Kompile Karga II… Toplandı!
Karga Bar kapsamında yayımlanan albümleri
https://www.kargabar.org/#/tr/album
adresinden dinleyebilir/indirebilirsiniz.
Kompile Karga II… Toplandı!
Karga Bar kapsamında yayımlanan albümleri
https://www.kargabar.org/#/tr/album
adresinden dinleyebilir/indirebilirsiniz.
Bugün https://fourninetyone.com adresinde “491” adlı bir başka online yayınla karşılaştım. Demek ki Francis Picabia ile 291-391 ruhunu/kafasını hatırlayan, benzer bir bakışı ya da sezgiyi irdelemeye çalışan sadece biz değilmişiz. New York-Brooklyn’de çevrelenen ve plastik sanatlar, mimari, elektronik müzik ve edebiyat üzerine sıkı ve eleştirel yazılar, özel tanıtım metinleri yayımlayan 491 adlı (https://fourninetyone.com) siteyi/oluşumu herkese öneriyorum.
Sitenin editörleri Bret Schneider ile Jamie Keesling… İlginç bir tayfa ve içerikle Kasım 2010’da (yani bizden, bizim 491’imizden 9 ay sonra) yola çıkan bu oluşumu fark etmek beni heyecanlandırdı. Demek ki dünyanın başka yerlerinde de “imgelemin özgürlüğü” yolunda umutlanan, araştıran, uğraşan, yazan, çizen, düşünen birileri varmış…
Bunu bilmek, bunun bir teyidini görmek çok güzel…
Sahicilikle
Zy
https://fourninetyone.com‘dan bir görüntü…
491’e ON İKİ!
https://zaferyalcinpinar.com/491oniki.pdf
*
Yokoluşlarının ağıtını yazan o kifayetsiz muhterislerle senin ilgilenmeyişinin 2010’lardaki yüzüdür 491…
DÖRTDOKUZBİR “Evvel Fanzin” cakasıdır ve Kadıköy kafasıdır.
491, seslidir… Ses ver!
491‘in tüm sayılarını https://zaferyalcinpinar.com/491.html adresinden indirebilirsiniz. (E-posta: dortdokuzbir@gmail.com)

Kuzgun Acar’ın müzayedede satışa çıkarılan eseri…
(1950’lerden… Ahşap figür üzerine çivilerle oluşturulmuş taç kompozisyonu)
MAÇKAMODERN‘in yarın (2 Nisan 2011’de) gerçekleşecek müzayedesinin kataloğunu incelerken Kuzgun Acar’ın erken dönem bir heykeline rastladım. Acar’ın 1950’li yıllarda yonttuğu düşünülen bu heykel, müzayede kapsamında 150000 TL ile 250000 TL arasında bir fiyattan satışa çıkarılıyor. Kuzgun Acar’ın heykellerinin müzayedelerde satışa çıkarılmasına son derece karşı olduğumuzu herkes biliyor. Zamanında bu konuya ilişkin olarak yüksek sesli tepkiler vermiştik. Hatta, Borges Defteri’nden Cavit Mukaddes bir yazı/öneri kaleme almıştı. (Bkz: Kuzgun Acar’ın İlk Yapıtı, Bir Yorum, Bir Soru ve İki Not!) (Ayrıca bkz: Üzgün Bir Sesle, Kuzgun Acar )
Sonuçta, birçok sanatçı ve sanatsever Kuzgun Acar’ın eserlerinin müzayedelere sunulmaması yönünde ortak bir tepki göstermişti. Kuzgun Acar’ın eşi Fersa hanım, Ocak-Şubat 2011’de, Bir Nokta Sanat Galerisi’nde “Kuzgun Acar Anısına Maskeler” sergisini düzenleyerek sıkı bir tepki-eylem koymuştu ortaya… (Tüm bunlara, bu tepkilere rağmen, bazı muhterisler izansızlığa, pervasızlığa ve umarsızlığa devam ediyor! Bu tavır yaygın bir tipoloji oldu artık… “Yola devam!” diyor yeni sinsiyet… Önüne geleni ya satışa çıkarıyor ya da yakıp, yıkıyor.)
Kuzgun Acar’ın eserlerine ilişkin söylemimizde ve hassasiyetimizde bir değişiklik yok:
KUZGUN ACAR’IN ESERLERİ SATIŞA ÇIKARILMASIN!
Kuzgun Acar gibi dünya heykel sanatında ‘sıkı’ yeri olan bir sanatçının eserleri, bu devasa/meçhul dağınıklığı asla ve asla hak etmiyor! Herkesi -ayağa kalkarak- Kuzgun Acar’ın eserleri konusunda duyarlılığa ve haklılığın inadına davet ediyoruz!
Kuzgun Acar’ın yapıtlarını haraç-mezat akçe uğruna feda edenlere ya da bu eserleri sanat kâhyaları ile sanat hamilerinin toplu fotoğraflarına dahil edenlere sonsuz karşıyız!
Zy
Önemli Not: Bu tepkiyi vermiş olmamıza rağmen, kaç defadır bas bas bağırmamıza rağmen (üstelik Kuzgun Acar’ın eserlerine yönelik “adam gibi bir öneri” de sunmuş olmamıza rağmen) yukarıda katalog fotoğrafını gördüğünüz erken dönem Kuzgun Acar eseri 2 Nisan’daki MAÇKAMODERN müzayedesinde satışa çıkarılmış ve belirtilen fiyat aralığındaki bir bedele satılmıştır. (5 Nisan 2011)
11 Nisan 2011’de Kuzgun Acar’ın eşi Fersa Pulhan Acar, konuya ilişkin olarak şöyle dedi: “Özel koleksiyonlarda bulunan eşim Kuzgun Acar’ın eserleri satışa sunulmadan önce bana haber verilirse çok sevinirim.”
12 Nisan 2011, Saat:13.30
Beyoğlu Sineması
Dağınıklar Kenti, ait/aitsiz, yurt/yurtsuz, kök/köksüz olmayı ince bir şekilde sorgulamaya ve didiklemeye açıyor. Bu coğrafya sancıyla kıpırdanmakta, kendini ve yerini arayan çocuklar doğurmaktadır. Dağınıklar Kenti’nde ev(ler), anahtarlar, kaçaklık, kayıp anne, hopper, yeni sorulara açılıyor. Ve bu sorular her şeyi reddeden, başka bir birey oluşu arzulayan bir zihnin karşısına, duygularıyla hareket eden, köşeye sıkışınca da aidiyeti arayan bir başka karakteri koyarak tecrübe edinmeye çalışılıyor. Uygar Asan’ın yeni minimal bağımsız çalışması Dağınıklar Kenti, sorular ve “oluş”lar üzerine bir ayrıntılar çalışması.
cast: sezgin cengiz&uygar asan set&afiş foto: cengiz güleryüz
yönetmen yardımcısı: aram dildar kostüm: anita sezgener ses: gökhan güçtekin & uygar asan sanat yönetmeni: gökhan güçtekin yazan & yöneten: uygar asan
yapımcılar: anita sezgener & uygar asanOyuncular;
sezgin cengiz, umur ozan, aslı turan,
tolga iskit, nurşin durmaz, alp giritli, özgür öksüz, sibel günsür, nilgün günsür
elif özsüt, hamza güzel, çağlar tüfekçi, cengiz güleryüz, umut altunordu, rıdvan algül,
remzi pamukçu, m. faruk denli, aram kılavuz, kenan varolBilet için bkz: https://web03.biletix.com/etkinlik/M412B/TURKIYE/tr
“Gölge Haramileri”
Egemen BostancıASMA SANAT (22 Mart- 05 Nisan 2011)
Asmalımescit Şehbender Sokak. Çiçek Han No:5/3
Tünel/Beyoğlu
“Haramiler ki artık kırkın üstünde sayıları” diyor Ece Ayhan bir şiirinde. Bugünlerde kuracak olsaydı bu dizeyi Ece Ayhan, sanırım şöyle ifade ederdi: “İnsanlar ki artık kötülükle yüzlediler kendilerini”
“Öküzlemeler” adlı uzun bir söyleşisinde ise “Tipolojiyi bilen kazanır” diyor Ece Ayhan. Oysa bugün, “tipolojiyi bilen, kaybeder insanlığını” diyebiliriz. Egemen Bostancı, tipolojiyi biliyor, muhteris tipolojisini tanıyor. Daha doğrusu “tanımış” bulundu bir kere. Farketti onları.
Sabah akşam, çeşitli vesilelerle, “İmgelemin Özgürleşmesi”nden bahsedip duruyorum, bilen bilir. İmgelemin özgürleşmesi şiirde olduğu gibi resimde de geçerlidir. Sıkı şiir olduğu gibi sıkı resim de vardır. Şairin evren tasavvuru tarihin salınımında ressamınkiyle kesişir. Aynı yerden indirgenmiştir çünkü. Tek fark dile getiriş biçimidir. Biri dizelerle sezdirir, diğeri çizgilerle, renklerle… Örneğin şair, “Lastik ayakkabıların dışına benzeyen bir surat” diyerek kötülemektedir. Ressam da böylesi bir tipolojiyi görür ve resmeder. Yani, sözsüz olarak, izleyiciye sezdirir. Çünkü resmetmek ve kurtulmak zorundadır bu tipolojiden, ifşa etmek zorundadır.
Peki, özgür bir ressamın günümüz insanlığında gördüğü şeyler nasıldır? Aslında soruyu şöyle çeşitlendirmemiz gerekiyor: Haramileşmiş bir topluluktaki portrelerin retoriği nasıl olur? Kıvrımları, kıvırışları, gençliği, yaşlılığı, fetbazlığı, sönmesi, parlaması, hırsı, dinginliği, iknası, suskusu nasıl olur? Böylesine ceberrut ve fetbaz bir topluluk nasıl ifade edilir özgür imgelemde? Ceberrutların ve fetbazların retoriği nasıl ifade edilir resim sanatında?
Egemen Bostancı, “gölge haramileri” serisiyle bu sorulara cevap veriyor. Evet, cevap aramıyor, cevap veriyor. Çünkü kendi evren tasavvuru için böyle yapmak zorundadır, onları ifşa etmek zorundadır.
Swankmajer, “Diyaloğun Boyutları”nda hangi tipolojiyi ifşa ettiyse, insanlığın gerçekliğini nasıl tersimlediyse -yani Swankmajer’in gerçeküstücülüğü, endüst-realitenin kötücüllüğünü nasıl tanımlıyorsa- Egemen de aynı yoldan gidip haramileşmiş bir insanlığın kötülük dolu retoriğini ve böylesi bir tipolojinin eşgallerini çıkarıyor.
Egemen’in Gölge Haramileri, “Kötülük Dayanışması” dediğimiz büyük resimden indirgenmiş bir portreler serisidir. Benim gözümde.
Öyle görüyorum.
Zafer Yalçınpınar
Hamiş: Egemen Bostancı’nın web sitesine https://kapalimetin.weebly.com adresinden ulaşabilirsiniz.
Son olarak, İlhan Berk tarafından kaleme alınan “Türk Şiirinin Yapısına Bakmak” adlı uzun inceleme yazısının II. ve III. bölümü Bakmak‘a eklendi. (“Bakmak” adlı e-kitapta toparladığım İlhan Berk yazılarının tam listesi aşağıdadır.)
1962-65 ve 1975-1977 yılları arasında “Yeni Ufuklar” ile “Milliyet Sanat” adlı dergilerde yayımlanan bu inceleme yazılarının bütününü, imgelem, şiir dili, dize tekniği, doğu-batı şiiri gibi konular kapsamında çok değerli, İlhan Berk’in kendi poetikasına ilişkin ayrıntılı açıklamaları kapsamında ise örneklerle dolu ve aydınlatıcı bir derleme olarak görüyorum. Ayrıca, İkinci Yeni şiir akımının 1950’den günümüze uzanan imgesel yaklaşımındaki kökenleri, getirdiği yenilikleri ve oluşturduğu poetikanın gerekçelerini de İlhan Berk’in bu güçlü inceleme yazıları aracılığıyla kavrıyoruz.
Kitabın tamamına https://zaferyalcinpinar.com/ilhanberkbakmak.pdf adresinden PDF biçeminde ulaşabilirsiniz. (60 Mb.)
Sait Maden’in şiirsel çalışmalarının, kişiliğinin ve özgür imgeleminin “şiir” ile “hakikat” arasındaki görsel ilişkiyi derinlemesine sınadığını, tasarım felsefesindeki duyum ve algı unsurlarını cesurca araştırdığını düşünmekteyim. Sait Maden, Lorca’nın bütün şiirlerinin yanı sıra Baudelaire, Octavio Paz, P. Neruda, L. Aragon, P. Eluard, Mayakovski, Saint John-Perse, B. Cendrars gibi şairlerin şiirlerini dilimize aktarmıştır. Bununla birlikte, edebiyat tarihimizdeki çoğu dergi ve yayınevinin logo çalışması ile birçok önemli şiir kitabının kapak tasarımını gerçekleştiren Sait Maden’in, 21 Mart 2011 Dünya Şiir Günü için hazırladığı “Şiirin Dip Sularında” adlı poetik bildirisi aşağıdadır.
Hamiş: Sait Maden’in bu bildirisi, bana göre, denizaltı edebiyatı olarak ifade ettiğim derinliği, sahiciliği ve sıkılığı da imlemiş, birçok bağlamda onaylamıştır. (Zy)


Aslantepe’de bir heykel: Alex de Souza
18 Mart 2011
Galatasaray: 1
Fenerbahçe: 2
Son not:
“KARA DERYALARDA BİR FENERSİN!”
“zygiella notata” adlı sıkı fanzinin ikinci sayısı yayımlandı.
Fanzinle ilgili bilgilere https://zygiellanotata.tumblr.com adresinden ulaşabilirsiniz.
Tarih masalsa bu diyarda,has tarih olmalı masal da.
(…) 1993’te ustam Erol Keskin IV. Mehmed hakkında iki aktör bir aktris için piyes yazmamı önerdi. Yazmak 18 yılımı aldı. (…)
Tarık Günersel
Zırhlı Kurt 16 Mart’ta Kadıköy Haldun Taner Sahnesi’nde başlıyor. Oyun hakkındaki detaylı bilgilere https://zaferyalcinpinar.com/zirhlikurt.pdf adresinde yer alan broşürden ulaşabilirsiniz.

Bugünkü -10 Mart 2011 tarihli- Cumhuriyet Gazetesi’nin kültür-sanat sayfalarında 12 isim tarafından kaleme alınmış bir bildiriden bahsediliyor. Bildiride, YKY tarafından yayımlanan 2010 şiir yıllığına ve yıllığı hazırlayan Baki Asiltürk’e yönelik ağır eleştiriler, kınamalar filan dile getirilmiş. Baki Asiltürk’ün yıllığa girecek isim/şiir seçiminde önyargılı ve yanlı olduğu vurgulanmış.
Bildiriyi kaleme alan bu 12 isme hak veriyorum ancak, şimdi, yüksek sesle sormak lazım; bu 12 ismin aklı, beş senedir neredeydi? Bazı kifayetsiz muhterisler ve mutat zevatlar beş senedir sıkı/sahici şiiri yok sayarken, sahici şairlere “sessizlik suikastı” uygularken, biz zamanında (3 sene evvel) çeşitli platformlarda işbu haksızlığı bas bas bağırırken, bu kapsamda yıpratıcı mücadeleler verirken, Yeni Sinsiyet Tipolojisi’nin nemalanıcıları beş sene boyunca yavaş yavaş (tenceredeki kurbağa misali) Türk Şiiri’ni ele geçirmeye başlarken bu 12 ismin aklı neredeydi? Televizyon mu izliyorlardı, pazara mı gitmişlerdi… Yoksa sendikacılık, dernekçilik, yayıncılık filan mı oynuyorlardı?
Bu 12 isim, Baki Asiltürk’ün ve 2004 sonrasındaki YKY şiir çevresinin ne olduğunu, kimlerden oluştuğunu bilmiyorlar mıydı? Yıllık denen şeyin “minik sahtekârların büyük seçkisi”ne dönüştüğünü bilmiyorlar mıydı? Zamanında Orhan Alkaya’nın, Engin Turgut’un filan başına gelenleri, yıllığa alınmayışına kızan Engit Turgut’a Baki paşanın verdiği o “arsız” cevabı filan hatırlamıyorlar mı? Neden “şimdi” akıllarına geliyor Baki Asiltürk’ü kınamak? Bu soruların cevabı basittir: Çünkü sıra bu 12 isme geldi. Anlaşılan, Baki Asiltürk bu 12 ismin bazılarını 2010 şiir yıllığında es geçmiş ya da gelecekteki yıllıklarda es geçeceğinin belirtilerini göstermiş olacak ki ancak şimdilerde sesi çıkmaya başlıyor bu 12 ismin… Böyledir bu işler, defalarca söyledik; “Susma, çünkü sustukça sıra sana gelecek!”
Bu “Şiir Yıllığı” konusu artık bir “geyik” oldu. Her sene aynı şeyleri ifade etmekten çok sıkıldım. Ama, sanırım, birilerinin şiir yıllığı işindeki gerçek amacı kavrayabilmesi için benim çeşitli tekrarlamaları yapmam gerekiyor; 5 Mart 2010’da kaleme aldığım “Yıllık Geyiği” adlı yazıya https://zaferyalcinpinar.com/i20.html adresinden ulaşabilirsiniz.
Zy
Yer6 Hafıza projesi hakkında ayrıntılı bilgiye https://www.facebook.com/group.php?gid=131332936905489 ya da https://yer6hafiza.blogspot.com/ adreslerinden ulaşabilirsiniz. Proje kapsamında gerçekleştirilen Açık Radyo/Açık Dergi söyleşilerini de https://www.acikradyo.com.tr/i/rss/Yeralti_Hafiza.xml adresinden takip edebilirsiz.
Ayrıca bkz: https://www.birgun.net/culture_index.php?news_code=1291129118&day=30&month=11&year=2010
11 Mart Cuma, İhtiyaç Molası
12 Mart Cumartesi, Cemiyette Pişiyorum
16 Mart Çarşamba, Motorr Moose
19 Mart Cumartesi, bicycle day
25 Mart Cuma, Kırıka
26 Mart Cumartesi, Büyük Ev Ablukada
info@kargabar.org
Kadife Sokak No:16, Kadıköy
0 216 449 17 25
Hamiş: Canlı Karga kapsamındaki performansların bazılarına https://www.myspace.com/canli.karga adresinden ulaşabilirsiniz.
94.9 Açık Radyo’da Açık Dergi Programı kapsamındaki Yer6 Hafıza bölümünde bu hafta, “özgür neşriyatların niteliği ve niceliği” çerçevesinde karşı karşıya olunan “endüstrileşme” tehlikesinden, “denizaltı edebiyatı”ndan ve elbette Evvel Fanzin ile 491’in öyküsünden söz etmek, söyleşmek üzere Zafer Yalçınpınar konuğumuz olacak.
Programa Kolektif’ten Zeynep Rojda Güvenç, Janset Karavin katılacak.
Program 4 Mart Cuma akşamı 19:10‘da, 94.9 Açık Radyo‘da.Not: Açık Radyo podcast kanallarından Yer6 Hafıza’nın kaçırdığınız geçmiş yayınlarının tümünü dinleyebilirsiniz…
YER6 HAFIZA
PROJE EKİBİ
Blogger’a erişim yasağına ilişkin olarak Borges Defteri Moderasyon Grubu’nun yayımladığı basın açıklaması aşağıdadır:
1 Mart 2011 günü karar sayısı, mahkeme adı belli olmayan o alışık olduğumuz tek satırlık kırmızı ibare Türkiye çıkışlı ve www.blogspot.com veri tabanından hizmet alan bloglar-sitelerde(defter dahil binlerce blog bu kıyımdan payını aldı) de gözükmeye başlandı. Tesadüf değil, bunun böyle olacağını, (birilerinin nezdinde illa ki böyle olması gerekirdi!) tahmin etmiştik, demiştik tüm blog edebiyat –sanat portalları kendilerini saman kağıtlara hazırlasınlar. Ve nihayet onlara göre bir yanlış daha düzeltildi: “blogspot” uzantılı tüm siteler gerçek bir kıyımdan geçirildi (son bir ay zarfında binlerce site zaten kapatılmıştı..)
Tam 6 senedir bizler “borges defteri” olarak “blogspot” veri tabanından yararlanarak yüz binlerce iyi okura ulaştık, bizim gibi yüzlerce site hep belli bir disiplin ve ciddiyet, sorumluluk içerisinde hareket ettiler, sorumluluğumuzu sokağın sesi, vicdanına, hakikat yolcusu dostlara karşı yerine getirmeye çalıştık ve gerekli yankıyı da buldu. Birçok değerli kalem Edebiyatımıza, kültür düzlemimize farklı renkler, tatlar kattılar ve net ağı üzerinde Türk şiiri ve edebiyatı ekseninde hatırı sayılır bir birikim ve arşiv zenginliğinin oluşmasına yardımcı oldular.
Ama gelin görün ki ne bütün bu çabaların ne sözün kutsaniyeti, dokunulmazlığı, tanrısallığı “birileri” için zerrece bir değer ifade etmiyor.
Net ağı üzerinde çöl çoraklığı ve esintisiz, boğucu bir hava estirilmeye başlandı. Birisi bir kıvılcımla her şeyi, herkesi yakacak yangını da beraberinde getiriyor.
TTNET’den hizmet alan milyonlarca abonman artık ödedikleri bedelin karşılığını kısıtlamalar, sansürlerle alıyorlar. TTNET idari mahkemeler ve yetkili merciler karşısında yapması gereken “savunma” mekanizmadan kendini sıyırmış bulunmaktadır. Suç işleyen site veya sayfayı kapatmak yerine topyekün kapatmaya gidiyorlar. Bu mantıkla, kararların takipçisi olunmuyor, sadece “uygulayıcı” bir rolle işin içinde kendine cılız-sefil bir pay biçiliyor, kendi oturduğu dalları birer birer kesen bir kurum ne denli sağlıklı gelişir, varın siz düşünün… Milyonlarca insanın talebi resmen hiçe sayılıyor, kendi bildiklerini okuyorlar, ama ne denli büyük bir ticari prestij kaybına uğradıklarını zerrece hesaba katmıyorlar, bir çarkın dişlisi paslı sesiyle milyonların kulağını tırmalıyor, yapılan onca reklam harcamaları bu kıyımların karşısında etkisiz kalıyor.
Net ağı üzerinde suç işleyen, insan onurunu, hak hukukunu en iğrenç biçimiyle ihlal edenler elbet ki ayıklanmalılar ama bunun yolu ve üslubu milyonlarca insanı öteki “doğrulardan” mahrum bırakarak gerçekleştirmek değil. Tutarsız, hileli zihinsel taslaklarla “hakikat” duvarları kirletilmemelidir; bu sorun artık bir sanal “itlaf” meselesinin ötesine geçmiştir.
Kimi zihniyetler dün de aynı zulmeti, karanlığı bu coğrafya halklarına reva görerek matbaa’yla neredeyse 200 yıllık gecikmeyle tanıştırıldılar onları. Oysa Batı diyarı çoktan tüm nehirleri, akarsuları geçmişti. Bizler daha aşk, marifet, fakr, yokluk sokağının başını tutarken ve kendimizi mürekkep sermestliğine vermişken, birileri aklın sarsılmaz tuğlalarını kendi kalelerine taşıyorlardı. Aradan 200 yıl geçer ve döner bir de bakarız ki o mesafe hâlâ yerli yerindedir.
Çünkü hep en kolayı denemişiz, susturmayı ilk ve en çarpıcı seçim, çare olarak görmüşüz.
Neden hâlâ birileri bizim adımıza, bizi, kendi yarattıkları sözde “kötülüklerinden” koruma gibi bir ödev çıkarıyor?
Kim ki bunlar? Genel kültür donanımları ne? Hangi alt veya üst kültürden geliyorlar?
Ödev onlar için nerdeyse “bir buyruk” oldu. Buyruğun ve ödevin genel karakteristiğidir: İnandırma yolundan gitmez, o buyurur sadece! O yetkedir, hem de uydurma yetke!
Dıştan gelme bir yetkedir, içinizi yıkamak, sözde saflaştırmak adına, çünkü onun nezdinde “erişkin” değil, tümden tüm kötülüklere her an maruz kalabilecek “çocuksunuz”, sezdirmeden aşağılar toplumu. Üzerimize koyduğu yasak bulutu tıpkı bize dışarıdan gelen etkilere benzer. Zihinsel bir şiddete maruz kaldığınızı ancak çok zaman sonra kavrarsınız…
Bu “soyut!” ve anonim baskı unsuru artık elini ayağını sokağın, edebiyatın-sanatın üzerinden çeksin.
Onların bu açık zorbalığı ve her şeyi oldu bittiye getirme telaşlarına itaat edecek değiliz.
Kasırgalar, boralar, yüzyılların ağır ağır çalışması insanlığın sığındığı ve bu sığınakta kendini hiçbir zaman mutlu bulmadığı tahakküm bulutlarını dağıtmaya, yarıp çatlatmaya her zaman gücü yetmiştir.
Sansür ve baskıcı yöntemler, üreten zihinleri kamçılamaktan başka bir işleve aracılık etmemiştir ve yeni hiç gidilmemiş yollar aramaya koyulmak en kutsani ayin olmuştur insan ırkına.
Ama keşke birileri en az, en az sempati ahlâkının kıyısından geçmeyi de yaşamları boyunca bir defa deneselerdi, emin olun bunca acınacak duruma düşmezlerdi.
Teknolojinin belirli bir düzleminden ve bu coğrafyadan işte böylesine sevimsiz bir tarihin yazılıyor olması işte tam o 200 yıllık gecikmenin paralel ve simetrik duruşudur. Başka türlü okumaya hiç gerek yok. “Kelle isteriz padişahım”! Gerisi lafı güzaftır.
Hürriyeti, özgürlüğü en çok isteyenler susturulmuş olanlardır, fakat bunlar başkalarını yenince (çok tanıdık değil mi?) o başkalarına hiçbir hürriyet vermezler. Herkes hürriyetten, haklı haksız, ancak “iyiliğin hürriyeti”ni yahut fenalıklardan en azının hürriyetini kastederler.
Böyle oluşan bir insan, insanlık şeması büyük arızadan başka bir şey değil. Arızasız zihinler rehberiniz olsun, ama bir gerçek olanca ihtişamıyla ortada: Bu yol, yol değildir!Çağrımıza, sesimize ses versin: Önce sokak.
Hileye kayan eller, emeller durdurulmalıdır.
Daha özgür, daha insani bir dünya, daha çok düşünce,
fikir paylaşımında bulunan seslere sonsuz hareket alanı…
İnternete uygulanan içler acısı kısıtlama ve sansür
bir an önce durdurulmalı, bitirilmelidir…
Aleme bunca maskara olmanın “alemi” yok!
İtiraz dalgasını her geçen gün
biraz daha büyütüp, geniş kitlelere yayalım.
Körü körüne oluşturulan bu “itaat” psikolojisi kırılmalı.
Bütün basın camiamız, edebiyat-sanat portalları
lütfen sesimize ses olsunlar…
“Özgürlük” sözcüğü çöl gezginlerinin heybesindeki
işlevsiz nesneye dönüştürülmesin,
çünkü o sözcük bir gün hepimize, hepinize gerekebilir.Saygıyla,
BORGES DEFTERİ MODERASYON GRUBU
491’e 11!
“Yaşadım” diyebilmen için…
https://zaferyalcinpinar.com/491onbir.pdf
*
Yokoluşlarının ağıtını yazan o kifayetsiz muhterislerle senin ilgilenmeyişinin 2010’lardaki yüzüdür 491…
DÖRTDOKUZBİR “Evvel Fanzin” cakasıdır ve Kadıköy tribidir.
Bundan böyle 491, seslidir… Ses ver!
491‘in tüm sayılarını https://zaferyalcinpinar.com/491.html adresinden indirebilirsiniz. (E-posta: dortdokuzbir@gmail.com)

Mete Sancaktaroğlu’nun “Gördüğüne İnanma!” başlıklı sergisini dün ziyaret ettim. Sancaktaroğlu, kitle medyasının bilindik fenomenlerini defter sayfalarında redakte ediyor. Sıkı bir “görüngü eleştirisi” olarak içselleştirdiğim bu sergiden çok etkilendiğimi de özellikle söylemeliyim. Sergide, kitle medyasından alınmış kupürler ve söylemler, “gerçek” düzlemine getirilmek adına defter sayfalarına mıhlanmış. Sancaktaroğlu, kitle medyasına hâkim görüngülerin emeğe, adalete, gerçeğe, sanatsal imgeye, şiirselliğe ve ideolojik bilgiye olan uzaklığını eserleriyle eleştirel bir biçimde düzeltiyor. Ben, Sancaktaroğlu’nun defterlerini, 2000’lerde öne çıkarılan ve kitlelere tüketim unsuru olarak sunulan çeşitli bileşenlerin hem tipolojik hem de sosyolojik bir “söylem analizi” olarak okuyorum ve bu kapsamda sergiyi ziyaret etmenizi öneriyorum. Sergi, 9 Mart’a kadar Kadıköy – KargART’ta devam edecek… (Zy)


Festival programına ve ayrıntılara https://www.babylon.com.tr/tr/babylon/nublu-jazz-festival-2011/ adresinden ulaşabilirsiniz.
Hamiş: Festival kapsamında en çok merak ettiğim şey sıkı davulcu Turgut Alp Bekoğlu‘nun caz cümleleridir. (Zy)
Luo Qing
Sanatorium Sivil Sanat İnisiyatifi
11 Şubat – 12 Mart 2011
Sanatorium Sivil Sanat İnisiyatifi, 11 Şubat – 12 Mart 2011 tarihleri arasında Çin güncel sanatının önemli temsilcilerinden biri olan ressam Luo Qing’in yapıtlarına ev sahipliği yapıyor.
Günümüzün kaotik toplumunda bireyin kapıldığı umutsuzluğu çarpıcı bir şekilde tablolarına yansıtan Qing, izleyicilere gerçeklikle fantezi arasında duran bir seyir sunuyor. Güncel zamanlara dair bir zihin ve ruh haliyle yola çıksa da sanatsal algısını modernizmle postmodernizm arasında bir noktada konumlandıran sanatçı, yapıtlarında, modernist dönemden günümüze geçişte insanlığın yaşadığı bunalımı, âdeta umudun yok olduğu bir uçurumdan betimliyor.(…)
Nazım Hikmet Richard Dikbaş
“Yeni Eğlenme ve Dinlenme Biçimleri”
GALERİ NON /28 Ocak – 12 Mart 2011
Dikbaş’ın “Yeni Eğlenme ve Dinlenme Biçimleri” adlı sergisi dış çevre algısının muhtemel çöküşünü duyuruyor ve içsel algıda yeni bir aydınlanma döneminin başlangıcını müjdeliyor.
Sergide yer alan bazı eserlerin görüntülerine ve ayrıntılı bilgiye https://galerinon.com/tr/nazim-hikmet-richard-dikbas-2 adresinden ulaşabilirsiniz.
Geleneksel Türk tiyatrosu, tasvir sanatları, illüzyon ve halkbilimi üzerine yaptığı benzersiz çalışmalarla tanınan Prof. Dr. Metin And bu sergide; kitapları, dostlarının onun hakkında yazdıkları yazıları, özel eşya ve belgeleri, kendi albümünden fotoğrafları ve illüzyon aletleriyle yeniden gündeme geliyor. Metin And’ın renkli ve çok yönlü dünyasını gözler önüne seren Bir Usta Bir Dünya: Metin And – “Daima Oyun, Her Daim Oyuncu” sergisi, 26 Ocak – 25 Şubat 2011 tarihleri arasında Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi’nde ziyaret edilebilecek.
Bkz: https://www.ykykultur.com.tr/sergi/?id=69
Hamiş: Metin And’ın tiyatro çalışmaları ve uğraşıları -özellikle de Bizans Tiyatrosu tipolojisi ve izleği- Ece Ayhan‘ın poetikasında önemli bir yere sahiptir. (Bkz: “Ortodoksluklar”)
Beşiktaş Jimnastik Kulübü: 2
Fenerbahçe Spor Kulübü: 4
Fenerbahçeliler’den tüm Beşiktaşlılar’a geliyor:
“İnleyen Nağmeler”
*
Son not: “KARA DERYALARDA BİR FENERSİN!”
*
Aziz Kemâl Hızıroğlu’nun “Trajedi Koğuşu” adlı yeni şiir kitabı yayımlandı.

kalbim! tahammül teknem! dur biraz
burada zaman yok kuşlar yok varış yok
ne tutunabileceğim bir kıyı düşü
ne kendi kederini çitileyen deniz
kanamalı insanla beslenen adalar arası ada
ah kalbim! aklım yorgun
isteyecek neyin kaldı açık yaram
alnımda: beş kıtanın dinmeyen fırtınası
ayaklarımda: raylardan kömür toplayan yoksul
sırtımda: kirecin muhacir arabaları dörtnal
deri altımda: mavi çizgili kırık notalar
ah kalbim! şarkım yorgun
(…)
Aziz Kemâl Hızıroğlu
Powered by WordPress | Theme: Aeros 2.0 by TheBuckmaker.com