veriyorsun? O da diyor ki, bak 1000 dolara 70.000 dolarlık bir ev alabiliyorum. İcabında da ilerde satarım diyor -100.000 dolara! İyi iş diyor. Üretmediğin, o anda sahip olmadığın bir değerin üstünde bir değere sahip olabiliyorsun. Anlayış bu mu en temelde?! Çuvallayan, çöken anlayış bu.”

Derginin ikinci sayısının dosya konusu ise “Kültür Endüstrileri” olarak belirlenmiş. Delicesine bir merakla bekliyorum bu dosyayı…

(Yeni)’nin ilk sayısında başka birçok şeyin yanısıra Dağlarca’nın daha önce yayımlanmamış iki şiiri, Özer Sayın tarafından İlhan Berk’le gerçekleştirilmiş “Evler tüm dünyayı içine alabilen hapishanelerdir” başlıklı bir söyleşi de bulunuyor. Bunlarla birlikte, sıkı bestekâr İlhan Usmanbaş’ın 1962 tarihli çok ilginç bir yazısı (yeni)den yayımlanmış dergide… İlginçtir Usmanbaş, 1962’de, Opus adlı müzik dergisindeki yazısını şöyle bitirmiş: “Demek, daha uzun süre, ortak değer yargıları ortamını yaratmaya çabalayacağız.”

Sonuçta (Yeni)’yi takip etmek için benim elimde birçok “gerçek neden” var. Ama en sevdiğim gerekçem şu: (Yeni) adlı derginin, “Yedi Sekiz Hasan Paşa”ya benzer bir şekilde edebiyat ve düşün tarihine adını geçirmeye çalışanları önemsizleştireceğini düşünüyorum. Hatta şu son 4-5 senede köşe kapan, cukkalayan bazı “Yedi Sekiz Hasan Paşa”ların köşelerini de yıkacaktır.

Zafer Yalçınpınar
Karga Mecmua, Aralık 2010

Ara
06
2010
0

“EXPRESS”, “ROLL” ve “BİR+BİR” Arşivi

eXpress, Roll ve Bir+Bir adlı sıkı dergiler, yayımlanmış sayılarını pdf biçeminde internete taşıyor: https://birdirbir.org/

Ara
05
2010
0

Kuzgun Acar Anısına Maskeler Sergisi’nden Görüntüler

Evet, sonuçta, Marinetti’nin düşüncesine katılıyorum; çünkü müzelerin mezarlaştığını, sanat galerilerinin ve yapıtların da endüstrileştiğini açıkça görüyorum. Artık, sanat adı altında “iş” yapan mekânlardan -en ünlülerinden, en zenginlerinden, en akademiklerinden, en uluslararası  veya disiplinler arası ilişkilerle donanmışlarından hatta ileri derecede modern olduğunu iddia edenlerden bile- belirgin bir yokoluşun ağıt seslerinin yükseldiğini duyuyorum. Çoğu gerçekten de bu mertebededir, mezarlıklaşmıştır, bitmiştir ve birileri bu mezarların başında -üstelik de ücret ödeyerek- otomatik bir ağıt yakar: Bu mekânlar sanat cahili turistlerin ezbere bir körlükle (öğrenilmiş çaresizlikle)  gezintilerinden, garip bir surat ifadesi eşliğindeki kırıtmalardan, boş bakışlardan, kısacası “turlayışlar”dan başka bir şey ihtiva etmez…

Ancak, bugün Bir Nokta Sanat Galerisi‘nde ziyaret ettiğim “Kuzgun Acar Anısına Maskeler” adlı armağan sergi, önceki paragrafta yer alan olumsuz düşüncelerimi  geçersiz kılacak yönde sıkı, biricik ve etkileyiciydi. İşbu serginin gerçekleşmesinde emeği geçen Didem Çapa’yı, Fersa Acar’ı, Demsa A.Ş.’yi, Jotun Boya’yı  ve Kuzgun Acar’ın anısına maske çalışmaları icra eden tüm sanatçıları tebrik etmek gerekiyor. Çünkü bu insanlar Kuzgun Acar’ın sanatının her zamankinden fazla devinmekte olduğunu, daha da sıkılaştığını, ufuk açıcı niteliklerini ve  tepki dolu eylemselliğini fark etmişlerdir. Benim düşünceme göre edebiyatta Ece Ayhan, müzikte Kerim Çaplı  ve plastik sanatlarda da Kuzgun Acar içsel olarak kardeştir: Bu üç “insan”, keyfi olmayan bir şekilde, her türlü iktidara ve gaddarlığa karşı yapıtlar vermişler ve bu yönde sıkı, sivil, sağlam ve devingen bir sanatsal dil oluşturmuşlardır. Ayrıca, hayatlarını da düşüncelerini de geleceğe uzanan bu özgür dilin yönergesinde -hem içsel hem de dışsal olarak- devam ettirmişlerdir. Sözkonusu devamlılık, bugün, haklılığın inadı şeklinde gerçek bir  “haysiyet” olarak karşımızda durmaktadır. Ve çok değerlidir…

Sergide Kuzgun Acar’ın özel eşyaları, eskiz defteri, hakkında yayımlanan gazete kupürleri, Kafkas Tebeşir Dairesi adlı devrimci tiyatro oyunu için hazırladığı maskelerden bazıları da yer alıyor. Mart 2010’da Kuzgun Acar’ın maskelerinin çoğunun müzayede salonlarında satıldığını duyunca çok üzülmüştük, sinirlenmiştik. (Cavit Mukaddes, bu konuyla ilgili sıkı bir yazı yayımlamıştı.) Şimdi, 30 Kasım 2010 itibariyle gerçekleşen  “Kuzgun Acar Anısına Maskeler Sergisi” bizim beklediğimiz ve memnun olduğumuz türden bir tepkiyi ve müzayedecilere karşı hakikatli bir cevabı da içinde barındırıyor.

Seviniyoruz…

Zafer Yalçınpınar

Hamiş: Evvel Fanzin kapsamında yayımlanan tüm Kuzgun Acar ilgilerine https://zaferyalcinpinar.com/blog/?tag=kuzgun-acar adresinden ulaşabilirsiniz.

Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com